Karayılan: Devrimci hamle Çöktürme Planı'nın çöküşünü gösterdi

HSM Karargah Komutanı Murat Karayılan, Ankara eylemiyle başlayan ve Girê Amediyê eylemiyle zirvesel bir düzeye ulaşan devrimci hamlenin AKP-MHP faşist yönetiminin Çöktürme Planı'nın çöküşünü gösterdiğini söyledi.

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, işgalci Türk ordusuna karşı gerilla tarafından gerçekleştirilen hamlenin, AKP-MHP faşist yönetiminin büyük umut bağladığı Çöktürme Planının çöküşünü gösterdiğini belirtti.

Kurdistan halkına dönük geliştirilen soykırıma karşı 9 yıldır sürdürülen büyük direnişe dikkat çeken Karayılan, “Kürt halkı, kendisine dayatılan soykırım siyasetine karşı her zeminde ve her alanda Önder Apo çizgisinde dik durmayı ve büyük bir fedakarlıkla direnişi geliştirerek bugün bir irade olduğunu, asla ve asla faşist-soykırımcı saldırılar karşısında geri adım atmayacağını göstermiştir. Bu hamlesel eylemsellik süreci açıkça bunu ortaya koymuştur” dedi.

ANF’ye konuşan Karayılan, son eylemlerin gerilla tarafından geliştirilen savaş doktrininin doğruluğunu ispatladığını kaydederek, “Bir savaş stratejisinin en önemli yanı, az kayıpla büyük sonuçları elde etmesidir. Özellikle son 3 yıldan bu yana Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın Apocu fedai ruha dayanarak geliştirdiği taktik açılım, bu gerçeği açıkça ortaya koymuştur. Yani az kayıpla büyük sonuçlar alma tarzının yakalandığı pratikte net görülüyor. Bu bakımdan Türk devlet kurumlarının kayıplarımıza ilişkin yaptığı açıklamalar tamamen bir fasa fisodur; kamuoyunu kandırmaya dönük yalanlardır” şeklinde konuştu.

KDP’ye de mesaj veren Karayılan, Türk devletinin tarihi boyunca işgal ettiği hiçbir yerde çekilmediğini hatırlatarak, buna rağmen KDP’nin Türk devletinin Başûrê Kurdistan topraklarını işgal etmesi için bu kadar çaba saf etmesinin anlaşılır bir tarafı olmadığını vurguladı. KDP ile Türkiye arasında nasıl bir gizli anlaşma olduğunu kimsenin bilmediğini vurgulayan Karayılan, “Kürt halkının geleceğine dönük ne gibi anlaşmalar yapılmıştır; neden bir örgüt bu biçimde Türk devletinin Kürt topraklarını işgal etmesine ortak olabilmektedir? Bunlar önemli konulardır ve herkes bu konuda sorumluluklarına sahip çıkarak, Kürt ulusal çıkarları üzerindeki tehlikeleri giderme için elinde ne geliyorsa yapması gerekmektedir. Böyle bir duruşu sergilemek herkesin ulusal yurtseverlik görevidir” şeklinde konuştu.

Karayılan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Son dönemde Kurdistan Özgürlük Gerillası'nın devrimci operasyonları bir yükseliş yaşıyor. Birçok eyalette art arda gelişen eylemler dizisinin sonuncusu Şehit Helmet Dêrelûk Devrimci Operasyonu oldu. Gerillanın yükselen direnişi ve Şehit Helmet Dêrelûk Devrimci Operasyonu ekseninde ele alındığında yaşanan gelişmeler hakkında neler belirtilebilir?

Öncelikle Efrîn-Çağın Direnişi’nin yıl dönümü olan günlerden geçiyoruz. Bu tarihi direnişin tüm kahraman şehitlerini Karker ve Avesta Xabûr yoldaşlar şahsında anıyor, Efrîn direniş şehitlerinin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Yine Kerkûk’ta alçakça bir saldırı sonucu şehadete ulaşan büyük emek sahibi değerli devrimci Zelal Zagros arkadaşı saygıyla anıyorum. Muhakkak kanı yerde kalmayacaktır. Yine tüm Ocak ayı şehitlerini değerli devrimci, Botan Saha Komutanı Leyla Sorxwîn Amed yoldaş şahsında saygı ve minnetle anıyor, tüm Ocak ayı şehitlerimiz ve devrim şehitleri önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz yoldaşlık sözünü bir kez daha yineliyorum. Onların ahını yerde bırakmayacak, intikamlarını alacak, kutsal amaçlarını gerçekleştirme kararlılığımızı ifade etmek istiyorum.

Sorunuza gelecek olursam; bugün gelişen savaş ve eylemler, 9 yıldır AKP-MHP rejiminin Önderliğimize mutlak tecrit, halkımıza ve demokratik siyasete baskı-soykırım uygulamaları, yine hareketimize dönük tümden imha amaçlı başlattığı saldırıların bir sonucudur. Onlar bu saldırılar ile halkımızı sindirme ve hareketimizi tümden yok etmeyi hedeflediler. Dış güçlerin ve Kürt işbirlikçi güçlerin desteği, daha çok da istihbarat ve tekniğe dayanarak bizi tasfiye edebileceklerini sandılar. Bunun için bu savaşta Türkiye'nin bütün zenginliklerini, jeopolitik konumunu ve her şeyini pazarlayarak dışarıdan destek almayı esas aldılar; Türkiye'nin ekonomisini önemli oranda bu savaşa harcayarak sonuç almak istediler. Ama bütün bu çabalarına ve çok yönlü çok çeşitli kapsamlı saldırılarına rağmen başaramadılar. İşte bu eylemler bunun kanıtıdır.

Esas olarak 1 Ekim Ankara fedai eylemiyle başlayan bu süreç, 20 ve 27 Kasım eylemleri, 22-23 Aralık eylemleri ve en son 10 ve 12 Ocak eylemleriyle zirvesel bir düzey kazandı. Bu tarihlerde önemli eylemsel çıkışlar oldu ama bu süre boyunca gerçekleşen pek çok irili- ufaklı eylemler de vardır. Bu, gerillanın tecrit ve soykırım siyasetine karşı bir hamlesidir, bir yanıtıdır. En son Girê Amediyê'de gerçekleşen Şehit Helmet Dêrelûk Devrimci Operasyonu, başarı düzeyi yüksek bir eylemdir. Her türlü takdire şayan bir performansla geliştirilmiş bir devrimci operasyondur. 2011 yılında Çelê'deki (Çukurca) Şehîd Çîçek Kiçî Devrimci Operasyonu'ndan bu yana yapılmış en başarılı eylem olduğu da belirtilebilir.

DEVRİMCİ HAMLE, YALANLARI GÖZLER ÖNÜNE SERDİ

2022 sonlarında o zamanki Türk savaş bakanı Pençe Kilit’i tamamladıklarını belirterek zafer ilan etti. İlan ettikleri zafere rağmen aynı alanda gelişen gerilla eylemleri ne anlama geliyor?

2016 sonbaharında Türk devleti NATO Gladiosu'nun yardımıyla SİHA teknolojisini elde etme olanağına kavuştuğunda da o zamanki İçişleri Bakanı, 2017 Nisan ayından sonra kimsenin PKK'nin adını ağzına almayacağını belirtmişti. Onlar, sunulan dış desteğe ve elde edilen bu tekniğe çok güvendiler. Özünde bir toplumsal sorun olan Kürt sorununu bu teknik ve istihbaratla bitirecekleri gafletine düştüler.

