'Birbirimize güvenelim, mücadeleyi birlikte yükseltelim'

Erzincan: Çocuk kaçırmalarına, vahşice öldürmelere karşı çok daha ciddi bir toplumsal refleks gelişmelidir. Bunlar tesadüfi olaylar değildir, devlet organizelidir.

Merkezi dünya sistemi hızla yeniden dizayn edilirken giderek sağ eğilim güçleniyor. Bu sağ eğilim halkların, kadınların, gençlerin kısacası toplumsal kesimlerin bir tercihi olmaktan ziyade, bir iktidarın başka bir iktidar odağını desteklemesi sonucunda oluşuyor.

Bu konuları KJK koordinasyon üyesi Besê Erzincan ile konuştuk. ANF’ni sorularını yanıtlayan Erzincan merkezi dünya sisteminin Türkiye seçimlerinin sonuçları da benzer bir yöntemle Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidar yaptığını ifade etti. Demokratik çevrelere ise “Birlikte yeni bir dünyayı nasıl yaratacağız sorusunun cevapları bence çok daha önemlidir. Yeni bir dünya yaratma hayali, özlemi ve bunun inşa çalışmalarında ortaklaşmalıyız” diyerek RTE iktidarını kadınların halkların büyük direnişi ile tarihin çöp sepetine atılacağını ifade etti.

Merkezi dünya sisteminde önemli değişiklikler oluyor. Sıkça dünya siyaset sahnesinde sağ eğilimin hakim olduğu ifade ediliyor. Ortaya çıkan kapitalist modernitenin bir dizaynı mı? Kadınlar oluşan merkezi dünya sistemini tam olarak nasıl tanımlıyorlar?

Merkezi dünya siteminin günümüzdeki hali kadınlar için tam bir kötülük kaynağıdır. Ataerkil sistemin çok ince, çeşitli yöntemlerle kendini kurumlaştırmak istediği bir dönemi yaşıyoruz. Bu sistem içinde kadınlar hem de özgürlük adına bedensel, mutlak bir nesneye dönüştürmek isteniyor. Aşırı bireyci, bencil, tatminsiz, toplumcu anlayışı gerilik gören buna saldıran bir yaşam anlayışı var. Bencillik, salt kendini düşünme diyemeyeceğimiz, sistem için yaşayan, sürekli erkek egemenliğini ve kadın köleliğini üreten bir gündelik yaşam tarzı oluşturuluyor. Günümüzde küreselleşen ulus-devlet ve iktidarlarının en açık, zalim, yalancı, zorba yüzü ile karşı karşıyayız.

Çokça dillendirilen dünya siyasetinde sağ eğilimin hakim olduğu söylemlerini çok daha derin analiz etmek zorundayız. Gerçekten dünyada sağ eğilim mi hakim yoksa çeşitli zor ve baskı aygıtlarını, medya, basın, yayın organlarını, ekonomiyi ellerinde tutan bir avuç egemen erkek tekelin dünyayı yönetmek istemesiyle mi karşı karşıyız? Gerçekten dünya toplumlarında sağcı eğilim mi hakim? Ben bunun kesinlikle doğruyu yansıtmadığı kanısındayım. Bunu hangi doğru üzerinden ifade ediyorlar, daha çok oluşan parlamentolar ve hükümetlerden dolayı ifade ediyorlar. Bence parlamenter sistemleri de sorgulamalıyız.

