Sterk: Dünyayı yeniden yaratmak kadınların elinde

KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Zilar Sterk, " Dünyayı yıkmanın da yeniden yaratmanın da biz kadınların elinde olduğunu unutmadan, bulunduğumuz her yerde ve hep beraber mücadeleye devam diyorum" dedi.

KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Zilar Sterk, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'ne ilişkin sorularımızı yanıtladı...

Sterk, "Dünyayı yıkmanın da yeniden yaratmanın da biz kadınların elinde olduğunu unutmadan, bulunduğumuz her yerde ve hep beraber mücadeleye devam, diyorum" mesajını verdi, "Tüm kadınları; kendi özgürlükleri için mücadelemize güç katmaya çağırıyorum" dedi.


Bildiğiniz gibi içinde yaşadığımız çağ birçok şeyi gerçek anlamından uzaklaştırdı. 8 Mart’ta kadınların talepleri nelerdi ve o dönem yaşanan sorunların toplum sorunlarıyla bağlantıları nelerdi?
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, büyük bir emek savaşıydı. Kapitalist sistemin bunu engelleme çabalarına rağmen giderek kitleselleşmiştir. Bu mücadelenin sahiplenilmesi, gereken bir hak talebine dönüşmesi ise 8 Mart gibi anlamlı tarihi günler yaratmıştır.

Öncelikle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü; başta Kürdistanlı ve Ortadoğulu Kadınlar olmak üzere, tüm dünya kadınlarına kutluyorum. Kadınların eşitlik ve özgürlük yolunda hayatını adayan tüm kadınları; Sakine Cansız, Şirin Elemhuli, Arin Mirkan ve Viyan Caf Yoldaşlar şahsında anıyorum. Anıları önünde saygı ve minnetle eğiliyorum.

Hem yerel hem evrensel açıdan kadınların bu eşitlik ve özgürlük bayrağını büyük bir adanmışlıkla, büyük bir fedai ruhla taşıyan Kadın Özgürlük Gerillalarını ve yürütmekte oldukları tarihi direnişlerini selamlıyorum. Yine tüm Kadın tutsakları; aynı zamanda hasta da olan sevgili Zeynep Celaliyan ve Aysel Tuğluk şahsında selamlıyorum. Direniş ve mücadelelerinde başarılar diliyorum.
Dünya kadınları tarafından, ortak evrensel bir gün olarak kabul gören 8 Mart gününün nasıl ortaya çıktığı, giderek daha fazla sayıda kadın tarafından biliniyor. Bunun bilincine varan kadın oranı, yürütülmekte olan kadın mücadelelerinin de etkisiyle, her yıl biraz daha artıyor. Böyle evrensel açıdan tarihe mal olmuş bir günü, hem olaysal bakımdan hem de anlamsal açıdan her kadının öğrenmesi, bilmesi özgür kadın belleğinin oluşması açısından önemli olmaktadır.

8 Mart olayı, bir kadın katliamıdır. 19. yüzyılın en büyük kadın katliamıdır. Sanayileşmiş üretim  alanlarına yeni katılmaya başlayan ve giderek proleterleşen kadın işçilerin, kapitalist erkek patronlar tarafından hunharca katledilmesidir.  

8 Mart olayı, zaman ve mekan bakımından kapitalizmin yükselişe geçtiği, “sanayi devrimi”nin Avrupa’da artık tamamlandığı bir döneme rastlıyor. Bu dönemin sosyo-ekonomik ortamına bakıldığında fabrikatörlerin ve sanayi şirketlerinin hızla zenginleşmesine karşın, hem kentteki hem köylerdeki halk kitlelerinin bunun dışında kaldığı ve büyük bir yoksullaşma yaşadığı görülür. Sınıfsal yarığın en fazla açıldığı bir süreçtir. Kitlesel bir işçileşme dönemidir. Toplumun en kalabalık sınıfını işçilerin oluşturduğu bir dönemdir. İşçi sınıfının kentlerdeki hacimsel büyüklüğüne rağmen; uzun saatler boyunca çok düşük ücretle ve kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyordu. Çok kalabalık, gürültülü, havasız ve sağlıksız fabrika ortamlarında, bazen günde 13 saat bazen 15 saat çalışmak zorunda kalıyordu. Buna rağmen emeğinin karşılığı olarak aldığı ücret ise ev ve aile geçimine yetmiyordu. Sanayileşme koşullarının ve sınıfsal yarılmanın yol açtığı bu çalışma ve yaşam koşulları, ortalama bir işçi ailesi için çok ciddi geçim sorunlarını beraberinde getirmişti. Kapitalist sanayileşmenin yol açtığı bu ciddi geçim ve ekonomik sorunlar, kadınların da ücretli işçiliğe başlamasına sebep oldu.

