Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkmasından bu yana kadınlar eylemlerini sürdürüyor ve sözleşmeden vazgeçmeyeceklerini vurguluyor. Öte yandan anlaşma hala yürürlükte olmasına rağmen koruma kararı aldırmak için polise giden birçok kadın “artık mevzuat değişti” türünde cevaplar alıyor.
Son olarak Adana’da bir kadın, boşanma aşamasında olduğu ve çocuklarını istismar ettiği gerekçesiyle yargılanan erkeği şikayet için gittiği karakolda polislerce kendisine, adı geçen erkeğin onu şikayet ettiği ve onun şikayetçi olamayacağı söylenmesi basına yansıdı. Bu konu ile ilgili HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a soru önergesi vererek konuyu meclise taşıdı. Peki henüz yürürlükten kalkmamış sözleşme yargılama ve dahası 6284 ve beraberinde benzer maddeler içeren diğer uluslararası sözleşmeler açısından ne anlama gelecek? HDP İstanbul Milletvekili ve Avukat Züleyha Gülüm ile bu süreci konuştuk.
İstanbul Sözleşmesi’nde çekilme kararı alındığının duyurulması nasıl etkiler yarattı?
Sözleşmeden 10 yıl aradan sonra gece yarısı tek bir kişinin verdiği gerekçesiz bir kararla hiçbir hesap verilmeden geri çekilmesinin bu ülkede demokrasinin esamesinin bile okunmadığını gösteriyor bizlere. Ülkenin vardığı korkunç tablonun önemli bir yansıması bu karar. Ve aslında herkesin bildiği gibi hukuken bu kararın bir geçerliliği yok. Meclis’in TBMM’nin yasayla uygun bulduğu bir uluslararası sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne dayanan bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle çekilmesi mümkün değil. Bir adam kendi kendine yetki verip ‘yetkiliyim artık’ diyor. Gelinen nokta işte bu kadar absürt. Halbuki Anayasa hükümleri açık; uluslararası antlaşmaların onaylanması yürütme yetkisinde değil, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek TBMM’nin kararı ile olabilir ancak. Yine Anayasa’nın 104. Maddesinde de temel haklara, insan haklarına ilişkin kararname çıkarılamayacağı belirtiliyor. Yani İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı iç hukuk bakımından yok hükmünde. Bu bir yana aslında bu kararı kim almış olursa olsun ortaya çıkan sonuçlar bakımından devlet; kadına yönelik şiddetin, yaşam hakkı ihlallerinin, ayrımcılığın ve nefret suçlarının doğrudan sorumlusudur.
Yok hükmünde olmasına rağmen sözleşme kaldırılmış gibi bir işleyiş başladı…
Saray rejiminin sözleşmeden çekilme kararı vermesinin birçok etki alanı yarattığı çok açık. Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi siyasi iktidarın kadınlara karşı yürüttüğü ayrımcı politikaların ve kadına karşı bakış açısının bir göstergesi. Bu politik karar kadına karşı erkek şiddetinin ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin oldukça yüksek seviyelerde olduğu Türkiye’de şiddeti ve ayrımcılığı meşru hale getirmeye yarayacak. Sözleşmeden çekilme kararı şiddet ve cinayet faili erkekler, kadınları ikincil gören, denetim ve tahakkümünde tutmak isteyen tarikatlar, cemaatler tarafından sevinçle karşılandı. Sözleşmeden çekilme kararının duyurulmasından bu yana var olan şiddet daha da arttı. Erkekleri cesaretlendirerek kadınlara yönelik şiddetin ve ayrımcılığın artmasının önünü açtılar.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının temelinde aslında bir yandan da LGBTİ’+lara duyulan ağır nefret var. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini inkâr ederek ve LGBTİ’+ları şiddetin ve nefretin hedefine koyarak, zaten ayrımcılığın odağında olan bu insanların yaşamlarını daha da tehlikeye açık hale getirdiler.
Şimdi ise kadınları şiddete karşı korumak için ulusal düzeyde önlemler alacaklarını ve iç hukukumuzdaki mevzuatın yeterli olduğunu söylüyorlar.
Yeterli mi peki?