Çünkü o parlamentolar sokağı yansıtmıyor. Dolayısıyla dünyada sokağın sesini güçlü yansıtabilecek demokratik bir sisteme ihtiyaç var. Ki biz buna demokratik konfederalizim dedik. Mevcut parlamento sistemlerinin sahte demokrasi oyunları, soğuk savaş sonrası oluşturulan Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Parlamentosu (AP) gibi kurumların giderek etkisizleşmesi, işlevsizleşmesinin anlamı da aslında budur. Artık süper güçler bu tür kurumlara, uluslararası anlaşmalara pek de gerek duymuyorlar. Çünkü bu kurumlar gerçekten söylediklerinin %5’ini bile hayata geçirme konusunda hiçbir işlev ve rol oynamadılar. Toplumu devlet ve iktidar sistemine bağlamanın maskesi halindeydiler. Artık bu tür maskelere de gerek kalmadan en acımasız ve vahşi bir şekilde hegemonyalarını kurmak istiyorlar. Sahte ve maskeli de olsa hiçbir denetim, kontrol, tartışma yürütmeden direk kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa bunu yapmak istiyorlar. Savaş ise savaş, kar için sömürme ise sömürme vb. Günümüz dünyasında hiç kimseyi hesaba katmadan, direk hayata geçirmek istiyorlar. Çünkü kar her şeyin üstündedir.

İşte tam da burada durmak gerekiyor. Mevcut devlet ve iktidarların sağcı eğilimi temsil ettiği doğrudur. Ama o iktidara nasıl geliyor. Tüm devlet imkanları elinde olunca seçim öncesi ayarlama, organizasyonlarla gerçekleşiyor. Küreselleşen devletçi ve iktidarcı güçler, bütün ülkelerdeki seçimlere, parlamentolara bir biçimde el atıyor ve yönlendiriyor. Her ülkenin milliyetçi, cinsiyetçi, dinci siyasal gücü diğer ülkelerin benzer anlayıştaki temsilcileri ile buluşuyor ve birlikte çalışıyorlar. Örneğin ABD seçimlerinde Tramp’ın kazanması için Putin’inin yaptığı atakları herkes biliyor.

Türkiye’deki seçimlerde Erdoğan’ın iktidarda kalması için dünyadaki süper güçlerin ortaklaşması da buna benzerdir. Ortadoğu’daki seçimlere özelde de Kürtlerin yaşadığı coğrafyalara bakalım İran, Irak seçimleri nasıl gerçekleşti. Hangi seçimin ve hangi parlamenter sistemin hakikatten toplumun istemlerine göre biçimlendiğinden bahsedebilir?

Peki bunları bu ulus devletler tek başlarına mı yapıyor? Yoksa ortakçıları var mı?

Dünya tarihinde çokça görülmüştür, faşist diktatörlükler kendi etkinlik alanlarını sağlama almak ve yaygınlaştırmak için çevre ülkelerde de aynı anlayışa sahip iktidarları desteklemişlerdir. Örneğin İspanya’daki faşist diktatörlüğün en büyük destekçisi ırkçı Alman Nazi iktidarı Hitler idi. 20. yüzyılda münferit gibi görünen bu durum, 21. yüzyılda ulus-devlet sistemlerinin kendilerini ulus üstü sistemlere dönüştürmesi ile birlikte küreselleştirdi. Faşizm artık tüm dünyada giderek devlet ve iktidarlar bazında ortaklaşıyor.

Devletçi ve iktidarcı güçler ellerine geçirdikleri ekonomik, askeri ve bilim teknik gücünü son derece acımasız bir şekilde toplumsal güçlere karşı kullanıyorlar. Türkiye parlamentosunun, Ortadoğu’da Afrika’da ve dünyanın birçok yerinde parlamentoların toplumun eğilimlerini temsil ettiğini söylemek hakikatin ters yüz edilmesi anlamına gelir.

Örneğin bugün Türkiye toplumunda sol-demokrat eğilim %50’lerin üstündedir. Toplumun bu denli ağır, faşizan bir ortamla tehdit edip, tutuklama, infaz ve işkence içinde tutulmasını değerlendiriyoruz. Sonra da sanki hiç böyle bir gerçek yokmuş gibi Erdoğan %52 oya sahip deyip bunun üzerinden siyasi güncel durum değerlendirmeleri yapıyoruz. Bu egemenlerin tuzağına düşmekle eş anlamlıdır.

