‘Türk hükümeti resmen tecridi kabul etti’

Avukat Rengin Ergül, Türk hükümetinin Önder Apo üzerindeki tecridi resmen kabul ettiğini ifade ederek “Türkiye’nin kendi yasasına uymadığıyla ilgili bir şeyi kabul etmesi, bu konuda adım attırmak için bizim elimizi daha güçlü kılıyor” dedi.

TECRİDE KARŞI MÜCADELE

Önder Apo üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit sürüyor. Avukatları ve ailesinin tüm başvurularına, hükümet olumsuz yanıt veriyor ve görüşmeler engelleniyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2014’te verdiği “Öcalan-2 Kararı” ile umut hakkına vurgu yaparak tahliyesinin koşullarının oluşturulmasını istemişti. Türk devletinin, AİHM kararını uygulamaması üzerine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’ye 2025 yılı Temmuz'una kadar yasal değişiklik yapması gerektiğini bildirdi. Ancak son günlerde, Türk devletinin iktidar kanadından yapılan açıklamalarda, İmralı’daki tecridin kaldırılması şarta bağlanmış durumda. Konuyla ilgili olarak MAF-DAD üyesi Av. Rengin Ergül, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Türk hükümeti tarafından umut hakkının kullanımının şarta bağlanmış olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Umut hakkının kullanımı ya da herhangi bir temel hakkın kullanımı ne Türkiye’de ne de Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere taraf olan herhangi bir devletin çatısı altında şarta bağlanamaz. Herhangi bir temel hakkın kullanımı, özellikle de siyasal konjonktürlere, süreçlere veya herhangi bir siyasi yapı ile yapılan müzakerelerde şarta bağlanamaz.

Zaten, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından umut hakkına dair oturmuş bir içtihat var. Bu oturmuş içtihadın temel kaynaklarından biri de “Öcalan-2 Kararı.” Öcalan-2 Kararı’ndan sonra Türkiye’nin mahkûm edildiği başka kararlar da var, umut hakkının ihlali bağlamında. Zaten bu karar çok açık. Bu kararın açık olmasının dışında, 2015’ten beri Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündeminde.

Bakanlar Komitesi’nin de Türkiye’ye yaptığı en temel çağrı; yasasını değiştirmesi. Yasasındaki koşullu salıverilme kanunundaki farklılığı kaldırması. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, “ölünceye kadar hapis” cezasını işkence görmeme hakkının ihlali olarak kabul ediyor ve işkence görmeme hakkı, işkence yasağı mutlak olarak yasak. Savaş, olağanüstü hâl veya siyasi olarak karışıklık olan dönemler de dahil olmak üzere mutlak olarak yasak. İstisnalarının olması mutlak olarak kaldırılmış. Dolayısıyla, herhangi bir tartışmanın bile yürütülmesi mutlak olarak yasaklanmış bir işkence yasağı var. Bu nedenle, özellikle hiçbir temel hak, şarta ya da bir müzakerenin taraflarından birinin tavrına bağlı değerlendirilemeyeceği, kullandırılamayacağı gibi işkence, işkence yasağı altında tanımlanmış, işkence yasağı gereği tanımlanmış umut hakkı da hiçbir şekilde hiçbir şarta bağlanamaz. Bu çok net!

Türk hükümeti kanadından yapılan açıklamalarla Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit teyit edilmiş olmuyor mu? Şayet kabul ediliyorsa, bu durumun ortadan kaldırılması için sivil toplum örgütleri nasıl bir tutum almalı?

Hükümet kanadından, iktidar ortağı MHP tarafından dile getirilenler, Sayın Abdullah Öcalan üzerinde bir tecrit uygulandığı, hem de Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne dair yasal düzenleme ihtiyacı olduğu, fiziki özgürlüğünün yasa yoluyla engellendiği, AİHM kararına rağmen yasa yoluyla engellendiği teyit edilmiş ve kabul edilmiş durumda. Bu ne demek oluyor? Bu, özellikle Bakanlar Komitesi sürecinde, Türkiye’nin verdiği eylem planlarında, bu cezanın istisnai olduğu gibi ya da cumhurbaşkanın af yetkisi olduğu gibi ya da bu konuda yasada reformlar yapıldığı gibi iddiaları içeren eylem planlarını çürütmüş oluyor. Dolayısıyla, Türk hükümeti tarafından resmi bir ağızla, hem tecridin uygulandığı yani işkence yasağı kapsamında yasak olan tecridin uygulandığı, hem de umut hakkının ve fiziki özgürlüğün yasa yoluyla engellendiği açıkça söylenmiş oluyor. Bunu iki açıdan, tecridi ve umut hakkını ayrı değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’nin şu an İmralı’da uyguladığı tecrit, Türkiye’nin yasalarına da aykırı. Dolayısıyla, Türkiye’nin kendi yasasına uymadığıyla ilgili bir şeyi kabul etmesi, bu konuda adım attırmak için bizim elimizi daha güçlü kılıyor.

