Uzun: 10 Ekim’de başlatılan kampanya stratejiktir
KNK Üyesi Adem Uzun, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük ve Kürt sorununa siyasi çözüm talebiyle 10 Ekim’de başlatılan küresel hamlenin stratejik olduğunu söyledi.
KNK Üyesi Adem Uzun, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük ve Kürt sorununa siyasi çözüm talebiyle 10 Ekim’de başlatılan küresel hamlenin stratejik olduğunu söyledi.
KNK Üyesi Adem Uzun, Kürtlerin çabalarının yanı sıra uluslararası toplumun da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne olan desteğini artırdığını belirterek, başlattıkları küresel hamlenin tecridi kırmaya odaklandığını ve sürekli bir mücadele gerektirdiğini vurguladı. Uzun, ikinci aşamanın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın özgürlüğünü sağlamak olduğunu kaydetti. Uzun, Kürt Özgürlük Hareketi’nin global etkilerine dikkat çekerek, dünyada devrimin dilinin de artık Kürtçe olduğunu söyledi.
ANF’nin sorularını yanıtlayan Kurdistan Ulusal Kongresi (KNK) Üyesi Adem Uzun, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük ve Kürt sorununa siyasi çözüm talebiyle 10 Ekim’de 100’ü aşkın merkezde basın açıklamalarıyla başlatılan yeni kampanyayı, İmralı’daki tecridi ve Abdullah Öcalan’ın paradigmasının uluslararası alandaki etkisini değerlendirdi.
NEDEN SESSİZLER?
Yaklaşık üç yıldır İmralı'da süren mutlak iletişimsizlik hali var. Tecridin kaldırılması için sayısız girişimler ve sürekli bir eylem süreci yaşandı. Buna rağmen özellikle uluslararası alandaki sessizlik neden kaynaklanıyor, ne tür gerekçeler öne sürüyorlar?
Önderliğimiz üzerinde 25 yıldır esaret koşulları var. Önderliğimiz dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen uygulamalarla karşı karşıyadır. Ne ulusal ne de uluslararası hukuk işliyor. Bu durumdan sorumlu olan uluslararası kurumlar ses çıkarmadığı gibi onların etkisinde olan basın da işlemiyor. Bu konuda sorumlu olan uluslararası kurumlar, mahkemeler, örgütler görevlerini yerine getirmiyor. Türkiye ile olan ilişkilerini önceliyorlar.
Politik ve ekonomik bir yaklaşım var. Göstermelik mahkeme süreci ve sonrasında yaşananlar karşısında AİHM, Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), Birleşmiş Milletler ve hatta Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) gibi bazı sivil toplum örgütleri adım atabilirdi. Sağlık endişelerinden dolayı Sınır Tanımayan Doktorlar da devreye girebilirdi. Mesele Önderlik olunca sivil toplum örgütlerinde de ciddi bir ikiyüzlülük var. Onlar da Türkiye ile ilişkilerinin bozulmamasını istiyor. Gerekçe olarak da Avrupa Birliği’nin "terörist örgütler Listesi"ni gösteriyorlar. Ki bu da tamamen politik bir karardı.
Örneğin PKK'yi listeye Mayıs 2002'de aldılar. Listeye alınmadan önce Avrupa Birliği üyesi devletlerin teknokratlarından ve atanan insanlar olan bir grupla tek tek görüştüm. Liste hazırlıkları yapıldığını biliyorduk. Onlara sorduk; PKK savaşırken listeye almadınız, PKK şimdi stratejisini değiştirmiş hatta adını değiştirecek; neden listeye alıyorsunuz? Demek ki siz politik yaklaşıyorsunuz, savaşın bitmesini istemiyorsunuz, strateji değiştirmesinin de sizin için bir anlamı yok, diye eleştirdik. 'Evet' dediler. Sorunun bugüne kadar sürmesinin nedenlerinden biri de aldıkları bu karardır. Amnesty gibi kurumlar da bunu gerekçe yapıyor.
AVRUPALI KURUMLAR KENDİLERİNİ İLLEGALİZE ETMİŞ DURUMDA
İnsan hakları örgütleri için 'terör örgütü listesi’nin engel teşkil etmesi kabul edilebilir mi? Burada açık bir şekilde ihlal edilen insan haklarından bahsediyoruz. Oysa Batı'nın gerilim yaşadığı ülkeler söz konusu olduğunda ihlalleri kınamaktan geri durmuyorlar...
