Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 129 günde 5 ülkenin topraklarına ayak bastı ama esaretiyle sonuçlanan günlerin failleri 14 devletti. ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsünün dışında sırasıyla ayak bastığı Yunanistan, Rusya, İtalya, Tacikistan, Kenya’nın dışında Mısır, Almanya, Hollanda, İran, Belçika ve Güney Afrika da kritik rol oynadı.
ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsü birlikte anılacaktı, çünkü bu üç devlet sürecin başından sonuna kadar işin içinde olan küresel güçler olarak kayıtlara geçti. ABD’nin, 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’a kadar süren komplo günlerinde belirleyici rolünün yanında 13 devlet de aldıkları pozisyonla Kürt Halk Önderi’nin kaçırılıp esir düşmesine yardımcı oldu. Bu devletlerin rolü ve yaklaşımı şu şekilde tarihe not düştü:
İNGİLTERE
Tıpkı ABD gibi PKK ve Abdullah Öcalan’ın İngiltere’nin çıkarlarını hedef alan hiçbir eylemi olmamasına karşın, dönemin İngiliz yönetiminin de komplonun içinde aktif şekilde yer aldığı hep konuşuldu. İngiltere’nin ABD ve diğer ülkelerle önemli bir farkı vardı. İngiltere o tarihi günlerinin üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen rolü deşifre olmayan devletlerin başında geliyor.
Üstelik Abdullah Öcalan’ın Roma’da gözaltını alınması sonrası İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklama dışında, dönemin Tony Blair hükümetinin 9 Ekim 1998’de başlayıp 15 Şubat 1999’da esaretle devam eden komplo günlerinde ne resmi ne de gayri resmi hiçbir açıklaması olmadı. Kürt Halk Önderi, daha sonraki yıllarda kaleme aldığı savunmalarında ABD’nin yanında sürekli İngiltere’ye dikkat çekecek ve 9 Ekim sürecinin ilk saatlerinde yaşanan şu olayı anlatacaktı: “Atina’ya, dolayısıyla Avrupa’ya gidişe karar kılmamda açıkladığım genel nedenlerle birlikte, özel olarak Yunanistan eski Ulaştırma Bakanı ve PASOK Milletvekili Kostas Baduvas’ın vaatleri etkili oldu. 6 Ekim 1998’de Şam’da Baduvas Atina Havaalanı’nda beni karşılayacağı sözünü vermişti. Uçak, Atina Hellinikon Havaalanına indiğinde, Baduvas ortalıkta yoktu. Daha sonra anlaşıldı ki, Suriye’den çıkarılarak Yunanistan tuzağına çekilmemde Baduvas şahsında İngiltere’nin rolü olmuştur. Bir İngiliz yetiştirmesi olan Baduvas’ın daveti, ABD-İngiltere-Simitis komplosunun ilk adımı olarak devreye konulmuştur.”
Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesi konseptlerine kapalı kapılar ardında katılan ülkelerin başında İngiltere geliyordu. Özellikle 1990’lı yılların ortasında KDP ve YNK arasındaki çatışmaların sona erdirilip bu iki Kürt gücünün PKK’ye karşı mücadele etme girişimlerinin başını İngiltere çekiyordu. 1994’ün sonbaharında Paris’te KDP ve YNK’nin vardığı mutabakata rağmen bir süre sonra Güney Kürdistan’da yeniden iç çatışmalar başladı ve bu sefer sürece İngiltere/ABD müdahil oldu.
İngiltere, ABD ve Türkiye’nin, 9 Ağustos 1995’te Dublin’de katıldığı KDP-YNK görüşmeleri yeniden başladı. Üç gün süren görüşmelerin ardında taraflar anlaştı. Daha sonra Ankara’ya taşırılan 11 maddelik anlaşmanın maddelerinden birisi de “Türkiye’nin güvenlik kaygıları dikkate alınacak” denilerek PKK güçlerinin Güney Kürdistan’dan çıkartılması hedefiydi. Ardından gerilla alanlarına 1995’in yazından 1997’nin baharına kadar yoğun saldırılar gerçekleşti.
