‘O görünmez eller hala boğazımda’
Tıp öğrencisi Enes Kara’nın intiharından sonra tarikat yurtları ve okulları tartışılmaya başladı. Bu okullardan birinden mezun olup ANF’ye konuşan bir kadın, orada yaşadıklarını anlattı.
Tıp öğrencisi Enes Kara’nın intiharından sonra tarikat yurtları ve okulları tartışılmaya başladı. Bu okullardan birinden mezun olup ANF’ye konuşan bir kadın, orada yaşadıklarını anlattı.
Kimisi ailesinin baskısıyla kimisi ekonomik sıkıntılar gereği kimisi de ailesinden kaçmak için tarikat yurtlarında kalmak zorunda bırakılan binlerce genç var. Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın ardında bir video ve mektup bırakarak intihar etmesi üzerine sanal medyada gençler cemaat evleri, tarikat okulları ve yurtlarında geçirdikleri günleri anlatmaya başladı.
Gençlerin ya da daha önce orada kalan şimdi yetişkin kişilerin anlattıkları tarikatların uyguladığı baskıyı gözler önüne seriyor.
AİLESİNDEN KAÇMAK İÇİN SEÇİYOR
Nakşibendi Tarikatı’nın İstanbul’daki ASFA Koleji’nde okuyan ve adını vermek istemeyen bir üniversite öğrencisi de başından geçenleri ANF’ye anlattı.
O şimdi bir tıp öğrencisi ve lisedeyken Samsun’da yaşayan ailesindeki bazı gerilimlerden dolayı lise giriş sınavında ASFA Koleji’ni kendi tercihiyle seçiyor. Genç kadın, o dönem kendi deyimiyle ailesinden korunmak hatta ‘hayat kalmak’ için İstanbul’daki bu kolejin, Anadolu Lisesi bölümünü tam burslu olarak kazanıyor.
Konuşmanın bir bölümünde şöyle diyor: “İlkokul ve hatta neredeyse kreşten beri bu okulda eğitim alanlar bana, niye burayı seçtin, diye sormuştu hayretle. Benim için ailemin de kabul edip onlardan uzaklaşabileceğim tek yer burasıydı halbuki. Zaten ben nasıl bir yere geldiğimi tam olarak bilmiyordum ki yaşım küçüktü ve zaman içinde öğrendim.”
ZORUNLU SOHBETLER YAPILIYORDU, DERS ÇALIŞAMIYORDUK
Lise giriş sınavından 490 üstü bir puanla kazandığı bu okul, Samsun’dan İstanbul’a gelen genç kadına kalması için bir ev ayarlıyor. Şehir dışından gelen birçok öğrenci olduğu için burs, servis ve yeme içmenin karşılanacağı söyleniyor.
O zamanlar bir lise öğrencisi olan genç kadın, evi dahi görmeden şartları kabul edip gidiyor. “Şartlar bize daha sonra anlatıldı” diye de ekliyor.
Genç kadının anlattığına göre, evler 13 ya da 14 kişilik, her odada 4 kişi kalınıyor. Yemekleri dışarıdan birisi yaparken ev temizliği ise onlara ait. Lise çağındaki bu gençlerin kaldığı evlerde o dönem üniversite okuyan ‘ablalar’ bulunuyor. Bunun dışında herhangi bir güvenlik ya da çocukları koruyabilecek bir sistem yok. Ayrıca katı bir dini eğitim veriliyor evlerde: “Sabah namazlarına kaldırılıyorduk. Akşamları 40 dakikayı bulan sohbetler yapılıyordu ve buna evrad deniyor. Perşembe günleri hatmeler, iki haftada bir de hafta sonları seminer tarzı sohbetler oluyordu.”
Genç kadının “Bunlar zorunlu muydu?” sorusuna verdiği cevap ise, “evet” oluyor.
Çoğu Fen Lisesi kazanmış, şehir dışından gelen ve kendisi gibi yüksek puan almış öğrenciler. Fakat bu rutinlere katılmak zorunlu olduğu için ders çalışamıyorlar çoğu kez. Hatta genç kadın o dönem ders çalışabilmek için evdeki ‘ablalara’ yalvardıklarını bile belirtiyor: “Bazen çok bastırdığımız zaman ablalar müsamaha gösteriyordu. Yoksa onlardan büyük ablalar izin vermiyordu böyle bir şeye.”
Genç kadının altını çizdiği bir şey daha var; buralar kamuoyunda yurt olarak geçse de aslında çoğunun ‘ev’ olarak tutulması.