Konu Kürtler olunca, konu Önderlik olunca, konu Türkiye olunca hiçbir topa girmiyorlar, devletlerin dış politikalarına uyuyorlar. Oysa bu kurumlarla defalarca görüşmeler oldu, taleplerde bulunuldu. Buna rağmen devletlerin izlediği dış politikanın dışına çıkmadılar. CPT'nin yaptığını aynısını onlar da devam ettiriyor.
Şimdi durum böyle olunca, hukuksal anlamda tamamen bir illegal durumla karşı karşıyayız. Avrupalı kurumlar kendilerini illegalize etmiş durumda. Kendilerini kendi kurallarından arındırmış durumdalar. Görüntüde bu değerleri savunduklarını söyleseler de Kürtler ve Önderlik meselesinde görüldüğü gibi, pratikte uymuyorlar. Tecrit ve mahkeme sürecine yaklaşım bu şekildedir. 31 aydır da Önderlikten hiçbir haber alamıyoruz. Nerede olduğunu, sağlık durumunun nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu haber alamama halini tüm dünyaya duyurmamıza rağmen bu konuda da adım atmıyorlar.
CPT’NİN GEREKÇELERİ TEMELSİZ
Haber alamama durumuna ilişkin görüştüğünüz kurumlardan somut bir cevap alabildiniz mi?
Hiçbirinin verdiği doyurucu bir yanıt yok. En son CPT gitti. Görüşüp görüşmediğine ilişkin bir tartışma yaşandı. CPT, oradaki hükümlülerle görüştüğünü bildirdi ancak raporunu yayınlamadı. Türkiye’den gelecek yanıtı beklediklerini söylüyorlar. “Neden raporu yayınlamıyorsunuz?” diye sorduğumuzda, “Türkiye’ye sormadan yayınlarsak Türkiye bizi bir daha içeri almaz” şeklinde yanıt veriyorlar. Oysa Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ve CPT’yi içeri almama gibi bir lüksü yok. CPT’nin ziyaretlerini reddedebilmeleri için Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinden düşmesi gerekiyor. Bu gerekçenin de altyapısı yok.
TECRİDİN ULUSLARARASI BAĞLANTISI
Tecridin uluslararası siyasetle bağlantısını nasıl kuruyorsunuz?
Bunun uluslararası siyasetle, jeostratejik, jeopolitik gelişmelerle, kapitalist modernitenin kendi kriziyle, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle bağlantısı var. Bu krizlere çözüm sunan Önderliği susturmak istemekteler. Aslında bu siyasetleriyle Türk devletinin bölgede istikrarsızlığı devam etmesinin önünü açmaktalar.
Dünyada ekonomik ve siyasi bir kriz yaşanıyor. İki kutuplu dünya düzeni dağıldıktan sonra ABD kendi başına bir süre dünyanın hegemon gücü olarak ortaya çıktı. Kendi hataları ve kapitalist modernitenin yaşadığı krizden dolayı ABD de kriz yaşıyor. Mevcut durumda dünyada bir düzensizlik hali var. Yeni bir düzen arayışı ve tartışması var. Siyasi, ekonomik, askeri ve entelektüel düzeyde tartışıyorlar. Bu arayış savaş da üretiyor. Ortadoğu’da, Ukrayna’da sıcak savaşı üretiyor. Askeri harcamalar daha da artıyor. Yeni ittifaklar gelişiyor, bazıları kısa, bazıları orta ve bazıları uzun vadeli. Yeni enerji ve ticari yollar/hatlar üzerine çatışmalar var. Buna paralel uluslararası kurumların işlevsizliği var. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi örgütler de artık diğer üyeleri üzerinde ciddi bir hakimiyet sağlayamıyor. Böyle bir ara süreçte herkes kendi çıkarları temelinde adımlar atmaya çalışıyor.
TÜRKİYE YENİ YÜZYILA FİZİKİ SOYKIRIMLA GİRMEK İSTİYOR
Böyle bir denklemde Türkiye neyi umuyor?