Türkiye’de ve dünyada şunu çok iyi bilmek gerekir ki sol, sosyalist, demokratik eğilim hiçbir zaman olmadığı kadar ilerleyiştedir. Toplum sanıldığından çok daha fazla özgürlük, demokrasi ihtiyacı içindedir. Ve buna susamıştır.

Özgürlük ve demokrasi güçleri açısından temel sorun bu denli geniş bir cephenin, niceliğin örgütlenme ve birlikte mücadele sorunudur.

Kapitalist, modernist sistem nicelik olarak az ancak çok güçlü bir örgütlenme ve organizasyona sahiptir. Devlet ve iktidar araçları ile güçlü örgütlenmiştir. Ve örgütlü olduğu için hakimiyetini her geçen gün arttırmaktadır.

Demokrasi, özgürlük, barış, eşitlik güçleri ise toplumsal kesimin %80’lik kesimini oluşturmalarına rağmen örgütsüz oldukları için etkili olamamaktadırlar. Bu anlamı ile dünyada toplumun sağcı eğilimleri büyük oran da desteklediği tezlerine katılmıyoruz.

Bizler özgürlükçü ve demokratik güçler olarak bu yalana ve hilelere asla aldanmamalı ve çalışmalarımıza hız vermeli ve güçlü, ortak, bütünlüklü bir mücadele ile çalışmalarımızı, eylemlerimiz, eğitimlerimizi ve yaşam düzeneklerimizi geliştirmeliyiz. Direnmek, ortak örgütlü mücadele yürütmektir. Kadınlar, gençler bu direnişin öncü örgütleyici ve sürükleyici, dinamik gücüdür.

Kapitalist modernist güçlerin bir ittifakı sonucu bu durumlar yaşanıyor. Tabii ki demokratik güçlerin de ittifakları var. Kürt kadın hareketi etrafında gelişen ittifaklar da oldukça önemli. Almanya, İtalya örnekleri var. Bu ilişkinin evrileceği bir rotaya ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Demokratik, özgürlükçü güçlerin daha güçlü bir ittifak, birlikte mücadele, örgütlenme içinde olması önemlidir. Demokratik, özgürlükçü güçler birbirlerinin eksik, yetmez yanları üzerinde yoğunlaşacaklarına, birbirleri ile ortak mücadele yürütecekleri konusunda yoğunlaşmalıdır. Böyle bir yaklaşımın geliştirilmesini öneriyoruz. Yine devletçi ve iktidarcı yapılanmalar, cinsiyetçiliğe, dinciliğe, milliyetçiliğe, mezhepçiliğe karşı olan tüm güçler birbirine daha fazla yakınlaşabilmeli. Ortak mücadele stratejileri oluşturarak, birlikte direnişi ve yeniden yaşamın inşasını gerçekleştirmelidir. Elbette bu açıdan ortak zihniyeti oluşturmak gereklidir.

Birlikte ideolojik tartışmalara, yeniden yapılanmaya açık olmak gerekiyor. Ortak mücadele eden güçlerin birbirleri ile ortak bir ruh yakalaması sadece devletin ve iktidarın kötülüklerine maruz kalmaktan kaynaklı olmamalıdır. Birlikte yeni bir dünyayı nasıl yaratacağız sorusunun cevapları bence çok daha önemlidir. Yeni bir dünya yaratma hayali, özlemi ve bunun inşa çalışmalarında ortaklaşmalıyız. Demokratik, özgürlükçü güçlerin birbirlerine eleştirisi de yapıcı, perspektif içerikli olmalıdır. Pozitivist, parçalayan, kestirmeci, suçlayıcı, küçümseyen üsluplar ortak mücadeleyi geliştirmiyor. Örnek şimdi feminizmi, anarşizmi, komünizmi, ekolojiyi savunan milyonlarca insan var. Ancak bir araya gelme de aynı düzeyi yakalayamıyoruz.

Neden?

