KJK Koordinasyon Üyesi Hêvî Nûdem 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Devlet sisteminin soykırım politikalarına göre inşa edildiğini ve hukuki düzenlemelerin de buna göre şekillendirildiğini belirten Hêvî Nûdem, bu sistemin devam ettirilmesinin de kadın katliamlarına yol açtığını vurguladı. Özellikle de Ortadoğu bölgesinin en yoğun savaşların yaşandığı bölge olduğunu kaydeden Hêvî Nûdem, yaşanan tüm bu savaş ve çatışmaların sonucunda en büyük bedeli de kadınların ödediğini ifade etti.
Ataerkil zihniyetin ve faşizmin kültürel olarak yerleşik hale gelmesinin kadınlar üzerindeki şiddetin her geçen gün daha da artmasına yol açtığını sözlerine ekleyen Hêvî Nûdem, tüm bu saldırılara karşı Kürt kadınları öncülüğünde gelişen kadın mücadelesinin de her alanda büyüdüğünü ve yaygınlaştığını söyledi. Devam eden 3. Dünya Savaşı koşullarında hiçbir halkın ve toplumun savunmasız kalamayacağının altını çizen Hêvî Nûdem, özellikle kadınlar için öz savunmanın hayati önem taşıdığını dile getirdi.
Dünya genelinde faşist parti ve örgütlenmelerin tırmanışa geçtiğini, oligarkların çıkarları temelinde açık açık toplumlara dayatmalarda bulunulduğunu görüyoruz. Faşizm, kadınlar açısından şiddetin, cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın yükselişi anlamına geliyor. Kadınlara yönelik tehditleri nasıl değerlendirmek gerekir?
Kapitalist modernite döneminde birçok ırkçı parti, faşizmi ve şiddeti derinleştirdi. Kapitalist modernite ve 3. Dünya Savaşı tüm ırkçılık, dincilik, bilimcilik, ataerkillik ve özel savaş argümanlarıyla yaşamın her alanında ve kadınların varlığı üzerinde büyük bir tehdit oluşturdu. Özellikle bu dört ideoloji üzerinden, faşist uygulamalar ve kadınlara şiddet yoluyla tüm topluma ve doğaya yönelik saldırılar daha da yoğunlaştırıldı ve yaygınlaştırıldı. Egemen sistem, tüm yöntemleriyle kadınlar üzerindeki şiddeti sistematik olarak uygulamaya devam etti. Kadınlar, her gün ev içinde ve dışında fiziksel ve psikolojik şiddetin sonuçlarını yaşayarak varlıklarını sürdürmeye çalıştı. Kapitalist modernite sistemi ve iktidar güçleri soykırım karakterli savaşlarla sürekli kaos ve kriz ortamları yaratarak kendi iktidarlarını devam ettirmeye çalıştı. Ataerkil devlet aklıyla inşa edilen bu sistem, savaş ve şiddeti yaygınlaştırarak kendisini kalıcı hale getirmek istiyor. Bu yöntemlerle topluma korku ve susmayı dayatıyor.
Devlet sistemi, soykırım politikalarına göre inşa edildi ve hukuki düzenlemeleri de buna göre şekillendirildi. Bu sistemin devam ettirilmesi de kadın katliamları ve kadının iradesizleştirilmesi yoluyla sağlanıyor. Yaşadığımız bölge olan Ortadoğu, en yoğun sıcak savaşların yaşandığı bir coğrafya. Bölge, hem merkezi hegemonya hem de yerel hegemonya nedeniyle büyük bir kriz içinde, sosyal, siyasi ve ekonomik kaos ve çıkmazlarla boğuşuyor. Tüm bu savaş ve çatışmaların sonucunda en büyük bedeli de kadınlar ödüyor. Bunun en açık örneği, hegemonik güçlerin Ortadoğu'ya müdahalesiyle Irak, Afganistan vb. yerlerde yaşananlardır. Bu savaşlar sonucunda selefi güçler örgütlenerek iktidara geldi ve şeriat yasaları adı altında kadınların yaşamı ve düşünce özgürlüğü üzerindeki baskılar artırıldı. Bu yüzden her saldırı ve savaşta en büyük mağduriyeti kadınlar yaşıyor.
