Kadınlara yönelik şiddet ve katliamlar her geçen gün artıyor. Türk devletinin cezasızlık ve fail erkekleri yönlendirici politikalarına karşı yükselen kadın mücadelesine rağmen, yasalar hala eril zihniyete dayalı olarak işliyor. Uluslararası sözleşmelere taraf olan devletlerden biri olan Türkiye, bunların hiçbirini dikkate almayarak cezasızlık politikasında diretiyor. Kadınların her gün katledildiği Kürdistan ve Türkiye'de, kadın haklarına ilişkin çalışmalar yürüten kurum ve aktivistlerin bu politikaya karşı mücadeleleri sürüyor.
Avukat Ruşen Seydaoğlu, genel şiddet halinin tetiklediği unsurları, Türk hukuk sisteminin erkin lehine tavır almasını ve kadın hukukçuların özgün bir örgütlenmeye gidebilmelerine ilişkin konuştu.
Savaşların, ulus devletlerin kuruluş süreçleri ve devletin kurumlar aracılığıyla kendini toplum üzerinde örgütlemesi ile birlikte şiddetin ortaya çıktığını ifade eden Av. Seydaoğlu, bu yapıların hukuk aracılığıyla da şiddeti meşrulaştırdıklarını söyledi.
HUKUK, ŞİDDETİN ZAMANINI DÜZENLİYOR
Av. Seydaoğlu, savaşlar ile birlikte savaş araçlarının da meşrulaştırılıp toplumda şiddet kültürünün örgütlendirilmeye başlandığını vurgulayarak, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: "Yani en tepedeki şiddeti uygulayıp bunu da hukuki kurallar ile meşrulaştırırken, bu durum okullara, sağlığa, aile içine ve kadın ilişkilerine de yansıyor. Toplumda yaygın olan şiddet algısının Kürdistan özgülünde yaşanan çatışmalı süreçler ile en zirveye ulaştığını görüyoruz. Bu, insanlık tarihini açısından ulus devletler ile beraber savaşma süreçlerini tetikleyerek de gelişti.
Daha önce toplumsal kurallar var iken ve toplumlar birbirleriyle ahlaki değerler ekseninde bir araya gelip sorunlarını çözebiliyor iken sonrasından başka bir mekanizma devreye giriyor; bu mekanizma da varlığını kendi hukuk sistemini oluşturarak inşa ediyor. Bu da toplumun her hücresine girme isteği ile ilgilidir. Yani erkek şiddeti sözlü, fiziki, ekonomik şekillerde kadına yöneliyor, bu şiddetin ne zaman uygulanabilir olduğunu hukuk düzenliyor."
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ZEMİNİ YARATILIYOR
Av. Seydaoğlu, hukuk sisteminin erkek faillerin fiillerini gerçekleştirmelerinde nasıl tetikleyici bir rol oynadığına ilişkin soruya da şu şekilde cevap verdi: "Aslında hukuk sisteminde şiddetin ortadan kaldırılması gayesi yok. Hukukun içerisinde bir şiddetin ortadan kaldırılması değil, tarafların nasıl davranmaları gerektiği ile ilgili bir içerik var. Devlet eliyle yaratılan hukukta kadına yönelik şiddetin uygulanabilir olduğu bir zemin inşa ediliyor. Eğer toplumsal bir hukuk sisteminden bahsediyor olsaydık, daha genel şeyler olurdu.
Topluma karşı suçlar içerisinde kadına, çocuğa ve doğaya yaklaşımlar belirlenebilirdi. Özellikle ekolojik anayasa çalışmaları olan ülkelerde doğa dediğimiz şey, bir yaşam kültürü olarak ifade ediliyor ve ona nasıl yaklaşılması gerektiği bu eksende belirleniyor. Ama buraya baktığımız bir Kürt kadın, evli olan bir kadın, sevgilisi olan bir kadın nasıl davranmalı üzerinden kurallar belirlenerek kategorize ediliyor. Aslında hukuk eliyle bir toplumsal inşa gerçekleştiriliyor."
