Ümit: Herkes üzerine düşeni yapmalı

PKK MK Üyesi Ümit: Kürdistan’ın her alanındaki imha saldırıları, Kürtleri teslim almak içindir. Sömürgeciliğin varlığı, ayaklanma gerekçesidir. Yurdunu sevmek, onu savunmaktan geçer. Herkes üzerine düşeni yapabilmeli.

PKK Merkez Komitesi Üyesi Helin Ümit, Türk iktidarının,  NATO’nun planlamasıyla uluslararası bir konsept dahilinde öncelikle PKK’yi tasfiye etmek istediğini belirterek, “Çünkü Kürt demokratik uluslaşmasını temsil eden tek güç PKK’dir. Eğer PKK varlığını korursa Kürt varlığı mutlak anlamda gelişme gösterecek ve hedeflerine ulaşacaktır. Bu nedenle PKK hedefleniyor” dedi.

Kapsamlı savaşın temel nedeninin, Kürt halkının ulusal demokratik haklarını bir statüye kavuşturmadaki ısrarı olduğunu belirten Ümit, saldırılara öncülük eden AKP-MHP faşizmini yıkacaklarını söyledi.

Medya Haber TV’de yayınlanan Özel Program’a konuk olan PKK Merkez Komitesi Üyesi Helin Ümit, gazeteci Serdar Eren’in sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:

Soykırımcı sömürgeci TC, 17 Nisan ile birlikte Medya Savunma Alanlarına dönük yeni bir işgal saldırısı başlattı. Yaşanan saldırıları ve açığa çıkan savaşı nasıl değerlendirmek gerekir?

Sorunuza geçmeden önce zalime karşı durma iradesini yaratan, yine yaşam ya özgürce olacak ya hiç olmayacak anlayışıyla hepimize yücelmeyi dayatan Önder Apo’yu saygı ve minnetle selamlıyorum. İçerisinden geçtiğimiz bu kritik süreçte Apocu fedai ruh temelinde mücadeleyi özellikle dağlarda gerillada temsil eden yoldaşlarımıza buradan sevgi ve selamlarımı iletmek istiyorum. Bir de tabii kalbi bizimle, gerilla ile çarpan halkımızı ve bizimle yürümeye kararlı dostlarımızı da bu vesileyle selamlıyorum.

Hareketimiz bu son günlerde çok yönlü değerlendirmelerde bulundu. Merkez Karargah Komutanlığı açıklamalar yaptı, PKK Yürütme Komitesi’nin açıklamaları oldu. Yaşananlara ilişkin tüm örgüt merkezlerimizin açıklamaları var. Böyle bir saldırı beklenmeyen bir saldırı değildi, bir de biz savaşın içerisine giren yeni bir güç değiliz. Bunları söylerken süreçleri de aynılaştırmamak önem taşımaktadır. Her şeyden önce 50. Zafer Yılı yürüyüşünü yaşıyoruz. Önderlik, tüm bu 50 yıl açısından, tüm bu süreçler açısından bazı temel değerlendirmelerde bulundu. Bu süreçlere fırtınalı yıllar, diyerek keskin bıçak ağzında yürümek olarak değerlendirdi. Düşmanın nefesini ensesinde hissetmek ve sırat köprüsünden geçmek olarak değerlendirdi. Bu 50 yılın tamamında biz Hareket olarak Parti olarak aslında yoğun bir mücadele süreci içerisinde yaşadık. Şimdi yaşadığımız da bir evresi, birikimi oluyor fakat farklılıkları da var. Bunların birbirinden ayrılması lazım.

2015 VE 2018 YENİ AŞAMALARI

Şunu söyleyebilirim; biz şimdiye kadar zorluklar içerisinde mücadele eden bir hareket olduk. Özellikle 2015’ten sonra tasfiye operasyonu biçiminde Türkiye gündemi düşmanın abarttığı hep özel savaşın propagandalarıyla “bitirdik, yıktık, kalmadılar” dolu oldu. Gelinen aşamada böyle olmadığı açığa çıktı. Karşımızdaki güçler, soykırımcı sömürgeci güçler uluslararası destek temelinde uluslararası komployu güncelleme temelinde yeni bir saldırı başlattı. Bunun bir aşaması 2018’de idi. 2018’de bu süreci tanımlarken özellikle üç arkadaşımızın Amerika tarafından isimleri zikredilerek başlarına para ödüllerinin konulması ile yeni bir sürecin başladığını, uluslararası komplonun aslında Kürt Özgürlük Hareketi’nin, PKK’nin yönetim kademesini daha fazla hedefleyerek yeni bir süreci başlattığını tespit ettik.

ULUSLARARASI KONSEPT TEMELİNDE

Bu temelde gerici güçler yeni ilişki ve ittifaklar kurmaya çalışıyor. Geçen yıl da Garê saldırısı açısından biz bunları değerlendirdik. Garê saldırısı da aslında uluslararası konsept temelinde gerçekleştirilen bir saldırıydı. Hatırlanırsa Garê saldırısından önce Hewlêr’de, yurt dışında çeşitli görüşmeler oldu. Hulusi Akar’ın çeşitli güçlerle görüşmeleri oldu, geçen yıl planlanan bir husus vardı. Geçen yıl ne yapılmak istendi? O esirleri kurtarma operasyonları adı altında geliştirildi fakat esas amaç Merkez Karargahı düşürmekti. Gerillayı, savunma güçlerini tasfiye etmeyi planlayan bir saldırıydı. Şoreş arkadaşın öncülüğündeki direniş, mücadele, savaş duruşu bu saldırıları boşa çıkardı. Bir hezimet yaşadılar. Aslında yıl boyunca 2021 yılı boyunca da etkili olan, Garê Zaferi’nin ruhu oldu.