İSRAİL
İsrail de her ne kadar İngiltere gibi rolü tam olarak açığa çıkmayan ve resmi olarak tarafını deklare etmemesine rağmen kritik rol oynayan devletlerin başında geldi. Dönemin Tel Aviv yönetimi, 9 Ekim’den öncesinde Ankara’ya siyasi, diplomasi ve istihbarat desteği sözü verdi. Eylül 1998’de Ortadoğu turuna çıkan Türk Başbakan Mesut Yılmaz’ın gündeminde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın durumu vardı.
Yılmaz’ın Tel Aviv gezisinde “Abdullah Öcalan’a sıcak takip” için Ürdün, İsrail ve Türkiye arasında gizli bir işbirliğine gidildi. Ortadoğu sahasına hakim olan Ürdün ve İsrail istihbaratı Suriye’de bulunan Abdullah Öcalan ile Güney Kürdistan’daki PKK güçlerine ilişkin Ankara’ya bilgi aktaracaktı. O günlerde İsrail basını ise Mossad’ın Ofeq uydusuyla Irak ve Suriye’deki PKK hareketliliğini izlediğini yazdı. Zaten ABD’nin gizli servisi CIA’nın yanında İsrail istihbaratı Mossad da bütün komplo sürecinde yakın takipte olacaktı. 9 Ekim’in ardından Mossad’ın şefi Genela Semih Batiki, Abdullah Öcalan’ın Rusya’da olabileceğini açıkça söyledi. Batiki’nin MİT’in başındaki isim Şenkal Atasagun ile Abdullah Öcalan’ın izinin sürülmesinde sık sık görüştükleri de İsrail medyasında ayrıntılı olarak yazılıyordu.
Nairobi günlerinde de CIA ile birlikte Mossad de devreye girecekti. Hatta Mossad'ın gizli tarihini anlatan ve 2010’da çıkan "Gideon'un Casusları" adlı kitapta, Kürt Halk Önderi’nin Kenya’da Güney Kürdistan’a gitmeye hazırlandığı sırada biri kadın 5 İsrailli ajan tarafından yakalandığı iddia edildi. Kitabın çıktığı günlerde Kenya'da yayımlanan “Daily Nation” isimli gazetenin haberine göre; Mossad, dönemin Türk Başbakanı Bülent Ecevit'in, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'dan yardım istemesinin ardından devreye girdi, Netanyahu'nun tek şartı ise operasyonu Türk istihbaratının üstlenmesi ve Mossad'ın rolünün gizli kalmasıydı.
Alman gazeteciler Günter Seufert ve Christopher Kubaseck’in 2004’te çıkan “Türkiye: Siyaset, Tarih ve Kültür” isimli kitapta da 15 Şubat 1999 günü İsrail istihbaratının oynadığı role ilişkin şu bilgi yer aldı: “Abdullah Öcalan, büyük ihtimalle Yunan büyükelçiliğine ait binadan çıkarıldıktan sonra Mossad elemanları tarafından yakalandı, ardından da Türkiye’ye teslim edildi.”
YUNANİSTAN
Şüphesiz Kürt Halk Önderi’nin esaretiyle sonuçlanan o komplonun örülmesinde belirleyici rolü oynayan başında gelen bir başka ülke de Yunanistan’dı. 9 Ekim öncesinde Abdullah Öcalan’ı önce ülkesine davet eden, ardından da sadece 5 saat barından dönemin Yunan hükümeti, onu bir sonraki gelişinde hem ülkesinde hem de sığındığı Kenya’daki büyükelçiliğinde “istenmeyen kişi” ilan ederek komplonun en önemli kilometre taşlarını ördü. 29 Ocak 1999 günü Emekli Yunan Amiral Naksakis aracılığıyla Rusya’ya gönderilen özel uçağa binen Abdullah Öcalan, Atina’ya ikinci kez ayak bastı. Atina’ya 40 kilometre uzaklıktaki Nea Makri köyüne giden Kürt Halk Önderi burada yazar Vula’nın evinde kaldı.
Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos’un talimatıyla 31 Ocak 1999’da Belarus’un başkenti Minsk’e götürülen Abdullah Öcalan, havalimanından çıkmadan başka bir uçakla Korfu Adası’na götürüldü. Burada Abdullah Öcalan’ı karşılayan Yunan istihbaratından görevli Binbaşı Savas Kalenderidis, Nairobi’deki Yunan büyükelçiliğinden çıkarılmasına kadar ona eşlik edecekti. Pangalos, 1 Şubat sabahı ABD Atina Büyükelçisi Nicholas Burns’u telefonla arayarak, Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu söyledi. Büyükelçi Burns ise Pangalos’a “Siz onu Yunanistan’dan çıkarın, gerisine karışmayın” talimatı verdi.
Kalenderidis, 2 Şubat sabahı saat 05.30’da Abdullah Öcalan’ı taşıyan uçak Kenya’ya götürüldüğünde önce “Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gideceğiz”, havadayken de “Güney Afrika iltica başvurusunu reddetti, bir süre Kenya’da kaldıktan sonra şansımızı yeniden deneyeceğiz” dedi. Aynı biçimde Nairobi’de Kürt Halk Önderi’ni karşılayan Yunanistan’ın Kenya Büyükelçisi George Kostoulas da özel seçilmişti. Kostoulas, havaalanında ilk defa karşılaştığı Abdullah Öcalan’a “NATO’da 20 yıldır sürekli seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum” diye hitap etti. Abdullah Öcalan’ın 13 gün kaldığı Yunanistan büyükelçiliğine ait binadan 15 Şubat günü akşam saatlerine doğru çıkarılmasında da Kalenderidis ve Kostoulas’un önemli rolü olacaktı.
RUSYA
Abdullah Öcalan’ın, 9 Ekim 1998 akşamı başlayan ve 12 Kasım 1998’de sona eren ilk Rusya serüveni 33 gün sürdü. Kürt Halk Önderi daha sonraki yıllarda Atina mahkemesine vereceği savunmada, dönemin Rus devlet yöneticilerinin neden onu sınır dışı ederek yüz üstü bıraktığını şöyle anlatacaktı: “Başbakan Primakov ve Başkan Yeltsin, reel sosyalizmin önemli hainleriydiler. Ekonomik ve kirli-gizli istihbaratla bağlantılı çıkarlar, konumum ne kadar stratejik de olsa, o dönem için satılmaya çok müsaitti. Koca bir Sovyet sistemini satanlardan özgürlük değerlerine saygı beklemem kendini kandırmaktı.”
Kürt Halk Önderi, Moskova’ya indiğinde onu Duma’da başkan yardımcılığı görevini yürüten Vladimir Jirinovski karşıladı. İlk gece Jirinovski’nin evinde misafir edilen Abdullah Öcalan oradan bir dağ evine götürüldü. Bu arada Kürt Halk Önderi yanında yerleştirilen güvenlikten sorumlu Rus yetkiliye siyasi iltica başvurusu yaptı. Fakat Abdullah Öcalan’ın en doğal hakkı olan uluslararası hukuk ve Rus devletinin yasaları tarafından tanınan ‘siyasi sığınma hakkı’ uygulanmadı.
Türk devletinin Primakov yönetimiyle pazarlık yaptığı günlerde Rus parlamentosunun alt kanadı Duma, Abdullah Öcalan’ın siyasi sığınma başvurusunu gündemine aldı ve 4 Kasım 1998’de kararını açıkladı. 1’e karşı 298 gibi, neredeyse oybirliğiyle Abdullah Öcalan’ın iltica talebi kabul edildi. Başta ABD olmak üzere küresel güçlerin baskısı ve Primakov yönetiminin acizliği yüzünden bu karar uygulanmadı. Abdullah Öcalan, 12 Kasım günü İtalya’nın başkenti Roma’ya doğru hareket etmek zorunda kaldı.