Türkiye ikinci yüzyılına girerken Kürtleri yok etmek istiyor. Nasıl ki birinci yüzyılına başlarken Ermeni, Asurilere ve Keldanilere karşı fiziki soykırım; Kürtlere de beyaz soykırım uyguladıysa ikinci yüzyıla girerken ise Kürtleri fiziksel soykırımdan geçirerek, topraklarını yeniden işgal ederek, egemenliğini Kurdistan’ın dört parçasına da hakim kılarak girmek istiyor. Bunu da Türkçülük ve İslamcılıkla yapıyor. Vahşi ve paralı çeteleri de kullanıyor. Çetelerin yetmediği yerde kendisi dahil oluyor. Efrîn ve Serêkaniyê işgallerinde olduğu gibi...
Türkiye bu geçiş sürecinden kendi çıkarına göre faydalanmak istiyor. Burada kendisine engel olabileceğini düşündüğü Kurdistan Özgürlük Mücadelesini tasfiye etmek istiyor. Kendisine karşı direniş gösterebilecek tek gücün PKK ve Önderlik olduğunu görüyor. Bu yüzden kimyasal silahlara, nükleer taktik bombalara, işgal harekatlarına, Kürtlerde ihaneti yeniden beslemeye, ajan örgütlenmelerine ve saldırılara başvuruyor; içeride tamamen zifiri karanlık bir faşizmi hayata geçirerek, tüm muhalif sesleri susturmak istiyor. Bu uygulamalarla Kürtlerin direniş gücünü yok etmek istiyor. Önderliği sessiz kılmak istiyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ni de tasfiye etmek istiyor. Tecridin de bununla bağlantısı var.
KÜRTLER GEÇİŞ SÜRECİNE AVANTAJLI GİRDİ
Bahsettiğiniz bu geçiş sürecinde Kürtlerin durumu nedir?
Suriye, İran, Irak ve Türkiye’nin durumunu ele aldığımızda Kürtlerin bu sürece kendi paradigmaları; Önderlik paradigmasıyla Ortadoğu’da, Kurdistan’da ve uluslararası alanda daha avantajlı girdiğini düşünüyorum.
Nasıl?
Şimdi Suriye’de devlet parçalanmış bir durumda. Irak’ta devlet parçalanmış durumda. Türkiye’de ciddi bir polarizasyon (kutuplaşma) var, ekonomik kriz var. Bunlarla Kürtleri, PKK’yi, Önderlik paradigmasını karşılaştırdığımızda farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Kürtler, bu dönemde Kurdistan’ın bir parçasında daha özgürlüğünü elde ettiler. Uluslararası alanda Kürtlere ilişkin algı daha pozitif. Kürtlerin destekçileri çoğaldı. Stratejik müttefikleri arttı. Taktik müttefikleri oluştu. Kürtlere ilgi ve algıyı, sömürgeci güçlerle karşılaştırdığımızda daha pozitif bir durum var. Bir de Kürtlerin, Önderlik paradigmasıyla birlikte kapitalist modernitenin yaşadığı krizlere ekonomik, ekolojik, insan hakları, kadın özgürlüğü anlamında sunduğu çözümler var. Alternatif projeleri var. Stratejik, ideolojik, paradigmasal çözümleri var.
Kürtlerin pozisyonu bu geçiş sürecinde kendi statülerini kazanma, Ortadoğu’da bir istikrarı sağlama ve dünyada herkesi ilgilendiren sorunlara çözümler önerme konusunda yıldız olarak parlıyor. Bu, hem sömürgecileri hem de kapitalist modernitenin kendisini rahatsız ediyor. Bu konuda ikisi birleşiyor. Bunun için tecride onay veriyor ve sessiz kalıyorlar. Tecridi ve baskıları derinliğine uygulamaları Kürtlerin daha fazla etkili olmaması içindir.
GEÇİŞ SÜRECİNE MÜDAHALE EDECEĞİZ
Geçiş sürecinin tehlikelerinden, fiziki soykırım tehdidinden bahsettiniz. Peki Kürtler bu süreçten başarılı çıkmak için özellikle yurt dışında ne tür hamleler öngörüyor?