Sonra 2021 başlarında Irak ve KDP ile görüşerek, onların da desteğini alma temelinde 10 Şubat 2021'de Garê'de başlattıkları saldırı ile 2-3 ay içerisinde Medya Savunma Alanları'nı tümden ortadan kaldırmayı planladılar. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu savaşta 3 ayda sonuca gitmeyi planlarken 3 yıldır Zap, Avaşîn ve Metîna'da tıkanmış, takılı kalmışlardır. Şurası da çok kesin bir gerçek ki bu savaşın bütün boyutlarını Türkiye halkından ve kamuoyundan gizlemektedirler.

Doğru; 2022'nin sonbaharında Hulusi Akar, operasyonların sona yaklaştığını, kendi deyimiyle Pençe-Kilit'in kilitlendiğini belirterek bir nevi zaferini ilan etti. Bu, gerçekler karşısında büyük bir utanmazlıktı. Çünkü ortada böyle bir başarı veya zafer gibi bir durum yoktur.

Şimdi Ankara eylemiyle başlayan ve son Girê Amediyê eylemiyle zirvesel bir düzeye ulaşan bu devrimci hamle, esas olarak psikolojik savaşın Türkiye halklarına ve dünya kamuoyuna yansıttıkları bütün yalanları gözler önüne serdi. Kurdistan halkına dönük geliştirilen soykırıma karşı 9 yıldır yürütülen büyük direnişin son 3 yıldaki gerçeğini bu son eylemler ortaya koymuştur. Bu eylemler, AKP-MHP faşist yönetiminin büyük umut bağladığı bir soykırım projesi olan Çöktürme Planı'nın çöküşünü göstermektedir. 9 yıldır zindanlardan sokaklara, sokaklardan dağlara uzanan bu tarihi direniş ve son eylemsellik süreci bu gerçeği ortaya koydu. Yani Kürt halkı, kendisine dayatılan soykırım siyasetine karşı her zeminde ve her alanda Önder Apo çizgisinde dik durmayı ve büyük bir fedakarlıkla direnişi geliştirerek bugün bir irade olduğunu, asla ve asla faşist-soykırımcı saldırılar karşısında geri adım atmayacağını göstermiştir. Bu hamlesel eylemsellik süreci açıkça bunu ortaya koymuştur.

GERİLLA MESAJINI VERDİ

Gerillanın yakaladığı bu düzey nasıl değerlendirilmelidir? Hangi askeri ve siyasi mesajları taşıyor?

Bu eylemler, askeri açıdan bizim HPG olarak geliştirdiğimiz savaş doktrininin doğruluğunu ispatlamış, başarı düzeyini açığa çıkarmıştır. Bir savaş stratejisinin en önemli yanı, az kayıpla büyük sonuçları elde etmesidir. Özellikle son 3 yıldan bu yana Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın Apocu fedai ruha dayanarak geliştirdiği taktik açılım, bu gerçeği açıkça ortaya koymuştur. Yani az kayıpla büyük sonuçlar alma tarzının yakalandığı pratikte net görülüyor. Bu bakımdan Türk devlet kurumlarının kayıplarımıza ilişkin yaptığı açıklamalar tamamen bir fasa fisodur; kamuoyunu kandırmaya dönük yalanlardır. Biz en az kayıpla önemli sonuçlar açığa çıkarma taktik yaklaşımını geliştiriyor ve sonuçlarını kamuoyuna açıklıyoruz. Bunun dışında herhangi bir zayiatımız yoktur. Kısaca askeri açıdan önemli bir performansın yakalanması durumundan söz etmek mümkündür.

Siyasi açıdan ise bu direnişin verdiği en önemli mesaj, PKK’nin ve onun çizgisindeki Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın ideolojik ve askeri performansıdır. Güçlü bir kararlılık, ideolojik ve askeri duruşu sergileyen bir gücün yenilmezliğinin ortaya konulmasıdır. Soykırımcı sömürgeciliğe “siz ne kadar dış destek ve teknik imkanlara başvursanız da katliamla ve öldürmeyle sonuç alamazsınız” mesajını vermiştir. Bu mesaj, onların sürekli terör dedikleri ama gerçekte ise kökeni tarihin derinliklerine dayanan bölgenin en eski halkı olan Kürt halkının şiddetle ortadan kaldırılamayacağının mesajıdır. Bu bir gerçektir ve bu gerçeği kabul etmek lazım. Bu toprakların en kadim halkını siz yok sayamaz ve şiddetle yok edemezsiniz. Gelişen direnişler ve son eylemler bunu bir kez daha ortaya koymuştur.

MEDYA SAVUNMA ALANLARI FAŞİST ZİHNİYETİN MEZARI OLACAKTIR

Karşı tarafın bu mesajı doğru algıladığını ve onlarda bir politika değişikliği yaratacağını düşünüyor musunuz?

Karşı tarafın bu mesajı doğru algılama ihtimali şu an için çok zayıf gözüküyor. Aslında mesajı almışlardır ama ısrar edecekler. Zaten açıklamaları da bunu gösteriyor. AKP kafatasçı bir anlayışa sahip olan MHP’nin ve bazı faşist-ırkçı Ergenekoncuların kuyruğuna takılarak Kürt halkına karşı vicdansız bir savaşla, gelmiş-geçmiş en zalim iktidar konumuna gelmiştir. Hem de Türkiye’nin varını yoğunu bu savaşa yatırarak Türkiye toplumunu açlık ve yoksullukla karşı karşıya bırakmıştır. Israr edip devam ederse, Medya Savunma Alanları bu faşist zihniyetin mezarı olacaktır. Bu kesin bir olgudur. Sıradan, basit bir iddia değildir. Bizim yürüttüğümüz savaş stratejisi karşısında sadece kan dökmekten anlayan, öldürme ile halkların iradesini ortadan kaldıracağını düşünen bu dar, geri zihniyetin başarısızlığı kesindir. Direnen halk gerçekliğimiz, analarımız, özgürlükçü kadınlarımız, gençliğimiz ile Türkiyeli sol-sosyalist geleneğin bu direnişe katkılarını hiç kimse göz ardı edemez. Fedai Rojhatların ve Erdalların en son ortaya koyduğu gibi, gerektiğinde canını ortaya koyabilen kahramanların bulunduğu bir toplumsal gerçeği siz şiddetle ortadan kaldıramazsınız.

SÖMÜRGECİ SİSTEM TAKTİK YAKLAŞIMLARIMIZDAN PRİM YAPMAYA ÇALIŞTI

Türk devleti ve özel savaş medyası bir yandan da sürekli hareketinizi bitirdikleri yönünde propaganda yapıyor...

Evet; NATO Gladiosu’nun desteğiyle sağlanan teknolojik imkanlar, bu paralelde artan istihbarat imkanları karşısında güçlerimizin belli bir zorlanması yaşandı. Bakurê Kurdistan’da özellikle 2017-’18 sürecinde ileri teknoloji temelinde gelişen saldırılar karşısında biz hızla taktik ve hareket tarzı bakımından bir dönüşümü hedefledik. Ancak yapısal olarak Kürt toplumunda ve Kürt insan tipolojisinde var olan kişilik özellikleri de diyebileceğimiz erken değişememe, dönüşememe, alışkanlıklara bağlı kalma gibi yetersizliklerden dolayı döneme uygun hareket tarzını erkenden köklü bir değişimle hayata geçiremeyeceğimizi anladık. Bundan hareketle tarz, yöntem ve harekette bir dizi temel değişikliği hızla uygulamanın gerekliliği sonucuna ulaştık.