 Ancak kadın işçilerin yaşadığı sorunlar, erkek işçilerinkinden çok daha fazlaydı. Çünkü erkekler sadece işçiydi, ama kadınlar; hem işçi, hem kadın hem de anne oluyorlardı. Kapitalist patronların ücretli işçisi, kendi evinin ve ailesinin ise ücretsiz işçisi konumundaydılar. Fabrikadaki sağlıksız ortamın, uzun yorucu ve yıpratıcı çalışması ardından bir de yapmak zorunda oldukları; ev içi hizmet, yemek yapma, çocuk bakma gibi işleri de vardı. Bu yüzden kadın işçilerin ev işleri ile fabrika işlerini mutlaka bir dengeye oturtma ihtiyacı çok ciddiydi. Ev ve aile içerisindeki kadınlık ve annelik görevlerini yerine getirmesi için fabrikadaki çalışma saatlerini düşürmesi, erkeklerle aynı işin karşılığında aynı ücreti almaları, doğum ve emzirme iznine kavuşmaları gibi kadına özgü talep ve ihtiyaçlar, giderek daha da belirginleşiyordu.  

Avrupa’daki duruma benzer bir kapitalist sanayileşme ve sınıflaşma süreci ABD’de de yaşanmaktaydı. Avrupalı “Beyaz Adam”ın işgal edip zenginliklerine el koyduğu ve insanları köleleştirdiği bu yeni dünyada, “Altına hücum” hareketi olarak tarihe geçen, kısa yoldan zengin olma yarışlarının yanı sıra bir de büyük bir sanayileşme ve işçileştirme yarışı da yaşanmaktaydı. ABD’nin tam da büyük bir iç savaşa hazırlandığı bu dönemde, dokuma işçisi olan kırk bin kadın işçi greve gitme kararı aldı.

8 Mart 1857 günü, ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha insanca çalışma koşullarını elde etme talebiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Kapitalist devlet polisi grevdeki işçilere dönük çok hunharca bir saldırı gerçekleştirdi. İşçilerin bir kısmını fabrikaya kilitledi ve fabrikada yangın çıkardı. İşçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve çıkarılan yangından kaçamaması yine geri kalan işçilerin de fabrika önünde kurulan barikatlardan dolayı kaçamamasında dolayı 129 tekstil işçisi hayatını kaybetti. Bu işçilerin hepsi kadındı. Bazı kayıtlar ise 120’sinin kadın olduğunu söylüyor. New York’taki tekstil fabrikasında yaşanan bu yangının nasıl çıktığı hala bir muammadır. Elektrik kontağından çıkan yangın biçiminde resmi kayıtlara geçirilmiştir. Ancak böyle olmadığı çok açıktır. Greve giren kadın işçiler göz göre göre fabrikaya kilitlenerek çok hunharca yakılmışlardır. Tıpkı Ortaçağ'daki cadıların yakılmasına benzer bir kadın katliamıdır. Kadın kırımı temelinde gerçekleştirilmiş bir saldırıdır.  
O dönemde, adeta bir canavar gibi hızla büyüyen sanayileşme karşısında kitleselleşen işçi sınıfı da gün geçtikçe bilinçlenip örgütleniyordu.  Henüz sosyal, siyasal ve ekonomik haklarını tam elde etmemişti. Ama mücadele bilincinin ve hak savunuculuğunun gelişmeye başladığı bir süreçtir. Avrupa’nın birçok yerinde işçi mücadeleleri yükselmiştir. Karl Marks ve Friedrich Engels’in ortak yazdıkları ünlü Komünist Manifesto kılavuzluğunda, işçi sınıfının büyük bir devrimsel kabarış içine girdiği ve bu kabarışın giderek dünyanın her yerindeki İşçi sınıfına yansıdığı bir dönem oluyor. Paris Komünü sonrasının ABD’sidir. İşçi sınıfında gelişmekte olan bu mücadele ve örgütlenme bilinci, kadın işçilerde kendine has bazı özgünlükler kazanarak yansımasını buluyordu. Bu yüzden de yangında katledilen İşçilerin cenaze töreni çok kitlesel olarak karşılandı. On binden fazla insanın katıldığı, kayıt altına alınmıştır.

