Bir kadın, bir siyasetçi ve aktivist…

Hüda Kaya hayatının büyük çoğunluğunu hem bir kadın olarak ayakta kalmaya çalışarak hem de inanç, özgürlük ve insan hakları mücadeleleri vererek geçirmiş biri. O hala tüm baskılara rağmen HDP’de siyaset yapmaya deva ediyor.

HDP’nin üç dönemdir İstanbul milletvekilliğini yapan Hüda Kaya’yı kamuoyu 1998’de başlayan başörtüsü eylemleri ile tanıdı. “Ulusal Bir Heyecan Gecesi ve Başörtüsü” başlıklı yazısı sebebiyle Malatya’da gözaltına alınıp tutuklandı. İlkinde düşünce suçu olarak bilinen 312’nci madde ile ceza alan Kaya daha sonrasında kızlarıyla birlikte cezaevinde kaldı ama bu defa TCK 146’ncı Maddeden yargılandılar. Hüda Kaya’nın hayatı bu topraklarda ayakta kalmaya çalışan bir kadının hikayesi aynı zamanda. Beş çocuğu ile tek başına Ankara’nın ötesini dahi bilmeden Malatya’ya yerleşip orada hem hayatta kalmaya hem de inançları için mücadele etmeye başlamış bir kadın Hüda Kaya.

Kaya, 1960 İstanbul doğumlu. Onun hikayesini dinlemek için buluştuğumuzda ilk etapta Nişantaşı’nda büyüdüğünü anlatmakta zorlanıyor. Nişantaşı’nda doğup büyüdüğünü daha birkaç yıl önceye kadar anmadığını söyleyen Kaya “Nişantaşı ile daha yeni barıştım çünkü çocukluğum ile ilgili öyle büyük bir kırgınlık hissetmişim ki örtmek istemişim üstünü. Yeni yeni fark ettim ki aslında küsmüşüm Nişantaşı’na” diyor.

İLK OLARAK KÜÇÜK VE ŞEFFAF BİR FULARLA BAŞIMI ÖRTTÜM

Anne babası erken yaşta boşanan Hüda Kaya ve kız kardeşinin velayeti babaya veriliyor. “Babayla kaldığımız için haliyle üvey anne ile büyüdük” diyor. Üvey anne ile büyümenin zorlukları onu bugün doğduğu yere küsecek boyuta getiriyor. Okumaya ve araştırmaya kendimi bildim bileli düşkündüm diyen Hüda Kaya aile tarafından okutulmadıklarını da anlatıyor: “Hatta bazen eve getirdiğim kitapları bile yırtardı üvey annem. Ama ben okuma için mücadele ettim. Bu mücadele içerisinde din ve inanç ile tanıştım.”

Henüz 15-16 yaşlarında olan Hüda Kaya dini inanç ile tanıştıktan sonra başını kapatmaya karar veriyor fakat o dönem başörtüsünün yaygın olmamasından da kaynaklı nasıl yapacağını bilemiyor: “Geleneksel olarak örtülüler vardı ama ben dini inanç gereği başörtüsü takmak isteyen bir genç kız olarak, bunu nasıl yapacağımı bilmediğim gibi soracak da kimsem yoktu. Bunu sürekli okuyarak ve araştırarak kendim buldum. Hatta başörtüsü yoktu piyasada. Kumaşları kare olarak kestirip yapıyorduk. Daha sonra başörtüsü ve tesettür sektörleşmeye başladı.” Hüda Kaya kimseden öğrenemediği bu dönemde ilk olarak şeffaf, küçük bir fular ile başını kapattığını anlatıyor gülerek: “Başımda şeffaf bir fular, saçlarım da uzun belime kadar. Bir süre böyle dolaşmıştım.”

