Bir yandan Kürt sorununun demokratik çözümü konuşulurken, diğer yandan Kürdistan’daki belediyelerin kayyum atamalarıyla gasp edilmesine devam ediliyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) Demokratik Yerel Yönetimler Kurulundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, kazanılan belediyelere kayyum atanmasının nedenlerini ANF’ye değerlendirdi.
Mehmet Rüştü Tiryaki, siyasi iktidarın üçüncü kez belediyelere kayyum atamasının birkaç nedeni olduğunu anlattı: “Nedenlerinden biri, nüfusu milyonu bulan kentleri mali olarak kontrol etmek istiyorlar. Yani, kentin rantını kontrol etmek, kendi yakınlarındaki insanlara peşkeş çekmek istiyorlar ve bu bütçeyi kontrol etmek istiyorlar. Bunda herhangi bir tereddüt yok. 1999’dan 2016’ya kadar, 16-17 yıllık süre içerisinde Kürtler, bir biçimde yerel yönetimleri oldukça iyi bir şekilde yönetebileceklerini gösterdiler ve belediyecilik açısından yeni bir kapı araladılar. Yani, geleneksel belediye hizmetlerini sunmak dışında, kadın belediyeciliği, ekolojik bir belediyecilik ve en önemlisi çok yönlü belediyecilik konusunda iyi çalışmalar yürüttüler. Kürtçe kreşlerden, medeni hizmetlerin birkaç dilde sunulmasına kadar milyonluk altyapı sorunlarını önemli oranda çözdüler. Diyarbakır'da her evde, her musluktan su içebilirsiniz. Şu anda bazı sorunlar var, o da kayyumların bakımlarını yapmamasından kaynaklı ortaya çıktı. Ama biz 99’dan 2016’ya kadar bu sorunları temel olarak çözmüştük. Yani, Türkiye'de belediyecilik açısından yeni bir şeydi. Kürtler açısından, belediyecilik açısından, Kürtlerin belediyeciliği açısından yeni bir şeydi ve siyasi iktidar, Kürtlerin kendilerini ve belediyelerini yönetmesini istemedi. Yani, birinci temel nedenin bu olduğunu düşünüyoruz. Borçlarını kapatmış, altyapısını çözmüş ve halkın gerçekten memnun olduğu, hatta her kesimde memnuniyet yaratan belediyelere kayyum atanması başka şekilde açıklanamaz.”
HER DEFASINDA UYDURULAN BAŞKA BİR HİKAYE
Kayyum atamaları için söylenen gerekçelerin hiçbirisinin makul ve kabul edilebilir olmadığını ifade eden Tiryaki, sözlerini şöyle sürdürdü: “Her seferinde başka bir hikâye uydurarak kayyum gerekçesi yapıyorlar. 2016’daki darbeden sonra ilk kayyum atadıklarında, ‘Siz hendek çatışmaları döneminde belediyenin araçlarını kullandırdınız’ demişlerdi. 2019’da kayyum atadıklarında ise, ‘Eş başkanlık sistemi budur, seçilmemiş kişiler belediyeleri yönetiyor’ demişlerdi. Eş başkanlık sistemine, kadınların ve erkeklerin birlikte yönetmesine karşı çıkmışlardı aslında. Şimdi de hakkında dava olanlar, hakkında ceza davası olanlar veya soruşturması olanları aday yapıyorsunuz diye kayyum atıyorlar. Dolayısıyla asıl mesele kayyum değil, gerekçe uydurmak siyasi iktidar açısından kolay. Siyasi iktidar, uzunca bir süredir rehine ve şantaj siyaseti yürütüyor. Anımsarsanız, Rahip Brunson meselesinde de böyleydi. Gazeteci Deniz Yücel meselesinde de.
Ve şu anda cezaevinde tutuklu olan binlerce siyasi tutsak açısından da durum böyle. Cumhurbaşkanlığının en büyük adaylarından biri olan Ekrem İmamoğlu hakkındaki dava da böyle. Yani bu bir şantaj, bir rehine siyaseti. Bir yandan bölgede, dünyada barış isterken, kendi iç barışımızı da sağlamalıyız diyen siyasi iktidarın öte yandan operasyonlar sürdürmesi, her gün onlarca kişiyi gözaltına alması ve belediyelere kayyum ataması da bir biçimde şantaj siyaseti olarak okunuyor bizim açımızdan. Siyasi iktidar, olur da bir gün demokrasi ve barış konusunda görüşmeler veya bir süreç olursa muhtemelen bunları da bir tür pazarlık konusu olarak kullanmayı düşünüyor olabilir. Ama bu samimi bir yaklaşım olmaz. Yani, amacınız barışsa, bu barışa giden yoldaki bütün engelleri kaldırmaya çalışırsınız. Eğer o yola girdiyseniz, yeni engeller oluşturacak, sorunlar oluşturacak yeni alanlar yaratmazsınız. Ama siyasi iktidar böyle yaklaşmıyor. Tabii bu aynı zamanda samimiyet açısından da bir sorun yaratıyor dememiz mümkün.”