KADINLARIN MÜCADELESİ SÖZLEŞMELERİ OLUŞTURDU
Kadınlara karşı ayrımcılık ve şiddeti önlemek için ele alınan ve Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere değinen Av. Seydaoğlu, "Pozitif hukuk açısından baktığımızda sözleşme düzeyi ve bunun Türkiye'deki yasalara yansıma biçimi yazılı olarak yeterlidir. 'Bir kadın sorunu vardır' tartışması, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası insan hakları rejimlerinde muhalefet yapan kadınlar ile birlikte ortaya çıkıyor. CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Grevio aslında böyle oluşuyor. Ama bu mekanizmalardan bağımsız olarak, artık bilhassa kadın hareketleri yerelden enternasyonale başka türlü alanlar açıyorlar.
Örneğin, Dünya Kadın Yürüyüşü ve yapılması planlanan Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi Buluşmaları bu eksendedir. Evet, uluslararası sözleşmeler ile bir yol kat edildi ancak bunların kaynağında erkek ulus devlet anlayışı vardır ve bu sözleşmelerde azınlıklar, kadınlar, çocuklar ve ekoloji sorunları devrimsel bir düzeyde ele alınmadı. Daha çok uluslararası hukuk çerçevesinde devam etti. Zaten o yüzden açıklamalar daha ziyade 'endişe duyuyoruz, kaygılanıyoruz' biçiminde oluyor. Ama diğer taraftan örgütlenmeyi, hareketlenmeyi, kendini ifade edebilmeyi ve sonuçlar almayı iddia eden toplumsal hareketler ve oluşumlar meydana geliyor" diye konuştu.
YERELDEN ENTERNASYONALE KADIN MÜCADELESİ
Güçlü yerel hareketlerin ve kadın özgürlüğü ekseninde yapılan doğru diplomasilerin kadın sorunun kilit noktaları olduğunu söyleyen Av. Seydaoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu: "Çünkü yerellerden güçlenmedikçe ve kendi kadınlık halini tarihsel olarak açığa çıkarıp bunun farkındalığını hep birlikte yaşamadıkça tam anlamıyla bir yerelliğin oluştuğunu söylemek mümkün değil. Kadın, tam da tarihsel değerleri, toprak ve yaşamla olan bağı üzerinden doğru bir örgütlenme içerisine girdiği an güçleniyor. Bu, aynı zamanda ona politikaları değiştirme gücünü de sağlıyor.
Düşünün ki dünya üzerinde inanılmaz kültürler, diller ve çeşitlilik var. Bunların taşıyıcı ve öncüleri de kadınlardır. Herkesin kendi yerelinden doğru güçlenme sağlaması ve o kesişim noktalarını ortaya doğru koyabilmesi ile dönüşüm yaratacaktır. Ülkelerin hepsinden yükselen kadın hareketlerine karşı iktidarların çok daha büyüyen, sınır tanımayan pratikleri söz konusu oluyor. Çünkü bu kadınlar ekonomisinden kopartılıyor, hapsediliyorlar ya da şiddet onlara 'kader' olarak öğretiliyor. Kadın mücadeleleri de böyle bir ortamdan çıkıyor. Buradan ilerleyebilecek olan bir gelişim, doğru bir enternasyonal oluşturabilecektir."
DEVLETİN TARİHSEL ÖĞRETİSİ: ERKEK ŞİDDETİ
Gerek Kürdistan gerekse Türkiye'de yükselen kadın hareketlerine rağmen devletin kadınlara yönelik saldırılara korumacı bir refleks ile yaklaşmasını da tarihsel kodlarla açıklayan Av. Seydaoğlu, "Zaten devletin kendisini inşa etme biçimi ve algısı kontrol edilebilir insanlar oluşturmaktan geçiyor. Evi, kadını, doğayı ve ekonomiyi denetleme mevzusu aslında erkeği meta sahibi göstererek devletin kendi varlığını sürdürme amacıdır. Ama bu kadar baskı, şiddet ve yok etme politikaları ile karşı karşıya olup yine de bitmeyen nadir hareketlerden bir tanesidir kadın hareketi.
