'PKK Yasağı'nın dünü ve bugünü
Takvimler 23 Kasım 1993’ü gösterirken Almanya PKK’yi yasaklı örgütler listesine aldı. Peki bu süreçte neler yaşandı?
Takvimler 23 Kasım 1993’ü gösterirken Almanya PKK’yi yasaklı örgütler listesine aldı. Peki bu süreçte neler yaşandı?
PKK’nin 15 Ağustos 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmasından sonra Almanya’da Kürtler arasında artan siyasi, kültürel ve toplumsal örgütlülük dönemin Bonn yönetimini endişelendiriyordu. Alman Federal başsavcılığın talimatıyla Kürt siyasetçilere yönelik 1987’de başlayan gözaltı, tutuklama, ev ve dernek baskınları furyası 1988’de arttı. 5 Şubat 1988’de Almanya’nın birçok kentinde Kürt siyasetçilere yönelik toplu gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşti. Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan ve Hüseyin Çelebi’nin de aralarında bulunduğu 20’den fazla siyasetçi ve aktivist 24 Ekim 1989 günü Düsseldorf Eyalet Mahkemesi’nde özel güvenlik bölmelerinde tutularak hakim karşısına çıkarıldı. Alman Kızıl Ordusu'ndan (RAF) sonra siyasi bir örgüte karşı yürütülen ikinci en büyük, Almanya’nın yabancı bir örgüte karşı yürüttüğü soruşturmalar listesinin en başında olan Düsseldorf Davası Mart 1994’e kadar sürdü. Ancak bir problem vardı: Almanya’da PKK yasaklı örgütler listesinde değildi. Bu nedenle Kürt siyasetçi ve aktivistlere yönelik isnat edilenler suç kategorisinde yer almıyordu. Bu nedenle Düsseldorf Davasında bir tıkanma yaşanmaktaydı.
Önder Apo'nun 20 Mart 1993 tarihinde ilan ettiği ilk tek taraflı ateşkes, bir bakıma Kürt sorununun çözümüne dair gelişmelerin olabileceğini göstermekteydi. Türk Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile General Eşref Bitlis’in aracılar eliyle ilettikleri ateşkes talebiyle 15 Nisan 1993’te PKK, ateşkesin süresini iki ay daha uzatma kararı aldı. İki gün sonra, 17 Nisan günü Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü, bu sürecin bitmesine neden olacak ilk adım oldu. Nitekim içte Başbakan Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın adıyla anılacak Çiller-Güreş- Ağar Konsepti devreye konuldu. Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, zorla yerinden edilmeler Kürt coğrafyasında tekrar devreye konuldu.
Kürdistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri doğal olarak Avrupa’da yaşayan Kürtleri etkiliyordu. Qers'in Dîgor ilçesinde koruculuk dayatması, ev baskınları, işkenceye karşı 14 Ağustos 1993’te yürümek isteyen sivillerin üzerine ateş açılması sonucu çocuk, genç ve yaşlı 17 kişi yaşamını yitirdi. 22 Ekim 1993'te Amed Licê ilçesi bir hafta boyunca Türk devleti tarafından ablukaya alındı ve 16 kişi öldürüldü. Köyleri yakıldı, insanlar sürgün edildi. Bunun üzerinde Avrupa’daki Kürtler Kürdistan’daki insan hakları ihlallerini protesto etmeye başladı. Almanya’da yaşayan Kürdistanlıların protesto eylemlerini dikkate almak yerine Alman devleti PKK yasağı kararını aldı. 22 Kasım 1993 günü PKK’yi resmen yasakladı. Ama ilginç olan bir durum vardı. Alman hükümet yetkilileri yasaktan önceki günlerde, "PKK Almanya’da iç güvenliği ihlal ediyor. PKK tehlikeli ve suç potansiyeli durumuna geldi. Kontrol etmede zorlanıyoruz” ifadelerini kullanıyordu. Kürtler ise Alman siyasetçileriyle yaptıkları ikili görüşmelerde “Ülkemiz sizin tanklarınızla, toplarınızla yerle bir ediliyor. Biz bunu eleştiriyoruz” derken, Alman yöneticiler tank anlaşmaları hakkında ”İnsan hakları ihlali olmayacak şekilde kullanılmasına izin verildi” diyorlardı. Tankların insan haklarını ihlal ettiğini gösteren köy bombalayan ve sivillere kurşun yağdıran tank fotoğrafları ve görüntüleri de bir işe yaramıyordu.