Mesela 2018’den bu yana Bakurê Kurdistan’da gücü azaltmayı, arttırmamayı, Bakurê Kurdistan’a fazla takviye göndermemeyi bir taktik yaklaşım olarak belirledik ve öyle uyguladık. Sömürgeci sistem içinde kariyer ve rant peşinde olan birileri bunun üzerinden prim yapmaya çalıştı; bunu kendi başarıları gibi göstermeye çalıştılar. O ayrı bir konudur; onların kendi basitlikleri ve kendilerini yanıltmasıdır.

Büyük savaş teorisyeni Alman General Calusewits savaşı bir ticarete benzetir ve savaşlarda da kar ile zararın hesaplanarak adım atılması gerektiğini belirtir. Bu konu Marks-Engels arasındaki yazışmalarda da geçmektedir. Yani savaşlar da kar-zarara göre planlanması gereken bir durumdur. Dolayısıyla biz hareket tarzını değiştirmediğimiz sürece kayıplarımızın artacağını görünce Bakur'a dönük fazla güç yönlendirmemeyi tabii ki esas aldık. Ama onlar bunu kendilerinin bir başarısı gibi çok fazla işlediler ve çevreleri ile toplumu esas itibarıyla yanılttılar. Halen de o yanılgı üzerinde yürümektedirler. Günü geldiğinde bunun böyle olmadığını herkes görecektir.

Fakat PKK’nin Önder Apo çizgisinde yürüttüğü mücadelede bir zayıflama değil, bir olgunlaşmayı yaşadığı ve gerektiğinde savaş meydanında bunu daha fazla göstererek yenilmezliğini ortaya koyacağı kesindir. Bu konuda kimsenin gelinen noktada yalanlar üzerine kurulu hikayelere inanmaması gerekiyor. Biz bir halkız; hiçbir biçimde ve hiçbir yerde yok olmadık; yok edilemeyiz. Kimse de bunu başaramaz. Gerillanın ortaya koyduğu son eylemlerini böyle okumak mümkündür. Yenilmez bir çelik iradeye, yüksek bir manevra kabiliyetine sahip bir güç olduğu, gelişen her türlü saldırı karşısında kendisini koruyabilme ve görevlerini ifa etme yeteneğine sahip olduğunu bugün görmek isteyenler görebilir, bugün görmek istemeyenler ise yarın görmek zorunda kalacaklardır.

TECRİT POLİTİKASI FAŞİST BİR REJİM ÖRMENİN ÇERÇEVESİDİR

Önder Apo’ya yönelik olan ağırlaştırılmış tecrit derinleştirilerek devam ettiriliyor. Birçok kesim tarafından tecridin, tüm topluma yaydırılan bir politika olduğu belirtiliyor. Bunun karşısında uluslararası çapta Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen kampanya da yayılarak devam ediyor. Tecrit politikası ve tecride karşı geliştirilen direnişe ilişkin neler belirtirsiniz?

Bu soykırım savaşının merkezini esas olarak İmralı’ya dayandırdılar. Yani İmralı’da açıkça hem kendi yasalarını hem de uluslararası yasaları ayaklar altına alarak dünyada hiçbir örneği bulunmayan bir tecrit ve psikolojik işkence sistemini kurdular. Yaşadığımız çağda, iletişim imkanlarının bu kadar arttığı bir dönemde, İmralı’da uygulanan bu denli mutlak tecrit ve psikolojik işkence, yürütülen bu soykırım siyasetinin esasını oluşturmaktadır. Onlar bu uygulamayla Kürt halkının umutlarını kırma, Önder Apo’yu adeta unutturma, toplumdan ve dünyadan tecrit ederek, halka yoğun bir baskı uygulayarak, gerillaya yoğun bir katliamcı savaş tarzını dayatarak Önder Apo’ya geri adım attırmak istediler. Böylece sonuca gitmeyi planladılar. Ama yıllardır hiçbir haberin gelmediği bu ağır tecrit ve uygulama karşısında Önder Apo’nun büyük bir metanet, sabır ve dirayetle sergilediği tutum, yanındaki yoldaşlarla birlikte geliştirdiği duruş ve direniş, soykırımcı siyaseti tümüyle sonuçsuz bırakmıştır.

Onlar tecritle Önder Apo’yu izole etmek istediler. Toplumdan ve dünyadan koparmak istediler. Ama Önder Apo’nun gücü İmralı duvarlarını adeta yerle bir ederek sadece Kurdistan’da ve Ortadoğu da değil tüm dünyada etkisini gösterdi. Bugün Önder Apo sadece Kurdistan halkının önderliği olarak ele alınmıyor. O aynı zamanda Arap halkının, Asuri-Süryani halkının ve bütün ezilen halkların da bir önderidir. Uluslararası düzeyde kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin önderliği olma gerçekliği, en çok bu dönemde yerine oturdu. İşte gördük. Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü amacıyla başlatılan kampanya dünyanın çeşitli ülkelerindeki 74 merkezde aynı anda Önder Apo’nun yabancı dostları ve hayranları tarafından başlatıldı. Buna daha sonra farklı merkezlerin de eklenmesiyle 100 civarında merkezde bu kampanya enternasyonalist dost kurum ve şahsiyetler tarafından ilan edildi. Bu, Önderliğimizin Kurdistan’ın sınırlarını aştığının ve evrenselleştiğinin açık göstergesidir. Bu, Önder Apo’nun dünya çapında yarattığı etkinin bir sonucudur. Paradigmasının yayılması paralelinde bugün Önder Apo dünya çapında bir lider ve çağın bir filozofudur. Sömürgeciliğin tecridi bunun önüne geçemedi. Bu artık bir gerçektir.

İmralı’da uygulanan o adına tecrit politikası denilen politika özünde demokratik değer yargılarını ayaklar altına alan ve Türkiye’de bir faşist rejim örmenin çerçevesidir. Türkiye’de tecrit kaldırılmadan demokrasinin gelmesi mümkün değildir. Yani İmralı tecridinin yalnızca Önder Apo’ya değil, aslında tüm halkımıza ve Türkiye demokrasisine karşı uygulanan bir tecrit olduğunu bugün sadece biz değil dışımızdaki birçok aydın, sanatçı, yazar, yani gerçekleri görebilen insanlar da belirtiyorlar. Bu çerçevede en son 564 aydın ve sanatçının yayınladığı bildiri bunun açık örneğidir. Bu vesileyle, bu bildiriyi imzalayan, yine bu biçimde gerçekleri görüp tutum alan bütün aydın, demokrat, yazar ve sanatçıları saygıyla selamlıyorum.

Kısaca AKP-MHP rejiminin Önder Apo’ya karşı uyguladığı insanlık dışı uygulama, yasaları ayaklar altına alma politikası bugün sonuçsuz kalmış ve anlamsızlaşmıştır. Bu pratik eylemlerle, verilerle açıkça görülen bir durumdur.

SOYKIRIM SİYASETİNİN BAŞARISIZLIĞI GÖZLER ÖNÜNE SERİLDİ

Türk devleti son dönemlerde, özellikle Kürt halkına karşı baskı, irade kırma ve siyasi soykırım saldırılarını daha da şiddetlendirmiş durumda. Buna karşı Kürt halkının büyük direnişi söz konusu. Türk devleti bu yönelimleriyle sonuç alabilir mi?