Çünkü bizler de hegemonik sistemin düşünce, yaşam anlayışını, duruşunu aşamamışız. Kapitalizmi sürekli eleştirip sonra kapitalizmi yaşamak ve onun anlayışı ile mücadele etmeye çalışmak kaybedişlerimizin temelini oluşturuyor. Yeni alternatif bir yaşam anlayışını, duruşunu geliştirmeliyiz. Kapitalist yaşamdan ruhsal, fiziki bir kopuşu gerçekleştirmek gerekiyor. Öncelikle kapitalist sistem karşıtı bir kişilik ve yaşam tarzı oluşturulmalıyız. Yeni yaşamı demokratik ulus, kadın özgürlüğü, özgür eş yaşam, demokratik özerklik perspektifleri ile bütünlüklü ele alarak yeniden yaratmak gerektiğine inanmaktayız.

Kürt Kadın Hareketi olarak demokratik- özgürlükçü güçlerin daha fazla düşünsel, ideolojik tartışma yapma gelişen küresel emperyalist sisteme karşı kendini yeniden yapılandırma, birlikte ittifak geliştirmelerini önemsiyoruz.

Aslında gerçekten faşizmin dünyada kendini örgütleme düzeyine, içeriğine baktığımızda artık ittifak kavramı da bizim mücadelemizi karşılamadığı düşüncesindeyim. Yani bir olmalıyız. Birlikte mücadele etmeliyiz. Bütün özgürlük güçleri birbirlerinin olumlu yanlarını görmeli ve bu temel de ortak mücadele geliştirmelidir.

Dünyada şimdi özellikle de kadın özgürlük cephesinden çok daha ileri bir düzey de bir kadın muhalefeti oluşmuştur. Kadınlar, gençler anti kapitalist sistemin karşısında en fazla duran kesimlerdir. Ve bu durum giderek gelişmektedir. Kadınlar insanlığın kurtuluşunda strateji tarihsel rollerini giderek daha fazla oynayacaklardır. Bu tarihsel rol hem sömürgeciliğe, egemenliklere, devlete karşı direniş hem de yaşamın yeniden inşasındaki aktif, etkin öncülük roldür.

Güney Amerika’dan Avrupa’ya Ortadoğu’dan Amerika’ya Sayın Öcalan’ın düşüncelerini kadınlarla tartışıp, paylaşıyorsunuz. Sayın Öcalan’ın kadın özgürlüğü, toplum yaşama ilişkin görüşleri nasıl bir yaklaşımla ele alınıyor?

Dünyada Önderliğimizin düşünceleri hiçbir dönem bu denli kabul görüp kabul edilmemişti. Şimdi sol-sosyalist-demokratik akademi dünyasında Önderliğimizin düşünceleri son derece yoğun bir şekilde kabul görüyor. Tartışılıyor. Önderliğimizin toplumsal sorunlar için getirdiği düşünsel ve sistemsel önerileri büyük oranda mücadele güçleri tarafından kabul görmektedir.

Kürt Kadın Hareketi olarak en önemli avantajımız Önderimiz Abdullah Öcalan’ın düşünce ve ideolojisi ile hareket etmemizdir. Kürt Kadın Hareketi’nin mayası Önderliğimizin özgürlük ideolojisi ile atılmıştır. Ve bunun üzerinden şekillenmiş ve gelişmiştir. Dünya Kürt kadınlarına başta YPJ olmak üzere övgüler yağdırırken çok bilinçli bir şekilde bunu Önderlikten bağımsız yapılmış çalışmalar gibi yansıtmak ve göstermek istiyor. Ya da Kürt kadınlarının yakaladığı özgürleşme ve pratikleşme düzeyini değerlendirirken derinliğe inmiyor. Yüzeyde, şekilsel yanlarına ağırlık veriyor. Bu son derece bilinçli geliştirilen bir politikadır, bu biliniyor.