PKK YASAKLANDI…
22 Kasım 1993’te PKK, Federal Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklandı. Anayasa Mahkemesi, yasağın nedenini 53 sayfalık gerekçeyle anlattı. Özet olarak bu gerekçeler şöyle sıralandı: ”PKK müttefiklerimizi zarara uğratmaktadır. Türk işyerlerine saldırılar yapılmıştır. Zorla para toplamaktadır. Alman iç güvenliğini ihlal etmiştir. 1986’da otoban işgal etmiştir. Kontrol edilememektedir. Bu nedenle yasaklanmasına karar verilmiştir.”
Yasak kararı uygulanamadı. Çünkü, resmi olarak Almanya’da PKK yoktu.
26 Kasım 1993’te karara şu cümleler eklendi: “PKK adına her türlü aktivite yasaklandı.” Kararda PKK, "Terörist, kriminal örgüt” olarak tanımlandı. PKK’ye yakın kurum ve kişiler de direkt bu kategoriye girdi. Bu nedenle Alman yasalarına göre kurulmuş olsalar bile, onlara göre bu kurumlar yasaklanmış veya kriminal ilan edilmiş oldu. FEYKA KURDİSTAN adlı federasyon ile ona bağlı 29 dernek, Kürdistan Komitesi ve Haber Ajansı KURD-HA yasaklandı. Bilgisayar, faks ve belgelere el konuldu.
Alman devletinin yasak kararına karşı 18 Aralık'ta Kassel kentinde Kürtler bir gösteri yapmak istedi. 10 bin insanın katılması bekleniyordu. Ama polislerin kara ve tren yolunu kapatmasıyla yasakların protesto edileceği gösteri engellendi. 4 Aralık'ta ise Hannover’de bir gösteri yapıldı. 2 bin kişi katıldı. Gösteride Kürtleri destekleyen bir Almana karşı dava açıldı. Sebep olarak PKK yasağı gösterildi. Almanya’daki yasak kararının konjonktürle bağını değerlendiren Mehmet Demir, şöyle dedi: “Şimdi yasak diyoruz. Neyi yasaklıyoruz? Yasak kararını pratikte bu kadar içinden çıkılmaz duruma getiren Almanya'nın sicili o kadar bozuk ki! Esas tüm halklar ve topluluklar arasında en çok nefret gören, bu konuda yıllarca bunun ceremesini çeken bir devlet ama halen ne yapıyor... Kitap yasaklıyor. Ne yapıyor? Kaset yasaklıyor. Ne yapıyor? Müzik yasaklıyor. Yani örneğin binlerce yayınevinin dağıttığı, sattığı müzik kasetinden tutalım kitaplara kadar ama bunu Kürtlerin herhangi bir kurumu, kuruluşu, ticari amaçlı bu işle uğraşıyor olsa bile çok rahat yasak kapsamına almak istemektedir.”
Federasyonları, dernekleri, haber ajansları yasaklanan Kürtler legal demokratik siyasette ısrarını sürdürdü. Nitekim 1993’ün son günlerindeki yasak kararına karşı Almanya’daki Kürtlerin ilk hedefi yeniden dernek kurmaktı. Yasaktan 2 ay sonra yeniden dernekler kurulmaya başlandı. Yeni isim ve yeni tüzükler ile dernekler kurulmaya başlandı.
27 Mart 1994’te de Duisburg kentinde Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEKKOM) kuruldu. YEKKOM’un kuruluşu Mannheim şehrinde kitlesel bir mitingle kutlandı ve kongresi de Duisburg derneğinde yapıldı.
Kürtlerin legal siyasetteki ısrarını Alman devletinin kriminalizasyon politikaları izledi. 1994 yılında Newroz kutlamaları yasaklandı. Protestolar nedeniyle yüzlerce Kürdistanlıya cezalar verildi. 19 Mart 1994 günü Augsburg’ta 6 bin Kürdistanlının yapmak istediği Newroz kutlaması polisler tarafından şiddet uygulanarak engellendi.