Bu dönemde soykırımcı-faşist rejimin hedefleyip sonuç almak istediği diğer bir saha da halktır. Kurdistan halkının yürüttüğü yurtseverlik ve demokrasi mücadelesi tasfiye edilmek istenmektedir. Bu amaçla halka dönük çok çeşitli baskılar, yer yer katliamlar, tehdit ve işkencenin sürdürüldüğü bilinmektedir. Bununla, Kürt demokratik siyasetiyle Türkiyeli sol-sosyalist-demokratik güçlerin tasfiyesini geliştirmeyi hedeflediler. Bunun için eşbaşkanlar, parlamenterler, belediye eşbaşkanları suçsuz yere tutuklandılar. Çoğu hala esir durumundadırlar. Kayyum diye bir siyaset ortaya atıp Kürt halkının iradesine karşı darbe siyasetini geliştirdiler. Ama bütün bu uygulamalar, en son ‘Kobanê Davası’ adıyla yürütülen davada da görüldüğü gibi hiç kimseye geri adım attırmadı, attıramadı. Tersine Kürt siyasetçilerinin, Kürt kadınlarının, analarının, Kürt gençliğinin her türlü zulme karşı büyük bir direnişi gerçekleşti. Halkımız ve tüm toplumsal kesimleri bütün baskılara karşı dik durmayı bildi. Burada da boşa çıktıkları ve sonuç alamadıkları açık ortadadır. Öyle ki bugün bu zulmü uygulayanların kendileri Kürt halkının, direnen kurumların desteğine ihtiyaç duyuyorlar.

Bütün bu değerlendirdiğimiz konuları özetle toparlayacak olursam; Önder Apo’nun tarihsel anlamlı duruşu, hareketimizin ve Kurdistan gerillasının büyük bir fedailikle direnişi ve halkımızın demokratik kurumlarının büyük bir fedakarlıkla her türlü zulme karşı dik duruşunun yanında gerillanın Ankara eylemiyle birlikte geliştirdiği son hamlesel çıkışla soykırım siyasetinin başarısızlığı ortaya serilmiştir. Bu soykırım siyasetinin Kurdistan’da sonuç alması mümkün değildir. AKP-MHP rejimi bütün gücünü kullandı. Her şeyini ortaya koydu. Ama bunun karşısında direnen irade gerçekliği de açık ortadadır. Tek yol vardır; o da bu soykırım siyasetinden vazgeçmektir. Bununla sonuç alamayacakları kesindir.

AKP, ÖNDER APO’YA UYSAYDI TÜRKİYE BU HALDE OLMAZDI

İdeolojiniz ve istemleriniz belli olmasına rağmen, özel savaş basını yaptığı tüm tartışmalarda bir devlet kurmak istediğinizden ve kendilerinin de bunu bozduğundan söz ediyor. Ne için bu tür bir propagandaya başvuruyorlar? Bu konu hakkında ne dersiniz?

Biz bırakalım bir devlet kurma, var olan devlet sistemlerinin tümünün aşılmasını hedefleyen bir ideoloji ve felsefeye sahip bir hareketiz. Yeryüzünde mevcut ulus-devlet sistemleri var oldukça hiçbir zaman eşitlik, özgürlük ve adil paylaşım düzeni de gelişmeyecektir. Buna rağmen devlet kuracağımız, dolayısıyla “Türkiye’nin beka sorunu var” denerek, yalan senaryolarla Türkiye’nin tüm enerjisini hareketimize ve halkımıza karşı savaşta harcıyor bu rejim. Böylece Kürtleri iradesiz kılarak, soykırımdan geçirerek Misak-ı Milli sınırlarına hakim olmak istiyor. Bu Misak-ı Milli sınırları Türklerle Kürtlerin ortak sınırıydı. Şimdi bu faşist zihniyet, Kürtleri tasfiye ederek Misak-ı Milli’yi Kürtsüz bir biçimde sahiplenmek istiyor. Bu tarzda bir büyümeyi hedefliyor. Böyle bir büyümenin olması mümkün değildir. Tarihe bakıp tarihten ders çıkarma durumları da yoktur. Tarihe bakıldığında, Türk devletleri Selçuklular’dan bu yana Kürtlere dayanarak bölgede güç olmuşlardır. Hatta Anadolu’ya yerleşme bile Kürtlerin desteğiyle sağlanmıştır. 1071 Malazgirt Savaşı’nın yıl dönümünü kutluyorlar ama çarpıtarak kutluyorlar. Orada Kürtlerin oynadığı rolü göz ardı ediyorlar.

Önder Apo Kürt-Türk ittifakı temelinde Türkiye’nin bölgenin en demokratik, yıldızı parlayan bir ülke haline geleceğini, bu temelde bir büyümeyi ve öncülük rolünü oynayacağını ortaya koydu. Bunun için çok çaba sergiledi. Yayınladığı bildirilerle, açıklamalarla bunu ortaya koydu. AKP eğer Önder Apo’ya uymuş olsaydı, şimdi Türkiye’nin hali böyle olmazdı. Türkiye insanları bu biçimde açlık içinde kıvranmazlardı. Çok daha yüksek bir refah ve demokratikleşme düzeyine ulaşılırdı. Ama bu faşist zihniyet bunları dinlemedi. Aksine bir tarafa iterek, Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan mutabakatı yok sayarak şiddetle sonuç alacaklarını sandılar. Üzerinden geçen 9 yıllık mücadele gösterdi ki sonuç almaları mümkün değildir. Şiddetle sonuç almaları, bir halkın iradesinin yok edilmesi mümkün olmamıştır, olmayacaktır.

TÜRK ORDUSU KDP’NİN YARDIMIYLA CENAZELERİNİ ALABİLDİ

Geçmişten beri Türk devletinin savaştaki kayıplarını gizleme gibi bir yaklaşımı var. Çok ender bu kadar yoğun kayıplarını ilan ettiği görülmüştür. Tabii ki HPG'nin yaptığı açıklamaya bakılınca yine de kayıplarının çoğunu gizlediği anlaşılıyor. Son dönemde Türk devletinin bu kadar kayıplarını vermesinin nedeni nedir?

Evet, şimdiye kadar hep kayıplarını büyük bir titizlikle gizliyorlardı. Bu son eylemlerdeki kayıplarının bir kısmını açıklamalarının kuşkusuz çok çeşitli nedenleri vardır. Bunların birkaçına değinebilirim:

Birinci neden; son hamleyle birlikte geliştirilen eylemlerde verdikleri kayıpların sayısı çok fazladır. Kayıplar çok fazla olunca birkaç kişiyi kamuoyuna ilan etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü bu cenazeler hastanelere, morglara götürülüyor; oradan başka yerlere, ailelerine teslim ediliyor. Yani fazla olunca, birkaç kişi de olsa yansıtma zorunluluğu doğuyor.

Ayrıca bu eylemlerde ölen askerlerin cenazelerini Türkiye devleti kendi imkanlarıyla alamadı. Ancak KDP’nin yardımı ile ölü ve yaralılarını Amediyê’den Türkiye’ye götürebildi. Önceki iki eylemde de böyle olmuştu; son eylemde de yine KDP’nin yardımıyla cenazelerini alabildiler. Hatta köylüleri devreye koydular. Köylüler arazide dağılıp kaybolan askerleri bulup KDP’ye, KDP de onları TC askerlerine teslim etti. Yani gizlenemez bir tablo yaşanıyor. O açıdan bazılarını itiraf etmek zorunda kalıyorlar.