PLANLAMAYI YAPAN NATO’DUR

Karşımızdaki güçler başta AKP-MHP faşizmi olmak üzere çok ciddi bir daralmayı yaşadı. Kürt halkı çok büyük bir moral aldı. Bir yıl içerisinde artan eylemsellikler oldu. Her anlamda Kürt halkı hep ayakta oldu. Gerilladaki Apocu fedai ruhun topluma sirayet ettiği bir süreci yaşadık. Şunun bilinmesi lazım; bu savaş planlarını Türkiye kendi başına yapmıyor. Bu çok fazla abartmak olur. İçerisinde bulunduğumuz konjonktürel durum, dünya gerçekliği, dünya savaşı göz önünde tutulduğunda Türk devletinin bu planları kendi başına yaptığını söylemek gerçekten soykırımcı sömürgeci güçleri çok fazla abartmak olur. Tam tersine planlamayı yapan NATO’dur. Geçen yılın saldırılarını da bu yıl ki saldırıları da planlayanlar onlar oldu. O yüzden 23 Nisan’daki saldırılar devam etti. Yıl açısından gerillayı tasfiye etmeye dayalı bir konsept geliştirdiler. Geçen yıldan bahsediyorum. Türkiye duramazdı, çünkü planlamayı kendisi yapmamıştı. o anlamıyla saldırıları sürdürdüler fakat yine aynı hatta, şu anda operasyonun geliştiği aynı hatta, yani Avaşîn, Metîna, Werxelê ve Tepê Sor’da gösterilen direnişle aslında Türk ordusu yenildi. Karşımızdaki güçler, 2022’ye girerken yeniden masaya oturdu, yeniden hesaplarını yapmak zorunda kaldı. O temelde de şimdi içerisinde bulunduğumuz savaş durumuna gelinmiş oldu.

KÜRTLERİN STATÜDEKİ ISRARI

Her şeyden önce bu saldırı nasıl anlaşılmalı, biz nasıl değerlendirmeliyiz? Elbette bir 3. Dünya Savaşı gerçekliği içerisinde bu savaş gerçekliğini değerlendirmemiz lazım. Uluslararası güçlerin bölge planları ile ilgili ayakları var. O anlamıyla son günlerdeki İsrail hükümetinden geliş gidişler, onun öncesinde Hulusi Akar’ın Almanya’ya gitmesi, Neçirvan Barzani ile görüşmesi, bunların buralarda planlanması vs. dünya savaşı gerçekliği ile bağlantılı. Ne yapılmak isteniyor? Şunun halkımız açısından bilinmesi gerekiyor. Ben bunu önemli buluyorum. Her dünya savaşı tabi yeni dinamiklerin açığa çıkmasını hem devrimci hem de karşı devrimci dinamikler açısından bir hareketliği ifade ediyor. Bölgede, Ortadoğu’da Kürdistan merkezli devrim gerçekliğini temsil ediyoruz. Demokratik halk devrimini demokratik ulus devrimini temsil ediyoruz. O temelde de dünyadaki kapitalist güçler uluslararası güçlerle temel uzlaşmaz bir çelişkimiz var. O anlamıyla 50. Zafer Yılı, diyoruz. En önemli özelliği neydi? Demokratik ulus gerçekliğinin açığa çıkmasıydı. Şimdi bu kadar savaşın sertleşmesinin temel nedeni, Kürt halkının demokratik ulus olmada, ulusal demokratik haklarını bir statüye kavuşturmadaki ısrarı oluyor. Bu yıl ki Newroz böyle bir gerçekliği ifade etti. Bir serhildan havasında geçti. Buna karşı verilen cevap uluslararası emperyalist güçlere dayanarak Türkiye’deki faşist rejimin Hareketimizi tasfiye etme saldırısı oldu.

KAPSAMLI BİR SAVAŞ GERÇEKLİĞİ

O anlamda basit bir saldırı değil. Evet, biz 50 yıldır mücadele ediyoruz. 84’ten beri aktif gerilla mücadelesi yürütüyoruz. Bazı kesintileri olsa da bazı dönemlerde bu biraz daha geri düşmüş olsa da başka taktikler ve stratejiler gündeme girmiş olsa da 38 yıl oluyor. 38 yıldır gerilla mücadelesi bu coğrafyada sürüyor. Bunun ortaya çıkardığı kazanımları ortadan kaldırmayı hedefleyen kapsamlı bir savaş gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bunun böyle anlaşılması lazım. Diğer süreçlerle ortak yanları da var.

92’de de vardı. Bir uluslararası konsept oluşmuştu. Gerillanın üzerine büyük ordularla yönelim oldu. Güney operasyonu bu temelde gerçekleşti örneğin. Uluslararası komplo oldu mesela. Onun kendi ayrı dinamikleri vardı. Şimdi karşımızdaki düşman da tüm bu süreçlerden açığa çıkan birikimle üzerimize geliyor. Biz de 50 yılın açığa çıkardığı bilinçle, iradeyle, duyguyla, özgürlük iddiasıyla buna karşı mücadele yürütüyoruz diyebilirim. Öyle bir gerçekliği var.