Gazze’de yaşanan durum da bu gerçeği herkese açıkça gösterdi. En fazla öldürülenler ve yerinden edilenler kadınlar ve çocuklar oldu. 3. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yerlerde kadınlar ve toplum yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Hem ataerkil zihniyetin, şiddet ve faşizmin kültürel olarak yerleşik hale gelmesi hem de herkesin gözü önünde kadınların katledilmesi ve öldürülmesi, kadınlar üzerindeki şiddetin her geçen gün daha da artmasına yol açtı. Kadınlara yönelik şiddet, ulus-devlet sistemlerinde, ataerkil zihniyet ve onun doğurduğu ideolojiler nedeniyle sistematik hale geldi. Ortadoğu ülkelerinin tamamında, özellikle Afganistan’da Taliban’ın iktidara gelmesi, İran’da kadınların idam edilmesi, kadın haklarının gasp edilmesi, Irak’ta çocuk yaşta evliliklerin yasallaştırılması, Suriye’de HTŞ’nin hükümete gelmesiyle selefiliğin örgütlendirilmesi ve Kuzey Afrika’da radikal Sünni mezhepçi ideolojilerin kadınların toplum içindeki varlığını yok eden yasaları uygulamasıyla kadın katliamlarını ve şiddeti daha da derinleştirdi.
Siyasi, ekonomik, askeri, toplumsal, kültürel, sanatsal, hukuki ve medya alanlarını kullanan cinsiyetçi ideoloji kendisine büyük bir zemin ve fırsat yarattı. Bir bütün olarak şiddet üreten, katliamlarla ve zorla göç ettirme politikalarıyla halkları yok oluşa sürükleyen bu sistemin temel amacı kadınların direnişini ve mücadelesini engellemektir. Kapitalist sistem, kadınları çaresiz ve kendisine muhtaç hale getirmek için tüm yöntemleri kullanıyor. Kadınlar, işsiz bırakılıyor ve günlük yaşamlarını bağımsız bir şekilde sürdürmeleri engelleniyor. Hegemonik güçlerin merkezileşen savaş politikaları arttıkça şiddet de derinleşiyor. Ancak buna karşı kadın mücadelesi de her alanda büyüyerek ve yaygınlaşarak devam ediyor.
Peki kadın hareketleri buna karşı nasıl bir mücadele hattı örmeli? Dünya kadın konfederalizmi nasıl bir önem arz ediyor?
Kadınlar, kendilerine yönelik geliştirilen politikalar karşısında örgütlenerek, her alanda varlıklarını, tarihsel, toplumsal ve kültürel kimliklerini kazanma mücadelesi vermektedir. Kadınlar bu şekilde faşizme, cinsiyetçiliğe ve radikal mezhepçi dinciliğe engel olabilirler.
Kadınların kendilerini eğitmesi, felsefi ve bilimsel temelde gelişmesi, ataerkil zihniyete karşı evin içinde direniş göstermesi, merkezi ve yerel hegemonik saldırılara karşı kendini koruması ve iradeli olması gerekmektedir. Kadın kendini savunabilmek için bilinçlenmeli ve örgütlenmelidir. Kadınlar, demokratik konfederalizmin yeniden inşası sürecinde, milliyetçiliğe karşı demokratik ulus inşasını esas alarak, özgür kadın bilinciyle ahlaki ve politik toplum değerlerini temel alarak varlığını kazanmalı ve özgürlüğünü elde etmelidir. Ataerkil zihniyet, Neolitik dönemde doğal toplumun maddi ve manevi değerlerini gasp ederek, günümüzde bilim ve teknolojiyi kendi çıkarları doğrultusunda geliştirmekte ve kullanmaktadır. Kadınların emeğiyle oluşturulan değerler bugün hala kadınların mücadelesiyle var olmaya devam etmektedir. Rêber Apo felsefesi temelinde yarım asırdır sürdürülen Kürt kadınlarının mücadelesi evrensel boyuta ulaşmış durumda.