Yine Xakurkê’deki eylemde ise; bir asker kendi komutanına tekmil verirken, "en az 6 kaybımız var, daha fazla olabilir" diye telefonda konuşunca internet ortamına düştü. Kendileri önce 3 kayıplarını ilan etmişlerdi; daha sonra 6’ya çektiler. Halbuki kayıp sayısı 6 da değildi. O konuşan asker zaten, “en az 6’dır, benim gördüğüm 6’dır" diyor. Oysa ki orada 27 kayıpları vardı ve bu cenazeler 3 gün orada kaldı. Ancak 3 günden sonra yaralı ve ölülerini oradan alabildiler. İşte bu tür durumlar oldu mu gizleyemiyorlar ve bazılarını vermek zorunda kalıyorlar.

YALAN HABERLERLE MİT PARLATILMAYA ÇALIŞILIYOR

Bir yandan kendi kayıplarını gizlerken, diğer yandan ise gerilla kayıplarına ilişkin yalan haberlere başvuruyor...

Evet. Mevcut durumda rejim sadece kendisi Türk toplumuna ve kamuoyuna yalan söylemiyor; kendisi ile birlikte birçok kişiyi de yalancı konumuna düşürüyor. Neredeyse Türkiye’deki bütün basın-yayın organlarını, siyasetçilerini yalancı konumuna düşürüyor. Çünkü verdiği bilgiler doğru değil, yanlıştır. Bu yanlışı herkes, "devletimizin resmi açıklamasıdır" diye haber ve yorumlarında defalarca tekrar ediyor. Her kayıp verdiklerinde resmen çamura yatma misali, masaüstü haberler oluşturuyorlar. Örneğin; 12 Ocak eyleminin ardından, 2019 yılında şehit düşen çok değerli komutanımız Peyman (Hülya Mercan) arkadaşımız hakkında da haberler yaptılar. Oysa ki Peyman arkadaş, tarafımızdan çok önceleri ilan edildi. Hareketimiz tarafından üzerine konuşmalar, açıklamalar yapıldı. Ona rağmen, "askerlerimizin öldüğü Metîna’da bir komutanlarını MİT, bilmem nasıl bir operasyonla imha etti" diye haber yaptılar. Hem de bütün kanalları da bunu son dakika haberi biçiminde verdi. Sadece bu değil, daha birçok arkadaş için bu tekrarlanmaktadır. Bu tür yalan haberlerle özellikle MİT parlatılmaya çalışılıyor. İşte "MİT buldu, operasyon yaptı" denilerek yalan senaryoları diziyorlar. Bu, onların zayıflığını gösteriyor, başka bir şey değil.

BİZ TÜRKİYE’NİN DÜŞMANI DEĞİLİZ

Kurdistan Özgürlük Gerillası'nın yaptığı bu eylemler, sömürgeci-soykırımcı TC sistemi içerisinde özellikle Pençe adını verdikleri operasyonların sorgulanmasına neden oldu. Operasyonların geri çekilmesi tartışmaları da yapılıyor. Geçmiş bir röportajınızda siz de 'ya çekilecekler ya da hepsi ölecek' demiştiniz. Tüm bunlar ekseninde şimdi yapılan bu tartışmalarla ilgili neler dersiniz?

Önce şunu söylemeliyim. Biz hareket olarak sözümüze sahip çıkan bir hareketiz, sözü yerde bırakmayız. Ben şahsen olamayacak, hedeflemediğimiz ve yapamayacağımız bir şeyi propaganda olsun diye söylemem. Belirttiğim o sözler, 2022 yılının ortalarında Girê Amediyê’ye gelen askerler için söylenmişti. Daha sonra Türk ordusu oradan, yani Girê Amediyê’den çekildi ve gitti ama 2023 Eylül ayında tekrar geldi. Hem de bu sefer kalıcı olmaya yöneldi. Bunun için de gerillanın o alana dönük yönelimleri var. Ama biz esas olarak onları bir tehdit değil, bir uyarı olarak söyledik. Bizim amacımız daha fazla asker öldürmek değil, tersine kan dökülmesinin önüne geçmektir. Kesinlikle bu ölümlerden biz sorumlu değiliz. Bunun sorumlusu, savaşı bu kadar sürdürerek ta Amediyê’ye kadar gelen ve burada kalıcı işgali geliştirmek isteyen, bunun kararını verenlerdir. Abbas arkadaşın da belirttiği gibi, esas sorumlu Tayyip Erdoğan ve Bahçeli’dir.

Bir de pratikte uygulanan yanlış strateji, askeri gözden çıkarma tutumları da vardır. Yani adeta "paralı askersiniz, gerekirse ölmelisiniz de" gibi kayıpları göze alan pratik uygulamalar vardır. Belki Türk basınında belirtildiği gibi çok imkansızlıklar ortamında değiller. Belli bir kuşanma durumları var ama riskli alanlara yönlendirme, kayıp göze alma, adeta askerin yaşamını hiçe sayma uygulamaları bir gerçek. Bu konuda kimi komutanlıkların kendi kişisel kariyerleri için onlarca askeri gözden çıkardığını biz pratikte defalarca gördük.

Değerli Türkiye kamuoyu, Türk halkı bilmeli ki; biz Türkiye’nin düşmanı değiliz. Türk halkının düşmanı hiç değiliz. Biz aynı zamanda Türkiye halkı adına da bu mücadeleyi yürütüyoruz. Biz Türkiye’yi parçalamak değil, Türkiye’yi dönüştürmek, demokratik bir ülke haline getirmek istiyoruz. İçinde Kürt, Türk tüm kültürlerin özgürce, kardeşçe yaşayabileceği demokratik cumhuriyet temel bir hedeftir. Önder Apo bunu açıkça ortaya koymuştur. Önder Apo demokratik cumhuriyet stratejisinin mimarıdır. Savaşı ve kan dökmeyi dayatan, öldürme ile sonuç almayı hedefleyen, AKP-MHP rejimidir.

Diğer bir şey de; empati kurulmalıdır. Kürtler bir halktır ve var olmak istiyor. Bugün Türkiye’nin dili, Türkçe yasaklanırsa direniş meşru olmaz mı? Bu her halk için geçerlidir. Bir halkın dili, değerleri yasaklanırsa, direnme hakkı doğar. Kürt halkı da bu temelde direniş yürütüyor. Bunun görülmesi gerekir. Diğer yandan Bakurê Kurdistan yetmedi, bu sefer de Başûrê Kurdistan işgal ediliyor. Sen bir işgalci güç konumundasın. Gittiğin yerde gül toplamaya değil adam öldürmeye gidiyorsun. Eğer adam öldürmeye gidersen, ölebilirsin de. Yani o askerler, o dağa karda kayak yapmak için çıkmamışlardı. Dolayısıyla bu ölümlerin sorumlusu, bu politikayı uygulayanlardır. O askerin ne işi var ta orada? Esas bunun sorulması lazım.