21 Mart 1994’te Mannheim kentinde tüm Almanya’da uygulanan yasakları protesto etmek için iki Kürt kadın devrimci Nilgün Yıldırım (Bêrîvan) ve Bedriye Taş (Ronahî) bedenlerini ateşe verdiler. Berivan ve Ronahi eylem yaptıkları yerde şehit düştüler. Yapılmak istenen anma ve taziye polisler tarafından yasaklandı ve şehir polislerle dolduruldu. Tazyikli su ve şiddet uygulamalarına rağmen 30 bin kişinin üzerinde insan Mannheim’da Nilgün Yıldırım ve Bedriye Taş için toplandı.
Hannover’de Newroz kutlaması yasaklandı. Yasak kutlamadan bir saat önce bildirildi. Çok sayıda kişi kelepçelenerek tutuklandı.
Mayıs 1994’te GSG-9 timleri Saarbrücken’deki Kürt derneğini bastı. Derneğin eşyalarını dağıttı ve dernekte bulunan 60 kişiyi gözaltına aldı.
KÜRTLERE BASKI, DAVA, SALDIRI
PKK yasağı nedeniyle Kürtler işkenceye, hukuk dışı keyfi uygulamalar ve yargısız infazlara maruz kaldı. Ancak Alman polisinin bu suç pratikleri etkin soruşturma konusu yapılmadı.
29 Haziran 1994’te 16 yaşındaki Halim Dener, Hannover’de afiş asarken Alman polisi tarafından katledildi. Halim Dener, Türk ordusu tarafından köyü yıkıldıktan sonra Almanya’ya gelmişti. Kısa süre sonra Hannover kentinde PKK yasağına karşı bir afiş asarken Alman polisi tarafından vurularak öldürüldü. Dener'i özel operasyonlar birliğinin üyesi Klaus T. sırtından vurmuştu. Mahkemede "Stresliydim ve PKK yasağından suç işlendiğini biliyordum" diyerek savunmasını yapan polis serbest bırakıldı. Yıllar sonra ise Hessen eyaletinin Frankfurt kentinde 2 polis hakkında bir yolsuzluk davası açıldı. Ne gariptir, yargılanan polislerden biri Dener'in katili Klaus T.’ydi ve soruşturmanın ucu Frankfurt emniyet müdürüne kadar uzandı. Mayıs 2013’te görülen davada tanık sıfatıyla konuşan Hessen eyaletinin eski savcısı Hans Christoph Schaefer, Klaus T. için “O yakın bir arkadaşımın damadı, ona sahip çıktım ve rahat etmesi için Hannover'den Frankfurt'a getirdik” dedi.
Eylül 1994’te Mannheim’dan Strasbourg’a yürüyüş yapmak isteyen Kürdistanlı kadınlara polis saldırdı ve yüzlerce kadın gözaltına alındı. Ertesi gün kadınlar yine yürümek için hareketlendi. Fakat yeniden aynı şiddet uygulamalarıyla karşılaştılar. Kürt kadınlar geri adım atmadı ve 3 gün sonra yürüyüş izinli olarak gerçekleştirildi.
24 Eylül 1994’teki 3. Uluslararası Kürdistan Festivali Hannover’de yapılmak isteniyordu. Bunun için yetkili mercilere başvuru yapıldı. Ancak Halim Dener’in anısına yapılacağı için yasaklandı. Oysa Kürdistanlılar bir yıl sonra Eylül 1995’te Hollanda’da olaysız bir şekilde düzenlediler.
2 Ekim 1994’te Hannover’de 250 kişi Lice’nin bombalanmasını protesto etti. Protesto gösterisinden önce insanların üzeri arandı. Göstericiler ERNK bayrağı açınca Braunschweig şehrinden gelen özel timlerin coplu saldırısına uğradılar. Eylemciler gösteriyi bitireceklerini polise bildirmelerine rağmen göstericiler dağılmak üzereyken polisler 100 kişiyi çembere alıp fotoğraflarını çekti. Ve birçoğu polisin saldırısı esnasında yaralandı. Sonra polis karakoluna götürüldüler. Ve akşama doğru serbest bırakıldılar. Tutuklanan birçok kişiye karşı dava açıldı.