Bir kadın katliamı olarak yaşanan 8 Mart olayı, tüm kadınların belleğinde derin ve acı bir yara bıraktı. 26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Alman Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihinde yaşanan bu tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına, 8 Mart gününün Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisini geliştirdi ve Clara’nın bu önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Özellikle de işçi sınıfının örgütlü olduğu bazı ülkelerde, bu olay her yıl bahar aylarında anılmaya başlandı. Fakat sabit bir günde yapılmıyordu. Anmaların sabit bir gün olarak her yılın 8 Mart’ında yapılması, daha sonra 1921’de Moskova’da toplanan 3. Kadın Konferansında kararlaştırıldı. Bu konudaki öneriyi Sovyet Devrim önderi olan Lenin tarafından yapıldığı ve bunun üzerine kararlaştırıldığı söylenmektedir. Yine aynı Konferansta, Dünya Kadınlar Günü adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak yeniden belirlendi.

 İki kutuplu dünya sürecinde bazı ülkeler, 8 Mart’ın anılmasını yasaklamıştı. Daha çok sosyalist blokun ülkelerinde anılıyordu. 1960'lı yılların sonlarında ABD’de gerçekleşen kitlesel eylemlerle anılmaya başlanması ardından, kapitalist bloktaki bazı ülkelerde de bu yasağın kaldırılması gündeme geldi. Çok uzun yıllar ardından, 16 Aralık 1977 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 8 Mart gününün "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını resmi olarak kabul etti.

'ORTADOĞU'DA 8 MART'I KÜRT KADINLAR SAHİPLENİYOR'

8 Mart etkinliklerini gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, Ortadoğu, Kürt kadınları öncülüğünde sahipleniyor. 8 Mart’tın Ortadoğu’da bu kadar çok sahiplenilmesini neye bağlıyorsunuz?
Sizin de belirttiğiniz gibi, Ortadoğu ülkelerinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü bugün en çok sahiplenen, Kadın Özgürlük Hareketimizdir. Kürt kadınlarıdır. Çünkü Kürt kadınları; erkek egemen kapitalist uygarlığın sömürgeci soykırımcı devlet ve iktidar yapılarını artık iyi tanıyor. Bu yapıların yol açtığı baskıya, sömürüye, zulüm ve şiddete her an maruz kalmaktadır. Bildiğiniz gibi Erkek egemen kapitalist uygarlık, kendisini derin bir tecavüz kültürünün üzerinde inşa etmiş. Dolayısıyla uygarlığın hem devletçi siyasal öğeleri hem de sosyal toplumsal öğeleri, büyük bir uzlaşma ve işbirliği içerisinde erkek egemenlikli sistemi ayakta tutmak için her an çalışır haldedirler. Kürt kadınlarının hem içinde yaşadıkları cinsiyetçi toplum gerçekliği hem de her an yüz yüze kaldıkları özel savaş rejimlerinin geliştirdikleri kadın düşmanı devlet politikaları, bu gerçekliği her an yeniden üretmektedir.

Bir başka açıdan 8 Mart olayı, bir kadın kırım olayıdır ve Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi de soykırımların ve kadın kırımların intikâm hareketidir. Böyle bir tarihi rolü ve misyonu üstlenmiş bir hareket olma gerçeğimiz vardır. Yani Hareketimiz, 8 Mart'ların büyük intikâm hareketidir. Anti kapitalist ve kadın özgürlükçüdür.  

Kürt kadınlarının 8 Martları böyle hem ruhta ve düşüncede sahiplenme düzeyleri, elbette sokak ve meydanlardaki eylemsel düzeye de yansıyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü özellikle de Kürdistan’da çok kitlesel karşılanıyor. Aslında Kürt kadınlarının her gün biraz daha büyüttükleri özgürlük duruşunu, daha kitlesel düzeyde ortaya koydukları bir gün olarak gelişiyor. Gerçi Kürt kadınları özgürlükçü duruşlarını bu tür eylem ve etkinliklerle sadece 8 Mart gününde ortaya koymakla sınırlı kalmıyor, bulduğu her fırsatta bu eylemsel duruşunu sürekli ortaya koyuyor. 8 Mart dışında bir de Newrozlarda, 4 Nisan'larda, 30 Haziran'larda, 25 ve 27 Kasım'larda ortaya koyuyor. Ama diyebiliriz ki 8 Martlar, Kürt kadınlarının dünya kadınlarıyla evrensel düzeyde buluştuğu gün oluyor. Zaten Kürdistan’daki 8 Mart eylem ve etkinlikleri de sadece 8 Mart günüyle sınırlı kalmıyor. Kürdistanlı kadınların bu yılki eylem ve etkinlik planlamalarına da yansıdığı gibi, Şubat ortalarından başlayıp Newroz’a kadar devam eden bir sürece yayılıyor.