Özcesi çok yoğun bir dezenformasyon vardır. Gerçekler çarpıtılmaktadır. Devrimin sesi, tabii tüm Türkiye toplumuna ulaşamamaktadır. Böyle bir sıkıntı var. Dolayısıyla bunlar da her şeyi diledikleri gibi, masaüstünde dizerek topluma angaje etmeye çalışıyorlar, yönlendirmeye çalışıyorlar. Gerçekler öyle değildir. Savaşı isteyen onlardır. Önder Apo, bundan 5 yıl önce bir kaç kez avukatları gittiğinde onlara ne dedi? “Bana fırsat verilsin bir hafta içerisinde bu sorunu çözerim” dedi. Peki buna rağmen niye bu kadar savaş, niye bu kadar maddi masraf, niye bu kadar tank, top, uçak! Kürt halkına karşı bu kadar saldırı niye geliştiriliyor? Yarın, tarih karşısında bunu nasıl izah edecekler?

ÖZEL SAVAŞIN DIŞ MİHRAK ARAYIŞI…

Bir de yükselen gerilla eylemleri karşısında sürekli dış elleri ileri sürme, bu eylemleri Amerika, İsrail, İran ve daha birçok ülkenin desteğine dayandırmadan söz ediliyor. Buna sürekli Rojavalı güçler ile ABD’nin ilişkileri örnek veriliyor. Bu değerlendirmeler hakkında ne dersiniz?

Evet. Bu, Türk devletinin sömürgeci anlayışının genel geçer bir yaklaşımıdır. Her dönemde Kürt halkının hak isteme kalkışlarına sürekli bir dış parmak aramışlardır. İster olsun ister olmasın, onlar hep "dış mihraklar" demişlerdir. Şimdi de aynı şey var. Kendi yanlış strateji ve yenilgi gerçeği karşısında gerekçeyi dış güçlerin müdahalesinde arıyorlar. Hayır, sizin stratejiniz yanlış. Siz bir toplumu, bir halkı tümden terörist sayıyorsunuz ve yok etmek istiyorsunuz. Bu mümkün değil, bunu başaramazsınız. Ama onlar bunda ısrar ediyor. Örneğin aynı şeyleri, hareketimizi uyuşturucuyla ilintilendirmek için de yapıyorlar. 45 yıldır Türk devlet yetkilileri bize uyuşturucuyla bağlantılı suçlamalar yapıyorlar. Bugüne kadar ne dünyanın herhangi bir yerinde ne de Türkiye’de herhangi bir PKK’liye karşı açılmış bir uyuşturucu davası yoktur. Eğer bunların dediği gibi olsaydı şimdi binlerce dava olurdu değil mi? Ama var mı? Yok. Belki Kürtler içerisinde çeşitli işlerle uğraşanlar olabilir ama PKK örgütünün felsefesi, ahlakı, terbiyesi her türlü uyuşturucuya karşı mücadele eksenindedir. Fakat ona rağmen sürekli buna bağlı suçlamalar yapıyorlar. Bunların hepsi gerçeklerin çarpıtılmasıdır.

Bakıyoruz kelli felli insanlar, adının önünde Prof. ibaresi bulunan birçok kimse kameralar karşısına geçiyor, işte “bu eylemlerin arkasında Amerika var, İsrail var, İran var” diyorlar. El insaf! Bu kadar da olmaz. Bazı özel savaş propagandacılarına insan anlam verebiliyor ama bakıyoruz; öyle olmaması gereken hatta takip ettiğimiz, bazı doğruları da savunan birtakım kimseler de aynı şeyleri söylüyorlar. Yani bunun bir proje olduğu, bunun arkasında dış güçlerin bulunduğu vs. teraneleri diziyorlar. Gerçek öyle mi? Hayır. Hiç alakası yok.

Evet; Amerika’nın bir Kürt projesi olabilir. Daha doğrusu ‘var’ deniliyor. Ama ne olduğu belli değil. Fakat bunun içinde PKK yoktur. Amerika bizi terör listesine koymakla kalmamış, bizlerin başına milyonlarca dolar ödül koymuştur. Bir de 40 yıldır Türk devleti, Amerika ve NATO’nun siyasi, askeri ve teknik desteği ile bize karşı savaş yürütüyor. Eğer Türk devleti ve ordusunun arkasında dış destek olmasaydı, bu savaşı bu kadar sürdürmezdi. Çünkü, küresel sermayenin çıkarı sorunların çözümünde değil çözümsüzlüktedir. Onun için destekliyorlar ve onlar da yürütüyor.

Şimdi Amerika’nın onayı olmazsa Türk SİHA’ları, uçakları Irak ve Suriye’nin bu kadar içine girebilir mi? Irak’ta Amerika’dan izinsiz bir kuş bile uçamaz. Yıllardır bu kadar uçak bombardımanlarının Başûrê Kurdistan’da eksilmediğini bilmeyen var mı? Burada, bu saldırılar onaysız mı yapılıyor? ABD’nin desteği açıktır. Amerika "ben sizi destekliyorum" diyor ama onlar ekran karşısına geçince bunların hepsini unutuyor ve tersini söylüyorlar. Eğer Amerika gerçekten Rojava’daki QSD ve diğer güçleri desteklemiş olsaydı, Türk basın çevrelerinin iddia ettiği gibi oradaki güçler yoluyla bir proje geliştirme niyetine sahip olsaydı, Türk devletinin Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de bu denli savaş yasalarını ayak altına alan, insanların temel yaşam kaynaklarına karşı sürdürülen saldırılara sessiz kalabilir miydi? Önlerdi. İsterse önleyebilir.

Evet, orada Rojava’daki güçler ile Amerika arasında bir ilişki var ama bu ilişkinin ne olduğunu aslında Amerikalı yetkililerin kendisi açıklıyor. QSD yetkilileri de zaman zaman vurguluyor. Ama Türk devleti bunu gerekçe yaparak, haklı Kürt davasının arkasında uluslararası güçlerin var olduğu iddiasını çok pişkince ve ısrarlı bir şekilde ortaya koyuyorlar. Halbuki onların istediği, Amerika’nın tıpkı İsrail’i desteklediği gibi kendilerini de desteklemesidir. Yani Amerika İsrail’i desteklediği gibi kendilerini de desteklemediği için bu kadar eleştiriyorlar. Esası budur ve bizimle hiçbir ilişkisinin olmadığı da çok açıktır.

HİÇBİR GÜÇLÜ ORDU BU KADAR AŞAĞILIK BİR DURUMA DÜŞMEZ

Yapılan her devrimci operasyon ardından Türk devleti Rojava’da sivil yaşam alanlarına bombardımanlar yapıyor, hizmet kurumlarını hedefliyor. Diğer yandan Kuzey Kurdistan’da da siyasi soykırım operasyonları gerçekleştiriyor. Bunlar hakkında ne dersiniz?

Kuzey’de sivil, savunmasız, evinde uyuyan insanlara gece yarısı baskınlarla tutuklamalar yapıyorlar. Buna da "Kahramanlar Operasyonu" diyorlar. Bunlar, gerçeklerle alay etmeyi bir meslek olarak ele alıyorlar. Ne alakası var! Sen o kadar askeri güçle, donanımla evinde uyuyan sivil insanların baskınına gidiyorsun,. Suçsuz yere insanları tutuklayıp rahatsız ediyorsun. Bunun kahramanlıkla ne ilgisi vardır? Bu kahramanlık değil, namertliktir. Ancak bunlar namertliği kahramanlık sayıyorlar.

