'Zîlan: Sosin dağının tanrıçası' çıktı

Şîlan Munzur’un kaleme aldığı ve Newaya Jin gazetesi tarafından basıma hazırlanan “ZÎLAN/Sosin dağının tanrıçası" romanı, Meyman Yayınları'ndan çıktı.

“O kadın ikinci kez doğduğunda ve ikinci kez öldüğünde başlayacak her şey…

İki kayıp mezarın üzerine kurulacak ülke.”

Şîlan Munzur, “ZÎLAN/Sosin dağının tanrıçası" romanında yaşananları edebiyatın diliyle bize ulaştırıp, tarihsel hafızamızın oluşmasına önemli bir katkı sunuyor. Yazar, bir yaşama iki doğum, bir doğuma iki ölümü sığdırıyor. 

ZAMANLAR ARASINDA MEKİK

Anlattığı öykülerle, dilindeki şiirsellikle, yazılan her satırda kulağımıza ölümsüzleşenlerin sırrını fısıldayarak bizleri katliamların ve direnişin zamanlarına götürüyor. Öyle başarılı, öyle güzel anlatmış ki yazar, evvel ve ahir zamanlar arasında mekik dokumamızı sağlıyor.  Birbirine değmeyen öyküler arasında çok ustaca geçişler yapıyor. Anlatılan iki öykü, yaşanan iki farklı zaman olsa da okunan tek bir öyküdür...

CEHENNEM ZAMANLARI OKUYORUZ

Biri 1938 Dersim Tertelesi’yle köklerinden koparılan, Anadolu'nun yolu bilinmez, izi bulunmaz köylerine sürülen Beye’nin öyküsü. Beye’nin gözüyle Dersim dağlarını, sularını, karış karış toprağını, taşını, ağacını, ziyaretlerini görüyor, onlara dokunuyor, ayak izlerine basarak yol alıyoruz. Okurken o coğrafyanın kutsallığından kendimize pay alıyoruz. Katliamın başladığı anı ve sürgünle başlayan cehennem zamanları okuyoruz.

ZÎLAN’IN KÖKLERİNE YOLCULUĞU

Öte yandan bir başka zaman diliminden, Meletî'den yola çıkıp köklerine doğru Dersim'e yolculuğa çıkan Zeynep Kınacı'nın (Zîlan) öyküsünü buluyoruz. Yaşamın her anını anlam arayışı ve mücadelesiyle geçiren Zeynep’in Dersim dağlarına dönüşü ve zorluklarla mücadele etme yöntemlerini okuyoruz.

Zîlan (Zeynep Kınacı) özgürlük arayışında olan her kadının yüreğine ve beynine bir şekilde dokunmuştur. Ancak hakkında bildiklerimiz çok sınırlıdır. Yazar, bu kitap aracılığıyla mücadele edenlerin çelişkilerini, çatışmalarını, çözüm arayışlarını görmemizi sağlıyor. Okurken yüreğinize dokunacak, tarihle buluşturacak, keyif alacağınız başarılı bir kitap.

İKİ KADININ ÖYKÜSÜ BİR ÖYKÜYE DÖNÜŞÜYOR

Biri köklerinden koparıldıktan sonra yaşama tutunma ve bir gün ülkeye dönmek özlemiyle geçen zorlu bir yaşamın öyküsü, diğeri ise kaybettirilen köklerle buluşmayı yaşamın amacı sayan ve anlamlı bir yaşam için her türlü zorluğu göze alan bir tanrıçanın öyküsü. Tanrıçaların diyarında başlayan, biri ayrılığı diğeri buluşmayı anlatan bu iki kadının öyküsü bir öyküye dönüşüyor.

İZİNDE KENDİMİZİ BULUYORUZ

Kitapta anlatılan iki kadının öyküsünden çok daha ötesi. Bir anda okuyucular olarak hepimizin öyküsüne dönüşüyor. İzini sürdüğümüz, kutsallığından bir parça almaya çalıştığımız tanrıçaların izinde yürürken kendimizi buluyoruz. Bunlardan biri de Nagihan Akarsel’dir.

NAGİHAN AKARSEL’İN GÖZÜYLE

Zeynep Kınacı'nın eyleminden etkilenen, bu nedenle mücadele yaşamında kendine Zîlan adını seçen Nagihan Akarsel’in kitaba dair değerlendirmeleri her okuyucunun duygularına tercüman olacak derinlikte. Nagihan Akarsel kitaba dair duygu ve görüşlerini şu satırlar ile dile getirmiş: Kitabın her satırında dönüp kendime aynı soruyu sordum; “Ben olsaydım nasıl yazardım” diye. Neden böyle bir duygu haline kapıldım bilmiyorum. Sanırım bir yanı sırtladığın yükün ne kadar ağır olduğunu hissetmemle alakalı... Bir yanı da benim de Zîlan hevali yazma hayalimin olması belki de... Ne kadar zor, ne kadar zor yaptığın iş ve ne kadar başarılı, ne kadar başarılı bir çalışma… Sahiden… Ancak bu kadar sade ve anlamlı olabilir. Yüreğini, beynini, yeteneğini, tüm hücrelerini seferber ettiğin o kadar belli ki… Bir de Dersim’i, acıyı, umudu, suyu, ağacı, dalı, Beye’yi öyle güzel anlatmışsın ki… Bu acıya en anlamlı cevabın nasıl verildiğini, Zîlan’ı… Olduğu gibi, tüm sadeliğiyle, aşkla, özgürlük tutkusuyla…

BUNCA ACIYI NASIL TOPLADI?

Kitabın arka kapağına taşınan anekdot ise, kitabın içeriğine dair ipuçları veriyor:

"Ölülerin gömülemediği yerde hiçbir şey olmamış gibi yaşama devam edilemezdi, düşüncesiyle ürperdi Zîlan. Ölülerin gömülemediği yerde kan akmaya devam eder, ne yaşayan ne ölen hiç kimsecikler huzur bulamaz, rahat uyuyamazdı.

“Gömülmek için bile özgür olmak gerek, savaşmak gerek” dedi Zîlan.

Sosin dağının gördüğü her vadinin, uçurumun, köyün, ormanın, insanın yaşadığı acıyla sarmalanmış bir mağaraya adım attı Zîlan. Ah kır çiçeklerinin yurdu Sosin dağı, bunca acıyı nasıl bağrında topladı?

Toz ve kemik mağarasında zaman başa dönüyordu. Mağaranın derinliklerine gittiklerinde ayakları kemik rengi toza battı. Ne topraktı ne taştı. Adımını attığı yerde bir çukur kalıyordu. Toza doğru çöktü. Elini üzerine koydu, parmaklarının izinden derine indi. Okşar gibi gezdirdi mağaranın zemini, duvarı boyunca. Kalbinde kadınlar inledi, dualarla karışık sitemler mağaraya doluştu. Saçlarında bir el dolaştı, gözlerinde uçurumlar açıldı."

Kitabı, Meyman Yayınevi'nden temin etmek mümkün: pirtukxane.net

Twitter: @Wesanen_Meyman 

Tel: 0031 62 65 39 382