HALKIMIZLA BİRLİKTE ZAFERE YÜRÜYORUZ

Bu savaş konseptiyle bizim hitap edeceğimiz kesim halkımızdır. Halkın bazı şeyleri doğru anlaması lazım. Bu sefer biz gerilla öncülüğünde halkımızla birlikte zafere yürümek isteyen bir Hareket konumundayız. Bu irademiz de bu gücümüz ve bilincimiz de var. Karşımızdaki düşman bunu engellemek istiyor. Bu kapsamda da aslında imha saldırıları sürdürülmeye çalışılıyor. Dikkat edilirse bir yandan belirttiğiniz alanlara Avaşîn, Zap, Metîna’ya özellikle Avaşîn ve Zap’ta yoğunlaşıyor saldırılar. Diğer taraftan da Şengal’de Irak ordusu devreye giriyor. Bir taraftan Kobanê’ye saldırı oluyor. Bakur’da başka şekilde soykırım saldırıları sürdürülmek isteniyor. Böyle bütünlüklü bir konsepttir. Heval Cemal de değerlendirmesinde dikkat çekti. Saldırının birinci hedefi PKK’dir, bu doğru fakat niye bu böyledir? Bunun halkımız tarafından, ilgili çevreler tarafından doğru anlaşılması lazım. Uluslararası güçler ve Türkiye’deki AKP-MHP faşist rejimi, neden öncelikle PKK’yi tasfiye etmek istiyor? Çünkü Kürt demokratik uluslaşmasını temsil eden tek güç PKK’dir. Dört parça Kürdistan’da mücadele yürüten bu anlamıyla 100 yıl önce Kürdistan’a dayatılan parçalanmayı ortadan kaldıran güçtür PKK. Bir nevi demokratik ulusun çekirdeği, dedi Önderlik. Eğer PKK varlığını korursa Kürt varlığı mutlak anlamda gelişme gösterecek ve hedeflerine ulaşacaktır. Bu nedenle PKK hedefleniyor.

Ben hep kendime de soruyorum. PKK Kürt halkının politik alanı. Kürtler adına politika üreten, siyaseti oluşturan, savunma gücü PKK’dir. Şimdi PKK ortadan kaldırılırsa, olmaz öyle bir şey de diyelim zayıflatılırsa ne olacak Kürt halkına, üzerinde ne gibi hesaplar olacak, ne yapacaklar, yani savunması olmayan, düşüncesi olmayan, onu bir araya getiren ilkesi olmayan bir toplum ne olabilir? Leş kargaları gibi bölge ulus-devletlerinin üzerine çöreklendiği ve her yönlü faydalandığı işte dönemin sömürge neo sömürgecilik deniliyor ya işte buna hazırlanmak isteniyor Kürdistan. Yeniden o yüzden tüm Kürt halkının mevcut saldırılar karşısında duyarlı olması, uyanık olması, üzerine düşen görevleri yerine getirmesi büyük önem taşıyor. Hiç kimse şöyle dememeli; gerilla direniyor, sadece gerillanın direnişiyle sonuca ulaşabiliriz… Tabii ki gerilla rolünü oynayacak, işgalcilere geçit vermeyecek, Apocu fedai ruh ve iradeyle duracak fakat zafer devrimci halk savaşıyla halkın her kesimin üzerine düşen görevleri yerine getirmesiyle gerçekleşecektir.

PKK ULUSAL BİRLİĞİ TEMSİL EDİYOR

PKK’nin demokratik ulusun çekirdeği olduğunu belirtiniz. Kürdistan’da ulusal birliğin sağlanması adına da yoğun çabası var. Bunun karşısında KDP’nin duruşu ve bu son işgal saldırısındaki pozisyonu, rolü, etkisi nedir?

Kürdistan’da Kürtler açısından ulusal birliği temsil eden esas güç PKK’dir. Bunu halk nezdinde yapmıştır. Hareket olarak geçen dönemde KDP de dahil diğer siyasi parti ve oluşumlar arasında bir birlik gelişmesi için çok fazla fedakarlık yaptık. Çok fazla çağrı yaptık. Kürt ulusal kongresinin toplanması için başta Önderliğimiz olmak üzere planlamalar yaptık, programlar çıkardık, çağrılar yaptık. Buna gelmediler. Bu gerçekleşmemiş olsa bile halk nezdinde Kürt ulusal birliği PKK şahsında sağlanmıştır. Bugün birazcık vicdanlı, birazcık gerçeğe, hakikate bağlı olan her Kürt, PKK karşısında saygılıdır, ondan güç alır, nerede durursa dursun onun varlığından kimlik olarak güç alır. Bu tüm parçalarda böyledi. Dünyanın herhangi bir ucundaki Kürt açısından da böyledir. Kürdistan’la ilgili herhangi bir gelişme olduğunda hemen, Çin’den tutalım Amerika’ya, İngiltere’den Japonya’ya kadar bir refleks gelişiyorsa PKK’nin yarattığı bilinç, duygu ve ortaklaşma ile ilgili bir şey.

KDP EN KÖTÜ ROLÜNÜ OYNUYOR

KDP’nin içerisinde yer alan herkesi mahkum etmek doğru olmayabilir fakat Barzani Ailesi açısından insan bazı şeyler söyleyebilir. Biz tabii ideolojik olarak aynı noktada değiliz. Kürtçülüğümüz hiçbir zaman KDP’ninki gibi olmadı. İdeolojik farklarımız var. Çeşitli zamanlarda karşı karşıya gelme durumlarımız var. Bunlar biliniyor. Parti tarihinden, Kürdistan tarihinden biliniyor. Tüm bunlar içerisinde KDP çok kritik dönemlerde Barzani Ailesi şahsında Kürt düşmanlarına destek olan bir konumda olmuştur. Bunu çok iyi bilmek gerekli. En azından bizim mücadelemiz karşısındaki rolü böyle olmuştur. Aile çıkarları, Kürdistan çıkarlarının her zaman üstünde olmuştur. “Siz Bakur hareketisiniz. PKK Bakur hareketidir. Gitsin Bakur’da savaşsın burada ne işi var’’ diyebiliyorlar. Biz kendimizi hiçbir zaman öyle tanımlamadık. PKK hiçbir zaman Kürt halkının parçalanmışlığını zihnen, ruhen kabul etmedi. Bunu Kürdistan bedenine vurulmuş bir hançer olarak tanımladı ve başından beri reddetti.