Tabii ki kendileri de dahil olmak üzere hiç kimse inandırıcı bulmuyor bu söylemleri. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının tartışmaları sürerken bile şiddet mağduru kadınların tedbir talepleri karakollar ve mahkemeler tarafından reddedilmeye başlandı. Çekilme kararının ardından karakollara başvuran kadınlar ‘Aile mahkemesine başvurun’ denilerek geri çevriliyor. Yürürlükte bulunan 6284 sayılı yasaya göre kolluk şiddete karşı her türlü önlemi almak zorunda, emniyette kurulan aile içi şiddet birimleri aktif biçimde çalışmak zorunda. Ancak karakollar başvuruları dahi almaz hale geldi. Yine sözleşmeden çekilme kararından önce şiddet mağduru kadınların aile mahkemelerine yaptıkları tedbir kararları kabul edilirken şimdi aynı aile mahkemeleri kadınların tedbir taleplerini reddediyor. Örneğin Ankara Batı Aile Mahkemesi şiddet mağduru bir kadının talebini şiddete yönelik emare yok diyerek reddetmiş. Yani kadınlardan şiddete uğradıktan sonra mahkemeye başvurması isteniyor. 6284 sayılı kanun şiddeti önlemek için var ve kanunda başvuru halinde delil veya belge aranmadan derhal koruma kararı verileceği açık bir şekilde yer alıyor. Buna rağmen siyasi iktidarın tutumuna bağlı olarak mahkemeler kanuna açıkça aykırı kararlar veriyor.
Yine birçok erkek kadınlara şiddet uygulamalarının yaptırımı olmadığını düşünmeye başladı. Açık bir şekilde sosyal medyada kadınları ve LGBTİ+ları tehdit ediyorlar. Şiddet videoları çekip yayınlıyorlar. Kadına yönelik şiddetten ceza almış erkekler cezam düşecek mi diye soruyor. Yani şiddet failli erkekler cesaretlendirilmiş oldular.
6284 sayılı kanun ulusal mevzuatın bir parçası değil mi?
Evet, öyle ancak herkesin bildiği üzere 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair yasa daha önceki düzenlemelerin sözleşme hükümlerine göre yeniden düzenlenmesi. 6284 sayılı kanun kapsamındaki uygulamalar yetersiz olsa bile aslında sözleşmeye uygunluk için atılan adımlarla bu yasa ilk çıkarıldığı halinden daha geniş bir koruma alanı sağlıyor. Örneğin kadınlara dair koruma- tedbir kararları, koruma – tedbir kararları için evlilik zorunluluğun ortadan kaldırılması, Kades uygulaması, her ilde bir kadın sığınağının açılması zorunluluğu aslında bunlar İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmanın getirdiği kadın kazanımlarıdır. Şimdi bu temeli ortadan kaldırarak zaten erkekten yana olan yargı sistemini de kadınları koruma noktasında daha da pasifleştiren, politik bir tutum almaya iten bir konuma sürüklüyor.
Halbuki sözleşmeden çekilmek –ki İstanbul Sözleşmesi hala yürürlüktedir- kadınları koruyan uluslararası diğer sözleşmelere karşı sorumluluğu askıya almıyor. Türkiye’nin tarafı olduğu B.M Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), İstanbul Sözleşmesi’nin bakış açısında ve ortak maddelere sahip. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve sözleşme doğrultusundaki AİHM kararlarına Türkiye’yi bağlıyor. Uluslararası sözleşmeler de toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve ayrımcılığa karşı etkin koruma sağlanmasını isteyen sözleşmeler.
Biz kadınlar yaşam güvencemizi ve kadın erkek eşitliğini ileri seviyede koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden elbette vazgeçmiyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nin eksiksiz ve etkin uygulamasını için mücadelemiz sürecek. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürdürüldüğü, kadın ve erkeğin her alanda gerçek eşitliğinin sağlanmadığı takdirde şiddeti önlemenin mümkün olmadığını çok iyi biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi şiddetin tarihsel kaynağı olan erkek tahakkümünün, egemenliğinin sona erdirilmesi bakımından önemli bir kazanım ve bizler kadın kazanımlarına yönelik bu düşmanca kararlara, uygulamalara karşı mücadelemizi yükselteceğiz.