Aynı şekilde Rojava’da da saldırıları kabul edilemezdir. Bir toplumun yaşam kaynaklarına dönük yapılan saldırılar, özellikle hastane, matbaa, fırın, buğday ambarları, fabrikalara dönük geliştirilen saldırılar, uluslararası savaş yasalarının çiğnenmesidir. Bu tür alanlar sivil alanlardır ve hedeflenmezler. Buraları hedeflemek, insanlık dışı bir uygulamadır. Orada 5 milyon insan yaşıyor. Onların geçim kaynaklarını ortadan kaldırma, elektriksiz bırakma, susuz bırakma hangi akla sığar? Bunun insanlıkla ne alakası vardır? Hiçbir alakası yoktur.

Hiçbir güçlü devlet ve ordu bu kadar aşağılık bir duruma düşemez, böyle bir şey yapamaz. Bu çok korkakça ve çirkef bir saldırı biçimidir. Güçlülerin değil, güçsüzlerin saldırı tarzıdır. Yiğitsen seninle savaşanların yeri bellidir, onlarla savaşırsın. Git onlarla savaş. Sivil, savunmasız halka, onun yaşam kaynaklarına saldırmak ne anlama gelir? Açık ki yenilginin açığa çıkmasının önüne geçmek için Rojava’yı hedefliyorlar. Eğer bu tarz çirkef saldırılarla gerillayı durduracaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Yapılan bu saldırıların bizimle herhangi bir alakası olmadığı gibi, bu biçimde gerillanın haklı davasının ve eylemlerinin de önüne geçemezler. Bu mümkün değil.

AKP’NİN ROJAVA’YA SALDIRILARI BİR İNSANLIK SUÇUDUR

Tüm bu saldırılar karşısında uluslararası kamuoyundan da ele avuca sığar pek bir tepki gelişmiyor. Bu bağlamda neler söylenebilir?

Bu da konunun ilginç bir yanıdır. Bu hususta Kürt güçlerinin de yetersizlikleri ve hataları vardır. Parçalar arası ayrımı iyi koyma konusunda yetersizlikler olduğu gibi diplomasi çalışmalarının yetersizliği de açıkça görülüyor. Yine Kürt ulusal refleksinin zayıf yansıması da ciddi bir eleştiri konusudur. Kısaca bu saldırılara karşı biz Kürtlerin de üzerinde durmamız gereken boyutları vardır. Yine bazı genç yapıların duygusal yaklaşımları, yetersiz ve yanlış yansıtma durumları da olabilmektedir. Her parça ayrıdır; her parça kendi mücadelesini, kendi somut koşullarında yürütür. Nasıl ki, her ülkedeki Marksist bir parti, başka bir ülkedeki Marksist bir partinin pratiğinden sorumlu görülmezse, yani bu anlamda herkes kendi ülke koşullarındaki pratikten sorumlu ise, PKK ile PYD’nin birbirine karşı sorumlulukları da aynı düzeydedir. Ortak yanları Apocu ideolojiyi benimsemeleridir ama herkes kendi parçasındaki pratikten kendisi sorumludur. Birbiriyle bir organik bağları yoktur ve birbirinden sorumlu tutulamazlar. Ama doğru olan bu gerçeğin tam olarak böyle yansıtılmış olduğunu düşünmüyorum. Daha çok duygusal yaklaşımlar öne çıkmakta ve ideoloji ile örgütsellik birbirine karıştırılmaktadır.

Ancak TC kasıtlı bir biçimde bu durumu farklı gösteriyor ve kullanıyor. Sanki organik bir bağ varmış, bir bütünmüş gibi gösteriyor. Hatta Rojava’da sürekli partimiz PKK’nin adı da kullanılıyor. “PKK’nin finans kaynaklarına ağır darbe vurduk” diyorlar. Ne alakası var? PKK’nin finans kaynakları orada ne arar? Bu, büyük bir yalan, bir çarpıtma durumudur. Zaten AKP’nin Türkiye’de yeni geliştirdiği bir şey de; sadece bu konuda değil diğer genel konularda da suç işlemesi, yasa dışı uygulamalar yapması ama bunları doğal bir şeymiş gibi açık açık basına vererek meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Yani suçu, suç değilmiş gibi gösteriyor. Böylece meşrulaştırılmasını hedefliyor.

AKP’nin şimdi Rojava’ya yapmış olduğu saldırılar, insanlık suçudur. Esas olarak orada Kürt halkının ve Kuzey ve Doğu Suriye halklarının statüsünden rahatsızdır. Yani Demokratik Özerk Yönetimi ortadan kaldırmak istiyor. Halkların bir arada, özgürce yaşamasını kıskanıyor ve o sistemi kendisi için tehlike görüyor, o yüzden saldırıyor. Onun için gerilla ile bağını oluşturmaya çalışıyor. Sanki PKK’nin orada mevzilenmesi var gibi gösteriyor. Bunların hiçbirinin gerçekle bir alakası yoktur. Orada esas hedeflediği, statüdür. Kürt halkının statü kazanmasını örgütlemesine dönük yürüttüğü bir saldırıdır. Demokratik Özerk Yönetim’in sisteminin gelişmesinin önüne bu biçimde geçmek istemektedir. Yani bu esasen oradaki sistemi yıkmaya ve Kürt halkını göçertmeye dönük bir faaliyettir. Gerilla ile ne alakası vardır? Hiçbir bağı yoktur. Ama burada önemli olan tüm Kürt halkına ve kamuoyuna bu gerçeklerin doğru yansıtılması ve buna karşı doğru yöntemlerle mücadelenin geliştirilmesidir. Bunun için de yaşanan yetersizlikleri görüp aşmak önemlidir.

KDP'NİN AKP-MHP İLE ORTAKLIĞI ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ GÜÇLENDİRİYOR

Türk devletinin Kürtleri tasfiye etme amacını birçok defa söylemenize rağmen KDP’nin savaş alanlarında Türk devleti ile hareket etmeye devam ettiği görülüyor. Bu durumun Kürt halkına nasıl bir yansıması olur?

KDP’nin Türk devletiyle işbirliğinin gelmiş olduğu düzey ciddi bir sorun ve bu sadece iki örgüt arasındaki bir sorun olarak tanımlanamaz. Şimdi Bakurê Kurdistan’da halkımız Kürt sorununun çözümünü Türk devletine kabul ettirmek için çok büyük bir fedakarlık, çaba ve emek sarf etmektedir. On bin civarında zindanlara atılmış devrimci yurtsever insanımız vardır. Bakurê Kurdistan’da uygulanan baskı, işkence var; Önder Apo üzerinde dünyada eşi benzeri bulunmayan bir tecrit ve işkence sistemi var. Tek suçu Kürt kimliğini savunmak olan binlerce Kürt siyasetçisi, Kürt genci cezaevlerinde çürütülmek isteniyor. Kuzey halkına karşı büyük bir faşizan şiddet ve baskı var. Saddam döneminin faşizan baskılarından çok daha köklü bir şiddetle halkımız karşı karşıya ve halkımız buna karşı direnmektedir. Her gün evlatlarını şehit vermekte ve her şeyiyle büyük bir direniş içinde bulunmaktadır. Bütün bu çabaların amacı Kürt sorununu çözmektir. Kürt sorununun çözümünü Türk devletine kabul ettirmektir ama KDP’nin azılı bir Kürt düşmanı siyaset yürüten AKP-MHP iktidarı ile ortaklığı çözümün değil, çözümsüzlüğün elini güçlendiriyor. Böylece, çözümün önünde engel oluyor. Yani bu duruş, şiddette çözüm arayan, Kürt halkını soykırımdan geçirmek isteyen faşist güçlerin elini güçlendiriyor.

