Zafer dönemine yol alıyorum

Savaşın en keskin yaşandığı bir zamanın imbiğinden geçerken kendimi buluyorum. Dağın yaşam diyalektiğinde kuruyorum bu bağı. Bu bağda görüyorum devrimde ısrarı. Zafer dönemine doğru yol alıyorum.

Zozan Cûdî’nin (Ayşe Baykal) anısına…

Yola çıkma zamanı diyorum şimdi ve çıkıyorum işte yola. Tarihime bakıyorum, soy değerlerime takılıyor gözlerim. Karadeniz’in dağlı yollarında vagon vagon taşınan bir tarih, Osmanlı soykırımından geçmiş bir soy ağacı çıkıyor karşıma. Bir yanımda Çerkes göçmeni bir baba, bir yanımda Bulgar göçmeni bir anne. Mülteci kampına dönüşmüş bir şehirde açıyorum gözlerimi.

Unuttum mu nereden geldiğimi, yoksa unutturuldu mu diye düşünüyorum sonraları. Bana dünümü hatırlatacak bir şeyler arıyorum. Kültürümün ilmek ilmek örüldüğü bir ezgi, bir resim… Takılı kalıyor duvarda gözlerim. Duvarda asılı çerçevelerde, tarihime ait olamayan resimler. Elinde Osmanlı kılıcı taşıyanların fotoğrafları asılı duvarımda. Dört duvar arasında kalıyorum. Beni bana unutturan Mustafa Kemallerin fotoğrafları.

Sorularım, içinde bulunduğum duvarları delip çıkmanın isyanında. Ben, isyanın anlam arayışının gençliğinde yola devam ediyorum. Arayışlarım arttıkça kendimi Mahir Çayan’ın devrimci sloganları arasında buluyorum. Bu sloganlara eşlik ediyorum uzunca bir süre. 

HAKİKATE VARANLARIN DERGAHI

Uzunca bir süre özgürlüğün tanımını arıyorum. Tanıdıkça zulüm makinalarını, gittikçe berraklaşıyor özgürlüğün rengi. Adımlarım hızlandıkça hızlanıyor, bir durak daha atlıyorum ve varıyorum özgürlüğün buram buram koktuğu dağlara, varıyorum saflara, hakikate varanların dergahına.
Toprağına, rüzgarına, suyuna değiyor gözlerim. İçimdeki güzellik dağların güzelliğini giyiyor üstüne. Anlam öyle bir güzelleşiyor ki… Tüm renkler kendi keskinliğinde, berrak dağın gerdanında asılı durmuş vaziyette. İçimin gözleri muştusuna kavuşmuş bir maşuk gibi.

KENDİ DUVARLARIMI KIRA KIRA

Burada tekrardan öğrenmeye başlıyorum harfleri yan yana getirmeyi. Bana öğretilenleri bir bir kırmanın kavgasına giriyorum. Kavgacı oluyorum, kendi duvarlarımı kıra kıra boğuşuyorum kendimle.

Kendime dağın aynasından bakıyorum, aynanın yansımasında Önderliğin cümlelerini görüyorum, ona doğru yol alıyorum. Yol aldıkça bendeki birden çıkıyorum, çoğalıyorum, toplumsallaşıyorum. Kemal Pirce benden olmayanlarla bütünleşiyorum. Bir kavganın amaç güzelliğinde, buluşuyorum yoldaşlarımla. Sofraya koyuyorum heybemde ne varsa, çıkarıp paylaşıyorum ve paylaştıkça daha bir öğreniyorum bilge dağlardan yaşamı, çırağı oluyorum.

PKK dergahında yola çıkanlar devrimin en hakiki emektarı oluyor, burada bilge dağlar sana emeğin muazzam güzelliğini öğretiyor. Hangi sınıftan gelirsen gel burada emek güzelliğinin hırkasını giyiyorsun. İşçi bir arı gibi gerçek bir proleter, yaşamı nasıl örer onu öğreniyorum, üreterek çoğalmayı öğreniyorum.

GÜNAH KOLYESİNİ ÇIKARIYORUM BURADA

PKK’de öğrendikçe bilinci, yüreği ve ruhu büyüyor insanın, bu büyüme seninle sınırlı kalmıyor, her öğrenme sende devrimin sorumluluklarını daha bir yüklenmeye götürüyor. Yüklendikçe devrimin o en zor ama güzelliği tarife gelmez sorumluluğunu omuzlarıma, yaşamın en gerçek yüz haritasıyla karşılaşıyorum. Karşımda en keskin haliyle yaşam duruyor ve tüm ciddiyeti ile bana gülümsüyor.

Anlam kabuk değiştirdikçe ben de değişiyorum, bir daha bakıyorum tarihime. Gözlerime mil çekilmişçesine kör edilen tarihsel mirasımın kutusunu açıyorum. Nerede kaybettim, diye soruyorum kendime. Neydi bana kaybettiren, neydi cinsimi, topluluğumu karanlığa gömen gerçeklik? Neydi bize aşılanan eksiklik duygusu, neydi beni doğam olan kadınlardan uzaklaştıran, yakınlaştıran neydi?

Bir kadın olarak tarihimin boynuna asılan günah kolyesini çıkarıyorum burada. Bilincimin ayakları altında kırılıyor çatırdayarak kolye. Tek tek yere yığıyorum bana öğretilen öğretileri. Kadının doğayla olan uyumuna dokunuyor ellerim. Ellerim bir yandan tetiğe dokundukça özgürlüğün mest edici rüzgarına dokunuyorum, benden olan doğaya. Yere yığdığım geriliklerle her gün bir zaferin müjdecisi oluyorum, her gün akan suyun berraklaştığını görüyorum, bende hapsedilen tüm gerilikleri özgür bırakıyorum bilge dağların kucağında. Ellerim yeniden buluşuyor oluşturmanın, mücadelenin, savaşarak var etmenin, toplumsal aklın gücüyle.

Her yönüyle bir kavga dergahı olan bu bilge dağlarda, bu ceng meydanında birebir düşmanla savaşıyoruz. Her hareket ya kazandırır ya kaybettir bize. Savaşa dair öğrendiğim her şey burada vücut buluyor. Silahımın namlusunda pusuya giren sadece düşman değil, savaş sanatında öğrendiğim ve öğrendiğimi zannettiğim her şey pusuda. Tüm ayrıntılar karşımda duruyor, su gibi sızıp düşmana ulaşmak, mevziye yönelmek, düşmanla göz göze, göğüs göğüse savaşmak, zerresini öğreniyorsun böyle zamanlarda savaşın.

DAĞIN DİYALEKTİĞİ VE DEVRİMDE ISRAR

Savaşın en keskin yaşandığı bir zamanın imbiğinden geçerken kendimi buluyorum yine. Dağın yaşam diyalektiğinde kuruyorum bu bağı. Bu bağda görüyorum devrimde ısrarı. Zafer dönemine doğru yol alıyorum. Elimde olanlara baktıkça daha fazlasını ortaya koymam gerektiğini görüyorum. Koyuyorum ortaya her şeyi. Zaferi en iyi, en güzel yüzüyle karşılamak için çıkıyorum yolculuğuma. Savaşarak, vuruşarak, kavga ede ede zafere yürüyorum.

Zozan Cûdî, devrimde ısrarın adı oldu, devrim sevdasında sabır ile çoğaldı, üreterek çoğaldı ve bilge dağların kahramanlara kucak açtığı göğüs kafesine yerleşerek ardıllarına umut dolu mücadele zamanları bıraktı.