Hiçbir ahlaka, vicdana sığmayan, feodal zihniyette bile yeri olmayan bir anlayış var. KDP, gerçekten Kürdistan tarihindeki en kötü rolünü oynuyor. Bu 17 Nisan saldırılarında da böyle açığa çıktı. KDP, Türk işgalciliğine, Türk ordusunun saldırılarına izin vermeseydi asla Türk ordusu Güney’e giriş yapamazdı. Meşruluğu olmazdı. Neye dayalı olarak, kimden meşruluğunu alarak geliyor? Bu saldırılar elbette ki AKP-MHP faşizmi tarafından gerçekleşiyor. Türkiye’deki soykırımcı sömürgeci zihniyet bunu yapıyor. O düşmanlığını yapıyor, o düşmandır. Kürt halkının varlığına ve özgürlüğüne saldıran bir güçtür. İşte bu güçlerle iş birliği içerisinde olduğunu, Kürdistan tarihinin çeşitli dönemlerine damgasını vuran ihanetçiliği temsil ettiğini bu son süreçte ortaya koydu Barzani Ailesi.

BAŞÛR BU LEKEYİ TAŞIMAMALI

Başûr’da pêşmerge kültürü var. Pêşmergeler bir dönem Irak’ta Saddam’ın zulmüne karşı direnen bir güçtür. Böyle bir damarı oluşmuştur, olmuştur. O anlamda yurtsever bir özü vardır Başûr’daki halkımızın. Onlara çağrı yaptı Hareketimiz. Ben burada tekrar etmek istiyorum; bu lekeyi Başûr’daki halkımız kendi alnında taşımamalıdır. Tepkisini de Barzani Ailesi’ne karşı yükseltmeli, diyorum.

Irak merkezi hükümetinin Türk hükümetine karşı tutum beyan eden açıklamaları oldu. Diğer yandan da 17 Nisan’da Türk devletiyle eş zamanlı denebilecek bir şekilde Şengal’e dönük bir saldırı gelişti. Bu iki faktörü değerlendirdiğimizde merkezi Irak hükümetinin bu savaş gerçekliği içerisindeki tutumunu nasıl okumak gerekir?

Irak’ta yapılan açıklamalar değerlidir fakat bu bir uluslararası konsept ve birçok güç bu saldırı konsepti içerisinde yer alıyor. AKP-MHP’deki zihniyetinin, nasıl bir zihniyet olduğunu Irak’ta  iiler de Sünniler de bu coğrafyada yaşayan diğer halklar da çok iyi anlamalı. AKP-MHP faşizminin temsil ettiği, İttihat Terakki zihniyetiyle harmanlanmış bir yeni Osmanlıcılıktır. Osmanlı bir imparatorluktu. Özerklik veriyordu denetimindeki bölgelere, valilikler atıyordu, yerel yöneticiler belirliyordu. Yerelde halkın kendi kendisini yönetmesine çok karışmadan vergi topluyor, savaş zamanında halktan asker alıyordu. Şimdiki öyle değil. Şimdiki yeni Osmanlıcılık, İttihat Terakki zihniyeti, yani soykırımcı asimilasyonist bir politika temelinde bunu geliştiriyor. Buna hani Turancılık teorisi diyorlar ya geniş coğrafyayı Türklüğün yayılma alanı olarak görüyor. Eğer öyle olmasaydı Efrîn böyle olur muydu? Efrîn’i işgal etti, tam bir Türk şehrine çevirdi. Efrîn bir Kürt şehridir. Dili Kürtçedir. Orada açtığı kurumlardan açtığı okullara kadar hepsi Türkçedir. Hepsinde asimilasyonist politika vardır, soykırım yürütülüyor. Şimdi de Irak’ta, Başûrê Kurdistanı’da işgal ettiği alanlarda acaba başka politika mı bekliyor bu iktidarlar? Bu ulus-devlet aklına bile terstir.

IRAK HALKININ TUTUM ALMASI ÇOK ÖNEMLİDİR

Herkesin bu konuda uyanık olması lazım. Bir de Türkiye, “Biz BM’nin 51. Maddesine dayalı olarak kendimizi savunma temelinde bu saldırıları yürütüyoruz’’ diyor. Kesinlikle bu perdelemedir. Kesinlikle böyle değildir. Hatırlarlarsa BM konuşmasında Erdoğan çıktı ilk başta İsrail’in Filistin politikalarını eleştirdi, haritaları çıkardı, gösterdi; “şu yılda bu kadardı, bu yılda bu kadar oldu, filistin toprakları böyle küçüldü” dedi. Sonra kendi haritasını çıkardı. “Biz buraları buraları işgal edeceğiz’’ dedi. Hiç kimsenin gıkı çıkmadı. Türkiye’nin bu yayılmacı politikasına onay vermek demektir. Irak hükümetinin, daha çok da Irak halkının bunun farkında olarak davranması, tutum alması çok önemlidir. İş işten geçebilir.

Kobanê’ye yönelik saldırılar oldu. Hem savaş başladıktan iki gün sonra gerçekleştirilen bir bombardıman oldu hem de 22 Nisan’da saldırılar oldu. Bu saldırıları nasıl değerlendirmek gerekir? 

Bazı şeyleri söylemek için erken fakat şimdiye kadar HPG BİM tarafından basına yansıyan sonuçlar heyecan verici. Tarihi bir hesaplaşma yaşanıyor şu anda Zap’ta, Avaşin’de. Sonuçları gerçekten önemlidir. Türk ordusunda çok ciddi kırılmalara yol açacağına inanıyorum. Bunca yılın deneyimiyle söylüyorum; buna yol açacaktır. 

Her yere aynı anda operasyon yapabildiklerinin havasını vermek istiyorlar. Böyle bir yaklaşım içerisindeler. Hem de tabi bu saldırı dalgasını fırsata çevirerek Kürt halkının iradesini kırmak istiyorlar. İkisini birden yürütmek istiyorlar. Büyük olasılıkla şimdi savaşı gerillaya dönük böyle yoğunlaştırdığı bir dönemde her cepheden halkın diğer güçlerinin kendisine saldırmasından korkuyor. O anlamıyla sağa sola böyle bomba, roket atıyor. Bu şekilde etkili olmaya çalışıyor. Bir acizlik örneğidir gerçekten. Bunu böyle tanımlamak gerekli. Soru açısından bunu söyleyebilirim. 