Umut hakkı bakımından ise, umut hakkının henüz mevcut yasada olmaması dolayısıyla, yasa yapma sürecine ihtiyaç duyulduğu için daha uzun süreli bir tartışma. Sivil toplumun ve insan hakları savunucularının hem kısa vadede hem de uzun vadede bu konularda neler yapabileceğine dair önüne bir takvim koyması şart. Çünkü işkence yasağı gibi her dönemde yasaklanmış bir yasağın altında uygulanan bir rejimdir, İmralı rejimi. Dolayısıyla, herkesin ses çıkarması gereken bir rejim. Bunun kabul edilmesi şu demek oluyor aynı zamanda; aslında devlet kabul etse de etmese de hem Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önündeki süreçten Türkiye’nin zaten AİHM kararına uymadığı, AK çatısı altındaki insan hakları yapıları tarafından toplantı sonrası sonuçlarıyla birlikte deklare ediliyor. Yine, BM İşkenceye Karşı Komite toplantılarında, Türk hükümetine defalarca Sayın Öcalan ile ilgili aile ve avukat görüşü neden yapılmadığı hakkında sorular sorulduğunda, Türk hükümeti Adalet Bakanlığı temsilcisinin sürekli gerekçe olarak verdiği şey, “disiplin cezaları”ydı. Ancak Komite, tekrar sordu, “yani sizin yasalarınız disiplin cezalarına ne kadar süreyle izin veriyor” diye. Bunun cevabını veremediler. Sonra Komite, sonuç gözlem raporunda açıkça, Sayın Öcalan’ın ve İmralı’da bulunan diğer mahpusların adını tek tek yazarak, bu mahpusların avukat ve aile görüşlerinin ivedilikle sağlanması ve kısıtlamalara son verilmesi gerektiğini Türkiye’ye söyledi ve Temmuz 2025’e kadar bu konuda bilgi ver, dedi. Aynı zamanda ağırlaştırılmış müebbet ile ilgili yasanı değiştir ve bu konuda bana Temmuz 2025’e kadar bilgi ver, dedi.

Hükümetin teyidinin dışında, zaten bizim insan hakları mücadelesinde bütün eleştirilerimize rağmen, meşru olarak kabul ettiğimiz iki temel yapı, Türkiye’nin bu eylemlerin faili olduğu, Sayın Öcalan’a özel bir rejim uygulandığı gerçeği zaten bilinen bir durumdu. Sivil toplumun harekete geçmesi için hükümetin bunu kendi ağzıyla kabul etmesine gerek yoktu zaten. İnsan hakları mücadelesi veren kurumlarının bakacağı ilk yer, BM ve AK çatısı altındaki insan hakları örgütleri ve insan hakları mekanizmalarıdır. Hükümetler, devletler zaten bir insan hakkının ihlalinde faildir. Failin, fail olduğunu kabul etmesi, evet bizim elimizi şu an stratejik olarak güçlendirir. Ama bizim harekete geçmemizin bundan çok daha önce olması gerekir. O yüzden, sivil toplumun şu an hem tecridin ortadan kaldırılması hem de fiziki özgürlüğün sağlanması noktasında önce Türkiye’nin kendi mevcut yasalarına uyarak tecridin ortadan kaldırmasını sağlaması; sonra Türkiye’yi demokratik bir yasa yapma sürecine mecbur bırakarak Sayın Öcalan ile binlerce siyasi mahpusun ölünceye kadar hapis cezası anlamına gelen ağırlaştırılmış müebbet rejimini sonlandıracak bir yasa yapma sürecine dahil olması, bunun hazırlığını yapması, bunun mücadelesini her alanda yürütmesi gerekiyor diye düşünüyorum.