LEYLA HALİD DE EDİTH PİAF DA İDOLÜMDÜ

Ailesinin geleneksel ama dindar olmadığını söyleyen Hüda Kaya uzun zaman dine olan araştırmasına devam ediyor. Abdest ve namazı ise babasının çekmecesinden bulduğu kitaplarla öğreniyor. Kaya’nın kendi çabalarıyla öğrendiği dini ibadet onu “12 Eylül öncesi İstanbul’da atmosfer böyleydi, dini çizgideysen sağcı düşünceye yakın olurdun” dediği üzere ülkücü hareket ile tanıştırıyor: “O yaşlarda ülkücü hareketle yeni tanıştığım dönemdi ama Leyla Halid de benim için idoldü, Edith Piaf da çok sevdiğim bir kadın.” Hüda Kaya, ülkücü harekette olsa da çalıştığı yerde en yakın arkadaşı Melek’in Dev-Yolcu, Antepli bir Alevi olduğunu söylüyor. Birbirimizin siyasi görüşlerin bilirdik diyen Kaya, arkadaşından bahsederken öz annesiyle ilgili bir anısını da anlatıyor: “Biz yıllarca öz annemizle görüştürülmedik. Ama aslında annemizden uzak tutulduğumuzu çok sonra öğrendik. O yüzden anne tarafıyla hiç tanışıklığımız yoktu. Bir gün Melek’le Gültepe’deki DİSK lokaline gittik. Orada sohbet ettiğimiz insanlar oldu. Ertesi gün Melek gelip bana ‘dün sohbet ettiğimiz Mehmet ağabey senin öz dayınmış’ dedi. Çünkü sormuştu kimin kızısın vs. diye. Görüşmek istediğini de söyledi ama biz o yaşımıza kadar anne bilmedik. O yüzden kabul etmemiştim o zaman.”

KAVMİYETÇİLİĞİN DİNDE YERİ OLMADIĞINI ÖĞRENİNCE DEĞİŞTİM

Hüda Kaya dini okumalara devam ettiği süre içerisinde kavmiyetçiliğin Kur’an ve asli inanç referanslarıyla uyuşmadığını öğreniyor, kendi deyimiyle: “Bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu öğrendim. Kavmiyetçilik yapan bizden değildir gibi Peygamber’in de bu yönde sözlerini okudum.” Zira Kaya, Kur’an-ı Kerim’in Türkçesiyle de geç tanışıyor. O zamana kadar sadece din hakkında yazılanları kaynak yapıyor kendisine. Türkçe meal ile tanışması da ilginç oluyor Hüda Kaya’nın. Hayatının çok sıkıntılı bir döneminde rüyasında Furkan Suresi, 10. Ayetin okuduğunu görüyor. Daha sonra böyle bir ayetin olduğunu öğrendim diyor anlatırken. Anlattığı kişi kendisine Türkçe meal verince “Allah bizimle doğrudan konuşuyormuş zaten” diyerek kendisi doğrudan okuyarak öğrendiğini söylüyor.

Kavmiyetçilik hakkında da fikirleri değişen Hüda Kaya daha farklı bir düşünceye evrilmeye başladığını ifade ediyor. Kaya’nın inanca artık farklı bir bakış açısı getirmesi hayatını da ona göre şekillendiriyor. Kılık kıyafeti, arkadaş çevresi ve artık Ülkücü hareketten çıkıp dinin daha siyasal anlamdaki yapısıyla tanışmaya başlıyor. Daha önceleri ailesi örtünmesi, namaz kılmasını ‘heves’ olarak görürken bu değişim karşısında evde gerilimler de yaşanmaya başlıyor.

ÇOCUKLARIMI ALIP İZİMİ KAYBETTİRDİM

Evde gerilimin artmasıyla “katiyen evlenmeyeceğim” diye düşünmesine rağmen 19 yaşında mantık evliliği yaptığını söylüyor Hüda Kaya: “Arkadaşlarım bak evde çok büyük gerilim yaşıyorsun, seninle aynı düşünceden İslami perspektifi olan Iraklı, Saddam zulmünden kaçmış, Türkiye’de vatandaşlık almış diyerek beni ikna ettiler. Başta reddetsem de genç bir kızdım ve kabul ettim. 9 yıl evli kalabildik. Beş çocuğum oldu bu evlilikten üç kızım, iki oğlum.”