Şimdi dünya kadınları giderek bu durumu fark ediyorlar. Önderliğimizi dünya kadınlarının anlamlandırmasında çok önemli bir düzey yakalandığını belirtebiliriz. Özgürlük güçleri giderek Önderliği evrensel bir özgürlük önderi olarak ciddi anlamda kabul ediyor.

Örneğin şimdi 15 Şubat geldiğinde dünyanın birçok yerinde kadınlar “Biz bugün ne yapabiliriz” diyorlar. Önderliğimizin kadını ele alış tarzı çok büyük bir sempati ile karşılanmakta ve kabul edilmektedir. Kadının kendine ait olması, bir mülk olmaktan çıkması, kendi bedenine, yaşamına sahip olması son derece büyük bir kabullenişle karşılanıyor. Kadının öz savunma, siyasette eş başkanlık, eşit temsiliyet anlayışı, jineoloji, yaşama estetik-sanatsal yaklaşımı değerlendiriliyor. Önderliğimizin kadın özgürleşme eksenli yeni yaşam felsefesi yoğunca tartışılıp kabul görüyor.

Önderliğimizin belki de en fazla dikkat çeken görüşleri ve pratikleşmesi kadın özgürlük çizgisinin gelişimindeki önderliği de giderek daha fazla anlaşılıyor. “Erkeği öldürmek” kavramı üzerinde duruluyor. Yeni bir kişilik, özgür erkek, özgür kadınlar kavramı üzerinde duruluyor. Önderliğimizin en çok ilgi çeken yanı özgür yaşam anlayışıdır.

Türkiye’de de yakın zamanda bir seçim yaşandı. Faşist bir ittifak sonucunda bir yönetim oluştu. Tabi bu yönetim rejimde de değişiklikler yaptı. Kadınlar cephesinde ortaya çıkan sonuçları nasıl ele aldınız?

Türkiye’de yaşanan rejim değişikliğinin en büyük faturası kadınlara kesildi. Kadınlar ne kadar ötelenirse, ezilirse sistem kendini o kadar var edilebilir diye düşünüldü sanırım. Kadınlar büyük bir yoksulluk, işsizlik, kölelik durumu ile karşı karşıyalar. Tamamen erkeğe endeksli, erkeğin hizmetinde bir kadın gerçeği yaratılmak isteniyor. Erkeği her koşulda onaylayan, köleliği içselleştirmiş kadın yaratılmak isteniyor. Eğitim, iş, sağlık, ekonomi, kültür politikaları buna göre biçimlendirilecek ve kurumsallaştırılmaya çalışılacak. Zaten siyasette hiç yer vermek istemiyorlar. Kamuoyu baskısı, oy endişesi nedeni ile son derece sınırlı bir kadın katılımını siyasete gerçekleştiriyorlar. Erkek egemen düşüncelerle asimile edilmiş bir kadın hakikati geliştirilmeye çalışılıyor. Özünde AKP rejiminin işbaşına yeniden gelişinin, getirilişinin temel hedeflerinden biri de kadın özgürlük mücadelesini bastırmak, geriletmek istenmesidir. Faşist AKP-MHP iktidarının bir görevi de kadın özgürlük mücadelelerini sindirme, geriletme, bastırmadır.

Bakurê Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşayan kadınların özgürlük mücadelesi geriletilerek Ortadoğu kadınlarının özgürlük arayışı geriletilmek, durdurulmak isteniyor. Alternatif yaşamın öncü gücü potansiyeli eritilmeye çalışılıyor.

Örneğin biz Kürt kadın hareketi olarak birçok kez Kemalist rejimin kadın politikalarını; kadının irade olmasında, kendi rengi ile yaşama katılması bu temel de kadın özgün kurumlarının oluşturulması ve mücadelesi vb. çeşitli konularda eleştirmekteydik. Ancak bugün gelinen aşamada Mustafa Kemal’in kadın politikaları da artık tarihe karıştı. Kemalist kadınlar da çok ciddi bir saldırı altında. Demokratik İslam’ı savunan kadınlar da en ciddi saldırıya maruz kalan kesimler olarak yansıyor. Zorba ve yalancı adam rejimi kendini kadınları köleleştirme, sömürgeleştirme temelinde yeniden örgütleme çabası içindedir. Erdoğan ve kurduğu ekiplerle toplumu daha fazla nasıl sömürebiliriz? Her alanda muhalefeti nasıl etkisizleştirebiliriz? Esas gündemi bu oluşturuyor, gerisi aldatmacadır.