Demokratik ulus paradigması, toplumun tüm kültürlerini, kimliklerini ve inançlarını kapsayarak, dünya kadın konfederalizminin en temel dayanağını oluşturuyor. Bu durum evrenselleşen kadın mücadelesinin temelini güçlendiriyor. Kürt kadınları öncülüğünde yürütülen bu mücadele, ağır bedeller ödenerek kazanılmıştır. Rêber Apo’nun Jin Jiyan Azadî paradigması doğrultusunda 50 yıldır yürütülen mücadele, Kürt kadınları şahsında evrenselleşmiştir. Birlikte hareket etme bilinci geliştirilmiştir. Eğer bugün ulus-devlet sistemleri ataerkil zihniyetlerini ve selefi-İslamcı yapıları güçlendirmeye çalışıyorsa, bunun karşısında en büyük tehdidin özgür ve örgütlü kadın olduğunu bilmektedirler. Özgür kadın hareketinin köleleştirilmiş kadın ve iktidar sahibi erkekler karşısında sosyalist ve demokratik niteliklerle örgütlenmesiyle dünya kadın konfederalizminin önemi ve anlamı daha da belirgin hale gelmektedir.
Kadın özgürlüğünü esas alan cinsiyet mücadelesi, özgür kadın ve özgür erkeği yaratmalı ve demokratik toplumun öncülüğünü yapmalıdır. Jin Jiyan Azadî felsefesi ve Jineoloji bilimi temelinde gelişen kadın devrimi, kadın konfederalizminin kapitalist sistem karşısında bir alternatif model olarak inşa edilmesini sağlamalıdır. Kadınlar, her alanda örgütlenmez ve gelişmezse, ekonomik olarak bağımsız hale gelmezse, sistematik faşist saldırılar, cinsiyetçi baskılar ve kadın cinayetleri iktidar sistemi içinde görünmez hale getirilerek devam edecektir. Mücadelenin temel ilkesi şudur; kadınlar ne kadar örgütlü ve birlik olursa o kadar başarılı olacaklardır. Rêber Apo’nun da dediği gibi, örgütsüz kadın savunmasız kadındır. Kürt Kadın Hareketi, tüm Kürdistan ve dünya genelinde öncü bir konuma ulaşmıştır. Ne kadar örgütlü olursak o kadar güçlü oluruz, ne kadar güçlü olursak kendimizi o kadar koruyabilir ve özgürleşebiliriz. Bu temelde, ekolojik, demokratik ve kadın özgürlükçü paradigmayı inşa ederek dünya kadın konfederalizmini sürdürülebilir hale getirmeliyiz. Faşizmin kadına yönelik tüm saldırıları ancak bu şekilde engellenebilir.
Büyük bedeller ödenerek yaratılan ve tüm dünyayı etkileyen Rojava Kadın Devrimi’ni Suriye’nin içinden geçtiği dönem açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
HTŞ ve onun lideri Ahmed Şara’nın Kuzey ve Doğu Suriye ile Rojava’daki kadın devriminin kazanımlarını hedef alması, yarım asırlık mücadelemize ve son on yılda kadınlar öncülüğünde büyük emek ve bedellerle inşa edilen özyönetim devrimine yönelik bir saldırıdır. Kuzey ve Doğu Suriye’de kadınlar ve halklar büyük acılar yaşadı, işgal saldırıları sonucu göç etmek zorunda kaldılar ama özgür yaşamdan ve devrimden vazgeçmediler. Yeni ve demokratik bir yaşam inşa etmek için tüm kadınlar ve bölge halkları birlikte bir yaşam modeli yarattılar. Halkların kardeşliği temelinde şekillenen bu model, kapitalist modernite ve ulus-devlet sistemine karşı bir alternatif oldu. Tüm saldırılara karşı halklar direnmeyi ve iradeleriyle özgür yaşam mücadelesi vermeyi sürdürüyorlar. Rêber Apo, “Özgürlük bedel vermeden olmaz” diyor. Halklar ve kadınlar, bu bilinçle tarihi bir öncülük yaparak, kadın devrimini ve demokratik ulus modelini bölgeye ve dünyaya sundular. Bu nedenle bu devrim, yalnızca Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye devrimi değil, aynı zamanda demokratik Ortadoğu devrimi, demokratik kadın konfederalizmi ve bölge halklarının devrimidir. Rojava devrimi, bu anlamda önemli ve tarihsel bir misyona sahiptir. Bundan dolayı da Rojava devrimine katılım ve sahip çıkma en üst düzeyde olmuştur.
