İlk günkü gibi kararlı

Hem Cezaevinde, hem de evinde 24 saat Leyla Güven'in yanında olan DTK Amed Delegeler Eş Sözcüsü Zelal Bilgin, Yeni Özgür Politika gazetesine konuştu.

DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in cezaevinde 79. günden sonra Amed’deki evinde sürdürdüğü süresiz dönüşümsüz açlık grevi 142. gününe girdi. Kürt Özgürlük Mücadelesi tarihinde en uzun süreli açlık grevinin öncülüğünü yapan Leyla Güven, tek başına başladığı eylem şu an cezaevlerinden Kanada’ya, Hewler’den Strasbourg’a kadar yayılmış durumda. Leyla Güven yanında kızı, TJA aktivistleri ve DTK Amed Delegeler Eş Sözcüsü Zelal Bilgin kalıyor.

Zelal Bilgin’in de kişisel tarihi cezaevi, sürgün ve infazlarla dolu. Babası yaşadığı baskı ve işkenceden dolayı 1993’te Almanya’ya gitmek zorunda kalan sürgünde bir siyasetçi. Amcası Sıddık Bilgin 1984 yılında işkencede katledildi. Dayısı Rodi Bilgin 1996’da Tokat, Zile Cezaevinde işkenceye karşı direnişin öncüsüydü. Bir arkadaşıyla birlikte götürüldükleri hastanede infaz edildi.

Kürdistan’da baskı ve işkence kuşaklar arasında aktarılan bir deneyim, bir hafıza. Zelal, baskı ve işkenceye tanık olan ve yaşayan ailenin üçüncü kuşak üyesi. O hafızanın tanığı…

Leyla Güven’in 7 Kasım’da süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylem kararını duyurduğu zaman da aynı koğuştaydı. Güven’in eyleminin 22. gününde ara karar ile tahliye olan Bilgin, sonraki süreci dışarıdan takip edebildi. Aynı zamanda KHK ile görevinden ihraç edilen bir sağlıkçı olan ve Güven’in yanından hiç ayrılmayan Bilgin ile Leyla Güven’i eylem kararını aldığı anı, sağlığını konuştuk.

Leyla Güven açlık grevi kararı aldığında yanındaydınız. Bu kararı almadan önceki süreci ve kararı ilk sizlerle paylaştığı anı anlatabilir misiniz?

9 Ekim operasyonunda gözaltına alınmış ve sonrasında içi boş bir dosya ile tutuklanmıştım. 52 gün tutuklu kaldıktan sonra ara karar ile tahliye edildim. Tabi bu gözaltı ve tutuklama sonrasında bir dönemin tanıklığını edeceğimden habersiz, yeni yaşam alanım olan korkunç işkencelere karşı gösterilen tarihi direnişi üzerine onlarca kaynak okuduğum Amed zindanına alışmaya çalışıyordum.

Tahliye edildiğimde, Sayın Leyla Güven açlık grevinin 22. gününe girmişti. 7 Kasım günü 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada yaptığı savunma ile mahkeme heyetine hukuk dersi vererek tarihe bir not düşmüş ve bugün dünyanın dört bir tarafında ve zindanlarda binlerce insanın katıldığı tarihi bir direnişin fitilini ateşledi.

Bizler her şeyden habersiz çıkacağı duruşmada tahliye olması umudunu taşıyorduk. Duruşmaya giderken kelepçe dayatmasına karşı tepki göstermiş ve koğuşuna geri dönmüştü. Gitmeden önce oluşabilecek tüm olumsuzlukları öngörmüş gibiydi. SEGBİS bağlantısı için dilekçe hazırlamış, koğuşa dönmeden önce cezaevi yönetimine dilekçeyi teslim etmişti. Leyla Güven büyük bir heyecan ile SEGBİS bağlantısını bekliyordu. Biz ise şaşkın bakışlarla buna neyin sebep olduğunu kendi içimizde sorguluyorduk. Sanırım hepimizin kafasında aynı soru işareti vardı; SEGBİS uygulanmasına karşı bir duruş söz konusuyken Leyla Abla neden ısrarla SEGBİS ile duruşmaya katılmak istiyordu.

Zaman geçtikçe heyecanımız daha da artıyordu. Bir anda açılan kapıyla SEGBİS odasına davet edildiğinde hepimiz, ‘hadi tahliye çıksın’ cümleleriyle uğurladık. Yaklaşık yarım saat sonra koğuşun üst üste kilitlenen kapısının açılırken çıkardığı ses, Leyla Güven’in koğuşa döndüğünün çağrısıydı. Çok geçmeden hepimiz kafamızdaki soruların yanıtlarını öğrenecektik. Kapıya yöneldik; Leyla arkadaş karşımızda duruyordu, heyecanlıydı, titriyordu… Şaşırdık, acaba ne oldu diye? Titreyen sesi ve bedeniyle, ‘önce size bir açıklama yapmam gerekiyor’ dedi. Parlayan gözleri sesine eşlik ediyordu.