Bu anlamı ile cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez geliştirilen bu rejim değişikliği en çok da kadın politikalarında yaşanmaktadır. DAİŞ zihniyeti en çok da kadın politikalarına yansıyor. Bir rejimin rengine bakmak isterseniz o rejimin kadın politikasına bakmanız yeterlidir. RTE en fazla da kadın politikaları konusunda ciddi değişiklikler yapmak istiyor. Kadın özgürlüğüne, kadının bağımsız yaşamına, kadının kendine ait olmasına düşman bir egemen erkek rejimi ile karşı karşıyayız. Erkeklik her anlamda hortlatılıyor. Zaten savaş, operasyon naraları atan bir iktidarın kadın politikası bellidir. Efrîn’de yaşananlar burada ki kadın politikası neyse Türkiye de ki kadın politikası aynıdır. Türkiye’de Efrîn gibi yapamıyorsa toplumsal muhalefetin gücündendir. Kadınların örgütlenme, muhalefet gücünden korkulduğu içindir. Yoksa Suudi Arabistan’ın kadın politikaları ayarında bir Türkiye bunların asıl amaçlarındandır. Ve önümüzdeki süreçte kadın politikaları, kanunlar, düzenlemeler hep buna endeksli geliştirilmeye çalışılacaktır. Kadın düşmanı bir rejim ile karşı karşıyayız.

Türkiye’de toplumsal sistem oldukça krizli hale geldi. Sistem krizi derinleştikçe kadınlara, çocuklara saldırılar artıyor, buna karşı kadın direnişi de yoğunlaşıyor. Şu an Türkiye’de kadınlar, sokakta, işyerinde bu sisteme direniyor. Bu direniş toplumun tüm kesimine yayılmıyor, yayılması için ne yapılmalı?

DİAŞ zihniyeti ile ikiz kardeş olan Erdoğan zihniyetine karşı mücadele etmek kadın özgürleşmesinin, halkların, inançların özgürleşmesinin temel stratejik görevidir. Türkiye de bugün özgür yaşamak isteyen her kadın, ideolojisi ne olursa olsun faşist RTE rejimine karşı durmak zorundadır. Bugünkü rejim değişiklikleri, faşizm koşulları başka bir orta yol vermemektedir. Liberal, İslamcı, sosyal demokrat, Kemalist tüm kadınlar eli kanlı, kadın özgürlük düşmanı bir rejim ile karşı karşıya olduklarını çok iyi bilmek zorundadırlar. Bu faşist rejim çeşitli biçimlerde gündelik yaşamın bir yanından mutlaka kadınları vuruyor, öldürüyor, bitiriyor. Sadece devlet terörü değil, cinsiyetçiliğin hortladığı bir toplumsal yapılanmadan bahsediyoruz. Kadınların özgürce sokaklarda bile dolaşamadığı, evde, işyerinde, okulda rahat bırakmayacak bir sistem geliştiriliyor. Kadın kapatılarak, eve hapsedilerek, erkeğin hizmetine koşularak biçimlendirilmeye ve öze kavuşturulmaya çalışılıyor. Anayasa ve hukuk kuralları bu biçimde oluşturuluyor. Ve bu rejim her geçen gün kendini kurumlaştırmayı pratikleştirmektedir. Her geçen zaman diliminde kadın özgürlükleri bir bir alınıyor. Ve mutlaka bir biçimde her kadına dokunan, köleleştiren bir sisteme kendini kavuşturuyor.