9 yılın sonunda, Hüda Kaya ayrılmak istediğine kesin olarak karar veriyor hatta bazı girişimlerde bulunuyor ama eski eşi ise bunu durdurmak için elinden geleni yapıyor. Hüda Kaya’nın buradan itibaren hayatı Türkiye’de tek başına ayakta kalmak isteyen, bir kadını hikayesine dönüşüyor. Eski eşi tarafından kimlikleri ve pasaportları saklanıyor ve daha birçok şey yaşanıyor. Fakat Kaya vazgeçmiyor ama öte yandan zor bir durum olduğunu da anlatıyor. En küçük oğlu henüz bebek ve beş çocukla boşanmaya kalkmak, dahası boşanmak istemeyen bir eşten kaçmaya çalışmak kolay değil. Kendisi de parçalanmış bir ailenin çocuğu olduğu için “Çocuklarımı kesinlikle bırakmak istemiyordum” diye anlatıyor. 88 yılının Eylül ayında tüm çocuklarını alıp dava açmak üzere fırsat bulup evden çıkan Hüda Kaya “Değil babamın evine gitmek, tanıdıklarımın tanıdıklarına bile gidip ev baskınları ile çocuklarımı kaçırdı diye bir sürü sorun çıkarmıştı eski eş. Hal böyle olunca izimi kaybettirip avukata gidip dava açtım ama dava gününe kadar da saklanmam gerekti. İki ay boyunca tebdili kıyafetle farklı adreslerde kaldık. Çünkü ayrılmayı hiç kabul etmiyordu. Hatta çocukları bırakıp gitmeyeceğimi bildiği için çocukları kaçırmakla tehdit ediyordu ama ben ondan önce yaptım. Birkaç arkadaşım dışında aile dahi nerede olduğumuzu olduğumu bilmiyordu. Dava günü belli olunca İstanbul dışına çıkmamız lazımdı” diyor.

ANKARA’NIN ÖTESİ KARANLIKTI BİZİM İÇİN

Dava gününe kadar çocuklarıyla birlikte İstanbul dışına çıkması gereken Hüda Kaya en güvendiği arkadaşlarıyla nereye gidecekleri hakkında uzun uzun düşünüyor. Malatya seçeneği kendisine sunulduğunda “Korktum çünkü Ankara’dan ötesi bizim için karanlık. Medyanın o kadar gelişmiş olmadığı bir dönem, oraları bilmiyoruz. Ege’ye ya da Akdeniz’e daha önce tatil için gittiysem de o zamana kadar Ankara’dan ötesini bilmeden büyümüştüm. Her şeyden öte bir değil, iki değil tam beş çocuk var yanımda. Bunun da tedirginliği var elbette”. Malatyalı olan bir arkadaşının tanıdığının evinde karar kılınsa da alternatifler bulmaya çalıştığını söylüyor Kaya: “Biletler alınsa bile ben hala başka yerler bulmaya çalıştım. Dağlarda, mağaralarda bu insanlarla nasıl yaşayacağım diye diye yola çıktım. Malatya’ya vardığımızda gayet güzel, kurulu bir şehirle karşılaştık. Evine gittiğimiz kadının kayınvalidesi yerel şivesiyle ki Türkçe bilmiyordu ‘hoş gelmişsiniz kurban’ demesiyle tüm endişemiz silindi.”

MALATYA’DA KALMAYA KARAR VERDİM

Malatya’daki bir aylık misafirlikten sonra başta İstanbul’a dönmeyi tasarladığını ifade ediyor Hüda Kaya. Orada yine çocukların, babaları tarafında kaçırılma riskine karşı ve de mahkemenin ne olacağını bilmediği için Malatya’daki 20’inci gününde orada kalmaya karar veriyor. Oradaki riskli hayata nazaran kimselerin onları tanımadığı Malatya’daki yaşamı başlıyor Hüda Kaya ve çocuklarının. Davanın temyize de gitmesiyle birlikte 2,5 yıl boyunca. Orada küçük bir dükkân açıp ticarete atılan Hüda Kaya aynı zamanda ilmi anlamda da din çalışmaları yapan çevrelerle bağlantılar kurmaya başlıyor. Kaya’nın kızları orada başlıyor okula. Hüda Kaya “Bu ailevi meseleler yüzünden üç kızım da aynı sınıfta başladı, hatta babaları kimliklerini sakladığı için kimliksiz başladılar okula. O dönem rica minnet yaptık. Aslında ben zaten hem kadın hem çocuk çalışmalarının yapıldığı çevrelerde aktiftim hem de çocuklarıma okuma yazma öğretiyordum. Hatta Nurulhak ve İntisar’a öğretirken diğer kızım Nurcihan da 4 yaşındaydı, baktım o da öğrenmiş. Üç kızımın evde kitaplığı vardı. Ben onları okula başlattığımda okuma yazma biliyorlar diye ikinci sınıftan başlattılar.”