Bu geçiş sürecine müdahale ederek, artık Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşması ve Kürtlerin statü kazanmasını önceliyoruz. Türk devletinin tecridi ve baskıları derinleştirme ve saldırılarını tırmandırması, onu da krize sokuyor. Bu bir gerçek. Siyasal anlamda, ekonomik anlamda krize sokuyor ama Türkiye için bu çok önemli değil. Türkiye’nin sanki şöyle bir yaklaşımı var: ‘Kürtler yok olsun da kriz yaşayayım’. Bu nedenle bizim, bu geçiş sürecinde stratejik düşünmemiz lazım. Geçiş sürecinde Kürtleri hak sahibi olabilmesi, statü sahibi olabilmesi, bölgede demokratik bir birlikte yaşamı sağlayabilmesi için Kürtlerin üzerindeki stratejik tehditleri görerek stratejik hamleler yapmamız gerekiyor. Kürtler üzerindeki en büyük stratejik tehlike, Önderliğin tecrididir. Önderlik fikirlerinin dışarıya yansımasının engellenmesidir.
Önderliğe stratejik olarak bakıp özgürlüğünü sağlamak gerekiyor. Özgürlüğüne kavuşması ise stratejik hamleleri; daha fazla örgütlülüğü ve çalışmayı gerektiriyor. 25 yıldır tecrit var ve Kürtler halkı ile Özgürlük Hareketi bu konuda çok fazla çalışma yaptı. Sayısız eylemler gerçekleşti. Açlık grevleri, ‘Êdî bes e’ kampanyası, ‘Dem dema azadiyê ye’ kampanyası yaptılar. 10 milyon 300 bin imza toplandı. Daha sonra 3 milyon imza ayrıca toplandı. Önderliğin özgürlüğü için kısa bir süre önce Rojava 2 milyon dolayında imzayı teslim etti. Dünyanın her tarafında, zindanlar dahil açlık grevleri oldu. Sokaklarda her gün insanlar yürüyüşler gerçekleştirdi. Konferanslar, seminerler yapıldı; dostluk grupları, Abdullah Öcalan’a özgürlük komiteleri oluştu. Kürtlerin çok zengin kampanyaları oldu ama tecridi kıramadık. Önderliğin özgürlüğünü sağlayamadık. Bunlar çok değerli eylemlerdir. Çok büyük emekler verildi, çok büyük çabalar gösterildi. Çok değerli katkılar oldu ama istenilen sonuca henüz ulaşılamadı.
NEDEN AVRUPA?
10 Ekim’de başlatılan hamle ile yeni bir çıkış mı hedefleniyor, yani bu stratejik bir hamle mi ve neden Avrupa?
Şu andaki kampanya, Kürt sorununun çözümünü içeren bir durumu ifade ediyor. Önderliğin özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü birbirine bağlıdır, bu nedenle bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Kürt sorununun bu durumda olması ve Önderliğin esaret altında bulunmasının sorumluluğu doğrudan Avrupa devletlerine aittir. Kurdistan'ın dört parçaya bölünmesi ve Önderliğin esaret altına alınması, emperyalist devletler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yapılmıştır ve bu nedenle bu güçler uluslararası bir komplo ile bunları gerçekleştirmiştir. Dışarıdan getirilen bir sorun değil, bu sorunları yaratanlardır. Türkiye'nin savaşın sona ermemesi için verdiği desteği sürdürenler de yine bu güçlerdir. Dolayısıyla kampanyanın başlangıç noktasının burası olması ve buradaki toplumlar arasında başlaması son derece değerlidir. Avrupa'nın bu sorumluluğu vurgulamak, bu tez doğrultusunda önemlidir.
100’Ü AŞKIN MERKEZDE BASIN TOPLANTILARI
Başlayan kampanyayı yürüten dostlar, bu nedenle yüksek bir sorumluluk duymuş ve kampanyayı yaygınlaştırmıştır. Kendi vergileriyle beslenen kurumlar ve hükümetlerin bu politikayı tasvip etmediğini, bunu dünyanın dört bir yanındaki basın toplantılarıyla dile getirmişlerdir. Örneğin kampanyayı başlattıkları noktada 74 basın toplantısı yapmayı düşünmüşlerdi, ancak sonuçta bu sayı 100'ü aşmıştır. Bu oldukça değerlidir. Kampanyaya yalnızca belirli bir kesim katılmamıştır, neredeyse toplumun tüm kesimleri - sendikalar, aydınlar, yazarlar, parlamenterler, siyasi partiler, aktivistler, kadın ve gençlik hareketi, ekolojik gruplar, insan hakları temsilcileri, ödül almış şahsiyetler, yerli halklar - neredeyse dünyanın her yerinden katılmıştır.
