Türkiye genelinde uyuz hastalığının görülme oranında yüzde 30’luk bir artış yaşandı. Verilere göre, Türkiye’de dermatoloji polikliniklerine giden her 100 kişiden 30’unda uyuz vakasına rastlanıyor. Tedavi edilemediğinde aylarca süren bu hastalık için tedavide kullanılacak bazı ilaçlar ise SGK kapsamında bulunmuyor. Özellikle 6 Şubat depremlerinden sonra bu bölgelerde de hijyen ihtiyacının karşılanamamasından kaynaklı çok fazla rastlanan uyuz vakası, bugün hâlâ sorunları çözülmeyen deprem bölgesi için önemli bir sorun teşkil ediyor.
HEDEP Sağlık Politikaları Komisyonu Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, bu vakaların artmasına karşın neler yapılabileceğini ANF’ye değerlendirdi.
SALGINA DÖNÜŞMEMESİ İÇİN DÖNGÜNÜN KIRILMASI LAZIM
Uyuz hastalığının paraziter bir hastalık olduğunu anlatan Hamzaoğlu, bunun bir salgın haline gelmemesi için alınacak önlemleri şöyle sıraladı: “Uyuz tıbbi olarak bir paraziter hastalık. Dolayısıyla bulaşıcı hastalıklar grubunda, o bakımdan bu hastalığın önlenmesi ile ilgili yapılacak en temel işlem, korunma. Kişilerin birbirine bulaştırma koşullarının, bu zincirin uygun bir yerden kesintiye uğratılması lazım. Bu döngü kırılırsa uyuz diye bir salgın kalmaz. Ciltte yaşayan bir parazit ve hızlı hareket eden, uçan, sıçrayan özelliklere sahip değil, o bakımdan yakın temas gerekiyor. Bu yönüyle kalabalık ortamlarda, sıkışık yaşamak zorunda kalınan koşullarda çok daha kolay bulaşıyor. Normalde hijyen koşullarının, yani kişinin ön yıkaması, banyo yapması ve çamaşırlarını gündelik olarak değiştirebilmesinin olanakları olduğunda hızlıca ortadan kaybolacak bir hastalık.
Bunu nasıl tedavi ederiz diye sormadan önce, daha büyük bir salgının gerçekleşmemesi için ve yaşanan durumun da bir an önce sonlandırılabilmesi için ne yapılacağı çok önemli. 6 Şubat depremlerinden beri bölgenin iklim koşulları ve coğrafi olanakları biliniyor olmasına rağmen konteyner gibi geçici yerleşim alanları düzenlenirken, maalesef iklim, coğrafi koşullar, aile yapıları, aile büyüklüğü başta olmak üzere göz önüne alınıp bununla ilgili yeterli adımlar atılmadı. O bölgenin eğitim, çalışma ve barınma koşullarının geçici yerleşim alanı olsa bile normalleştirilmeye çalışılması bu sorunlara ön açıyor. Bildiğimiz, yapısal konutlara geçmeden önce de normal bir yaşamı sağlanması mümkün. Dünya bunu gerçekleştirebiliyor. Bizim ülkemizin de bu olanakları var ama şu andaki hükümetin bu konudaki niyetini de görüyoruz.”
DEPREM BÖLGESİNDE HALA YAŞAM KOŞULLARI SIKINTILI
Hamzaoğlu, özellikle deprem bölgesindeki barınma koşullarına dikkat çekerek hastalığın buralarda nasıl nüksettiğinin de altını çizdi: “Hatay başta olmak üzere her yerde sorun var ama orada maalesef daha fazla sorun var. İnsanların aile büyüklüklerine uygun konteynerlerde bulunması, ayrıca bu konteynerin hem yağışlarda, hem sıcak hem de soğuk havalarda bir barınma koşulunu sağlaması lazım. Şu andaki konteynerlerin izleyebildiğimiz kadarıyla maalesef önemli bir bölümünün bu izolasyonları sağlanmış değil. Ayrıca o koşullarda yeterince içme ve kullanma suyu yok. Özellikle içme suyu konusunda hâlâ büyük sorun yaşanıyor. Elektrikli hâlâ büyük sorun yaşanıyor. Dolayısıyla bunların tümü, dediğim gibihem yaşam koşullarının uygun olmaması hem içme ve kullanma suyunun yeterince olmaması gibi birçok etken hijyen konusunda sağlıklı yaşama, beslenme konularını da yoğun etkileyen olumsuzluklar.”
AİLE HEKİMLİKLERİ İNSANLARA ULAŞMALI
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, özellikle bu bölgede salgının önlenmesi için yaşam koşullarının düzeltilmesine dikkat çekti ve tedavi aşamalarında yapılması gerekeni şöyle sıraladı: “Salgının daha da büyümemesi ve ortadan kaldırılabilmesi için ilaçlı tedaviden önce bu koşulların genel olarak düzeltilmesiyle ilgili adımlar atılması lazım. Buradaki insanların SGK kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın, özellikle birinci basamakta görev yapan sağlık çalışanlarının bu konudaki yoğun gayretlerini de olumlu bir şekilde etkileyecek biçimde ilacın oradaki birimler tarafından elden dağıtılmasını sağlamak önemli. İlaçların kullanımının izlenmesini de sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla o insanlardan herhangi bir ücret, katılım ve katkı payı almadan doğrudan tanıyı koyan, ilacın verilmesini ve o kişiyi ilaç kullanma dahil olmak üzere izlemesini sağlayacak bir organizasyona halen ihtiyaç vardır. Aksi takdirde sosyal güvenlik kapsamında olamayan, prim ödemeyenler, bu koşullar nedeniyle ilaca erişmekte büyük sorun yaşar. Hatta bazı ilaçlar SGK’nın geri ödeme listesinde bile yok. Bunların da bir an önce düzeltilmesi gerekir.
Aile hekimlik sisteminin insanların yaşadığı yerleri ziyaret ederek -özellikle okulları- kendilerine ulaşamayanları da konteyner ve de çadır ziyareti gerçekleştirerek hastalık tanıs koyması lazım. Esas bu zinciri kıracağımız şey, hijyen koşullarının sağlanması, insanlara temizlik malzemesi vermektir. Çünkü oralar hâlâ afet bölgesi ve kendi ekonomik güçlerine bırakmadan bunu sağlamak lazım. Yine sıcak suya ulaşabilecekleri çoğu elektrik sistemiyle çalıştığı için de elektrik konusunda da yine insanların gelir düzeyleri yönünden kullanmasına bakmaksızın ücretsiz olarak sağlanması gerekir ki uyuz salgınından kurtulalım.”