8 Aralık 1994’te Baden Wüttemberg, Hessen ve Bayern’de aynı anda 76 Kürt ailesinin evleri ve dernekler arandı.
YEKKOM, Kasım 1994’te yayımladığı bir bildiride şöyle diyordu: ”Almanya’da 500 bin Kürt yaşıyor. Almanya, bu yasak ve uygulamalarıyla Türk rejiminin yaptıklarını kabulleniyor, onaylıyor ve yasallaştırmış oluyor. Böylelikle sorunun siyasi çözümü engellemiş oluyor ve kamuoyuna Almanların Kürdistan’daki savaşta yer aldığını gösteriyor. Ama soruyoruz: Özgürlüğü için her şeyi vermeye hazır olan bir halkı kim yasaklayabilir?”
1994 yılındaki önemli bir gelişme de Bayern Eyaleti İçişleri Bakanı Beckstein’ın, 13-14 Kasım 1994’te Türkiye’ye gitmesiydi. Daha sonra Münih'te Türk gazetecilerle bir araya gelen Beckstein, 31 kez Türkiye'ye gittiğini ve Türkiye hayranı olduğunu belirterek, "Kendimi Bavyeralı bir Türk olarak görüyorum" dedi. İçişleri bakanlığı görevini 14 yıl kesintisiz sürdüren Beckstein, 'kendi döneminde başlattığı ve devam ettirdiği 'PKK'nın bir terör örgütü olduğu' görüşünün önce Federal Alman hükümetince ve daha sonra da AB tarafından da kabul edildiğine' dikkat çekti.
1995 yazında ise Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki cezaevlerinde PKK’li tutsakların başlattığı açlık grevine destek vermek için dünyanın birçok merkezinde açlık grevi eylemleri başlatıldı. Berlin’in kent merkezindeki Kudamm Meydanı'nda yapılan açlık grevi ise 8. günde polisin hedefi oldu. Darp edilen eylemciler polisin tutumunu protesto etmek için Temmuz sıcağı altında 8 kilometre boyunca Kürt derneğine yürüdüler.
Eylemciler arasında bulunan ve polisin şiddetine maruz kalan Güney Kürdistan’ın Derkar kentinden olan 5 çocuk annesi Gülnaz Bagistani, 27 Temmuz 1995 günü hayatını kaybetti. Polisin yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan cenaze törenine 20 bine yakın insan katıldı. '90’lı yılların ortasında Kürtlere yönelik yürütülen kriminalize siyasetinin tanıklardan birisi olan Alman gazeteci Hans-Otto Weibus tanık olduklarını daha sonra şöyle anlatacaktı:
“Berlin’de 20 bin kişi Gülnaz Bagistani ile vedalaşmak için toplanmadan önce PKK’nin polise karşı keskin nişancılar kullanacağı iddiası ortaya atıldı. Bu iddianın kaynağı Aşağı Saksonya Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi’ydi. Bu kurum da iddiaları Federal Kriminal Dairesi'ne (BKA) dayandırıyordu. Bu mesajı kamuoyuna yayma misyonunu ise Polis Sendikası Başkanı Herman Lutz üstlenmişti. Kısa bir süre önce Frankfurt’ta bir yürüyüşün şiddet kullanılarak dağıtılması, resmi daireleri böyle bir histeriyi yaratmaya cazip kılmıştı.
Bu cadı avı kampanyasından şu sonuçlar çıkarılmak isteniyordu; Birincisi, Kürtleri suçlu hale düşürüp Alman halkından tecrit etmek. İkincisi, Berlin’de yürüyüşe katılacak Kürtlerin sayısını, tehlikeli olabileceği gerekçesiyle mümkün olduğu kadar az tutmaya çalışmak. Üçüncüsü ise polis memurlarını Kürtlere karşı kışkırtmak. Bu yüzden de görevlendirilen tüm polis memurlarına çelik yelekler dağıtıldı. Çünkü kendi canlarının tehlikeye gireceği söyleyen polisler cop ve başka silahları kullanmakta daha acımasız davranırlar.”