Bu kampanyadan elde edeceğimiz başarı, Kürtler üzerindeki soykırım savaşını sona erdirmek anlamına gelecektir. Ayrıca, Kurdistan'daki doğa tahribatının sona ermesi ve Kürtler üzerinde uygulanan faşizmin zayıflaması anlamına gelir. Sadece uluslararası düzeyde değil, düşman politikalarının boşa çıkmasını sağlama açısından da son derece önemlidir.
Global boyutta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin artık yerleşmeye başladığını söyleyebilir miyiz?
Bazı çevrelerde, bu fikirlerin yavaşça oturduğunu görmekteyiz. Bu anlayış giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin; bu yeni kampanya ile birlikte, dünyanın dört bir yanında özgürlüğü talep eden ve Kürt sorununun çözümünü isteyen etkinlikler düzenlenmiştir. Bu, artık sadece Kürtler için değil, uluslararası düzeyde talep edilen bir durumdur. Şimdi yapılanların önemli olduğunu, ancak yetersiz olduğunu gösteriyor. Daha büyük, daha derin, daha stratejik, daha küresel ve daha etkili kampanyaların yapılması ve adımların atılması gerekiyor.
ABDULLAH ÖCALAN’IN FİKİRLERİ NEDEN YAYILIYOR?
Batı'da, teorik ve pratik alanda var olan yoğun birikimlere rağmen küresel düzeyde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın fikirlerine bu kadar büyük bir ilgi duyulduğunu neye bağlıyorsunuz?
PKK, uzun süreklilik gösteren bir harekettir. Hem fikirleri hem de ideolojisi ile direnişi ve mücadelesi devamlılık arz eder. Evet, Kürt sorunu kendine özgü özelliklere sahip bir sorundur ve çözüm gerektirir. Bu sorunu 50 yıldır çözmek için büyük bir mücadele verilmektedir. Şu aşamada, Kürtlerin bu sorunu çözüme kavuşturmak ve statü elde etmek için bir çaba içinde olduğu bir dönemdedir. Kürtler, bu mücadelenin bir parçası olarak kendilerini görür ve bu nedenle bu Harekete katkıda bulunurlar. Bu nedenle bu, bir halk ve ulusal mücadeleye dönüşmüştür. Bu mücadeleyi yürütürken bedel ödemeyen veya katkıda bulunmayan Kürtler oldukça nadirdir. Bu, bir halk ve ulusal mücadeleye dönüşmüştür. Kürtler bu mücadeleyi yürütürken etkileşimde bulundukları çevrelerle bu deneyimleri paylaşmaya çalışır.
Kapitalist modernitenin geçiş süreci sırasında yaşadığı krizlere, Abdullah Öcalan'ın sunmuş olduğu projelerle cevap veriliyor. Bu projeler, umut verici, bilimsel, tarihsel ve güncel sosyolojiye uygun ve uygulanabilir. Bu projeler, zaten birçok Kürt bölgesinde uygulanmaktadır. Önderliğin teorik yaklaşımı ile pratik arasında sürekli bir etkileşim olduğu için bu fikirler sürekli bir umut kaynağıdır. Elbette, bu dönemde anarşist deneyimler ve komünler gibi önemli sosyalist teorisyenlerin çıkış yaptığı anlar da olmuştur.
Bu bağlamda, Önderliğin paradigmasının, tarihsel olarak iki nehir olarak tanımladığı iki ana yaklaşımı vardır. Bir tarafta egemenler bulunurken, diğer tarafta toplumlar daha fazla özgürlük ve demokrasi için mücadele eder. Bu ikinci nehirde anarşist mücadeleler, sosyalist mücadeleler, kadın özgürlük mücadelesi, ulusal kurtuluş hareketleri ve daha fazlası bulunmaktadır. Önderliğin paradigması, bu ikinci nehri temsil eder ve bu nedenle bu mücadelelerin ve mirasların bir parçası olarak desteklenir. Bu paradigma, kendi mücadeleleri, deneyimleri ve umutları içerdiği için bu kesimler tarafından daha fazla bağlılıkla karşılanır. Bu bağlılık, sadece Kürt sorununun çözümünü desteklemekle sınırlı değildir, aynı zamanda bu hareketlerin kendi alanlarındaki haklar ve özgürlükler için yürüttüğü mücadeleyi ve mirası bu paradigma içinde gördükleri içindir. Ayrıca bu fikirlerin nasıl pratiğe dönüştüğüne de tanık olurlar. Tüm bunlar, Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki örneklerle daha güçlü bir bağ kurmalarını sağlar.
