‘Cinsel suçlar bireysel değil, toplumsal suçlardır’

Karaca: Bugün idamı ve hadımı diline dolayanlar da bal gibi biliyor aslında, ne istismar ne de başka şiddet biçimleri böyle müdahalelerle çözülmez.

Röportajın ilk kısmında hükümetin yasayla akran cinselliğini ‘ahlaksızlık’ büyüklerin küçükleri istismarını ise “cinsel ilişki” olarak meşrulaştırdığına dikkat çeken Sevda Karaca; daha önce küçük yaşta evlilikleri “Bu, cebir ve şiddet olmadan yaşanan rızaya dayalı bir birlikteliktir” diye düzenlemeye şimdiyse “Cebir ve şiddet olması” şartı aranmasıyla arkadan dolanarak yapmaya çalıştıklarını belirtiyor. Bu kısımda Karaca ile 16 yıllık AKP iktidarının şiddeti besleyen politikalarını ve kimyasal hadımın neden kabul edilemez olduğunu konuştuk.

Daha önce de “Tecavüz Yasası” olarak adlandırılan ama tepkiler üzerine geri çekilen yasa taslağı bu düzenlemeyle bir şekilde mecliste yeniden kabul mü ettirilmeye çalışılıyor?

Yasalara göre 18 yaşın altındaki herkes çocuk. Ama iktidar, çocuklar arasında 12 yaş-15 yaş ayrımına giderek bugün pek çok olayda karşımıza çıkan ‘rızası vardı’ tartışmalarını yasal bir zemine oturtuyor. Hatırlarsınız, çocuk istismarını evlilikle meşrulaştırmayı öngören yasa taslağını savunmak için Bekir Bozdağ çıkıp, “küçüğün rızası var...” diye bir laf etmişti, kaymakamların, valilerin, komutanların küçük yaşta evlendirilen bu çocukların düğününe gittiğini, bunun bizde “gelenek” olduğunu söylemişti ve bu rezil yasayı aklamaya, kabul ettirmeye çalışmıştı. Aynı mantık... O yasa önergesi çocuk istismarı suçuna ceza verilmemesini “Bu, cebir ve şiddet olmadan yaşanan rızaya dayalı bir birlikteliktir” diyerek açıklıyordu, şimdiki yasa taslağı ceza verilmesini “Cebir ve şiddet olması” şartına bağlamış. Yani aslında cezasızlığı, istismarı meşrulaştırmayı bu sefer arkadan dolanarak gerçekleştirmiş.

ŞİDDET İKTİDARIN SINIF KARAKTERİ VE MUHAFAZAKÂRLIKLA İLİNTİLİ

Türkiye’de AKP dönemi boyunca kadın cinayetleri, tecavüz ve istismar oranlarında artış olduğu istatistiklerce de ortaya konuldu. Elbette bunlar vardı ama uygulanan politikaların değişimi bu artışı beraberinde getirdi diyebilir miyiz?

Maalesef şiddetin farklı boyutlarının vahşileşerek ortaya çıkması ve katmanlaşması çoğunlukla iktidarın kadınlara yönelik ayrımcı, ikincilleştirici, düşmanlaştırıcı söylemleriyle açıklanıyor. Maalesef diyorum, çünkü bence bu sadece bir yönü. İktidarın söylemiyle vücut bulan zihniyetine ilişkin yanları önemsiz değil; ama bugün özellikle kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddetin bu iktidar ve onun temsil ettiği sınıf açısından çok operatif yanları var. Şiddet, bugün yaşamın tümden güvencesizleştirilmesiyle, ağırlaşan yaşam koşullarıyla, ücret eşitsizliğiyle, hiçbir sosyal haktan yararlanamamakla, hatta bu haklara erişmenin haklardan feragat etmeyi gerektirdiği koşullarda yaşamakla; iktidarın sınıf karakteri ve muhafazakârlıkla daha önce hiç olmadığı kadar bağlantılı bir görünüme kavuştu. Daha doğru ifadeyle bu bağ daha açık hale geldi. İş gücü için kadın cinselliğinin denetimi, ailenin kutsallaştırılması, kadınların nesne haline getirilmesi bu özel politikaların bir yönü. Dine dayalı korku kültünün, ataerkil hortlakların ve gerici geleneksel mitlerin buna rızayı sağlamak için dolaşıma sokulduğu da bilmediğimiz bir şey değil.

