Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 30 aydır görüşme sağlanamıyor. İmralı’da mutlak bir tecride dönen bu uygulama hem iç hem de uluslararası hukuka aykırı bir şekilde yürütülüyor. Avukatların ve ailenin yaptığı başvurular ise çeşitli disiplin cezaları öne sürülerek gerçekleştirilmiyor.
Öte yandan AİHM’in “umut hakkı” olarak tarif ettiği çerçeveye girmesine rağmen Abdullah Öcalan hakkında bu düzenlemeler de yapılmıyor. Türk Ceza İnfaz Kanunu’nun 107. (16) maddesine göre, örgüt faaliyeti kapsamında işlediği gerekçesi ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen kimseler, kesinleşmiş karar ile “ölünceye kadar” hapiste tutuluyor.
Türk Ceza Hukuku’nun “Ölünceye kadar” infazı şeklindeki bu uygulaması AİHM’in gündemine ilk olarak Abdullah Öcalan kararı ile taşındı. AİHM, Abdullah Öcalan ile ilgili 18 Mart 2014 tarihinde Öcalan-1 kararı olarak geçen bir karar verdi. Bu kararda Bakanlar Komitesi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ömür boyu sürdürüleceğine dair düzenlemelerin işkence yasağına aykırı olduğu tespitinde bulunarak, bu konuda yasal düzenlemelerin yerine getirilmesi gerektiğine hükmetmişti. 2014’te alınan bu karar çerçevesinde 2024’te Abdullah Öcalan’ın tutukluluğunun yeniden gözden geçirilmesi anlamına geliyordu. Çünkü AİHM’nin müebbet hapis mahkûmları açısından hapiste 25 yılın tamamlanmasını “gözden geçirme” için makul bir süre olarak öngörüyor.
Komite, 3 Aralık 2021’de de Abdullah Öcalan’ın avukatları tarafından yapılan başvuru çerçevesinde kararını açıklamış ve “Öcalan-2” kararında Türkiye’ye mevcut yasal sınırları AİHM tarafından belirlenen standartlara uygun hale getirmek için gerekli tedbirleri kabul etmesi çağrısında bulunmuştu. Aynı çerçevede müebbet hapis cezasına çarptırılmış olup tutuklu bulunan kişilerin sayısı hakkında bilgi istenerek, Türkiye’nin bu bilgileri 2022 yılı Eylül ayında kadar sunması talep edildi. Türkiye ise verdiği yanıtta, Abdullah Öcalan’ın bu haktan muaf tutulduğunu açıkladı: “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan hükümlülerin şartlı salıverilmesinin mümkün olduğunu ancak istisnai olarak bazı suçlar bu olasılıktan muaf tutulmuştur.”
HEDEP Şirnex Milletvekili olan ve daha önce Abdullah Öcalan’ın avukatlığını da yapan Newroz Uysal Aslan, uygulanan bu tecrit politikasında Umut Hakkı’nın ne olduğunu ve neden İmralı’da uygulanmadığını ANF’ye değerlendirdi.
UMUT HAKKI VE TÜRKİYE'DEKİ DURUMU
AİHM içtihatlarında bulunan Umut Hakkı nedir?
Sözlük anlamı olarak “ummak, ummaktan doğan iç güven duygusu”; hukuk terminolojisinde ise kısaca “müebbet ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüye serbest kalma/tahliye imkânının tanınması” olarak ifade edebilirim.
Dünyada insan haklarının gelişimi ile birlikte ölüm cezası kaldırılması ile yerine getirilen çeşitli düzenlemelerde tahliye imkânı vermeden ölünceye kadar cezayı çektirme yaklaşımı benimseyen birçok devlet oldu. İşte bu ölünceye kadar hapis cezası infazı “umut hakkı” kavramını ortaya çıkardı. İlk olarak Alman Anayasa Mahkemesi’nin 21 Haziran 1997 tarihli kararı ile doğduğu kabul edilmekte. Bu kararda şu anki değerlendirmelerin temeli olarak bu ceza türünün “devletin insan onurunun özüne ağır bir darbe vurmuş olacağı” ifade edilmiştir. Bu yargısal kararların devamında AİHM tarafından AİHS’nin 3’ncü maddesi insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ve ceza yasağının ihlali olduğu kabulü ile yerini buldu. İlk temel kararı 9 Temmuz 2013 tarihli “Vinter Ve Diğerleri/Birleşik Krallık Kararı” olmuştur.
