Aysel Tuğluk İçin 1000 Kadın: Düşman hukuku devrede

“Aysel Tuğluk İçin 1000 Kadın" kampanya grubu, düşman hukukunun devrede olduğunu belirterek, Tuğluk'un derhal bırakılması gerektiğini söyledi.

“Aysel Tuğluk İçin 1000 Kadın" kampanya grubu, Kandıra Cezaevi’nde rehin tutulan, hasta tutsak Kürt Siyasetçi Aysel Tuğluk'un sağlık durumuna ilişkin Beyoğlu'nda bulunan Karşı Sanat Çalışmaları Salonu'nda basın toplantısı düzenledi. Toplantıya katılan Gülsen Yüksel, kuzeni Tuğluk’un son durumu ve ailesinin talepleri, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Avukat Elif Taşdöğen, hastalığın teşhisi öncesi ve sonrasındaki hukuki süreç, dosyadaki hukuksuzluklar ve hukuki talepler, Dr. Emel Gökmen, demans hastalığının niteliği, seyri, tanısı ve cezaevi koşullarının hastalık üzerindeki olumsuz etkilerini anlattı. Dr. Yeşim İşleğen, bir hastaya yaklaşımdaki etik ilkeler, Dr. Pınar Saip, cezaevlerinde sağlığa erişim sorunları, Oyuncu Deniz Türkali de kampanyanın taleplerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.  
Moderatörlüğünü kampanya yürütücüsü Hacer Özdemir’in üstlendiği toplantıya, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay’ın yanı sıra çok sayıda aydın ve sanatçı katıldı.

 'YAŞAM HAKKINI SAVUNUYORUZ'

Toplantı öncesi Tuğluk’un yaşam mücadelesini konu alan sinevizyon gösterimi yapıldı. Ardından basın metnini okuyan Oyuncu Deniz Türkali, “Aysel Tuğluk’a Özgürlük için 1000 Kadın” çağrısıyla yola çıktıklarını belirterek, “Bir gecede binlerce kadın olduk. Şimdi ise çağrımıza ses veren binlerce kadın olarak, Aysel Tuğluk şahsında binleri aşan hasta mahpusun yaşam hakkını savunmaya devam ediyoruz” dedi. 2 Ocak 2022’de demans başlangıcı teşhis edilen ve cezaevinde hayatını tek başına idame ettirmede güçlük çeken Tuğluk için kampanyayı başlattıklarını dile getiren Türkali, o tarihten bugüne çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. Türkali, yürüttükleri çalışmaları şöyle anlattı:
“Kampanya kapsamında bir web sitesi kurduk, burada hem Aysel Tuğluk’a dair yazılara hem Tuğluk’un kendi yazılarına hem de farklı medya kuruluşlarında çıkan haber ve yazılara yer veriliyor. İmza kampanyası 8 dile çevrilerek sürdürüldü, 54 ülkeden destek gördü ve aralarında dünyaca tanınan Angela Davis ve Silvia Federici gibi feminist yazarların da bulunduğu binlerce kişi kampanyaya imza verdi. Pek çok kentte kadın platformları Aysel Tuğluk için kampanya çerçevesinde basın açıklamaları ve eylemler gerçekleştirdi, başta Aysel Tuğluk olmak üzere kadın tutsaklara dayanışma kartları gönderildi. Aysel Tuğluk’un İstanbul Barosu üyesi bir avukat olması nedeniyle İstanbul Barosu’nu da harekete geçmeye çağırdık.”