BU DEFA GÖNÜLLÜ GİTTİM

Daha sonra çocuklarının babasından kendi deyimiyle ‘ses soluk kesilince’ İstanbul’a dönüyor Hüda Kaya. Kızları Erenköy’de ilkokulu bitirdikten sonra Kadıköy İmam Hatip Lisesi’ne devam ediyor. Kaya’nın belirtiğine göre aynı dönem Recep Tayyip Erdoğan’ın kızları da orada okuyor. O dönem Sena Dergisi’nde de çalışmaya başlayan Hüda Kaya Malatya’daki işleri uzaktan yapmaya çalışıyor ve işin içine dergicilik de girince zorlanmaya başladığını ifade ediyor. Malatya’daki dükkânın da kendisini çevirmeye ve İstanbul’daki hayatı idame ettirmeye gücü yetmeyince çocuklarıyla ortak bir karar alıp yeniden dönüyor: “Çocuklar büyüme çağındaydı benimse günlerim Fatih’e gidip gelirken yollarda geçiyordu. Bir süre sonra çocuklarımla Malatya’daki yakınlığı yitirecektim, sadece maddi imkanlarını sağlamak değil, o aramızdaki sıcak ilişkinin kopmaması ve de onları iyi birer insan olarak yetiştirmek için döndüm. Bu defa korkmadan kendi irademizle oraya dönme kararı aldık. Hem de orada ilmi anlamda iyi bir çevre vardı. Zaten dükkân da batmıştı, yeniden toparlayabilmek adına da gittik. Çocuklarım orada izcilikten tekvandoya, radyo programcılığına benden daha yoğun bir yaşama geçtiler diyebilirim. Oraya döndük dükkânı yeniden büyüttük. Ben de radyo programları yapıyordum.”

NAMAZDAN ÇIKARKEN GÖZALTINA ALINDIM

Daha sonra 28 Şubat süreci başladı diye devam ediyor Hüda Kaya. O dönem Mazlum-Der’in Malatya’da şubesi olmasa da kendisi de başörtü yasaklarına karşı Malatya tarihinde de bir ilk olan ve sadece kadınların öncülük ettiği ülke çapında ses getiren eylemlere de imza atıyor. 1997’de Mazlum-Der’in başlattığı imza kampanyasını Malatya’ya da taşıyan Hüda Kaya ve arkadaşları git gide devletin de hedefine girmeye başlıyor artık. Devletin camilerine muhalif oldukları için daha sivil imamalar sayesinde birçok kadınla kendilerine ayrılan bir bölümde Cuma namazları kıldıklarını da anlatan Kaya: “Biz orada hem Kur’an çalışmaları hem de kadının sosyal hayatın her alanında olması minvaldeki bakış açımızla diğer muhafazakâr çevreden otomatikman ayrılıyorduk. Hatta bir kadın programımız vardı Radyo Nida’da kadınlardan kadınlara diye” ifade ediyor.

28 Şubat sürecinde “Ele ele zinciri” adı altında bir eyleme hazırlanırken Hüda Kaya eylem henüz olmadan iki gün önce cuma günü eve giderken yolda gözaltına alınıyor. Oysaki eylemde değil namazdan evine giderken gözaltına alındığını özellikle vurguluyor ve bunu komik bir benzetmeyle gülerek anlatıyor: “O zamanlar tabii cezaevi jargonunu bilmiyorum ama meğer mahkumlar birbirlerine nerede alındın diye sorunca ‘namazdan geliyordum’ dermiş, benimkisi ise gerçekten öyleydi.”