Kürt Halk Önderi’nin Rusya’ya ikinci gidişi ise daha karmaşık ilişkiler yumağı içinde geçti. 17 Ocak 1999’de Moskova’ya ulaşan Abdullah Öcalan’a, Rus görevliler tarafından “Gerekçesiz üç gün içerisinde Rusya’yı terk etmeniz gerekiyor ama gideceğiniz yeri biz belirleyeceğiz” denildi. ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın Moskava’ya geleceğini duyan Rus yetkililer, Abdullah Öcalan’ı apar topar zorla bir kargo uçağına bindirip Rusya sınırları dışına götürdü. Albright’ın Moskova’dan ayrılmasından bir gün sonra, 29 Ocak 199’da Tacikistan’ın başkenti Bişkek’ten tekrar Moskova’ya getirilen Abdullah Öcalan, özel bir uçağa bindirilerek Atina’ya gönderildi.
Moskova’nın kapılarını Kürt Halk Önderi’ne kapatması ve komploda önemli bir istasyon olmasının arkasında Türk devletiyle yapılan kirli pazarlıklar ve ekonomik çıkarlar vardı. Bunların başında da Mavi Akım Hattı Projesi geliyordu. 1997 yılında Türkiye-Rusya arasında imzalanan anlaşmaya ABD tepki gösterince 1998’de askıya alındı. Fakat Abdullah Öcalan'ın 12 Kasım 1998 günü Rusya'dan sınır dışı edilmesinin hemen ardından proje hayata geçirildi. Hatta Abdullah Öcalan İtalya'dan çıkartılınca bu kez İtalyan Eni şirketi, projeye ortak oldu.
İTALYA
Rusya Havayolları'na ait bir uçağın, 12 Kasım 1998 günü saat 22.00 sıralarında Leonardo da Vinci Havaalanı'na inmesiyle Roma günleri başladı. Komünist Parti-Yeniden Yapılanma’dan Kürt dostu iki milletvekilinin yardımıyla İtalya serüvenine girişen Kürt Halk Önderi, uçaktan indikten sonra sığınma başvurusunda bulundu. Ancak iltica talebinin incelenmesi yerine Almanya’nın hakkında çıkardığı tutuklama kararı nedeniyle gözaltına alınan Abdullah Öcalan, güvenlik nedeniyle Roma’ya 40 km uzaklıktaki Palestrina Hastanesi'ne götürüldü, ardından bir eve yerleştirildi.
Kürt Halk Önderi ise İtalya’ya ayak bastıktan hemen sonra yaptığı ilk açıklamada “Barışçıl bir sürece girmek istiyoruz ve bu sorunun politik çözümü çok acildir" dedi. Avrupa devletleri Abdullah Öcalan’ın sözüne ettiği süreç için harekete geçmeleri bir yana, Massimo D'Alema hükümetini de yüz üstü bıraktı. 27 Kasım 1998 günü dönemin Alman başkenti Bonn’dan istediğini alamadan dönen D'Alema, “Ülkemizde herhangi bir suç işlemediğinden dolayı savcılık Abdullah Öcalan hakkında soruşturma açmayacaktır. Umarım yargılanması konusunda da uluslararası bir çözüm bulunur” dedi.
Başını ABD, İngiltere ve Almanya’nın çektiği küresel güçler ise D'Alema’nın sözüne ettiği “uluslararası çözüm” için kılını kıpırdatmadıkları gibi Abdullah Öcalan’ın Avrupa yolculuğunun Afrika’nın ortasında sonuçlanmasına yol açtılar. İtalyan İl Giorniale gazetesi, 2 Aralık 1998 tarihli sayısında, İtalya Dışişleri Bakanı Lamberto Dini'nin Rusya'ya “Abdullah Öcalan’ı geri alın, size IMF'nin bloke ettiği 1998 yılı yardımının ilk bölümü olan 8 milyar dolarlık krediyi açtıralım” şeklinde bir rüşvet önerdiğini yazdı. İtalya Dışişleri Bakanı Dini’nin, Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov ile yaptığı görüşmenin ardından Abdullah Öcalan’ın 16 Ocak 1999 günü yeniden Moskova’ya gitmesi bu iddiayı doğruluyordu. D'Alema hükümeti ise 66 günün ardından daha sonra yaşanacakları tahmin edercesine Kürt Halk Önderi’ne “Kendi arzumla İtalya’dan ayrıldım” şeklinde bir belge imzalattı.