Peki ya çocuklar?

Son dönem de çok yaygın gelişen çocuk kayıpları kesinlikle bir devlet politikasıdır. Toplum sindirilmeye, teslim alınmaya çalışılıyor. Devlet, polis güçleri bu çocuk kaçırmalarını organize ediyor. Araştırılsın bir biçimde devlet güçleri ile bağlantıları ortaya çıkacaktır. Bu kaçırmalara, vahşice öldürmelere karşı çok daha ciddi bir toplumsal refleks gelişmelidir. Bunlar tesadüfi olaylar değildir. Türkiye’de kadınlara, gençlere, çocuklara karşı geliştirilen kaçırma, öldürme, şiddet, fuhuş, uyuşturucu olayları kesinlikle devlet organizelidir. Özel savaş uygulamalarıdır. Bir basın açıklaması yaptı, sosyal medya da bir eleştiri yaptı diye insanlar anında gözaltına alınıyor. Ancak bu tip mafyavari çetelere karşı kimse sesini çıkarmıyor. Aksine kolaylık sağlanıyor. Kadın örgütleri, insan hakları örgütleri, sivil toplum kuruluşları, halkımız, mahallede, köyde yaşayan insanlarımız asla bu durumları normal görmemeli ve kesinlikle karşı çıkmalı ve mücadele etmelidir. Bir toplumun, bir ailenin çocuğu öldürüldükten, yaşlısı panzerler altında ezildikten sonra geriye ne kalır. Yaşamın sorgulandığı andır, bu anlar. Bu yönü ile çeşitli biçimler de halkımız aileler, kendi çocuklarına sahip çıkmalıdır. Çeşitli biçimlerde örgütlenmelidir. Her kadın yapabileceklerini düşünüp kendi imkan ve olanaklarını değerlendirip mücadele etmelidir. Karşı koymalı ve sisteme asla teslim olmamalıdır. Asla bu tür faşist politikalar kabul edilmemelidir. Başta İstanbul’da, Amed’de olmak üzere Türkiye metropollerinde, Kürdistan’ın her beldesinde bu faşist rejime karşı kadınlar örgütlü ve ortak bir mücadeleyi yaşamın her alanında yürütmelidirler.

Kadın hareketleri eski çalışma tarzı ve alışkanlıkları ile kadın özgürlük mücadelesini yürütemez. Bu aşılmalıdır. Mevcut koşullar değerlendirilerek, mücadele stratejileri belirlenerek yeniden örgütlenerek, çalışarak eğitim, eylemsellik ve örgütlenme geliştirerek başarı sağlayabilirler.

Kadınlar olarak yeniden örgütlenerek, daha güçlü bir iddia ve kararlılık, yaratıcılıkla mücadelemizi hep birlikte her cepheden yürütmeliyiz. Şimdi özgürlüğün önemli bir eşiğindeyiz. Bu özgürlük eşiğini direniş ve yaşamı yeniden yaratma iddiası ile geliştirebiliriz. Öncelikle kendimizi düzelterek, örgütleyerek, eğiterek işe başlamalıyız. Sonrasında tüm özgürlükçü, muhalif güçlerle gücümüzü birleştirerek bütünlüklü bir mücadele ile birbirinin amaçlarına da saygı gösteren savunan bir yaklaşım içinde olmalıyız. Halkların, inançların, kadınların taleplerine hep birlikte sahip çıkarak ortak mücadele ederek bu faşist kanlı rejimi geriletebiliriz, kazanabiliriz, buna inanıyoruz. Birbirimize güvenelim ve hep birlikte mücadeleyi yükseltelim. Eli kanlı rejimleri tarihin çöp sepetine atalım.

Özgür, dürüst, onurlu, kişilikli yaşamanın yolunun toplumsal mücadelelerden geçtiğini bir an bile unutmadan yüklenelim. Kazanan insanlık onuru, özgür yaşam ideallerimiz olacaktır.