DEVRİMİN DİLİ ARTIK KÜRTÇE
Gördüğüm kadarıyla Kürt Özgürlük Hareketi ve fikirlerine olan destek farklı düzeylerde kendisini gösteriyor. Örneğin; bugün bir Kolombiyalı, Alman, Fransız, İspanyol, Japon veya İngiliz ile rahatlıkla Kürtçe konuşabiliyoruz. Gerçekten çok iyi Kürtçe konuşuyorlar ve birçoğu kendilerini Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir parçası olarak görüyor. Bu, sadece basit bir sempatinin ötesinde daha derin bir etkileşimi göstermiyor mu?
Devrimin dili artık Kürtçedir. Eskiden farklı dillerde (Fransızca, Almanca, Rusça, İngilizce, İspanyolca) ifade ediliyordu, ancak şu anda Kürtçe önde gelen bir dildir. Pratik olarak, Kürtler öncü durumdadır ve Önderlik bu pratiği temsil etmektedir. Bu nedenle insanlar, onun dilinden öğrenmeye çalışır. Bu, bazı insanların bu mücadelede pratik olarak yer aldığı ve hatta şehit düştüğü anlamına gelir. Bu mücadelede birçok kişi şehit oldu. Devrimin dili Kürtçe oldu ve uluslararası hale geldi. Bu insanlar aynı zamanda şunu fark ediyor; bu düşüncelerin sahibi bir insan, esir olamaz, sessizleştirilemez, hapsedilemez. Bu nedenle özgürlüğü için mücadele ediyorlar.
Geçenlerde bir toplantıya katıldım ve çok sayıda uluslararası katılımcı vardı. Birçoğu şunu dile getirdi: "Şu anda Abdullah Öcalan'ın paradigmasını anlatıyorsunuz; ancak eğer Abdullah Öcalan özgür olsaydı, bu fikirlerini daha büyük, daha etkili ve daha sonuç alıcı hale getirebilirdi. Bu nedenle özgürlüğü için mücadele ediyoruz."
Önderlik, aslında "Projelerim hazır, fikirlerim hazır" dedi, ancak düşman bunun farkında olduğu için bu fikirlerin dışarı çıkmasını engelliyor. Yeni destekçilerimiz de bunun farkında oldukları için Önderliğin özgürlüğü için daha fazla mücadele ediyor.
STRATEJİK HAREKET ETMEK ZORUNDAYIZ
Bu hamle ile elde etmek istediğiniz sonuç nedir?
Önderliğin özgürlüğünü sağlamak için uluslararası kamuoyunu etkileyebilir, hükümetleri ve kurumları karar almaya zorlayabiliriz. Onları görevlerini yerine getirmeye zorlamak istiyoruz. Bu geçiş sürecinde Kürtler olarak stratejik hareket etmemiz gerekiyor. Stratejik hedeflere odaklanmamız gerekiyor. Önderliğin özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü sağlamak için stratejik kazanımlar elde etmemiz gerekiyor. Daha fazla alan kaplamamız, daha fazla öncü olmamız gerekiyor. Bu son derece önemlidir. Eğer bu geçiş sürecinde stratejik başarılar elde etmezsek, dengeler oturduktan sonra kimse bizi dikkate almaz.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1945'ten sonra yeni bir düzen oluştu. Bu yeni düzende Kurdistan parçalandı. Bu, bize zarar verdi. Şimdi yeni bir denge oluşturulmaya çalışılıyor ve bu yeni denge Kurdistan için statü kazanma fırsatı sunuyor. İmkanlarımız çok büyük ve avantajlarımız var. Fikir düzeyinde, örgütlülük düzeyinde, toplumsal düzeyde ve uluslararası destek anlamında birçok avantajımız var.
HAMLE İKİ AŞAMALI OLMALI
Bu hamlenin bir süresi var mı?