ALMANYA
Abdullah Öcalan’ın Leonardo da Vinci Havaalanı'nda gözaltına alındığı haberinin Almanya’ya iletilmesinden birkaç saat sonra 13 Kasım 1998’ın ilk saatlerinde, Karlsruhe’de bulunan Federal Başsavcılık’ın gece vardiyasında olan 8 numaralı soruşturma birimi, uzun yıllardır raflarda bekletilen dosyaları indirerek Kürt Halk Önderi’nin iade talebinin hazırlanmasına girişti. Bu ayrıntıyla bağlantılı olarak yaşanacak gelişmeler komplonun gidişatını belirleyecek en önemli öge olacaktı. Dikkat çeken bir başka ayrıntı da dönemin Türk devletinin Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın o sabah Almanya’da olmasıydı.
13 Kasım günü mesai saatinin bitimine dakikalar kala iade talebini hazırlayan Federal Başsavcılık, karar çıkarması için dosyayı Federal Mahkeme’ye gönderdi. Ardından 16 Kasım günü İçişleri Bakanı Otto Schily alelacele Roma’ya giderek İtalyan mevkidaşı Rosa Russo Lervolino ile görüştü; gündem Abdullah Öcalan’ın iade işlemleriydi. Alman devletinin içindeki bir kanat -bunların başında da Schily geliyordu- Kürt Halk Önderi’nin Almanya’ya getirilip yargılanmasından yanaydı. Schily’nin Roma’da yaptığı temasların ardından 19 Kasım 1998 günü dosyayı inceleyen Almanya Federal Mahkemesi, Abdullah Öcalan’ın iade edilmesini içeren yeni bir tutuklama kararı çıkardı. Bu, Almanya’nın Kürt Halk Önderi hakkında ilk kez 12 Ocak 1990’da çıkardığı tutuklama kararının güncellenmesiydi.
Sıra artık Gerhard Schröder’in başbakanlığındaki SPD/Yeşiller hükümetinin alacağı pozisyondaydı. Ancak Alman hükümeti iade sürecini ağırdan aldı. Bunun üzerine İtalya Başbakanı Massimo D'Alema, 27 Kasım günü başkent Bonn’a gitti. D'Alema’yı ağırlayan Schröder, “Ülkemizde yoğun Kürt ve Türk nüfusundan dolayı Abdullah Öcalan’ı istemiyoruz. Kürt sorununa uluslararası bir çözüm getirmek amacıyla İtalya ve Almanya dışişleri bakanları bir araya gelecek ve sorunun çözümü için bir program hazırlayacak. Abdullah Öcalan da bir Avrupa mahkemesinde yargılanmalı” dedi. Schröder’in sözüne ettiği Kürt sorununu çözecek o girişim için ne Almanya ne de diğer Avrupa ülkeleri adım attı.
KENYA
Abdullah Öcalan’ın, 2 Şubat-15 Şubat tarihleri arasında kaldığı Kenya ise 129 günlük sürecin amacına ulaşmasında önemli bir istasyon olarak kayıtlara geçti. Eski İngiliz sömürgesi olan Kenya’nın o dönemki hükümeti iradesiz tavrıyla Kürt Halk Önderi’nin korsanca elçilik binasından çıkarılmasına yardımcı oldu. Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos, elçilik yetkililerine “Siz onu binadan çıkartın gerisine karışmayın” derken “geri kalanı işi Kenya tamamlayacak” mesajını veriyordu. En fazla baskıyı ise zaten Kenyalılar yapacaktı. Kürt Halk Önderi, Kenyalılara “Bana bir hükümet güvencesi vermeden çıkmam” diyordu.