ERKEKLERE YAPTIĞIM SİTEMİ DEVLET KENDİ ÜSTÜNE ALINDI

Kaya ilk kez böyle gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak Malatya E Tipi Cezaevine gönderiliyor. Medyada eylemden kaynaklı gözaltına alındığı çıksa da ona dava 312’inci maddeden, yazdığı bir yazı dolayısıyla halkı kin ve nefrete sevk etmekten açılıyor. “O yazım da ilginçti ama şunu gördüm ister seküler ister İslamcı olsun yargı eril. O dönem şundan dolayı yazmıştım. Yakın bir arkadaşımızın ilahiyatçı ve öğretmen olan eşi, arkadaşımıza ve kızımıza ‘sakın sizi o eylemlerde görmeyeyim’ demişti. Bakın bugün biz başörtüsü mücadelesi verdik deyip mağduriyet oynayanlar o zaman bizim yolumuza taş koyanlardı. Biz onları yanımızda hiç görmedik. Ben o günkü bu psikoloji ve bizim çevremizdeki Müslüman erkeklere sitem olsun diye yazdım. Ama devlet kendi üstüne alındı. Çünkü dediğim gibi eril bir bakış açısı var. 20 ay ceza verdiler. 99’un ocak ayında Yargıtay’da onanırsa tekrar girecektim ama öncesinde tahliye oldum. O dönem Mart ve Nisan ayında da eylemler artarak devam ediyordu.”

İDAMDAN YARGILANDIK

1999 Mayıs ayında tıpkı 28 Şubat sürecindeki gibi büyük müdahaleler oldu eylemlerde. Kaya ve kızları da bu dönem devletin hedefindeydi: “O eylemlerden birinde İmam Hatip Lisesi’ne giden kızım İntisar ‘Özgürlük Türküsü’nün sözlerini kitleye okuttu. Diğer kızım Nurcihan da Özgürlük duası ettirdi. Rahmetli kızım Nurulhak da bir dergi için izliyordu eylemi. Bunlar benim bilgimin dışında tamamen spontane yaşandı. Bu eylemden sonra Malatya’da o gece bir sürü insan, kitlesel gözaltılarla alındı. Avukatlar da bizi uyardı biz de evde kalmadık. Ben iki oğlumla ayrı bir adreste, kızlarım ayrı. Birkaç hafta okula gitmedi kızlarım. O sırada lise son sınıftaydılar, sınava hazırlık için raporları vardı. Ama hem rapor bitti hem de olaylar üzerinden 10 gün kadar geçince kızlar okula gitti. Kızlar okula gidince TEM’den gelerek kızların üçünü de gözaltın aldılar. Hatta öğrenciler tepki koyuyor. Arkadaşlarıma dedim, ben teslim olmadan bırakmayacaklar; ama arkadaşlarım ertesi gün gideriz demişlerdi tabii o gece polis beni de buldu. Kızlarımın işkenceye uğradıklarını görünce orada gerginlik çıktı. Yine tutuklandık bu defa Malatya E Tipi’ne birlikte girdik. Bizden önce yoldan geçenler de olmak üzere 40-50 kadın almışlardı. 25 kişilik koğuşta tüm ranzaları birleştirerek 50 kadın kalmıştık. O grubun davası Asliye Hukuk’ta açıldı. Ama biz gitmedik sadece ben ve kızlarım. Onlar ilk mahkemede tahliye edildi. Cezaevinde gazeteleri takip ediyordum gazetelerden birinde ‘Başörtüsüne İdam’ manşeti vardı. Ben ve kızlarımın da olduğu 75 kişiye 146’dan dava açıldı DGM’de. Bizim de içinde olduğumuz yaklaşık 25 kişi idam istemiyle yargılandık. 7 ay sonra ise tahliye olduk.”