Kadınlar mevcut tehditler ve olasılıklar karşısında nasıl pozisyon almalı? Bu noktada Ortadoğu Kadın Konfederalizmi ve ortak mücadelenin önemi nerede duruyor?
Şüphesiz kadın devriminin ve demokratik sistemin daha da ilerletilmesi, günümüzün en önemli görev ve sorumluluklarından biridir. Ancak bu süreç henüz tamamlanmamış ve geliştirilmesi gereken birçok alan bulunmaktadır. Devrimin güvence altına alınması hala birçok açıdan gereklidir ve karşı karşıya olduğumuz tehlikeler büyüktür. En büyük tehlike de kadın öncülüğünde gelişen demokratik sisteme yönelik saldırılardır. Bu nedenle, demokratik ulus ilkeleri temelinde örgütlenerek, özellikle hukuk alanında toplumsal adaleti geliştirmek, komünal ekonomiyi güçlendirmek, demokratik sağlık ve eğitim sistemlerini inşa etmek, ekolojiyi korumak ve tüm toplumsal alanlarda kadın değerlerini güvence altına almak, dünya kadın konfederalizmi öncülüğünde yürütülmesi gereken temel görevlerdir. Suriye'nin mevcut durumu oldukça karmaşık. Suriye halkları arasındaki siyasi anlaşmazlıklar, kültürel ve inanç farklılıklarının çatışması nedeniyle istikrarsızlık devam ediyor. Kadınlar ve halklar, Baas rejimi döneminde çok büyük acılar çekti. HTŞ'nin gelmesiyle birlikte bu durum daha da kötüleşti ve bu belirsizlik hali daha da derinleşti.
Suriye’nin her anlamda yeniden inşa edilmesi gerekiyor, fakat eğer bu yeniden yapılanma, erkek egemen zihniyet çerçevesinde gerçekleşirse hiçbir değişim sağlanamaz. Ancak demokratik değişimler temel alınır ve Kuzey ve Doğu Suriye modeli esas alınırsa, mevcut siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerden çıkış mümkün olabilir. Halklar ve kadınlar baskıcı sistemlere karşı örgütlenme ve öz yönetimlerini kurma imkanı görmeyince geleceğe dair umutları ve güvenleri olmuyor. Bugün dayatılan yasaklar, şiddet, ırkçı ve ataerkil zihniyetin bir sonucu olarak daha kötü bir tabloyu ortaya çıkarıyor. Kimlik, inanç ve kültürel farklılıkların tanınmaması, toplumsal çöküşü ve yeni bir savaşın kapıda olduğunu gösteriyor. HTŞ gibi selefi grupların şeriat yasaları ve radikal İslamcı uygulamaları, hiçbir şekilde kadınların varlığını kabul etmiyor. Eğer demokratik dönüşümler sağlanmazsa, bu yapıların varlığı Baas rejiminden farklı olmayacaktır. Şüphesiz ki Suriye’de yeni yönetimin stratejileri ve politikaları da kabul edilemez. On yılı aşkın süredir kadınlar büyük bir mücadele vererek ciddi kazanımlar elde ettiler ve bu mücadele sadece Rojava ile sınırlı kalmamalıdır. Kürt ve Arap kadın hareketleri, Kuzey ve Doğu Suriye'de dayanışmayı güçlendirerek, herhangi bir saldırı, baskıcı yasalar ve politikalar karşısında örgütlü bir şekilde direnmelidir.