Kenya istihbaratı ve güvenlik güçleri böyle bir güvence vermeye niyetleri olmadığı gibi hiçbir yasaya ve etiğe sığmayan pozisyona girdiler. 15 Şubat günü akşam saatlerine doğru Kenya İstihbarat Şefi Noan Arap Ta’nın “Uçak hazır bir an önce çıkın. Gece yaklaşıyor, geceleyin neler olabileceğini garanti edemem” biçimdeki tehdidinin ardından elçilikten çıkıp Kenya polisine ait Toyota Land Curiser'e bindirilen Abdullah Öcalan, havaalanında Türk istihbaratına teslim edildi. Üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen Kenya cephesinden bu korsanca kaçırılma için hiçbir açıklamamanın olmaması dikkat çekici.
MISIR
O yıllarda Hüsnü Mübarek’in iktidarı elinde bulundurduğu Mısır ise 9 Ekim öncesinde kritik bir rol oynadı. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, 3 Ekim 1998’de Türkiye-Suriye gerginliğini görüşmek için Suudi Arabistan’a gitti. Kral Fahd ile görüşen Mübarek, şöyle diyordu: “Gerilimi durdurmalı, kontrol altına almalıyız. Bu yönde Ankara ve Şam’da bütün gayreti sarf etmeye hazırım.”
Mübarek’in ikinci durağı da Suriye’nin başkenti Şam oldu. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat ile iki saat görüşen Mübarek, gazetecilere hiç açıklama yapmadan Suriye’den ayrıldı. Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa ise Suriye’de kalmaya devam etti ve “Sorunun çözümü için diyalog kanalının açılması için uğraşıyoruz” dedi. Mübarek, 5 Ekim 1998 günü ise Ankara’ya uçtu. Demirel, bir araya geldiği Mübarek’e “Suriye’nin yapması gerekenler”in sıralandığı bir dosya verdi, ardından “Beklentilerimiz gerçekleşmezse gereğini yapacağız” dedi. Ankara ve Şam arasında arabulucu rolü üstlenen Mübarek’in amacı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması veya Türkiye’ye iade edilmesi, her iki ülkenin “sorunlarını” çözmesiydi. Mübarek’in aracılığıyla Ankara’nın şartlarını kabul eden dönemin Şam rejimi, 9 Ekim’in hemen ardından Adana Mutabakatı’nı imzalayarak Türk devletiyle iş birliği sürecini başlattı.
İRAN
Mısır gibi İran da 9 Ekim’den önce Şam yönetiminin ikna edilmesi için çabaladı. Üstelik İran, Türkiye’nin tehditleri karşısında müttefiki olduğu Şam yönetimini yalnız bıraktı. Ankara-Şam arasındaki krizde arabuluculuk rolü üstlenen İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi, önce Suriye’ye gidip Esad ile görüştü, ardından 8 Ekim günü Ankara’ya doğru hareket etti. Demirel ile görüşen Harrazi, Şam’ın son isteklerini aktardı.
Kürt Halk Önderi’nin gideceği bir ülke arandığı günlerde İran’da hala sırrı çözülmeyen bir cinayet işlendi. 21 Kasım 1998 günü İran Millet Partisi lideri ve eski İçişleri Bakanı Dariush Forouhar ile eşi Parvaneh Eskenderi, Tahran'daki evlerinde bıçaklanarak öldürüldüler. Kürt dostu olan Forouhar, öldürülmeden birkaç gün önce Tahran’daki Roma Büyükelçiliği önünde bir miting düzenlemek için İran İçişleri Bakanlığına başvurmuş, İtalya’nın Abdullah Öcalan’a sığınma hakkı vermesi için çağrıda bulunmuştu. Yıllar sonra İran istihbaratının MİT’in iş birliğinde Forouhar ve eşini öldürdüğü BBC’nin Farsça servisi tarafından dile getirildi.