“ZALİMLER ÇOK YAKINDA NASIL BİR DEVRİMLE YIKILACAKLARINI BİLECEKLER”

Daha sonra da gözaltı, cezaların sürdüğünü anlatıyor Hüda Kaya: “Bundan sonra kızım İntisar radyoda canlı yayında bir ayet okuyor, bu başörtüsü yasakları için konuşulurken. Şuara Suresi 227’nci ayeti okuyor. Laik devlete söyleniyor diye 20 ay ceza aldı. Ayet de şu: Zalimler çok yakında nasıl bir devrimle yıkılacaklarını bilecekler. Benim de çok sevdiğim bir ayettir. Sonrasında buna benzer süreçler devam edip gitti. Ben toplam 4 defa içeri alındım 3 yıl kadar da hapis yattım. Cezaevleri süreci derken dükkân iflas etti orada huzur kalmayınca ben hapisteyken çocuklara siz gidin dedim. Malatya defterini de böylece kapattık.”

KENDİM KANDİL’E GİTTİM

Sonrasında İstanbul’da da insan hakları çalışmalarına devam ediyor Hüda Kaya ve 28 Şubat’a dair yazdığı kitapla turneye çıktığında Roboski katliamı üzerine oraya gidiyor. Müslüman kadınlar olarak ‘Buluşan kadınlar’ ekibi ile gidiyor Hüda Kaya. Anlatırken Roboski benim için bir kırılma oldu diye vurguluyor ama geçmiş hapishane deneyiminin de kendisinde bıraktığı izleri anıyor: “Hapishanede dağlardan gelen kızlarla da tanıştık. Kürt sorunun öğrendiklerim karşından ben de olsam dağa çıkardım dedim hatta bunu yazdım da. Bunlar bizim için farklı deneyimler oldu. Ben yıllarca Filistin kamplarına, Keşmir’e, Pakistan’a Suriye’ye gittim geldim. Halkların mücadelesine hep destek verdim. Hatta Filistin bizim için en önemlisiydi fakat Kürtlerle ilgili cezaevlerinden başlayarak dinlediğimiz şeyler, bizim dünyanın en büyük terörist devleti dediğimiz İsrail’den bile beterdi. Bunları fark etmemize sebep oldu. Bu süreç geliştikçe sorgulamalar arttı. Aile içinde konuşuyorduk, neden İslami çevreden önemli biri gidip orada onlarla temas kurmuyor diyordum. Evet, biz devleti tanıyoruz eylemlerimizde bize nasıl yaklaştığını da biliyoruz ama Kürt sorunu yine de sistemin bize anlattığı şekilde var aklımızda. Buna yakınırken oğlum Cihat dedi ki ‘o zaman kendin git madem bu kadar öğrenmek istiyorsun.’ O zamana kadar hiç düşünmedim, biri gitsin Kandil’e gerçekleri öğrensin gelsin anlatsın diye bekliyorum. Sonra borç harç para bulduk Cihat’la Kandil’e gittik oradaki deneyimler 7 tane olmak üzere yazı dizisi halinde yayınladım. Sonrasında Özgür Gündem’de yazmaya başladım. Henüz parti yoktu ama Sebahat Tuncel tarafından görüşme talep edilmişti. Başta ben burada mücadele veriyorum siz de orada demiştim ve düşünmek istemiştim. Çünkü daha önce hiçbir siyasi parti ile ilişkili olmamıştım ve özgünlüğüm özgürlüğümdü. Başta çekincelerim vardı ama sonrasında kabul ettim. İlk HDP kongresinde partiye katıldığım basına, düşünce çevremde bir kıyamet kopmuştu. Ama şu da vardı ben Kandil’e gidince İslami çevreden biz de gelseydik diyenler de var. Ama şu da vardı ki AKP ile birlikte yıllarca yanımızda olanlar ‘siz devletin politikasına karşı mı geliyorsunuz’ fikrine geldi. Zaten o kesimle Suriye ve Roboski’de ayrıştık. O zamanlar Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Ayhan Bilgen’in de dahil olduğu 33 kişi üçüncü bir yol mümkün diye açıklama yapmıştık. Bizi Esedçilike, Kürtçülükle suçladılar. Bizler Mazlum-Der’in insan haklarına kattığı değerden geldik fakat bugün derneğin geldiği nokta içler acısı. Çünkü Mazlum-Der’e içeriden bir kayyum atandı. Bu kesimlerle ayrıştık sonuç olarak iki dönem HDP MYK’da bulundum şimdi de hala vekil olarak çalışmalarımıza devam ediyorum, gerisini herkes biliyor zaten…”