Bir mücadelenin kadın öncülüğünde devam etmesi, aynı zamanda o mücadelenin kalıcılığının da belirleyicisi oluyor. Çünkü kadın özgürlük duygusunu eve, iş yerine ve sokağa taşıyabiliyor. Orada da patronlar, ağabeyler ve babalar var. Yani devletin zihniyetine uygun olarak tasarladığı erkekler söz konusudur. Bunlara karşı her yerde direnen de tarihsel olarak kadınlardır" şeklinde konuştu.
ASIL YAŞAM HAKKI ONURLU YAŞAMAKTIR
Kadınların mevcut hukuki hakları dışında alternatif olarak ne tür haklara sahip oldukları ile ilgili de bilgiler veren Av. Seydaoğlu, şunları paylaştı: "Mevcut yasalar, kadın mücadelelerinin müdahaleleri ile çıkarılıyor. Devlet bu yasaları kendiliğinden çıkarmıyor. Kadınların mücadelesi yasa yapım süreçlerini etkiliyorlar. Ne uluslararası sözleşmelerin ne de ulusal mevzuatların kadınların yaşam hakkı meselesini güvence altına alma gibi bir durumu yeterli değildir. Zaten bu hak vardır ve olmalıdır. Bundan sonra işin içine 'Nasıl yaşamayı istiyoruz?' sorusu ve bu sorunun cevap arayışı giriyor.
Kadınlar, 'Şöyle şöyle yasalar ve hükümet politikaları olmalıdır' diyorlar ve böyle gelişiyor yasa yapım süreçleri. Yeterli midir? Yani yazmak açısından çok büyük bir sorun yok. Mesele bu yasaların nasıl uygulandıklarıdır. Örneğin, bir kadın ölmemek için kaç defa koruma talebi alırsa gerçekten yasal hakkını kullanmış olacak? Kadın özgürlüğünü merkezine alan bir toplumsallık içerisinde bu mesele böyle değildir. Çünkü kadına karşı işlenen suç, topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Asıl sorun, var olan hakkın kullanılmaması sorunudur. Yoksa yasaların kendisinde bir sorun yoktur. Hatta çok ayrıntılıdırlar. Yani sorun yasalarda değil, uygulamadadır. Çünkü yaşam hakkı sadece nefes alıp vermek değildir, onurlu bir şekilde yaşayabilmektir."
KADINLARA ÖZGÜ HUKUK ÖRGÜTLENMESİ
Kadın hukukçuların özgün bir örgütlenmeye gitmeleri gerektiğini savunan Av. Seydaoğlu, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Bütün yapılarda özgün kadın örgütlenmesi dediğimiz bir hakikat var ortada. Kadın neden özgün ve özerk olarak örgütlenmek istedi? Bu sorunun bizzat kadınların kendi kararları ve kurumsallaşması ile çözülecek bir boyutu var. Diğer taraftan, oluşan bütün genel yapılarda da kadınların görünür olması ve politikaları etkileme meselesi var. Özgün ve özerk mücadele devam eder, kadınlar kendi kararlarını kendileri verir, diğer taraftan da genel toplumsal sorunlara ilişkin kadın bakış açısı ve politikaları oluşturur.
Kadınlara özgü bir hukuk örgütü dediğimizde de kadının hukuku ve toplumsal sözleşme nasıl olmalıdır meselesi devreye giriyor. Elbette hukukçular olarak hepimizin her dönem buna ihtiyacı oldu. Bunu zaman zaman karma hukuk örgütleri içerisinde komisyonlaşarak yaptık. Ama bunun aynı zamanda enternasyonal kadın hareketinin temel ihtiyaçlarından biri olduğunu düşünüyoruz. Ama bu hukuku nasıl tanımlayacağız? Aslında hukuk felsefesi ve sosyolojisi ile kadınların bir perspektif oluşturduğu ve bütün her yere dokunmaları gerekecektir. Çünkü hukuk dediğimiz şey, toplumdan beslenmek zorundadır."