SAVAŞ, DEVLETİN/İKTİDARIN TERCİHİDİR

Yeri gelmişken söyleyeyim ben şu değerlendirmelere kısmen katılıyorum; işte AKP-MHP faşizmi ömrünü uzatmak için böyle bir işgal yürütüyor şeklinde tanımlamalar, değerlendirmeler var. Gerçekliğin bir yönünü ifade ediyor, evet ayakta durmak için bu zulüm düzenini sürdürmek durumunda. Kürdistan’da her geçen gün büyüyen özgürlük mücadelesinin önünü kesmek zorunda bizim gelişimimiz, onun bitimi demektir. Böyle bir diyalektik ilişki var aramızda. Bu bir hakikati ifade ediyor fakat sadece saldırıları bunun için yürütmüyor. Soykırımcı olduğu için yürütüyor. Bunu tercih ediyor. Ayakta kalmak istese diyorlar ya ‘siyasette çareler tükenmez’, siyasette tek yol askeri olarak saldırı yürütmek değil ki. Siyasetin bir sürü yolu, yöntemi, çaresi var. Bir sürü olasılığı var. Eğer AKP-MHP faşist yönetimi ve Türkiye Cumhuriyeti savaşı yürütüyorsa bu tercihten kaynaklı. Yani başka bir yolu yoktu falan, bunlar yanlış değerlendirmelerdir, diye düşünüyorum.

Genel olarak savaşta kadının rolü, etkisi, savaşın içerisinde ve savaşın karşısında Kürt kadının yeri, bu savaş gerçekliği içerisindeki rolünü nasıl değerlendirirsiniz?

YJA Star öncülüğünde savaşı yürüten arkadaşlarımız bize gurur veriyor. Geleceğe daha güvenle bakmamızı sağlıyorlar. Toplum açısından da bu böyle parti açısından da. Parti içerisinde kadının gerilladaki duruşu, ideolojik doğrultuyu belirleyen, ilkeyi belirleyen, mücadelenin düzeyini belirleyen bir konumdadır. Bugün işte 17 Nisan’da başlayan saldırılar karşısında da açığa çıkıyor. Gerillada özgür yaşam çizgisini, özgür yaşam tutkusunu YJA Star gerillacılığı temsil ediyor, doğrultu veriyor, irade kazandırıyor, cesaret sembolü oluyor. Bu hakikati devam ediyor mevcut durumda ve her geçen gün YJA Star komutası gelişme kat ediyor. Sadece savaşa katılan bir güç değil, kadınlar savaşı komuta eden, yürüten, o anlamda köleci erkek egemenliğini eksenine alan, halklara/kadınlara mülkiyetçi devletçi erkek egemenlikli yaşam düzenini dayatan tüm yapılara karşı nefretini kusuyor. Bu da tabii toplumu etkiliyor. Eğer bugün Kürdistan’da toplumsal hareketlilik anlamında da kadının öncülüğünden bahsediyorsak bunun esas olarak dayandığı, gerillada kadın öncülüğünde gelişen yaşam ölçüleridir.

KÜRT TOPLUMUNA TESLİMİYET DAYATILIYOR

Programınızın konusu olmadığından çok fazla girmeye gerek yok ancak çok iyi incelenmeli, özgür kadın çizgisi nedir, bunun ordulaşması ne anlama gelmiştir, bu ordulaşma çizgisinin Kürdistan’daki demokratik uluslaşmadaki rolü ne olmuştur, bunlar çok önemli konular. Bugün eğer tüm saldırılara rağmen Kürdistan’da demokratik ulus çizgisinde kararlaşmasında bir gerileme yaşanmıyorsa bu özden ve duruştan kaynaklıdır. Diyemeyiz; savaş sadece dağlardadır, sadece gerillaya karşıdır. Böyle diyen de böyle gören de çok yanılıyor. Yani savaş dağlardan çok aslında şehirlerdedir. Köylerdedir. Toplumun olduğu yerlerdedir. Tüm bu kuşatma saldırıları, tüm bu imha saldırıları Kürt toplumunu teslim almak içindir. Demokratik insanlığı teslim almak içindir. Bunun için bu saldırılar yürütülüyor. Savaş PKK’lilerle Türk ordusu arasında demek, eğer varsa mesela Kürdistan toplumu içerisinde böyle düşünenler nasıl yaşadıklarının da nasıl nefes aldıklarının da varlık ve kimliklerini nasıl ortaya koyduklarının farkında değiller demektir. Zaten Bakur’da soykırımcı sömürgeciliğin eli her alanda Kürt toplumunun üzerindedir. Zindanlar katliam yeridir, ekonomik olarak sömürgeleştirme, yoksullaştırma, daha fazla kendine bağlama, o anlamıyla iradesini kırma devrededir. Sosyo kültürel olarak asimilasyon Kürt varlığını inkar etme, Kürt varlığına, Kürt kimliğine dayalı değerleri ortadan kaldırma temelinde saldırı gündemdedir.