'DİRENİŞİMİZDE BELİRLEYİCİ ROL ÖNDER APO'NUN'

Faşist Türk devletinin tüm baskı ve sınırlamalarına rağmen Kürt kadınları, hem 8 Mart’ta hem de 8 Mart dışında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın özgürlüğüyle birlikte eylemselliklerini sürdürmeye ve alanlarda demokratik yaşam taleplerini haykırmaya devam ediyor. Kadın katillerini ve tecavüzcülerini koruyan Türk devletine karşı Kürt kadınları eylemsellik ve direniş gücünü nereden alıyor?
Kürt kadınlarına direniş ve eylemsellik gücü kazandıran çok güçlü dayanakları var.
Birinci temel dayanak olarak, Önder Apo’nun bu gelişmedeki belirleyici rolünü iyi görmemiz gerekiyor. Kendisi için “Ben, kadın özgürlük mücadelesinin bir işçisi, bir emekçisiyim” dedi. Gerçekten de Önder Apo, kadın özgürlüğü yolunda çok büyük emekler harcadı ve bunu hâlâ sürdürüyor. Kürt kadınlarını kendi evrensel tarihleriyle ilk tanıştıran, ilk buluşturan ve bu yönlü bir gelişme içine sokan, Önder Apo oldu. Kadın özgürlük yolundaki yoğunlaşma, derinleşme ve teşvikleri, hepimiz için ön açıcı oldu. Adeta Kürt kadınları olarak, yolumuzu her gün biraz daha aydınlattı. Her birimiz şahsında, cinsiyetçi ve mülkiyetçi toplum gerçekliğini ve onu doğuran erkek egemen uygarlık yaratımlarını çözümledi. Her birimizin ömrüne sığdırdığı olaysal tarihten yola çıkarak, muazzam bir tarih ve toplum çözümlemesi geliştirdi. Erkek egemenlikli kapitalist uygarlık zihniyeti karşısında, kadın özgürlüğüne dayalı, kadın özgürlüğünü merkeze alan yeni bir toplumsal zihniyet geliştirmeyi, mücadele amaç ve hedeflerinin adeta merkezine koydu. Kadın özgürlük tezlerini, kadın kurtuluş ideolojisini, kopuş teorisini, jineolojiyi ve son olarak da sonsuz boşanma tezini bu temelde biz kadınların gündemine koydu. Ortaya koyduğu tüm bu emek ve çabalarla, aslında bizlerin şahsında yeni bir kadın kişiliğini ve yeni bir kadın duruşunu geliştirmek istedi. Özgür duruşa dayalı ahlaki ve politik bir kadın kişiliğine yol açarak, aslında yeni bir Demokratik Toplum zihniyetini ve sistemini geliştirmeyi büyük amaçlarının başına yerleştirdi. Bu anlamda Kürdistan ve tüm Ortadoğu’da kadınlar, Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinden, ortaya koyduğu Özgürlük Tezlerinden ve sunduğu pratik perspektiflerden büyük bir güç ve moral alıyor. Önder Apo’nun Özgürlük Tezlerini ve Kadın kurtuluş ideolojisinin ilkelerini öğrenip kavradıkça, bunu pratik bir cins savaşına ve mücadelesine dönüştürdükçe, kendisine güveni artıyor ve her gün biraz daha güç ve irade kazanıyor. Kürt kadınları bu yüzden Önder Apo’nun İmralı’daki esaretini kendi esareti olarak görüyor, Özgürlüğünü ise kendi özgürlüğünün garantisi olarak görüyor. Nitekim 8 Mart meydanlarında, “Önderliksiz Yaşam olmaz” diye haykırmaya devam ediyorlar.
Kürt kadınlarının ikinci temel dayanağı, Kürt Özgürlük Mücadelesinin ortaya çıkardığı değerlerdir. Önder Apo’nun özgür kadın kişiliğini ortaya çıkarma amacıyla geliştirdiği bu çabaların; Sakine Cansız'ların, Zeynep Kınacı'ların, Gülnaz Karataş'ların, Arin Mirkan'ların, Şirin Elemhuliler'in, Viyan Caf'ların ve onların binlerce takipçisi şahsında karşılık bulduğunu belirtebiliriz. Devrim şehitleri şahsında mücadeleye olan inanç ve bağlılıkları, Kürt kadınlarının en büyük mücadele dayanağıdır, diyebiliriz. Karşımızdaki soykırımcı işgalci düşman gerçeği, NATO’nun kendisine sunduğu en gelişkin teknoloji ve istihbarat imkânlarını kullanarak hareketimize darbeler indirmeyi amaçlamaktadır. Ancak yaşanan gerçeklik göstermiştir ki, Özgürlük Hareketi gelişen düşman saldırıları karşısında zayıflamak yerine her gün biraz daha büyüyor ve güçleniyor. Bu anlamıyla düşmanın soykırım ve işgal saldırıları karşısında yaşanan şehadetler, Kürt kadınlarındaki mücadele azmini, inancını ve iddiasını her gün biraz daha büyütüyor her gün biraz daha güçlendiriyor.
Kürt kadınlarının üçüncü temel dayanağı ise Kürdistan dağlarındaki kadın gerilla gücünün varlığıdır. Kadın gerilla gücümüzün ortaya çıkardığı mücadele azmi ve iradesi, Kürt kadınlarında büyük bir kendine güvene yol açtı. Çünkü Kürdistan dağları kadın gerilla güçlerine analık yapmaya başladığından beri, erkek egemen cinsiyetçi toplumun kadınlar için en “olmaz” dediği, en “yapamaz” dediği şeylerin, gerçekte birer büyük yalandan ibaret olduğunu herkes görmeye başladı. Bu yüzden kadın gerilla gücümüzün açığa çıkardığı her türlü askeri, siyasi, ideolojik, sosyal, kültürel birikim ve deneyimi, kendisi için en büyük kılavuz olarak görüyor. Kendisine örnek alıyor. Onun birikim ve tecrübesinden besleniyor. Tıpkı bir Ana gibi dağlardaki Gerilla gücünün; ortaya çıkardığı deneyim ve tecrübeden, sağladığı bilgi ve birikimden besleniyor. Kürt kadınları ve Gerillası arasındaki bu etkileşim, çok canlı bir biçimde yaşanıyor. Giderek Kürdistan’da yeni bir kültürleşmeye yol açıyor. Bir kadın özgürlük duruşuna, bir kadın özgürlük kültürüne dönüşüyor. Direnişçi bir kadın kişiliği olarak somutlaşıyor. Nitekim bu Direnişçi kadın kişiliğini Demokratik siyaset alanından tutalım da, Barış Analarına, tutsak annelerinden tutalım zindanlardaki devrimci tutsaklara varıncaya kadar çok somut gözlenebilir bir gerçek olarak yaşanıyor.