‘KAYYUM POLİTİKASI OLASI ÇÖZÜMÜ ENGELLEYECEKTİR’
Kürt sorununun demokratik çözümü konuşulurken, diğer yandan kayyum siyasetinin devam ettirilmesinin inandırıcı olmadığını söyleyen Tiryaki, “Sadece Dem Parti olarak düşünmeyelim bunu, sokaktaki insanlar açısından da durum böyle. Şimdi bir yandan barış, Kürt sorununun çözümü, silahların susması, gömülmesi falan bundan bahseden siyasi iktidar, öte yandan kayyum atadığında, Halfeti'de, Mardin'de, Batman'da, Hakkâri’de, Bahçesaray'da yaşayan birisi, bunun nasıl samimi olduğunu düşünebilir ki? Kalan belediyelerin üzerinde de demokrasinin kılıcı gibi bir tehdit olarak kayyumun sürdüğünün de altını çizmek gerekir. Yani bu koşullar altında, halk açısından da bir inandırıcılık sorunu yarattığını söylemek mümkün.
Eğer barış olacaksa, bu sadece siyasi partiler veya siyasi liderlerin ikna olmasıyla olabilecek bir şey değil. Bunun bir toplumsal ayağı var ve toplumun da ikna edilmesi gerekir. Barışın toplumsallaştırılması denilen kavram tam olarak bu aslında. Siz toplumdaki kaygı düzenini artırırsanız, toplumdaki umut ışığını söndürürseniz, elbette ki barışı toplumsallaştıramazsınız. Hiç kimse açısından inandırıcı olmaz. Dolayısıyla, bu kayyum meselesi muhtemel olabilecek bir çözüm veya başka bir adı olabilecek bir süreci engelleyecektir diye düşünüyoruz” dedi.
‘KAYYUMA KARŞI DİRENİŞİMİZE DEVAM EDECEĞİZ’
Kayyum atanan kentlerde halkın sergilediği direnişe de dikkat çeken Mehmet Rüştü Tiryaki, bu hukuksuzluğu anlatmaya devam edeceklerini ve direnişlerini sürdüreceklerini vurguladı: “Batman başta olmak üzere ve ilk kayyum girişimi olan Van başta olmak üzere, hatta Van'da geri adım da arttırıldı siyasi iktidara. Hakkari’de, Batman'da, Mardin'de, Halfeti’de ve daha sonra Bahçesaray'da gerçekten halk direniş sergiledi. Esenyurt'ta hala halk nöbet tutmaya devam ediyor, kayyumu kabul etmiyor. Dersim'de günlerce halkımız direndi. Kabul etmediğini söyledi.
Demokratik ve meşru yollardan kayyum siyasetini kabul etmediğimizi söylüyoruz. Parlamentoda neredeyse her konuşmamızda bunun hukuksuzluğunu dile getiriyoruz. Dünyanın dört bir yanında, Türkiye'yle ilişkisi olan her kuruma bu kayyum siyasetinin hukuksuzluğunu anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz. Ve en önemlisi de şu: 2016’da ilk kayyum atadıklarında sadece Kürtler bu kayyuma karşı çıkarken, bugün toplumsal muhalefetin ve muhalefetin önemli bir bölümü artık kayyumun hukuksuz olduğunu kabul ediyor. 10 siyasi partinin, kayyumun ‘yasal dayanağı’ olan Belediyeler Kanunu’nun 35’inci maddesinin değiştirilmesi veya yürürlükten kaldırılması için önerge vermesi böyle bir şey, yani parlamentoda bulunan 10 siyasi parti Meclis Başkanlığı’na dilekçe vererek bu yasanın yürürlükten kaldırılmasını istedi. Emin olun AKP'lilerin de önemli bir bölümü, yani AKP'ye oy veren yurttaşların önemli bir bölümü de kayyumu kabul etmiyor.
Dolayısıyla bizim yürüttüğümüz mücadelenin, geri adım attıramasak da önemli oranda başarıya ulaştığını söylemek mümkün. Ahlaki üstünlüğü muhalefet kazandı; gayrimeşru olduğunu toplumun büyük bir bölümü kabul etti ve kayyum atarken o kadar da rahat olmadıklarını söylemek mümkün. Ve biz direnişimize devam edeceğiz, bunu anlatmaya devam edeceğiz. Bu hukuksuzluğu en geniş kesimlere anlatmaya ve karşı çıkmalarını sağlamaya devam edeceğiz.”