GÜNEY AFRİKA
Kürt Halk Önderi’nin, Roma günlerinde Nelson Mandela ve Desmond Tutu’ya yazdığı mektupların ardından Güney Afrika’ya gidiş gündeme geldi. Brüksel’de Güney Afrika’nın temsilcileriyle görüşen Kürt diplomasi heyeti, Abdullah Öcalan’ın gelişine sıcak baktıklarını gördü. Ancak İngiltere Başbakanı Tony Blair’in o günlerde bu ülkeye yapacağı ziyareti gerekçe yapan Güney Afrika, tutumunu son anda değiştirdi. Abdullah Öcalan ise zaten Güney Afrika’ya götürülmek üzere Kenya’ya gidişi kabul etmişti.
Mandela'nın avukatı Essa Moosa, yıllar sonra verdiği bir röportajda, 15 Şubat öncesi Nairobi’deki gelişmeleri izlediklerini belirterek şunları söyleyecekti: “Abdullah Öcalan o ülkeden bu ülkeye geçmeye başladı ve hiç kimseden sığınma alamadı. Güney Afrika bunu yapmaya hazırdı ancak Abdullah Öcalan’ın Güney Afrika’ya gelmenin bir yolunu bulması gerekiyordu. Eğer Abdullah Öcalan, Kenya’da kalıp Güney Afrika’ya ulaşabilseydi hikaye farklı olabilirdi.”
BELÇİKA
Komplonun Roma ayağında bazı Batılı devletler sert bir tutum aldı. Bunların başında Belçika geliyordu. Belçika Dışişleri Bakanı Erik Deryeke, “Abdullah Öcalan’ı Belçika’da görmek istemiyoruz, zaten ülkemizde yaşayan Kürtler ile Türklerin birbirleriyle birçok sorunu var, yeni sorun almak istemiyoruz” diyerek ülkesinin sınırlarının Kürt Halk Önderi’ne kapalı olduğunu açıkça deklare etti.
HOLLANDA
Belçika ile birlikte sınırlarını Kürt Halk Önderi’ne kapatan bir diğer Avrupa ülkesi Hollanda oldu. Çünkü 31 Ocak’ı 1 Şubat’a bağlan gece Hollanda cephesinde ilginç gelişmeler yaşanacaktı. 31 Ocak’ta Yunanistan hükümeti tarafından temin edilen bir uçakla Belarus’un başkenti Minsk’e giden Kürt Halk Önderi’nin amacı buradan başka bir uçağa binip Hollanda’nın Lahey kentine gitmekti. En azından önüne böyle bir uçuş güzergahı konuldu. Hollanda Radyosu Abdullah Öcalan’ın Hollanda'ya gelme talebinde bulunduğunu, ancak reddedildiğini duyurdu. O gece Hollanda’nın yanı sıra Avrupa’nın bütün hava sahası Abdullah Öcalan’a kapatıldı. Minsk’te sürekli uçaktan indirilmeye çalışılan Abdullah Öcalan, bu dayatmayı kabul etmeyerek uçaktan inmedi. Bunun üzerine Yunanistan uçağı, 1 Şubat sabahı 04.00 sularında tekrar Atina’ya döndü.
TACİKİSTAN
Kürt Halk Önderi, 20 Ocak 1999 günü apar topar Moskova’da bulunduğu yerden çıkartılarak Rusya sınırları dışına götürüldü. Bu yerin daha sonra Tacikistan’ın başkenti Bişkek olduğu anlaşıldı. Kürt Halk Önderi, daha sonra kaleme alacağı savunmasında Bişkek’teki 8 günü şöyle anlatacaktı: “Ruslara Kürdistan’a gitme isteğimi iletim. Önce ‘Ermenistan üzerinden sınıra bırakabiliriz’ dediler ama hemen ardından ifade ettikleri şuydu: ‘Durum değişti, Tacikistan’a gidiyoruz’. Oyun ve zorbalıkla bir kargo uçağına bindirilip Rusya sınırları dışına, köy evi gibi bir yere götürüldüm. Bu, zorla kaçırılmaydı. Burada 8 gün tam bir tecrit altında tutuldum, dışarıyla tüm ilişkilerim kesilmişti.”