KADIN TOPLUMUN SAVUNMASINI GELİŞTİRİYOR

Şimdi diyeceksiniz ki bunun kadın mücadelesiyle ne gibi bir bağlantısı var? Çok yakın bağlantısı var. Eğer Kürdistan’da kadın öncülüğü, özgür kadın duruşu olmazsa gerçekten Kürt toplumu ayakta kalamaz. Dikkat edin; Newroz’a giderken 8 Mart’taki kadınların öncülüğü ruh verdi, çizgiyi belirledi, düzeyi ortaya koydu. Newroz’da alanları kadınlar doldurdu, kadınlar ve gençler doldurdu. Bu bir serhildan havasıydı derken bunu abartmıyoruz. Birçok alanda kadın toplumun savunmasını geliştiriyor. Bunu en üst düzeyde Apocu fedai düzeyde zirveleştiren ve temsil eden YJA Star güçlerimizdir. Onların açığa çıkardığı savaş duruşudur. Bunun bir de böyle bir yansıması vardır. Sadece biz dağda mücadele yürütmüyoruz. Her yerde mücadele yürütüyoruz. Her yerde soykırımcı sömürgeciliğe karşı duruyoruz. Bu bilinçle yaklaşmak lazım. Bunu öne çıkarmak lazım. Soykırımcı sömürgeciliğe karşı durmak isteyenler, yüreklerinde böyle bir arayışı olanlar varsa öncelikle özgür kadın çizgisiyle, Kürt kadın duruşuyla buluşmak durumundadır. Onunla buluşan direnişe geçer, onunla buluşmayan başkalarının kölesi olur. Gider bir subayın, bir ajanın, bir devlet kurumunun kölesi olur, köleleşir. Özgür kadın duruşu buna izin vermez. Genel olarak hem toplumsal direnişi geliştirmede hem de gerilla mücadelesini geliştirmede böyle bir gerçekliği vardır. Bir de özgür kadın çizgisinin en önemli ayağı yurtseverliktir. Yurdunu sevmek onu savunmaktan geçer. Kuru kuru ben yurdumu seviyorum, ülkemi, kimliğimi, Kürt olmayı seviyorum demenin çok bir anlamı yoktur. O yüzden ben bu vesileyle şunu ifade etmek istiyorum. Newroz’da milyonlar bir sözleşme yaptı yeniden ‘Bijî Serok Apo’ dedi, ‘Bijî PKK’ dedi ‘Bijî Gerilla’ dedi. Yani böyle demekle kalmamalıdır. O zaman milyonlar bu çizgide kararlaşıyor ve bu çizgi benim yaşam duruşumdur, diyorsa onunla birlikte yürümek ve yaşamak istiyorsa herkes kendi üzerine düşeni yapabilmelidir.

SÖMÜRGECİLİĞİN VARLIĞI AYAKLANMA GEREKÇESİDİR

Konuyu toparlamak adına zindanda, dağda gerillanın öncülük ettiği devrimci halk savaşı gerçekliği ve bu iki alanda yürütülen mücadelenin halk cephesinde yürütülen mücadeleyle ortaklaştırılması, daha yüksek bir düzeyde yürütülmesi adına neler yapılabilir? 

Kürdistan’da serhildan yapmak için çok neden var. Sadece bu gelişmeler bağlamında söylemiyorum. Soykırımcı sömürgeciliğin varlığı, Kürdistan’da her gün ayaklanmayı gerekli kılıyor aslında. Serhildan ayaklanma anlamına geliyor. Yani ayaklanmayı gerektiren o kadar çok neden var ki. Temel sorunumuz şu; AKP-MHP’nin ciddi saldırıları vardır. Topluma dönük de vardır. Özellikle Bakurê Kurdistan’da yoğunlaşan, Bakur’daki mücadeleyi geriye çekmek için çok ciddi engellemelerde bulunuyorlar fakat şunun anlaşılması lazım. Kendini savaşın içerisinde görmeme ciddi bir biçimde yaşanıyor, özellikle Bakurê Kurdistan açısından söylüyorum. Önderliğimiz bir değerlendirmesinde kurbağa örneği vermişti; hepiniz bir tasın içerisine atılmış alttan ateş yavaş yavaş yanıyor, siz nasıl öldüğünüzü bilmiyorsunuz, nasıl kaybettiğinizi bilmiyorsunuz, alıştıra alıştıra… Şimdi Bakurê Kurdistan’da böyle bir şey var. Bazı politikalara alışma hali var. Düşman kavramında muğlaklık var. Birlikte yaşama evet, bizim de Önderliğimizin bir paradigması var, o anlamıyla halkların birlikte nasıl yaşayacağı biçiminde bir proje var. Demokratik ulus projesi etrafında halkların birlikte nasıl yaşayacağının çerçevesi, anlayışı, zihniyeti belirlenmiş fakat bu senin boynuna bıçağı dayayanlarla uzlaşmak değil ki. Senin hakkında idam kararını verenlerle anlaşmak değil ki, yani ikisi ayrı şeyler. En fazla dile gelen şeylerden bir tanesi barış talebidir. Barış temiz bir kavram. Değerli bir kavram. Ezilenlerin, halkların, emekçilerin aradığı bir kavram, yaratmak istedikleri bir kavram. Fakat karşımızda bulunan zihniyet öyle bir zihniyet değil ki sen barış dedikçe bunu zaaf olarak anlıyor, sen barış dedikçe sanıyor ki sen ona muhtaçsın. Kendisi barış kelimesini kullandığı zaman, senin elini kolunu bağlamak için kullanıyor. Böyle bir gerçeklik var. Bunun anlaşılması lazım. Evet onurlu bir barış fakat bunun olması için Kürt halkının, halkların, Türkiye halkı da buna dahildir mücadele etmesi gerekiyor. Mücadele etmeden gerçekten eşitliğin de adaletin de özgürlüğün de sağlanabileceğini düşünmek en hafif deyimle kendini kandırmak demektir. Niyetleriyle hareket etmek demektir. Bakurê Kurdistan’da bunun etkileri vardır. Herkes aynı düzeyde değildir belki ama vardır.

KOLAY ÇÖZÜM YOKTUR

Hareket ve halk olarak bütün kazanımlarımızı mücadele ederek elde ettik. 50. Zafer Yılı’ndan bahsediyoruz. Bu özgürlük yürüyüşünün her günü, her anı bedelsiz olmamıştır. Nefes nefese olmuştur. Büyük bir emekle olmuştur. Halk düşmanlarını, Kürt düşmanlarını, emek düşmanlarını, kadın düşmanlarını geriletme temelinde olmuştur. Rahat çözüm yoktur, kolay çözüm yoktur yani. O yüzden içinde bulunduğumuz tarihi dönemde -gerçekten çok tarihi bir dönemden geçiyoruz- Kürt halkı, mücadelesi, partisi, militanları zayıf değildir, güçsüz değildir. Her türlü mücadele imkanına da sahiptir. Her şeyden önce bilinci vardır, her şeyden önce özlemleri vardır, her şeyden önce kendine güveni gelmiştir, kendine saygısını kazanmıştır, ne olduğunu anlamıştır, kendisini yeniden tanımlamıştır. Bundan daha büyük bir değer yoktur. Bundan daha büyük bir mücadele imkanı yoktur. O anlamıyla kimse, yani özellikle halkımız için söylüyorum; kendisini güçsüz, zayıf hissetmemelidir. Biz kazanmanın arifesinde olduğumuz için bu kadar yoğun saldırıyorlar. Bunu asla unutmamamız lazım. Kazanmak da hazır cepte değildir. Bunun için mücadele etmek, gerektiğinde savaş yürütmek, düşmanlarını geriletmek, netleştirmek gereklidir yani. Gerekli olan budur. O anlamıyla biz yılın hedeflerini belirlemişiz. AKP-MHP faşizmini yıkacağız. Bu kesindir. Bundan kurtuluşu yoktur AKP-MHP faşizminin. İster savaş yoluyla bunu yapsın, ister başka yollarla. Halkımızın da bu devrimci hamleye, bu özgürlük hamlesine katılması lazım. Boşuna özgürlüğü sağlama zamanı, demedik. Artık bunun zamanı gelmiştir. Bu, toplumun da katılımıyla olacak. Sadece gerillanın dağda belirli alanlarda mücadele etmesiyle olmayacak. Ben Kürt halkına güveniyorum. Önderliğimizin tanımlamasıyla söyleyeyim, AİHM Savunmaları’ndaydı yanlış değilsem. Üç büyük çalışmam, dedi. Bir; özgür birey yarattım, özgür düşünebilen, yani soykırımcı sömürgeciliğin etkisinde kalmayan, kapitalist modernitenin bireyciliği ve maddiyatçılığından sıyrılabilen, toplum için toplumcu ve komünal yaşayabilen, komünal düşünebilen özgür insan yarattım, dedi. İki; savaşan bir halk gerçekliği yarattım, dedi. Kürt halkı savaşan bir halk gerçeğidir. Onunla bu günlere geldi. Yeri geldi evlatlarını verdi, yeri geldi serhildanlara kalktı, yeri geldi kendisi milis oldu savaştı… Yani şu iş benimdir bu iş benimdir, demedi. Özgürlüğe inandı, bu harekete inandı, Önder Apo’ya inandı, öyle yürüdü. O anlamıyla şöyle söyleyecek durumda değilim; mesela ‘devrimci halk savaşı kapsamında halk şu şu görevleri yapsın’ denecek noktada değil bu halk ama yapılacak çok şey var. Mücadele edilecek çok konu var. Düşmanı gerileteceğimiz çok alan var. O anlamıyla herkes üzerine düşen neyse yapabilmeli ve düşmanı geriletebilmeli. Bu arada şunu belirterek tamamlayayım; Önderliğin üçüncü çalışmam dediği de özgür kadın çalışmasıydı. Yarım kalan çalışmam, dedi. Yarım kalan çalışmasında İmralı’daki mücadelesiyle, ortaya koyduğu perspektifle, savunmalarla tamamlamak için Önderliğimiz çok yoğun bir mücadelede bulundu yine.

Yani eksiklikler var kısaca. Halk ve gerillanın birleşik olarak devrimci halk savaşını her alanda yürütmesinde yetersizlikler var fakat bunu yürütmemizin çok güçlü bir zemini var, bilinci var, iradesi var, kararlılığı var. O temelde yapılacak çok da görev vardır. Herkes bulunduğu her yerde işgalciye ve sömürgeciye darbe vurabilir. Mesela biz diyoruz ya “Başûre Kurdistan’a, Medya Savunma Alanları’na Türk işgali, Türk ordusunun, soykırımcı sömürgeci ordunun işgali…” Peki Bakurê Kurdistan’daki işgal ne olacak? Bakur şimdi işgal altında değil mi? Botan, Amed, Dersim işgal altında değil mi? Orada faşist Türk devletinin polisi, ordusu, özel harekatçısı, ajanı, MİT’i iti yok mu? Yani o anlamıyla bunların hepsini püskürtmek, sökmek, atmak gerekli Kürdistan’dan. Her Kürt kendisine bunu dert edinebilmeli. Böyle olmazsa eşitlik olmaz. Böyle olmazsa barış da olmaz. Yani neyin barışı olacak? O senin iradeni ezip geçecek, tanımayacak, sen onun kurumunu öyle göreceksin. Böyle eşitlik olabilir mi? Bu yüzden herkesi daha sağlıklı düşünmeye, daha planlı-programlı düşünmeye, yapabileceklerini yapmaya, yeniden bu program vesilesiyle çağırıyorum.

İstanbul, Bursa ve Amed’de HBDH’nin eylemleri oldu. Biraz da bu vesileyle birleşik mücadele zeminlerinin devrimci halk savaşı gerçekliği içerisindeki yeri üzerine neler belirtilebilir?

HBDH’yi, milislerini selamlıyorum. Çok önemli bir zamanda çok güzel hedeflere eylem gerçekleştirdiler. Belki gündemimizde değildi, yani zamanımız yetmeyecek bu programda. Zindanlarda zulüm düzeni kurulmuştu. Gardiyanlara, gardiyanların aracına dönük eylem gerçekleşti. Yine İstanbul’da TÜGVA’ya dönük bir eylem gerçekleştirdiler. Yani işte 17 Nisan’da saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde, bu sürece denk gelen, aslında Türkiye cephesinden, Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin ortaya koyduğu anlamlı eylemlerdi. Önümüzdeki süreçte daha etkili hale gelerek bunların devam edeceğine inanıyorum ben. HBDH’nin böyle bir gücü de vardır potansiyeli de vardır. Evet, Süleyman Soysuz ‘PKK yaptı’ dememek için yani HBDH’nin de ismini ağzına almak istemedi. Biliyorsunuz, uzun süre hep PKK’nin içeride eylem eylem potansiyelinin kalmadığını ifade ediyordu. Bizim Türkiyeli sol hareketlerle, örgütlerle en üst düzeyde gerçekleştirdiğimiz bir ittifaktır HBDH. O anlamıyla aslında Türkiye ve Kürdistan’da ortak yaşamın, çözümün, gerçek birlikteliğin geliştiği alandır. Onun çekirdeği de HBDH’dir, Halkların Birleşik Devrim Hareketi’dir.