Peki, Türkiye’de bu uygulama hangi boyutta?
Türkiye’de 14 Temmuz 2004 tarihli 5170 sayılı yasa ile ölüm cezasının yerini ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. 1 Haziran 2005 sayılı yeni Ceza Kanunu ile ağırlaştırılmış müebbet ağır tecrit koşullarında infaz ve ölünceye kadar cezaevinde tutulma olarak uygulanmaya başlandı. Umut Hakkı kavramı ise Türkiye’de bu değişiklik sonrası kısmen tartışılsa da ilk esaslı tartışmalar, AİHM’in Abdullah Öcalan hakkında verdiği 18 Mart 2014 tarihli kararı iledir. Abdullah Öcalan’a verilen ölüm cezası kararı sonrasında Türkiye’nin ölüm cezasının kaldırarak getirdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında terör suçları diye tanımladığı suçlar bakımından “tahliye imkânı olmaksızın ömür boyu hapis cezası” düzenlenmiştir. Ağırlaştırılmış hapis cezasının ölünceye kadar infazı ise “umut hakkı”ndan yoksun kalınmasına sebebiyet vermekte. Kararda Vinter/Birleşik Krallık kararına da atıfla, karara uygun yasal düzenlemeler yapılarak koşullu salıverilme imkânı tanınması gerekliliği ifade edilmiştir.
Sonuç olarak; hukuken ve uygulamada somut, gerçekleşebilir bir kanuni düzenleme ile her insanın özgür kalma beklentisine sahip olması anlamına gelir. Umut hakkının özü, “insan olmaya saygıyı, insanlık onurunu korumaktır. Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası AİHM’in bu kararına ve hukuk ilkelerine uygun biçimde düzenlenmedikçe ayrımcı, eşitsiz, işkence anlamına gelen infaz ile başta Abdullah Öcalan olmak üzere binlerce tutsak “umut hakkı”ndan mahrum kalacak. Türkiye ise Abdullah Öcalan’ın bir gün özgür kalması korkusu nedeniyle ısrarla uyguladığı bu ceza türünü yasal olarak değiştirmeyerek bağlayıcı olan uluslararası sözleşmelere aykırı davranmaktadır.
ABDULLAH ÖCALAN'A KARŞI HUKUKU DEĞİŞTİRDİLER
Türkiye’de bu hak neden Abdullah Öcalan’a uygulanmıyor?
Türkiye’de umut hakkının kaynağı olan ölünceye kadar hapis cezasının gelme gerekçesi, bizzat Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Türkiye, ölüm cezasını AB üyeliği yolunda aşamalı olarak kaldırdı. 2002 yılında ölüm cezasının kaldırılması sürecinde basın, köşe yazıları, haber kanallarının yanı sıra TBMM tutanak arşivlerinden dahi bu durum anlaşılacaktır. Bu süreçte yetkililer, “Terörist başı başta olmak üzere idama hüküm giymiş tüm teröristlerin, 17'nci maddeye göre -şu anda üç buçuk yıldır cezaevindedir- 33 buçuk yıl sonra çıkma ihtimali var; bütün bunların önünü keselim diyoruz. Bunların önünün kesilmesinin yolu, idam cezalarının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmesi, bunlar için şartlı salıvermeden, ertelemeden ve aftan yararlanamayacağı şeklinde bir düzenleme yapılmasıdır” derken kimisi de “Eğer bir kişiyi idam ederseniz bir defa ölür. Eğer ona ciddi bir ceza verirseniz her gün öldürürsünüz” diyerek arka plandaki zihniyeti açığa vurmuştur.
Türkiye, bu hapis cezası türü ile Abdullah Öcalan’ın özgür kalma ihtimalini hukuken engellemek istemiştir. Ancak AİHM kararı ile bu engelin kendisi hukuken işkence yasağına aykırı bulunmuştur. Bu karar, bugün itibarıyla 9 yıldır uygulanmamaktadır. Abdullah Öcalan hakkındaki karar sonrası Türkiye’de yüzlerce kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. AİHM’de ise Hayati Kaytan, Emin Gurban, Civan Boltan başvurularında da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ömür boyu infazını AİHS’nin 3’üncü maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir.