8 Mart etkinliklerinin startı her yerde verildi. 2021 yılı diğer yıllara göre daha coşkulu ve kitlesel geçti. Bunun kadındaki bilinçlenme ve sistemlere karşı uyanması ile bağlantısı var mı? Kürt kadınlarının bu mücadelenin büyütülmesinde nasıl bir rolü var?
2021 yılı tüm Kürtler açısından baskının, şiddetin ve soykırım saldırılarının arttığı bir yıl oldu. Sömürgeci TC devletinin soykırım ve işgal saldırıları aralıksız devam etti. 2021 mücadele yılına Garê zaferi ile girdik. Hemen ardından düşmanın 23-24 Nisan gecesi Avaşin, Zap ve Metina’ya dönük başlattığı işgal saldırıları karşısında çok tarihi bir Gerilla direnişi yürütüldü. Sömürgeci soykırımcı TC ordusu, elindeki her türlü teknik ve istihbarat imkanlarını seferber etmesine rağmen, hatta çeşitli zehirli ve kimyasal gazlar kullanmasına rağmen bu tarihi Gerilla hamlesini kıramadı. Girdiği yerlerde çakılı kalarak hedeflediği yerlere doğru ilerleyemedi. Buna paralel olarak Heftanîn ve Xakurkê gibi diğer Medya Savunma Alanları'nda da gerilla güçlerimiz önemli bir eylemsellik içinde oldular. Düşmanın sadece teknik ve istihbarata dayalı olarak yürüttüğü savaşa  rağmen Bakur’daki Gerilla güçlerimizin de geliştirdikleri bazı eylemsellikler oldu. 2021 yılında düşmanın soykırım ve işgal saldırıları karşısında gerilla güçlerimizin bütünlüklü olarak yürüttüğü bu tarihi Direniş hamlesinde kadın gerilla güçlerimiz, öncü ve belirleyici bir rol oynadılar. Şimdi 2022 yılı 8 Mart’ına, YJA Star Komuta Konseyimizin yıllık toplantı sonuçlarıyla girmiş oluyoruz. Kadın gerilla güçleri cephesinden 2022 yılı hedeflerimiz, YJA Star Komuta Konseyi toplantısının aldığı kararlarla somutlaşmış bulunuyor. Bu temelde, “Şimdi Özgürlük Zamanı” hamlemizin ikinci yılına da Kadın Gerilla Güçlerimiz, büyük bir iddia ve kararlılıkla öncülük edecektir.
2021 yılında sömürgeci soykırımcı Türk devleti ve faşist AKP-MHP hükümetinin soykırım ve işgal saldırıları sadece gerilla alanlarıyla sınırlı kalmadı. Rojava ve Başurê Kurdistan’ın çeşitli yerlerine de durmadan soykırım saldırıları gerçekleştirdi. Irak devlet sınırları içerisinde bulunan Şengal’deki Êzidî halkımıza ve Maxmûr mülteci kampındaki yurtsever halkımıza dönük de çok hunharca saldırılar gerçekleştirdi. Özellikle de Rojava ve Kuzeydoğu Suriye’deki kadınların bu işgal saldırıları karşısındaki duruşu, yıl boyunca gerçekten çok görkemli oldu. Kürt ve Arap kadınların, Kuzeydoğu Suriye’de yaratmış olduğu demokratik komünal ilişki, Ortadoğulu halkların kardeşliğine önemli bir zemin oluşturmaya başlamıştır. Sömürgeci TC devletinin NATO desteği ile Rojava ve Kuzeydoğu Suriye’ye sürekli soykırım ve işgal saldırılarını gerçekleştirmesinin altında yatan temel neden de zaten bu Kürt Arap kardeşliği şahsında halkların kardeşliği temelinde gelişen yeni demokratik komünal yaşam sistemine müdahale temelindedir. Yine Şengal’deki halkımıza karşı 2021 yılı boyunca geliştirilen SİHA saldırılarına, Êzidî anaların vermiş olduğu cevap, çok onurluca oldu. Korkmak, sinmek ve geriye çekilmek yerine, bilincini ve örgütlülüğünü her gün biraz daha geliştirerek, iradi açıdan kendisini güçlendirerek cevap verdi ve veriyor. Şengalli Êzidî kadınları; eski ferman dönemlerindeki saldırılar karşısında çaresiz kalan bir kadınlık gerçeğinden bugünün onurlu, iradeli, örgütlü ve eğitimli kadınlığına yükselmeye başladı. Bir Kürt kadını olarak, Êzidî kadınları şahsında yaşanan bu gelişmeler hem bana hem de tüm yoldaşlarıma büyük bir onur ve mutluluk veriyor. Maxmûr mülteci kampında yaşayan ve defalarca düşmanın SİHA saldırılarına maruz kalan Maxmûrlu annelerimizin duruşu da öyledir. Maxmûr’daki kadınların şahsında, çok derin bir yurtseverlik gerçiği yaşanıyor. Kürt tarihinin canlı yaşatanları olan Botanlı kadınların Maxmûr kampındaki bu duruşu, Kürt kadınının bozulmamış özünü temsil ediyor. Maxmûr’daki Botanlı kadınlar, Kürt kültür ve geleneğinin onurlu temsiliyetini, her zamanki gibi yeni yılda da kararlıca yapmayı sürdürecekler. 21 Ocak’daki soykırım saldırısı karşısındaki örnek duruşları, bunu bir kez daha gösterdi.
2021 yılı Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de yaşayan kadınlar açısından da mücadeleyle dolu geçen bir yıl oldu. AKP-MHP faşist hükümetinin yürüttüğü işkence ve tecrit sistemi karşısında, hem Kürdistan hem Türkiye toplumu büyük zorluklar yaşadı. Büyük toplumsal sorunlarla karşı karşıya kaldı. Faşist hükümetin savaş ve soykırımda ısrar siyasetinin yol açtığı ekonomik kriz, açlık ve yoksulluk sınırlarında yaşamak zorunda kalmış olan büyük toplumsal kesimleri, derin bir çaresizlik içerisine soktu. Ekonomik geçim sorunu, bir numaralı sorun haline getirildi. Evine ekmek götüremeyen insanlar, çaresizlikten intihar eder bir duruma geldi. Bu işsizlik, açlık ve yoksulluk ortamının yaratmış olduğu travmalar, en çok da kadınların hayatını etkiledi. Yine faşist hükümetin Kürtlere karşı, yürüttüğü savaş ve şiddet çizgisinde ısrar politikaları, erkek şiddetinin hem artmasına hem de daha fazla normalleşmesine sebep oldu. Deniz Poyraz’ın gündüz gözüyle İzmir gibi bir yerde ve polisin sürekli gözetlediği HDP binasında katledilmesi, Konyalı Kürt ailenin son derece ırkçı bir saldırı sonucu vahşice katledilmesi, Dersimli Gülistan Doku’nun akıbetinin bir türlü aydınlatılmaması buna örnektir. Yine faşist hükümetin hasta tutsakları ölüm sınırında tutup bir türlü serbest bırakmaması, ölüme terk etmesi ve hatta çeşitli biçimlerde ölümlerine yol açarak cezaevlerinden tutsak cenazelerini çıkarması, buna en büyük örnektir. Hasta tutsakları, son derece sistematik bir şekilde işkenceye maruz bırakarak katlediyor. Bu hasta tutsaklar içerisinde Aysel Tuğluk gibi onlarca kadın hasta tutsak da bulunuyor. Yine cezasını tamamlamış ama faşist hükümetin adeta rehin olarak el koyduğu, çok sayıda kadın ve erkek siyasi tutsak var. Amed ve Van barolarında annelerin öncülüğünde yürütülmekte olan hukuk ve adalet mücadelesine rağmen hiçbirini bırakmıyor. Adeta Kürt, annesini görmesin diyor. Kürdistan ve Türkiye zindanlarında tutuklu bulunan onlarca seçilmiş Kürt Kadın siyasetçiyi de tıpkı diğer tutsaklar gibi rehin almış ve bırakmamakta ısrar ediyor. Yine Urfa’da çok kıymetli Emine Şenyaşar anamızın yıl boyunca tuttuğu adalet nöbeti, tüm Kürdistan ve Türkiye kamuoyuna mal olmasına rağmen, faşist hükümet bu konuda bir arpa boyu bile yol alabilmiş değildir. Emine anamızın yürütmekte olduğu adalet mücadelesini de, kadın mücadelemizin bir parçası olarak sayıyoruz ve arkasında olduğumuzu belirtiyoruz.  