Kadınlar, Suriye'nin tüm bölgelerinde ortak bir mücadele zemini yaratarak örgütlenmelidir. Kadın hareketleri, devletin baskıcı politikalarına toplumsal dayanışma ile yanıt vererek, kadın devrimini geliştirmeli ve ortaklaşmalıdır. Kadına yönelik şiddet ve saldırıların engellenmesi, ideolojik mücadele, örgütlenme ve dayanışma ile mümkündür. Hem yerelde hem de uluslararası alanda bu mücadeleye öncülük edilmelidir. Alternatif çözümler ve yeni yaklaşımlar geliştirilmelidir. Rêber Apo, kapitalist modernite ve ulus-devlet sistemine karşı demokratik modernite ve demokratik ulus fikrini ortaya koyarak, kadınların kölelikten kurtulmasını sağlayan bir ideoloji, sistem ve örgüt yarattı. Önderlik erkek egemen zihniyetin değişmesi gerektiğini vurgulayarak, bu zihniyetin sona erdirilmesini hedefleyen eğitim ve akademik çalışmalar geliştirdi. Kadınlar, Rojava Devrimi'nin kazanımlarına sahip çıkarak, kadın konfederal sistemini Ortadoğu’da tüm kadınlarla birlikte hayata geçirmelidir.
Birleşik Suriye ordusu tartışılıyor. Sizce bu oluşumda YPJ’nin yeri ne olmalı? HTŞ gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu konuda ne gibi tehlikeler söz konusu olabilir?
10 yıl önce Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’de demokratik bir sistem inşa edildi. Bu sistem, her gün eğitimle ve zihniyet dönüşümleriyle güçlendirilerek toplum için köklü bir model haline gelmiştir. Elde edilen kazanımlar sadece bölge halkları için değil, Kürt halkının geleceği açısından da kritik bir önem taşıyor. Bu kazanımların korunması ve savunulması, aynı zamanda meşru bir hak ve toplumsal bir sorumluluktur. Rojava'da devrim başladığından beri halk, özellikle de kadınlar, savaşın ve saldırıların tüm zorluklarına rağmen demokratik bir sistem yeniden inşa etti. Aynı zamanda, her türlü saldırıya karşı direnerek ve savaşarak bu sistemi korudular. Özellikle DAİŞ çetelerine karşı verilen mücadelede toplumsal devrimin değerleri ve kazanımları korunmuş ve geliştirilmiştir. Çeteler aynı zamanda Rojava'daki toplumsal yapı ve insanlık değerleri için de büyük bir tehdittir.
Hiçbir güç DAİŞ çetelerini durduramazken, Rojava’nın öz savunma gücü ve özellikle YPJ, hem demokratik sistemi inşa etti hem de sistemi korumak için büyük fedakarlıklarla savaştı. Öz savunma, toplum için bir stratejik zorunluluktur. Kadın konfederal sisteminin Rojava’daki en güçlü ayağı da bu temel üzerine kurulmuştur. Özellikle YPJ öncülüğünde gelişen savunma gücü kadınların ve toplumun varlığını garanti altına almıştır. Hiçbir toplum, hiçbir sistem savunma gücü olmadan varlığını sürdüremez. Özellikle Rojava demokratik özerk yönetimi, kapitalist sistemin büyük bir tehdidi altındadır. Bu yüzden her türlü silahlı saldırı, özel savaş politikası, kadınlara yönelik saldırılar ve toplumun kazanımlarına yönelik tehditler sürekli artmaktadır. Toplumun mücadeleci öncüleri hedef alınarak suikastlara uğruyor, tutuklanıyor ve işkence görüyor. Bir yandan özel savaş yoluyla toplumun kadın öncüleri etkisizleştirilmek istenirken, diğer yandan kapitalist modernitenin ataerkil zihniyeti toplumun kültürel ve ahlaki değerlerine saldırıyor.
İşte bu yüzden öz savunma her zamankinden daha önemli hale geliyor. Bugüne kadar hiçbir yasa, hiçbir hukuk sistemi, hiçbir devlet, kadınları gerçekten koruyamamıştır. Aksine, kadınlar sürekli suçlanmış, cezalandırılmış ve mağdur edilmiştir. Devam eden 3. Dünya Savaşı koşullarında, hiçbir halk ve toplum savunmasız kalamaz. Özellikle kadınlar öz savunmalarını geliştirmezse, doğa, toplum ve insanlık da savunmasız kalır. Toplumsal denge, ancak kadınların varlığı ve mücadelesiyle kurulabilir. Rojava ve Kuzey br Doğu Suriye’de kadın devrimiyle inşa edilen sistem, bu dengeyi korumayı ve geleceğe taşımayı başarmıştır. Suriye'de kadınlar, toplumsal sözleşmeye dayanarak öz savunma gücünü örgütlemelidir. Erkek egemen zihniyetin inşa ettiği mevcut askeri güçlere güvenerek varlıklarını sürdüremezler. Kadınlar, kendi öz savunma birliklerini geliştirmeli, örgütlenmeli ve her alanda savunma gücünü garanti altına almalıdır.