TUĞLUK'A ZULME DİKKAT ÇEKİLDİ

Bir siyasetçi ve hukukçu olan Aysel Tuğluk’un 6 yılı aşkın bir süredir cezaevinde tutulduğunu hatırlatan Türkali, cezaevinde tek başına hayatını idame ettirmesinin gün geçtikçe imkansızlaştığının görmezden gelindiğini vurguladı. Siyasi saiklerle devam eden yargı sürecinde ve günlerce süren duruşmalarda, Tuğluk’un SEGBİS salonlarında beklemek zorunda bırakıldığına dikkat çeken Türkali, “Bizimle beraber birçok platformda çağrılar, eylemler ve kampanyalar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Sağlıklı yaşam hakkına ve insanca yaşama saygılı Aysel’in dostları, yoldaşları ve binlerce kadınla beraber mücadele sürüyor. Bugünkü buluşma bu mücadelenin bir parçasıdır. Aysel Tuğluk’un yaşadığı ağır hastalığa ilişkin yetkili sağlık kurumlarının hazırladığı ‘cezaevinde kalamaz’ raporlarının dikkate alınmasını, hukuka, insan haklarına uygun bir karar verilmesini, Aysel Tuğluk’un derhal serbest bırakılarak tedavi olmasının sağlanmasını, bunun için derhal harekete geçilmesini talep ediyoruz” ifadelerini kullandı.
Türkali, Tuğluk’a karşı geliştirilen haksız tutumun aynı zamanda kadın mücadelesine yönelik tutumun da bir göstergesi olduğunu söyleyerek, kadın mücadelesinin ve barış mücadelesinin bir parçası olan Tuğluk’a yaşatılanların kadın hakları için sürdürülen mücadelenin gerekçelerinden biri olduğunun altını çizdi. Türkali, “Kadınların değiştirme gücü ve potansiyeli karşısında hafızalarımızı yok ederek kazanımlarımızı elimizden alacağını zanneden sistem uygulayıcıları yanılıyor. Aysel biz kadınların yoldaşı ve kız kardeşi. Aysel’in sağlığının geri dönülmez bir aşamaya doğru ilerlemesini izlememizi kimse bizden beklemesin. Onurlu ve insanca yaşama hakkına sahip çıkıyoruz. Aysel Tuğluk şahsında tüm hasta tutsaklarla dayanışma çağrımızı yinelerken, Aysel Tuğluk için insanca yaşam koşulları ve tedavi imkânı sağlanıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz” şeklinde konuştu.
Gazeteci Gülsen Yüksel, kuzeni Tuğluk'un annesini kaybetmesi ve sonrasında yaşatılanların hastalığını tetiklediğine vurgu yaptı. Salgın süreciyle birlikte Tuğluk’un hastalığının ilerlediğini aktaran Yüksel, “Pandemi onun hastalığını inanılmaz etkiledi. Pandemi süreci öncesi durumu daha iyiydi. Pandemi sürecinde telefonla konuşma imkanı vardı, fakat şu an artık cümle kuramıyor. Konuşurken sürekli birçok kelimeyi unuttuğu için ‘şey’ diye tarif ediyor. Adreslerden bahsederken, ev diye bahsediyor. Tam olarak cümle kuramıyor. Çok iyi bildiği kişilerin isimlerini artık hatırlamıyor. Sürekli şaşkın ve ürkek, onunla konuştuğumuzda artık iki eşit insan olmadığımızı fark ediyorum. Aysel artık o eski Aysel değil. Cezaevindeki izolasyon durumu da onun hastalığını tırmandırdı. Hastaneye git gel süreci, zaten bir eziyet. Biz bir an önce tahliye edilmesi ve sağlık haklarından yararlanmasını istiyoruz” diye belirtti.
Tuğluk’un hukuki sürecine ilişkin bilgilendirmelerde bulunan ÖHD üyesi Avukat Elif Taşdöğen, salgın sürecinin başlamasıyla birlikte Tuğluk'un sağlık durumunun kötüleştiğini, herkesin bunu yas sürecine bağladığına dikkat çekti. 2021 yılında Kocaeli Üniversitesi’nde Tuğluk’a demans teşhisi konulduğunu anımsatan Taşdöğen, şöyle devam etti: “

Teşhis konulduktan sonra 6 aylık bir tedavi süreci başladı ve 9 uzman doktor tarafında demans teşhisi konuldu. Raporda Tuğluk'un tek başına ihtiyaçlarını karşılamayacağı ve cezaevinde kalamayacağına dair bir rapor verildi. Bu teşhisten sonra rapor 1 Eylül’de İstanbul Adli Tıp Kurumu’na (ATK) gönderildi. 3 Eylül’de ATK hastane raporuna rağmen tek başına cezaevinde kalabilir raporu vererek, Tuğluk yeniden cezaevine gönderildi. ATK’nin kısa bir süre içinde bu raporu vermesi, çelişkili olduğu için bizim bir itiraz sürecimiz oldu. Şuan itiraz sürecimiz bir üst kurula gitti, beklemedeyiz. Reyhan Yalçındağ da bu kararda bir kurulun bile imzası bulunmadığını belirterek, itirazda bulundu. Bu itiraz da bekliyor şu anda, aynı gün içerisinde uzman nörologla beraber Tuğluk’un kısmi savunma yapabileceği noktasında karar veriliyor. Kısmi savunma denen bir tanım hukukta kesinlikle bulunmamakta hem hukukla hem de insanların aklıyla oynuyorlar, hukuk terimleri yaratmaya çalışıyorlar. Verilen kararların objektif olmadığını görebiliyoruz. TİHV’den de bir görüş yazısı alarak, savcılığa mütalaa sunuldu. Baş denetçiliğe de hukuksuzluk anlamında şikayette bulundu. Gözlemlerimizde, inanılmaz değişimleri çıplak gözle görebilmekteyiz.”

'DÜŞMAN HUKUKU'

Tuğluk'un artık cümle kuramadığına dikkat çeken Taşdöğen, kapalı görüşlerde telefon ahizelerini koyma konusunda sıkıntı yaşadığını söyledi. 2021’de bunun ortaya çıkmasını arkadaşları uzun yasa bağladığını anımsatan Taşdöğen, “İnfaz memurları çok rahat bir şekilde bunu söyleyebiliyor. Zorlandığını biz de çok rahat görebiliyorduk, yaşının genç olmasından dolayı bu tanıyı koymak zor oldu. Hastane sevklerinde bile kendisini güvende hissetmiyor, bir arkadaşıyla sevk edilmek istiyor. Arkadaşları sıraya girmiş onunla birlikte gitmeleri için. İçerideki mahpusların desteğiyle kendisini bir şekilde var etmeye çalışıyor. ATK’nin niye bu kararları verdiğini herkes merak ediyor, Tuğluk için düşman hukuku uygulanmakta” ifadelerini kullandı.

'YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜME BIRAKMAKTIR'

Nörolog Dr. Emel Gökmen de Mart 2001 yılındaki raporlara kadar baş ağrısı ve baş dönmesiyle ilgili bir kayıtlar olduğuna değindi. 2021’deki değerlendirmede hem MR incelemesi hem de demansla ilgili test uygulandığını belirten Gökmen, şunları söyledi: “Bu test sonucunda Alzheimer için var olan demans tedavisi başlanmış. Aynı ay içerisinde üniversite hastanesine sevki mevcut, aylar süren kayıtlarda nörolojik, psikolojik ve ATK olmak üzere ayrı ayrı değerlendirmeler mevcut. Bu gidiş gelişler de negatif etki yaratmış hastalığında. Belirli süreçlerde yıkım olduğu, cezaevi koşullarının uygun olmadığı, tetkiklerinin cezaevi dışında yapılması vurgulanmıştır. Hem üniversite hem de ATK aynı değerlendirmeleri yapıyor, ATK demans, üniversite de abartılı bir simülasyon olarak yorumluyor, yani yalancılık anlamına geliyor. Raporda dikkatimi çeken, tam tersi yapılan değerlendirmeye gerekçe sunulmasıydı, meslek etiğine sığmıyor. Böyle bir hastayı cezaevinde tutmak yavaş yavaş ölüme bırakmaktır."

'ÖTEKİLEŞTİRME VE IRKÇILIĞA YOL AÇIYOR'

Uzman Dr. Pınar Saip, cezaevlerinde tutsakların sağlıklı koşullarda tedavi olamamasının ciddi sorunlar yarattığını söyledi. Bu konuyla ilgili cezaevlerinden ciddi şikayetler geldiğini aktaran Saip, şunları ifade etti: “Bunu etik ve hukuk açısından değerlendirdiğimizde, hiçbir suç işlemeyen insanlar da cezaevine düşebilir. Buna göre hastalarımıza davranmak zorundayız. Hasta sevkleri yapılırken neden sevk edildiği ve hangi suçtan olduğu maalesef yazılıyor, bu da ötekileştirme ve ırkçılık gibi uygulamalara neden oluyor. Hekimlik etiği açısında hastanın işlediği suça göre değil içinde bulunduğu sağlık durumuna göre değerlendirmek gerekiyor. Zaman zaman baskıcı iktidarlar hekimlere yönelik ast üst ilişkileri üzerinden baskı kurabilir. Bu açıdan TTB olarak hekimlerin de özgürlükten yoksun bırakılmamasına yönelik bir hakkı olması gerektiğini düşünüyoruz. Eskiden cezaevlerinde sürekli bir hekim tarafından tutuklunun hastalık sürecine davranışlarını incelenebiliyordu. Şimdi sürekli değişen hekim uygulaması yüzünden tanı ve tedavide ciddi gecikmeler yaşanabilir. Bağımsız bir sağlık kuruluşunda ihtiyaç var. Tüm hasta tutukluların bu tür uygulamalara maruz kalmaması için bir an önce bağımsız sağlık kurulların oluşturulup tutuklulara tedavisinde yer alması gerekiyor” dedi.