Türkiye’de umut hakkının uygulandığının kabulü için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infazı yerine İnsanlık onuruna, hukuka, Türkiye’deki infaz sistemine uyumlu düzenleme getirilmesi gerekmektedir. Bu kanuni değişiklik ya Türkiye’de kanun değişikliğini yapacak siyasi iradenin kararı ya da AİHM kararının icra etmekle sorumlu Avrupa Konseyi’ne bağlı Bakanlar Komitesi’nin denetim süreci ile mümkündür. Ancak ülkeyi yöneten siyasi irade Kürtlere dönük saldırı ve çözümsüzlük politikası ile beraber Abdullah Öcalan’ın özgür kalma şartlarını hukuken ihtimal dahi verecek bir düzenlemeye yanaşmamaktadır. Aksine tecrit koşullarına her geçen zaman daha da ağırlaştırmaktadır. Bakanlar Komitesi denetim sürecini, toplantı gündemlerine almayarak yavaş, etkisiz, hukuken gerektiği gibi yerine getirmemektedir.
Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda karar vermekten çekiniyor. Farklı tarihlerde milletvekillerinin verdiği kanun değişiklik teklifleri meclis komisyonlarında bekletilmiş, gündeme alınmamıştır. Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin tavrına karşı etkili elindeki hukuksal yetkiyi kullanmaması paralel bir hukuk-politik yaklaşım gösterdiği algısını yaratmaktadır.
'KÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜK UMUDU HEDEFTE'
Umut Hakkı'nın gasp edilmesi ile Kürt halkına yönelik saldırılar arasında paralellik var mıdır?
Umut Hakkı'nın gasp edilmesinin nedeninin Sayın Abdullah Öcalan’ın kendisi olduğunu söylemiştik. Abdullah Öcalan’ın hukuka aykırı uluslararası kaçırılma/komplo ile Türkiye’ye teslimi, yargılanmasının adil olmaması, ölüm cezası verilmesi, İmralı Hapishanesinin koşulları, hukuka aykırı kuruluşu, ölüm cezasının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmesi ve dahası tüm İmralı sisteminin parçasıdır. Ve bu sistemin kurgulanma nedeni, Kürt sorununa çözümsüzlük/savaş politikasıdır. Abdullah Öcalan, ortaya koyduğu çözüm ve barış duruşu ile bu politikaların aksi noktada kalarak cezalandırılmış, rehin tutulmuş adeta bu ceza türüyle idamı zamana yayılmıştır. Bu politikanın ürünü olarak Kürt halkına savaşın fiziki, toplumsal, siyasal, özel savaş politikalarının hepsi paralel biçimde uygulanmıştır. Yani ölünceye kadar cezaya çarptırılan Kürt halkının özgürlük umudu olmuştur.
Bu nedenledir ki, koşullu salıvermeden yararlanmayan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüleri diğer tüm hükümlülerden farklı. Çok ağır bir infaz süreci içerisinde iken Abdullah Öcalan bunun daha ağırına mahkum edilmiştir. Avukat, aile, vasinin ziyaret hakkından, telefon hakkından, haberleşme hakkından ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri için düzenlenen sıklıkta yararlandırılmamıştır. Bu eşitsizlik içinde ayrımcılık halinin nedeni, Abdullah Öcalan’ın siyasal olarak halk lideri pozisyonudur. Bu ağır İmralı sisteminde öyle bir hal almış ki 31. ayına giren mutlak iletişimsizlik koşullarında tutulmaktadır. Tek bir haber alınamamaktadır.
Bu süreçler aynı zamanda Kürt halkına karşı tüm Kurdistan parçaları olmak üzere Ortadoğu’da ve dünyada tecrit edilmek istendiği süreçlerdir. Tecrit sisteminin kurgulayıcı ve uygulayıcıları Kürt sorununun çözüm karşıtlığı yapan güçlerle aynıdır. Gasp edilen Umut Hakkı ile hukuken Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü engellenmek istenmekte, bu tutum yüzlerce siyasi tutsağa da uygulanmaktadır. Politik olarak da bir halkın özgürlüğünün önüne engel konmak istenmektedir. Özgürlüğe engel her adım, her savaş kararı, her özel savaş politikası, her orman yangını, her katliam, her yasaklama kararı, her Kürt siyasetine baskı, her kadın cinayeti, her saldırı çözüm, barış ve özgürlük umudunadır.
Buna karşı Abdullah Öcalan’ın İmralı duruşu diye kavramsallaştırdığı duruşun bir benzeri kişisel ve örgütsel olarak sağlanırsa hem hukuken Umut Hakkı hem de siyaseten Kürt halkının, halkların özgürlüğü mümkün kılınabilecektir.