Önder Apo, 27 Şubat günü yaptığı çağrı ile Kürt ve Türk halkları şahsında tüm dünya için adeta bir toplumsal yaşam manifestosu ortaya koydu. Barış ve demokratik toplumun inşasında öncülük görevini kadınlara verdi. Kadınlar bu çağrıya nasıl karşılık vermeli?
Önder Apo’nun, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” sadece Kürt halkı için değil, tüm bölge halkları için çözümün ve barışın yolunu açan kritik bir adımdır. Önderlik, İmralı’da ağır tecrit koşulları altında olmasına rağmen tarihi bir sorumlulukla çözüm perspektifini ortaya koydu. Bu çağrının anlaşılması ve hayata geçirilmesi hepimizin görevidir. Önder Apo'nun bu çağrısı, sadece savaşların sonlandırılması değil, aynı zamanda toplumların özgür, demokratik ve eşit temelde yeniden inşasını hedeflemektedir. Kürt Kadın Hareketi olarak bizler de bu tarihi çağrıyı sahiplenmeli ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Kadınlar olarak, Önderliğimizin tarihsel çağrısına karşı her zamankinden daha fazla sorumluluk üstlenmeliyiz. Kürt kadınları olarak, Kürdistan’ın ve kadınların özgürlük mücadelesinde büyük bedeller ödedik ve bölgedeki ve dünyadaki kadınlarla ortak değerler inşa ettik. Bu değerlerimize sahip çıkmak, ulusal ve kadın kimliğimizin değerlerini savunmak için mücadelemizi daha da büyütmeliyiz.
Bu süreç, mücadelenin en zorlu zamanlarından biridir. Ancak süreç pes etmeyi ve sıradan katılımı kabul etmez. Önderliğin Jin Jiyan Azadî felsefesine dayanan düşünce ve ideolojisi temelinde Kürt kadınlar yıllar içinde örgütlenmiş, kendi özgün sistemlerini her alanda inşa etmiştir. Kadın konfederalizmini dünyanın her yerinde örgütlemek için tüm gücümüzü örgütlenmek ve inşa etmek için seferber edeceğiz. Bu şekilde, Rêber Apo’nun tarihsel çağrısına da güçlü bir yanıt olabiliriz. Hareketimiz, özgürlük ve demokrasi mücadelesi için büyük bedeller ödemiştir. İlk günden itibaren bu mücadelede yer alan ve bedel ödeyen tüm annelerimiz ve şehit ailelerimiz için, özgür kadın umudunu gerçekleştirmek için mücadele etmeli ve savaşmalıyız.
Ancak tüm bunlardan önce, Önderliğin fiziksel özgürlüğü mücadelemizin temel hedefidir. Önderliğimizle özgür koşullarda yaşamak için tüm gücümüzü seferber edeceğiz. Tüm kadınlar, bu inanç ve kararlılıkla, büyük bir coşkuyla 8 Mart'ı Önderliğin tarihsel çağrısına yanıt olarak karşılamalıdır. 1998 yılında Suriye’de 8 Mart’ta kadın özgürlük ideolojisinin ilan edilmesi, Önderliğimizin kadınlara sunduğu en büyük armağandır. O gün, Önderliğimiz en büyük hediyeyi tüm kadınlara vermiştir. Önder Apo’nun kadın özgürlüğü, örgütlenmesi ve gelişmesi için verdiği mücadeleye güçlü bir cevap olmak için tarihsel çağrısını esas almalıyız. Bu temelde bir kez daha mücadele eden, direnen ve özgürlüğü isteyen tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz.