Türkiye zora girdiğinde Almanya Kürtlere saldırıyor

Almanya’nın PKK yasağını sürdürürken Kürdistan’ı işgal eden güç kendisiymiş gibi hareket ettiğini belirten Mehmet Demir, yasak kararının alınmasında Türk-Alman tarihsel ilişkilerinin rol oynadığına işaret etti.

MEHMET DEMİR

Almanya, Kürt Özgürlük Hareketi’ni 1993’te yasakladı. Önce adına “PKK yasağı” denildi; ancak PKK Almanya’da olmadığı için, daha sonra Alman Hükümeti bunu “PKK faaliyet yasağı” olarak değiştirdi. Yasak kararının hemen ertesinde onlarca Kürt derneği, federasyonu, haber ajansı, günlük gazeteler ve aylık dergiler kapatıldı. PKK yasağının tanığı, sanığı, mağduru ve davacılarından Mehmet Demir ile hem yasak kararını hem konjonktürünü hem de günümüze etkilerini konuştuk.

Sayın Mehmet Demir siz o dönemi yakından yaşayanlardan birisiniz. 26 Kasım 1993'te PKK yasağı geldiğinde Almanya'da hangi gerekçeler öne sürüldü? Ne tür prosedürler izlendi? 

Evet, zamanlama olarak çok ilginçti. PKK yasağı, 1993 yılında uygulamaya konulurken tarih olarak da tesadüfi değildi. Çünkü 27 Kasım 1978, PKK'nin kuruluş yıldönümüydü. Aynı yasağı da 26 Kasım 1993'te uyguladılar. Yasak nasıl bir konjonktürde gerçekleştirildi? Şimdi yasak diyoruz da esasen yasak denen bir şey yoktu. Düsseldorf davası bitinceye kadar, “PKK yasağı” diye bir durum da yoktu.1993’te, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından ilan edilen ilk ateşkesin uluslararası düzeyde yankıları görülünce birileri bir yerde düğmeye bastı. Çünkü bu ilk ateşkes, uluslararası düzeyde, siyasal alanda, diplomatik çevrelerde ve toplumsal hareketler üzerinde çok ilginç ve kalıcı bir etki yaratmaya başladı. Dolayısıyla, ilk olarak, o konjonktürü bitirebilmek için el birliğiyle, işte NATO'dur, sömürgeci ulus -devlet mekanizmaların uluslararası ilişki düzeyidir, dediğimiz tüm bu bileşkeler, birinci ateşkesin etkilerini bitirmeyi hedefledi. İkinci olarak, Alman devleti, Düsseldorf davasıyla başlatmış olduğu hukuksal mekanizmanın içine girdiği darboğazdan kurtulmak için öyle bir şey yaptı. Tabii, bunun esas ve baş nedeni neydi? Alman-Türk ilişkilerinin tüm tarihsel geçmişine bağlı olan durumu, belirleyici hususlardan biriydi.