İlk aşama, tecridi kırmak olmalı. İkinci aşama ise özgürlüğü sağlamak olmalı. Tecridi kırma ve özgürlüğü sağlama aşamaları, aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne yönelik çalışmaları içermelidir. Bu iki aşama iç içe olmalıdır. Bana göre ilk aşamada odaklanmamız gereken şey, tecridi kırmaktır. Bu, daha önce tecridi kırmak için yapılan kampanyalardan farklı olmalıdır. Bu kez gerçekten tecridi kırmamız gerekiyor. Hamlenin sürekli olması ve yaygın bir şekilde devam etmesi gerekmektedir. Tecridin tamamen kaldırılması için bir görüşme yapıldığında bile bu hamlenin durmaması gerekiyor. İkinci aşama ise Önderliğin özgürlüğünü sağlamaktır.
MÜCADELE GLOBAL ETKİLER GÖSTERDİ
Peki Birleşik Krallık'ta milyonlarca üyeli sendikaların Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük için yürüttüğü kampanya örneğinde olduğu gibi başka ülkelerde de büyük sınıfsal-toplumsal dinamiklerle temasa geçme çabalarınız olacak mı?
İngiltere'deki sendikalar ve sendikal konfederasyonlar daha önce Mandela'nın özgürlüğü için benzer bir kampanya yürütmüş ve başarılı olmuştu. Şimdi aynısını Önder Apo için yapıyorlar. Bu, çok kıymetlidir ve gerçekten onlara minnettarız. Bu destek daha da genişlemektedir. Yakın zamanda Sao Paulo'da bir uluslararası sendikalar toplantısı gerçekleşti ve 71 sendika Önderliğin özgürlüğü için imza attı. Belediyeler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve milletvekilleri de bu desteği sunuyor. Yani sadece sistem dışı güçler değil, sistemin içinde olan ve sistemi eleştiren kesimler de katılıyor.
Başkan Apo'nun fikirlerinin giderek evrenselleşeceğini tahmin ediyorum. Bu, önemli bir temele dayanıyor. Örneğin; DAİŞ'e karşı yürütülen mücadelede elde edilen başarılar, dünya kamuoyunda şöyle bir tartışmaya yol açtı: Bu başarıyı sağlayan düşünce neydi ve bu düşünceyi benimseyen kimdi? Herkesin sessizce bildiği gibi bu düşünce Önder Apo'ya aittir. Daha sonra, İran'daki kadın devrimi sırasında herkes "jin jiyan azadî" sloganını benimsemeye başladı ve bunu kapitalistlerden, sosyalistlerden, anarşistlerden, sivil toplum temsilcilerinden duyuyoruz. Bu, yeni bir ruh yarattı ve şu an bu konuyu tartışıyorlar. Bu sloganı kim başlattı? Sessizce de olsa herkes Önder Apo'ya ait olduğunu söylüyor. Bu mücadele, küresel bazda etkiler yaratıyor. Kadın meselesinde global bir etki yaratıyor. Ekolojik düşünce ile de global bir etki yaratıyor.
Ekolojistlerle sıkı ilişkilerimiz var. Ekolojik tartışmalar sadece çevre koruma anlamına gelmekle kalmıyor, aynı zamanda egemen zihniyeti ve tekelleşmeyi eleştiriyor. Bu nedenle ekolojistler, bu düşünceyi destekleyeceklerini belirtiyor. Paradigmanın global bir etkisi var.
HAMLE ÇOK BOYUTLU SÜRECEK
Hamle bundan sonra nasıl ilerleyecek, ne tür faaliyetler ve mücadele biçimleri öngörüyorsunuz?
Hamleyi başlatanlar, temsil ettikleri kurumlar ve hareketlerde hamleyi gündemleştirecek. Bu kurumlar, çeşitli çalışmalar yürütecek. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) yönelik imza kampanyaları; görüşmeler, oturma eylemleri ve konferanslar düzenleyecekler. Heyetler oluşturarak ziyaretler gerçekleştirecekler.
Kürtler de kendi cephelerinde aktif çalışmalar yürütecek. Bu, daha çok kitlesel toplumsal çalışmaları içerecek. Oturma eylemleri, görüşmeler ve heyetler halinde ziyaretler gibi çok çeşitli eylem biçimleri bulunacak. Dostların başlattığı hamleye yanıt olarak Kurdistan'ın dört parçası ve diasporadaki Kürtler, tavırlarını açıklayacak.