Ataerkiye “inanç özgürlüğü, farklılık, fıtrat, özgünlük, yerelcilik, kültürelcilik” vs. gibi söylemlerle yeniden güç kazandırıldı. Bütün kadınların ve çocukların dahi toplumun, devletin üstünde tepindiği bir “orta malı” haline getirildiği bu süreç rızanın da imal edilmeye çalışıldığı, bu yapılamadığında ise şiddetin devreye sokulduğu bir süreç olarak yaşandı. Bu süreç kadınları ve çocukları hem şiddete daha açık hale getiriyor, hem de ‘mahkûmiyet’ duygusunu perçinliyor. Tüm kamusal olanakların ellerinden alınmasıyla da sadece duygu olarak değil somut olarak da mahkûmiyete itiliyorlar aslında. Toplam olarak bu ortam kadınları, ezilenleri ‘çözüm yok’ duygusuna itiyor. Şiddet belli bir düzeye gelene kadar ‘olağan’ olarak görülüyor artık. Buna bir de kutuplaştırmanın, savaş politikalarının, höt zöt politikacılığının yarattığı toplumsal linç kültürünü de ekleyelim... Erkekliğin bu kadar yüceltildiği, erkeklere herkesin, her şeyin üstünde iktidarını sınayacak tüm olanakların sunulduğu bu düzen, kadına da çocuğa da, hayvana da eziyet etmeyi meşru ve olağan sayıyor. Cezasızlığın zemininde biraz da bunlar var.

Peki, tecavüz ya da istismar kimyasal müdahalelerle çözülebilecek bir sorun ya da hastalık mı? Bugün neden hep bu noktadan yürüyor tartışmalar?

Bugün idamı ve hadımı diline dolayanlar da bal gibi biliyor aslında; ne istismar ne de başka şiddet biçimleri böyle müdahalelerle çözülmez. Ama tartışmalar buradan yürüyor, çünkü eğer buradan yürütülmezse işte o zaman bu şiddeti yaratan politik, toplumsal, kültürel, ekonomik boyutlar bir bir ortaya serilmek zorunda kalacak. İstismarın ya da tecavüzün bireysel değil, toplumsal bir sorun olduğunun konuşulması beraberinde topyekûn bir mücadelenin gerekliliğini de getirecek. Böylesi bir tartışma zemini, bugün bu kadar vahşileşen şiddette kimlerin sorumluluğu olduğunu, bizden nelerin esirgendiğini de konuşmayı zorunlu kılacak. E, şiddeti bir yönetim biçimi olarak elinde tutmak isteyenler, neden buna izin versinler?

CEZALAR BU SUÇU ÖNLEMEZ

Öte yandan idam ya da kimyasal hadımın olduğu ülkelerdeki ‘tecavüz’ oranları da bir hayli yüksek. Şiddet/taciz ve tecavüzün toplumsal bir sorun olduğunu ifade ettiniz. Bu çerçevede nasıl yaklaşmak gerekiyor meseleye?

Ne tecavüzün ne de çocuk istismarının cinsel güdülerle ilgisi yok. Bu suçlar suçun faillerinin hâkimiyet ve bir başka canlı üzerinde iktidar kurmayı hak görmeleri, bunu doğallaştırmaları ve bunun normal görülmesi hatta onaylanması ile ilgili. Diana Scully’nin, 1990'da yazdığı, “Tecavüz- Cinsel Şiddeti Anlamak” kitabında da çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu gibi, cinsel suçların failleri yarattıkları suçun sonuçlarını, zararlarını filan düşünmüyorlar, “doğal olarak sahip olduğunu” düşündükleri “ayrıcalıklarını, haklarını” kullanıyorlar bu şiddeti gerçekleştirirken. Yani toplumsal olarak sahip oldukları erklerini kullanıyorlar. Siz hadımla bir suçlunun ‘erkekliğini’ elinden alabilirsiniz, ama toplumsal olarak, siyasal olarak, kültürel olarak altın tepside sunduğunuz ‘erk’e dokunmuyorsunuz ki! Doğal olarak cezalar ne kadar ağırlaşırsa ağırlaşsın, bu toplumsallaşmaya meydan okumayan, hedefine şiddetin bu biçimde normalleşmesini koymayan hiçbir uygulama bu suçları önlemez, önlemiyor...  Diyorlar ki, “Ama kimyasal hadımın da toplumsal bir mesajı var”, yok kardeşim. Yani var da, o dediğin gibi değil... Kimyasal hadımın verdiği mesaj şudur; bu suçları işleyenler “hasta oldukları için” bu suçları işlerler! Yani fail değil bir hasta var karşımızda... Yani aslında kendisi mağdur olan bir suçlu...  Hayır! Tekrar söyleyelim, cinsel suçlar bireysel değil, toplumsal suçlardır. Ve ancak toplumsal bir değişim bu suçları azaltır.