Polisin tüm bu şiddet pratikleri neredeyse hiçbir şekilde soruşturulmadı, kovuşturma konusu yapılmadı. Polis Kürtlere karşı cezasızlık zırhına büründürüldü. Aksine Kürtlerin en ufak hareketleri suç konusu yapılıp ağır cezalar ile karşı karşıya kaldılar.
ADI KONULMAMIŞ BİR ANLAŞMA
Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın “Aşırı Yabancı Örgütler” Dairesi Başkanı Klaus Grünewald, 22 Aralık 1995 günü; ardından da 1996’nın ortalarında Berlin Eyaleti’nin eski İçişleri Senatörü, iktidar partisi CDU Milletvekili Heinrich Lummer, Önder Apo ile bir araya geldi, PKK ve Almanya arasındaki gerginlikler “tatlıya” bağlandı. Hatta 1998’de Federal Savcılık, ülkesinde artık “PKK davaları” olarak bilinen yargılamaların “terör örgütü” kapsamı yerine “kriminal olaylar” çerçevesinde ele alınacağını açıkladı.
Almanya ve Kürt Özgürlük Hareketi arasındaki ilişkiler, 1995 ve 1996’daki görüşmelerden itibaren belli bir denge içinde yürüyordu, ta ki Önder Apo Roma’ya ayak basana kadar. 13 Kasım 1998’in ilk saatlerinde, Karlsruhe’de bulunan Federal Savcılık’ın gece vardiyasında olan 8 numaralı soruşturma birimi, uzun yıllardır raflarda bekletilen dosyaları indirerek Önder Apo'nun iade talebinin hazırlanmasına girişti. Bu ayrıntıyla bağlantılı olarak yaşanacak gelişmeler, komplonun gidişatını belirleyecek en önemli öge olacaktı. Dikkat çeken bir başka ayrıntı da dönemin Türk devletinin Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın o sabah Almanya’da olmasıydı. Alman Emniyet Müdürü’nün davetlisi olarak Wiesbaden’de olan Bilican ve beraberindeki heyetle uluslararası adli yardımlaşma ve şahıs arama konularında ortak eğitim çalışması vardı.
KENDİ KOYDUĞU YASAK KARARINI AB’YE DAYANDIRIYOR
Kürt Özgürlük Hareketine karşı dünya çapında alınan ilk olma niteliği de taşıyan bu yasak kararı, aslında 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD'nin baskısıyla Avrupa Birliği'nin çıkarttığı "Terör Örgütleri Listesi"ne de esin kaynağı oldu. Avrupa Komisyonu, 2 Mayıs 2002'de ilan ettiği listeye PKK'yi almıştı. Ancak Alman hükümeti nedense daha sonraki yıllarda yasaklamalar ve çıkarttığı tutuklama kararlarında hep AB'nin bu listesini de öne sürecekti. Her ne kadar Almanya Avrupa Komisyonu kararına atıf yapsa da Avrupa Adalet Divanı’nın PKK’yi listeden çıkarma yönündeki kararlarına ise uymuyor. Yani bağlayıcı mahkeme kararları da söz konusu Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi olunca dikkate alınmıyor.
Kürtlere karşı yaratılmaya çalışılan korku psikolojisi bilinçli şekilde polise aşılanırken, başta İçişleri Bakanlığı’nda olmak üzere iç istihbarat kurumu Anayasa Koruma Örgütü ve polis birimlerinde “PKK masaları” kuruldu. Fakat Alman devletinin bütün organlarını kullanarak hayata geçirdiği yasak Kürtleri, Kürt Özgürlük Hareketinden koparamadı. Son 25 yılın Anayasa Koruma Örgütleri’nin raporlarına bakıldığında PKK’ye olan sempatinin 1993’ten itibaren katlanarak arttığı açıkça görülüyor. Raporlara göre 1993’te PKK’li olduğu iddia edilen Kürtlerin sayısı iki kat arttı.
Devam edecek