‘HATUN SESİ HARAMDIR’
Okul hayatı için ise şunları anlatıyor genç kadın: “Ben okula başladığımda daha muhafazakardım ve başım kapalıydı ama o yaşta kapalı olmamın çocuk istismarı, aynı zamanda ikna çabasıyla olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Okulda kızlar ve erkeklerin okudukları yerler ayrıydı. Fen Lisesi karmaydı. Örneğin, oraya giderken okul hocaları bizimle ters ters konuşurdu. Kız öğrencilerin buraya girmesi yasak, orta bahçede duramazsınız, deyip bizi arkada ufacık bir bahçeye mahkum ederlerdi. Örneğin, erkek ve kız lisesi arasında münazara yapılırdı. Salonda erkekler önde, kız öğrenciler arkada otururdu. Şayet kız öğrenci takımı kazandı ama salondaki diğer kız öğrencilerin sevinme ya da tezahürat hakkı yoktu. Erkekler istediği kadar bağırıp çağırırdı. Şunu hiç unutmadım; din kültürü hocası sahneye çıkıp, ‘Hatun sesi haramdır’ demişti…”
‘İSTEDİĞİMİZ HANIMEFENDİ OLMUŞ KIZ DEĞİLSİN’
Genç kadın, lisenin ilk iki yılı bazı şeylere itiraz ederek düzeltebileceğini sandığını fakat bu sistemin kökleşmiş olduğunu anladığını ifade ediyor. Sonra ise kendisi değişmeye başlıyor.
Üniversite sınavlarına hazırlandıkları dönemde okuldan bir öğretmen evlerine ziyarete geliyor. Genç kadının evdeki masasında felsefe kitaplarını görüyor.
Devamında olayı şöyle anlatıyor genç kadın: “Okuduğum filozoflar da öyle uç falan değildi; temel felsefe Platon, Aristo... Fakat bundan dolayı bile okula şikayet edildim. Okulda 4-5 tane öğretmen beni çağırdı ve bana ‘Bizim de okuyan başka kız öğrencilerimiz oldu; sonrasında yoldan çıktılar. Bunlar kim, neden böyle kitaplar okuyorsun? İstediğimiz hanımefendi olmuş kız değilsin’ demişlerdi. Artık son sınıfta ben bir şey söylemesem bile giyimimden duruşuma değiştiğimi fark ettiler. Hiçbir şey yapmasam bile haftada bir kez müdür odasına gitmek zorunda kalıyordum. Mimlenmiştim. Her konuşmada bana kendimi kötü hissettirmek için ellerinden geleni yaptılar. Zaten bizi her hatamızda ekonomik durumla okuldan atmakla tehdit ediyorlardı. Bursun kesilir, evden çıkarılırsın…”
HALA ORADAKİLER İÇİN ANLATIYORUM
Genç kadın buradan mezun olup istediği bölümü okumak istiyor, fakat mezuniyet öncesi babası okula çağrılıyor. Müdürle görüşen babası daha sonra ODTÜ’de okumak isteyen kızına izin vermiyor. Baba “O Komünist yuvasına seni göndermem, okutmam” diyor. Genç kadın mecburiyetten de dolayı mühendislik okumak istese de tıp seçiyor.
Şimdi öğrenimine devam eden genç kadın, babasının müdürle yaptığı o konuşmanın baskısının üniversite hazırlık döneminde de devam ettiğini belirtiyor.
Şimdi nasıl olduğunu ve nasıl bir değişim geçirdiğini sorduğumuz genç kadın, son olarak şunları dile getiriyor: “Bu etkiler uzun zaman devam etti, kendimi banyoya kilitleyip öylece duruyordum. Kendimi sevilmeyen, bir şey yapmasam da kötü biri olarak görüyordum. Sonrasında kendime sahip çıkmam gerektiğini düşündüm. O dönem bir kadın arkadaşımın benimle dayanışmasıyla başımdaki örtüyü de çıkarınca kendimi çok daha rahat ve özgür hissettim. Şimdi de şunun sorumluluğunu hissediyorum; hala orada ve benim yaşadıklarımı yaşayanlar var. Kaldı ki ben de hala o günlerin etkilerini yaşıyorum. Ne yapıp edip onlarla dayanışma düşüncesindeyim. O yüzden anlatmak istiyorum. Ben kendimi kurtardım bir şekilde ama o görünmez eller hala boğazımda.”