Faşist AKP-MHP hükümetinin, kadına karşı şiddetin artmasına dolaylı olarak ortam sağlayan bu erkek yanlısı politikalarının yanı sıra, bir de direkt kadını hedef alan kadın karşıtı politikaları da 2021 yılına damgasını vurdu. Faşist Erdoğan’ın bir gece ansızın İstanbul Kadın Sözleşmesinden imzasını çekmesi, AKP’li bazı kadınlar da dahil, Türkiye’de yaşayan tüm kadınları büyük bir kaygı ve endişe içerisine soktu. Türkiyeli ve Kürdistanlı kadınların, faşist Erdoğan’ın kararını kitlesel protestolarla karşılama düzeyi, hem uluslararası hem de bölgesel ve yerel düzeyde olumlu bir etkiye yol açtı. Özellikle de İstanbul Taksim Tünel'deki kitlesel kadın eylemi, oldukça renkli ve görkemliydi. Ancak o görkemli eylemle ortaya konulan tavır, orda kalmamalı ve daha büyütülmeli, daha keskinleştirilmelidir. Çünkü kadınların bu tavrı, evet görkemliydi ancak henüz faşist Erdoğan-Bahçeli hükümetine geri adım attırma iradesini açığa çıkarabilmiş değildir. Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da yaşayan Kadınlar; bu konuda daha örgütlü, daha sürekli ve daha disiplinli bir mücadeleyi geliştirebilirler. Bunu açığa çıkarma potansiyelleri vardır. Kadınlar örgütlü bir mücadele ile faşist hükümete geri adım attırmayı başarmazlarsa, tıpkı Kürdistan’da yaptığı gibi Türkiye’nin önde gelen kadın şahsiyetlerine karşı da teker teker şiddetin farklı biçimlerini geliştirecektir. Nitekim son süreçlerde değerli sanatçı Sezen Aksu’ya, iletişim uzmanı ve gazeteci Sedef Kabaş’a, HDP milletvekili Semra Güzel’e ve hasta tutsak sevgili Aysel Tuğluk’a karşı geliştirdiği kadın düşmanı siyaset, tam da bunu ifade etmektedir.
Sonuç itibarıyla tüm Kürdistan’da ve Türkiye’de, faşist AKP-MHP öncülüğünde kadınlara karşı büyük bir saldırı konsepti ve kadın düşmanı bir politika çok bilinçlice yürütülmeye devam etmektedir. Ancak bunun karşısında özellikle de Kürt kadınlarının her alanda çok görkemli bir direnişi vardır. Kürt kadınları, bulunduğu her yerde direniyor. Tüm Kürdistan’da ve yurt dışı alanlarında direniyor. Dağlarda direniyor, zindanlarda direniyor, demokratik siyaset alanında direniyor. Sömürgeci soykırımcı devlet karşısında direniyor, egemen erkeğin şiddet içerikli yaklaşım ve uygulamalarına karşı direniyor. Direnmek Kürt kadınlarını her gün biraz daha güçlendiriyor. Hem güçlendirerek iradeli kılıyor hem de bilinçlendirip aydınlatarak güzelleştiriyor. Empatili ve sempatili kılıyor.
Kadınların bulunduğu her alanda yaşadığı tüm bu gelişmeler, oluşan bir mücadele birikiminin ve tecrübesinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kürt kadınları öncülüğünde tüm bölge kadınlarında da giderek önemli bir bilinçlenme ve aydınlanma düzeyi yaşanıyor. Ortadoğu’da Kürt kadınları öncülüğünde ciddi bir kadın uyanışı ortaya çıkıyor. Adeta derin bir uykudan uyanır gibidir. Ama bu henüz çok yetersizdir. Birçok bakımdan daha işin başında sayılırız. Çünkü karşımızda o kadar örgütlü, sistemli ve yüksek disiplinli bir egemen erkek sistemi ve devletçi iktidar yapısı var ki, bunun karşısında özgür iradeyle durabilmek için, ve kendi demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü sistemimizi inşa etmek için daha yapmamız gereken çok iş var. Bunun için tüm kadınlar gece gündüz çok çalışmalı. Çok emek harcamalı. Ama bu defa başkaları için değil, ağa ve patronlar için değil, kendisi için çalışmalı, kendi özgürlüğü için mücadelesini yükseltmeli.