Almanya şöyle bir hat izliyor. Bu son iki hafta içerisinde ortaya çıkan uygulamalara baktığımızda, yine böyle bir konjonktür içinde olduğunu görüyoruz. Türk Devleti'nin Kobani'de, Rojava'da işlediği suçlara karşı Berlin'de, AKP-MHP mevcut iktidarına karşı bir suç duyurusunda bulunuldu. Bunun hemen ardından, Almanya'nın çeşitli şehirlerinde ev aramaları, baskınlar yapıldı. En son, 21 Kasım’da Berlin'de bir Kürt yurtsever aktivisti gözaltına alındı. Bremen'de de aynısını yapıldı. Magdeburg'ta ise, iki yurtseverimiz tutuklandı. Konjonktürde, Özgürlük Hareketi’nin etkileri birçok kesim tarafında kabul görüp desteklenme düzeyi arttığında, Almanya çok sert bir biçimde, sömürgeci, faşist, soykırımcı Türk devleti gibi bir devletin hemen yardımına koşabiliyor. Türk devleti zora girdiğinde sömürgeci, faşist mantaliteyi korumak, bunu pratikte uygulamak için bizzat bunu yapıyor. Yani, ilk yasak sürecinde de hatırlarsanız, o zaman Çiller -Ağar-Güreş iktidarı vardı. Tansu Çiller'in temmuz ayında Almanya ziyareti vardı ve bu ziyaretin tek gerekçesi PKK yasağıydı. O süreçte, yani 1993 Mart ayında yapılan ilk ateşkes gerçekten de çok büyük etkiler yaratmıştı. Ve bunu yok etmek için Almanya, o süreçte de Türkiye’nin imdadına koştu. Almanya, yani açıkça belirtmeliyim ki, Özgürlük Hareketi’ne ideolojik anlamda düşmanlıktan kaynaklanan bir tutum sergiliyor. Dolayısıyla Almanya, açıkça Kürtlere karşı çok kirli yöntemlerle bu yasağı devam ettirmekte ısrar ediyor.

Yasak geldiği süreçte örneğin Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Beckstein çok etkili bir rol oynamıştı. Daha sonra kendisinin bir demeci var “ben Bavyeralı bir Türk'üm” diyor. Yine o dönem kendisinin öncülük ettiği, Kürtleri Almanya'dan geri gönderme, Türkiye'ye teslim etme gibi durumlar var. O dönem yaşananları bize özetler misiniz?

Elbette, çok iyi bir noktaya temas ettiniz. Bence de bunun derinlemesine araştırılması gerekiyor. İlginç değil mi? 2015 Çözüm Süreci’nde, barış veya uzlaşı noktasına gidilip gidilemeyeceği konusunda bir süreç başlatılmıştı Türkiye ve Özgürlük Hareketi ile Önderlik arasında. O dönemde de Angela Merkel, o zamanın Başbakanı olarak şöyle demişti: “Belki PKK ile Türk Devleti kendi arasındaki sorunları çözmüş olabilir. Ama bu şu anlama gelmiyor. Bizimle PKK arasındaki sorun bitmeyecektir. Bizim açımızdan bu devam edecektir.” Şimdi işte o yasak yıldönümü sürecinde, 29 dernek, bir federasyon, bir haber ajansı, Berxwedan dergisi vb. yani Kürt toplumunun sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alandaki tüm ihtiyaçlarını dile getiren kurumlar ve yayın organları yasaklandı.

Şimdi tabii o dönemde şöyle bir sonuç da ortaya çıktı. Önce "PKK yasağı" dediler; ama bir baktılar ki, PKK'nin Almanya topraklarında ne resmi bir bürosu var ne bir temsilciliği. Ne yaptılar? Hemen 29 dernek üzerindeki yasağı kaldırdılar ve dediler ki, "PKK faaliyet yasağı." Yani bunu tekrardan bir formüle etme gereğini duydular. Bu süreç, Düsseldorf davasının bitimine kadar sürdü. Almanya tarihinin en pahalı Düsseldorf davasının sonucu, PKK yasağı gibi çok uyduruk, haksız, hukuksuz ve ahlaksız bir karar oldu. Bunun Kürt toplumunun üzerindeki etkileri ne oldu? Çok kirli yöntemlerle, düşünebiliyor musunuz, Alman devleti kendi topraklarında doğan, çoğu Alman vatandaşı olan insanların kendi çocuklarına verdikleri isimleri bile Türk elçilikleri ve konsolosluklarıyla ortak oluşturdukları

listelere bakarak, o listede bu isim var mı yok mu, varsa ismi kaydediyor; yoksa, Türkiye ile yaptıkları anlaşmaları gereği o isim listelerinde olmadığı için aylarca insanları uğraştırdıkları oluyordu. 

Yine, resmi olan birçok derneğimizin üyeleri veya bir etkinlik için başvurup izin alan birçok insanımızın vatandaşlık başvuru süreçlerinde yaşadığı o kadar çok sorun ve sıkıntı var ki. Bunu zorlamak için Alman istihbaratı yerel düzeyde mekanizmaları; il, eyalet ve federal düzeyde istihbarat birimlerini devreye koyarak, örneğin, üniversitelerde okuyan öğrenciler üzerinde baskı kurarak, “siz bu harekete yakın durursanız, onların etkinliklerine katılırsanız, okul hayatınız biter” diyordu. Birçok iş yerinde, çalışan insanlarımızın iş yerlerini tehdit ederek (Alman istihbaratı), bu kişilerin iş hayatlarına son verilmesi isteniyordu. Bu süreçte, her türlü zorluk ve sıkıntı yaratılarak, Kürtlerin kendi dilini öğrenme hakkı engellenmeye çalışıldı. Alman devletinin izlediği bu politika ve pratiğin sonuçları ne oldu? Kendileri de bunu çok iyi biliyorlar; yasak sürecinde, yani 1993 yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesinde hak arayışında olan insanların sayısı gittikçe artıyordu. Bu insanların kendisini PKK'ye yakın görmeleri kadar doğal bir şey yoktur ki, şimdi 10 milyonun üzerinde insan diyor ki, “Benim irademdir,” “PKK halktır, halk burada.” Dolayısıyla, bu kadar doğal ve toplumsal bir anlayışa karşı her türlü oyunu devreye koyarak, yargılamanın ve yasaklamanın gayreti içerisinde oldular.

‘ALMAN DEVLETİ KÜRDİSTAN’DA SÖMÜRGECİ KENDİSİYMİŞ GİBİ YAKLAŞIYOR’

İşte tam da böylesi bir süreçte, geçmişte bireysel olarak işlenen bir şey dernekler yasasına muhalefet olarak kayda alınırken, yasağı devam ettirmenin mümkün olmadığını fark ettiklerinde, 129b gibi ucube bir yasak çıkardılar. Bu yasağın kendisi direkt Adalet Bakanlığı’na bağlı bir yasak. Adalet Bakanı izin vermediği müddetçe, hiç kimsenin hakkında soruşturma yürütme hakları bile yok.129’uncu maddeyi böylesi bir süreçte tekrar devreye koyarak, uluslararası düzeyde Özgürlük Hareketi’nin sesini kısmak, onun toplumlar, halklar, insanlar üzerindeki, insanlık üzerindeki etkilerini azaltmak için bir uluslararası hamiliğe soyundular. Ne yapıyor? Diyor ki “yurt dışında terörist bir örgüte üye olmak.” Yani mesele, senin Almanya’nın sosyal, siyasal, ekonomik veya demokratik çıkarlarına karşı herhangi bir güç kullanman ya da eksiklik yapmış olman değil; Türkiye'de veya Kürdistan'da bir protestoya katılmana bile diyor ki,“sen bu tarihte, şu ülkede, şöyle bir şey yapmışsın. Bu, senin hakkında dava yürütmem için bana hukuki yetki verir.” Sanki Kürdistan'da sömürgeci devlet Türkiye değil de kendisiymiş gibi yaklaşıyor!

‘PKK YASAĞI İLE KÜRT’E KARŞI CEZASIZLIK POLİTİKASI İZLENDİ’

PKK yasağı sonrası bazı Kürtler polis kurşunuyla katledildi. Halim Dener'in öldürülmesi olayında katil ne düzeyde yargılandı? Yine Berlin'de 1999'da 4 Kürt Katledildi. Bunlara ilişkin yargılama ne düzeyde yapıldı? Yani genel itibariyle PKK yasağı söyleniyor; ama işin öbür tarafında öldürülen, katledilen Kürtler var. Bunlara ilişkin yargılamalarda nasıl bir yol izlendi, gözlemlerimiz neler

Evet, o da çok ilginç ve doğru. Her ülkede, hatta sömürgeci devletlerde bile, bu tür tutumlara karşı, örneğin Türkiye’de kayyum atamalarına karşı günlerdir, haftalardır süren protestolar var.

Halim Dener, bu devletin o haksız PKK yasağı uygulamasına karşı sadece afiş yapıyordu. Suçu afiş yapmak! Alman polisi, bu insanı resmen polis kurşunlarıyla katletti. Sadece bu mu? Almanya'da bizim 19 tane şehidimiz var. Örneğin, Eser Altınok gibi bir gencimiz, cezaevinde uygulanan baskılara dayanamayarak, bir takım zor ve zorba yöntemlerle söyletilen, güya kendilerine karşı itiraf niteliğindeki söylemlerin üzerinde yarattığı etki nedeniyle yaşamına son verdi. Bunun sorumlusu Alman devletidir. Belirttiğiniz gibi, Reber Apo'nun uluslararası komplo ile korsanvari bir şekilde Türkiye'ye teslim edilmesine karşı yürütülen protesto eylemlerinde, resmen kurşun kullanılıyor. 4 Kürt genci, Sema Alp, Mustafa Kurt, Ahmet Acar ve Sinan Karakuş aynı noktada öldürülüyor.

Almanya'nın cezaevlerinde, örneğin Kleve cezaevinde, Rojava'lı bir gencin polis şiddeti ve gardiyanlar eliyle katledilmesi durumu var. Ayrıca, ormanda polislerin her türlü işkencesine maruz kalan bir Kürt genci var. Bunlarla ilgili yürütülen soruşturmalarda ciddi sayılabilecek bir ceza verilmedi. Yine şöyle bir nokta var: Örneğin, bir Kürt’ün kendi bireysel saikiyle yapmış olduğu her şey, PKK'ye mal edilerek tarif edilir. Türk devletinin elçilikleri, konsoloslukları, camileri aracılığıyla yetiştirilen veya Türk istihbaratının ya da Osmanen Germania gibi MHP çetelerinin eliyle yürütülen birçok provokasyon ve olay var, ama hiçbiri devlet ile tarif edilmiyor. Onlarınki hep bireysel olur, burada devlet korunur ve temizlenir; ama işte Özgürlük Hareketi’yle gönül bağı olan, sempati duyan, yürüyüşüne, festivaline, Newroz’una katılan insanlarımıza karşı her türlü insanlık dışı uygulamalar yapıldı.

Peki bunun karşısında ne oldu? Kürt toplumu bir adım geri attı mı? Şimdi, kendilerinin yıllık istihbarat raporlarının rakamlarıyla da belirtilecek olursak; kendileri diyor ki, “14bin 500 ile 15 bin arasında PKK’li var.” Demek ki, bu yasak öylesine haksız bir yasak ki, hiç kimsenin bunu kabul etme ya da bundan ötürü geriye adım atma gibi en ufak bir durumu yok. Yani şimdiye kadar on binlerce insanımıza para cezaları verildi, envai çeşit uygulamalar yapıldı. Onlarca insanımız, geçmişte 129a denen yasa ile yargılandı. 129b kapsamında 80'e yakın Kürt aktivist, yurtsever demokrat insan cezalandırıldı. Yani, tam da yasağın yıldönümüne denk gelen, geçen hafta yapılan uygulamalar da bana göre bunun en bariz ve açık örneğidir. Almanya, bu konuda açık ve net bir şekilde Kürtistan'da yürütülen soykırımcı siyasetin bir tarafıdır.

Sömürgeci faşist Türk devletinin tarafında yer almaktadır. Buna karşı, elbette ki biz bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da sonuna kadar direneceğiz ve asla onurumuzu teslim etmeyeceğiz. Bizim de bu konuda belirteceğimiz bunlar olabilir.