Bakurê Kurdistan, Kurdistan’ın yarısıdır. Buradaki çözümsüzlük, tüm Kurdistan’ın geleceğini de etkileyen bir şeydir. Bakurê Kurdistan’da mevcut AKP-MHP’nin uyguladığı soykırım siyasetinin başarılı olması halinde, diğer parçaların da tüm kazanımları ve varlığı tehlike altına girecektir. Bu kesin bir olgudur. Dolayısıyla KDP ve TC’nin ortaklığı Kürtler açısından ulusal bir sorundur. Bu yüzden Kürt ulusal haklarından yana olan herkes bunun üzerinde durmalı, kimse buna karşı sessiz kalmamalıdır. Bu konuda elbet herkesin yapacağı bir şey vardır. Kürt davasına karşı kendisini sorumlu gören KNK, vb. kurumların bu konuda yapacakları şeyler vardır, sorumlulukları vardır. Mesela Bakurê Kurdistan’da Kürt sorununu çözmek isteyen, bunun için mücadele yürüten tüm siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve yurtsever şahsiyetler bu engelin aşılması için mücadele yürütmelidirler. Şimdiye kadar Bakur örgütlerinde görülen zaman zaman bu konuyla ilgili bazı açıklamalarla yetinmek veya seyirci konumda kalmak yanlıştır. KDP’nin bu uğursuz ve Kürt ulusal çıkarlarına karşı olan politikasından vazgeçmesi için herkesin mutlaka yapacağı şeyler vardır. Bazıları gidip görüşme yapabilir, uyarabilir; bazıları gelip Başûrê Kurdistan’da ve uluslararası alanda çeşitli etkinlikler geliştirebilir. Çünkü bu politika, tüm Kürt halkının çıkarlarını tehlike altına koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına hareket eden mevcut rejimin faşist uygulamaları, görünürde PKK’ye karşı saldırı ve uygulama olarak gösterilse de özünde tüm Kürt halkının geleceğine dönük bir saldırı olduğu çok açıktır. Türk devleti bölgede Kürt halkının irade ve statü sahibi olmasını istemiyor. Bunu kendi varlığı için ciddi bir tehlike olarak görüyor. Durum bu kadar açık olmasına rağmen nasıl oluyor da Kürtlük adına bir güç, Kürt ve Kurdistan düşmanı ırkçı böyle bir devletle işbirliği yapıyor ve Kurdistan topraklarının işgali için onlara yardım ediyor. Bu vahim durum hiçbir yurtsever tarafından kabul edilmemesi gereken bir şeydir.

Şu iyi bilinmeli. TC devleti, tarih boyunca işgal ettiği hiçbir yerden çekilmemiştir. Ve Türk devleti için Misak-ı Milli sınırlarını işgal etmenin gizli bir strateji olduğunu bilmeyen kimse yoktur. Buna rağmen KDP neden Türk devletinin Başûrê Kurdistan topraklarını işgal etmesi için bu kadar çaba sarf etmektedir? Neden TC’nin Girê Amediyê’ye yerleşebilmesi için bu kadar olanak sunmaktadır? Gerilla direnişinin zayıflaması, kırılması için neden bu kadar ambargo, yol tutma, ihbar etme vb. faaliyetleri yürütmektedir? Bunu anlamak mümkün değildir. Bunlar arasında nasıl bir gizli anlaşma var, kimse bilmemektedir. Bunun açığa çıkarılması lazım. Kürt halkının geleceğine dönük ne gibi anlaşmalar yapılmıştır; neden bir örgüt bu biçimde Türk devletinin Kürt topraklarını işgal etmesine ortak olabilmektedir? Bunlar önemli konulardır ve herkes bu konuda sorumluluklarına sahip çıkarak, Kürt ulusal çıkarları üzerindeki tehlikeleri giderme için elinde ne geliyorsa yapması gerekmektedir. Böyle bir duruşu sergilemek herkesin ulusal yurtseverlik görevidir.

ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ ŞÊX ŞAÎD’İN ANISINI YAŞATIYOR

Türk devleti aynı zamanda Kürt toplumunun geçmiş değerlerini de gözden düşürme, yok sayma ve üzerine oynama hesaplarını yapıyor. En son Şêx Saîd’e ilişkin yapılan yoğun tartışmalar oldu. Bu tartışmalarda yapılan hakaretler Kürt halkında tepkilere yol açtı. Siz bu konuda ne dersiniz?

Evet, Şêx Saîd Kürt halkının tarihinde yeri olan, Kurdistan halkının bir değeridir. Şêx Saîd’e hakaret, tüm Kürt halkına karşı yapılmış bir hakarettir. Her ne kadar Türk devleti gözden kaçırmaya çalışsa da elde bulunan tarihi belgelerde açıkça vardır. Kürt halkı yeni Türkiye’nin kurulmasında emek sahibi bir halktır. Savaşa katılmış, şehit vermiş, kurucu bir öğedir. 1924’e kadar belli düzeyde bir Kürt-Türk işbirliği vardı. Bu konuda Kürtlere verilmiş özerklik sözü vardı. Ama 1924 Anayasasıyla birlikte “Türkiye’de tek bir millet var” denerek Kürtlerin varlığı ve hakları inkar edildi, Kürtlere verilen sözler yerine getirilmedi, Kürt halkına ihanet edildi. Burada ihanet eden Şêx Saîd değil, ihanete uğrayan Şêx Saîd ve tüm Kürt halkıdır.

Şêx Saîd bir Kürt ileri geleni olarak, yaşamında dürüst ve samimi bir insandır. Kendisi hareketin bir lideri değildi. Azadî Komitesi’nin bir üyesiydi. Ancak Azadî Komitesi’nin lideri Xalid Cibranî, Yusuf Ziya gibi kişiler tutuklanınca ve Kürt halkı büyük bir haksızlıkla yüz yüze kalınca Şêx Saîd yükü omuzlamak durumunda kaldı. Bundan kaçınmadı, fedakarlık yaptı. Kürt özgürlük davasına sahiplik yapmaya çalıştı. O da yaptıkları ilk toplantının ardından bir grubun önüne gönderilen askerlerin provokasyon yapmasıyla zaten erken bir doğuma yol açtı. Gereken hazırlıklar yapılmadan Türk devleti üzerine geldi. Burada yapılan şey budur. Dolayısıyla Kürt davasının haklı gerçeği görülmeden bu durumların da doğru görülemeyeceği açık ortadadır. Şêx Saîd Kürt ulusal davası mücadelesinde tarihe geçmiş önemli bir şahsiyettir ve bugün yükseltilen özgürlük mücadelesinde Şêx Saîdlerin, Seyit Rızaların, İhsan Nuri Paşaların anıları yaşatılmakta, amaçları gerçekleştirilmektedir.

Ayrıca, Şêx Saîd’in ifadesinde halifelikten söz etmiş olması, o zamanlar açısından çok anormal karşılanacak bir şey değildi. Halifelik yeni kaldırılmış ve lider kesimi de dahil yeni oluşan devlet kadrolarının önemli bir kesimi hala halifeliği savunmaktaydı. Ayrıca böyle bir ifadenin verilmesinde devlet tarafından görevlendirilen bir subayın telkinlerinin önemli rolü olduğu yönündeki bilgiler de vardır. Dolayısıyla salt ona dayanarak yorum yapıp sonuca gidenlerin kasıtlı davrandıkları açıktır.