KADINLARA ÇAĞRI

Son olarak da 8 Mart vesilesiyle özelde Kürt kadınları ve dünya kadınları için bir çağrınız var mı?
Hareket olarak AKP-MHP faşist hükümetinin hem Kürt düşmanı hem de kadın düşmanı siyaset ve stratejilerini yenme kararlılığımız tamdır. İmralı’dan başlayarak tüm Kürdistan ve Türkiye’de uygulanan tecrit sistemini yıkacağız ve Erdoğan-Bahçeli öncülüğünde yürütülen faşist erkek diktatörlüğünü yerle bir edeceğiz. Kadınların ve yurtsever halkımızın ve bize olan inanç ve güvenleri sayesinde, bizden beklentileri doğrultusunda bunları mutlaka gerçekleştireceğiz. Bu temelde başta yurtsever Kürt kadınları olmak üzere Türkiyeli, Suriyeli, Iraklı, İranlı ve tüm Ortadoğulu kadınları; kendi özgürlükleri için bize destek sunmaya ve mücadelemize güç katmaya çağırıyorum.

 
Tüm dünya kadınlarını ise Kadın özgürlük devrimini ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel ve entelektüel tüm alanlarda; birlikte örgütleme ve inşa iradesini ortaya çıkarmaya çağırıyorum. Dünya kadınları olarak birleşip birlikte hareket etme iradesini gösterirsek, dünyaya hakim olan egemen erkek kültür ve uygulama sistemlerinin tuzla buz olacağını biliyoruz. Dünyayı yıkmanın da yeniden yaratmanın da biz kadınların elinde olduğunu unutmadan, bulunduğumuz her yerde ve hep beraber mücadeleye devam diyorum.