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde yan yana gelen örgütler olarak bizler, Türkiye toplumunun ve Kürdistan toplumunun öncüleri olarak ‘Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye’ hedefiyle hareket ediyoruz. O anlamıyla Türkiye’de demokratik devrim mücadelesini gündeme koyuyoruz, onu dayatıyoruz. Bu anlamıyla HBDH’nin yeri, rolü, misyonu çok önemlidir. Yani bunu böyle basitleştirmek isteyenler var, değerini anlamayan yaklaşımlar bazen yer yer çıkabiliyor. Herkes şunu bilmeli ki; Halkların Birleşik Devrim Hareketi, çözülen, dağılma noktasına gelen Türkiye Cumhuriyeti gerçekliğine karşı gerçek alternatif odur. Yani demokratik, sosyalist, halkların birlikte yaşayacağı, birlikte geleceği inşa edeceği bir ittifak alanıdır. O anlamıyla ben şunu söyleyebilirim; bu AKP-MHP faşist rejiminden rahatsızlık duyan, ona karşı mücadelenin yol ve yöntemlerini arayan tüm Türkiye gençliğini, Türkiye’nin yiğit insanlarını HBDH saflarında mücadele etmeye çağırıyorum. Eğer faşizme karşı bir çıkış olacaksa, anlamlı bir duruş olacaksa, gerçek bir karşı çıkış olacaksa, boyun eğilmeyecekse, ancak radikal mücadele alanlarında olabilir. Evet diğer mücadele alanlarının da katkısı olabilir ama esas doğru duruş, doğru tutum Halkların Birleşik Devrim Hareketi‘ni büyütmektir, geliştirmektir, etkili hale getirmektir. Gençliğin HBDH’ye sahip çıkmasıdır, katılmasıdır. O temelde yeniden HBDH adına yapılan bu eylemleri selamlıyorum. Önümüzdeki dönemde de bu saldırıların, tasfiye konseptinin yoğunlaştığı bir dönemde Türkiye halkları şunu bilebilmeli; eğer Kürdistan’daki özgürlük mücadelesi geriletilebilirse, gerilerse, zayıflarsa Türkiye’de dört başı mamur bir faşizm hakim olacaktır. Türkiye halklarının şu ana kadar ulaştığı özgürlük düzeyi de kaybedilecektir. Demokrasi, zaten yok, bilinç kabilinden söylüyorum, var olan demokrasi arayışlarının bile önüne geçilecektir. Yani böyle bir tehlikeyle de Türkiye halkları karşı karşıyadır. O anlamıyla HBDH’nin tüm bu saldırılara karşı gerçek bir direniş cephesi olduğunu herkesin anlaması ve katılması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Son olarak; bu belirttiklerinizle beraber kamuoyuna iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Önümüzdeki günlerde 1 Mayıs var. 1 Mayıs işçi ve emekçi sınıfı açısından çok önemli bir gün. Her şeyden önce bir bilinçlenme günü. Bir tarihsel bellek. Bu anlamıyla Türkiye’deki ve Kürdistan’daki tüm işçi ve emekçilerin bu günü önemli bir mücadele gününe dönüştüreceğine inanıyorum ben. Emekçi sınıfı, işçi sınıfı Kürdistan’daki Kürt varlığına ve Kürt özgürlüğüne yönelik saldırılara karşı da tutumunu ortaya koyabilmelidir. Beklentimiz budur yani Türkiye halkından. Çünkü en fazla Türkiye halkına zarar veriyor bu savaş. Hep şöyle diyesim geliyor; kendi halkını vurmayan, başka halklara da yönelemez. Yani kendi halkını soykırımdan geçirmeyen, onu kendi istediği kıvama getirmeyen, başka halkların üzerine de o rahatlıkla yürüyemez. O yüzden büyük devrimci Kemal Pir, Türkiye devriminin yolu Kürdistan’dan geçer, dedi. Gerçekten Türkiye’de işçiler, emekçiler, ezilenler, kadınlar, farklı bir yaşam ideali peşinde olanlar, özgürlük isteyenler şunu çok iyi bilmeliler; sıradan bir demokrasinin bile -sıradan derken basitleştirmek için söylemiyorum- yolu Kürdistan’daki mücadeleden, oradaki özgürlük düzeyinden geçiyor. Bu anlamıyla yaşanan savaş karşısında Kürt halkının durumuyla Türkiye halkları, Türkiye emekçi sınıfı, Türkiye işçi sınıfı kendini özdeşleştirebilmelidir. Yani bu temelde Türkiye halkları ve Kürdistan halkları birleşik mücadeleyi geliştirdiği oranda AKP-MHP faşizmi yıkılacaktır. Hatta daha ötesini söyleyeceğim; o zaman özgür yarınlar, eşit yarınlar demokratik yaşam tarzının hakim olduğu sosyalist yaşam ancak o zaman mümkün olabilir. O temelde ben herkesi 1 Mayıs’ta alanlara çıkmaya çağırıyorum. Elbette buna yine Kürdistan’da kadınlar ve özelde gençliğin öncülük etmesi gerektiğini, bunun serhildan tadında, savaşa da cevap verecek tarzda yürütülmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Bu temelde herkese, yani mücadele etmek için kararlı olan herkese başarılar diliyorum.