Ne anlattı?

Tüm arkadaşlar koğuşun kapısının önünde sıraya dizilmiştik. SEGBİS odasında yaptığı savunmayı tane tane anlatmaya başladı…

“İlkokul mezunu, iki çocuk annesi bir kadınım’’ diye başladı ve devam etti: “Ben siyasette PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadının siyasette yer alması perspektifinden esinlenerek aktif olarak yer aldım. Bugün Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Tecrit bir insanlık suçudur…’’ dediği anda, hakimin sözünü keserek; “Burada ‘bölücü başının’ propagandasını yapamazsınız…’’ Hakimin sözlerine, “bir halkın liderinden ‘bölücü başı’ diye bahsedemezsiniz, siz bir hukukçu olarak bu cümleler ile o koltukta oturamazsınız’’ diyerek, tepki gösterdiğini aktardı.

Hakimin sözlerinden bahsederken, o anı tekrar yaşıyor, aynı öfke sesine yansıyordu yüzüne. Ve son söze doğru yavaş yavaş bir toparlama yapıyordu: “Ben de bu halkın bir parçası olarak, Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlıyorum. Bundan sonra mahkemeye hiçbir savunma yapmayacağım. Yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve tecrit kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim…’’

Sonra salonda bulunun Barış Annelerine dönerek, “size barışı getiremediğimiz için özür dilerim’’ dediğini aktardı.

Heyecanlı, kararlı, öfkeli, umut dolu bir haykırış, bir çığlık, karanlığa ve sessizliğe karşı atılan büyük bir adımdı. İşte, biz buna tanıklık ediyorduk. Hayri Durmuş canlanmış karşımızda konuşuyordu sanki.

‘Süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlıyorum’ sözü bir dönemin başlangıcı oldu. Koğuştaki arkadaşların tepkisi nasıl oldu?

Kimimiz duvar diplerinde hıçkırarak, kimimiz sessiz sessiz ağladı. Kimimiz kararından vazgeçirmek için ikna etmeye çalıştı. 7 kasım günü almış olduğu kararı hemen hayata geçirmek istiyordu. İkna edebildiğimiz tek şey, bir sonraki gün başlaması olabildi ancak. O kadar muhteşem cevaplarla eyleminin nedenlerini, amacını ve olası sonuçlarını anlatıyordu ki, bize sadece bu eylemin etrafında kenetlenmek kalıyordu. Yüzündeki tebessüm, kararlığının büyüttüğü o muazzam beden, inanç dolu bakışları hepimize güç katmıştı. Ağladığımız, eyleminden vazgeçsin diye konuştuğumuz o anlardan büyük utanç duymuştuk. Öncesinde alacağı bu kararla ilgili hiçbir tartışma yürütmedi. Aylar süren yoğunlaşması sonucu bu karara varmış aslında. Nitekim bir önceki mahkemede başlayacağını ancak mahkemeye çıkarılmadığı için kararını açıklayamadığını dile getirmişti.

 Leyla Güven tek başına bu eyleme başladı ve şu an cezaevlerinde 7 bin tutsak eylemde. Açlık grevlerinin bu kadar yaygınlaşmasını bekliyor muydu?

Sayın Leyla Güven eylemine başladığında; “Elimde DTK Eşbaşkanlığı, HDP milletvekilliği ve feminist Kürt kadın kimliği vardı. Ben bu kimlikleri kullanarak bir eylem başlatmak istedim’’ dedi. Demokratik siyasetin önünü tıkayan bütün hukuksuzluklara karşı bir adım atıyorum, demişti. Bize eylemini ilk açıkladığı gün birçok arkadaşımız, ‘bizde başlıyoruz’ önerileri açığa çıktı, ‘seni yalnız bırakmayacağız’ dediler. Aslında o gün, bu kadar muazzam bir direnişin geleceğinin sinyallerini veriyordu. Genç kadınlar, bu eylemin etrafında kenetlenmeye o gün karar vermişti. Yalnız kalmayacağını, etrafında bir kenetlemenin olacağını biliyordu.

142 gün oldu! Leyla Güven, Kürt Özgürlük Mücadelesi tarihinde en uzun süreli açlık grevini yürütüyor. Sağlık durumunu anlatabilir misiniz? Son durumu nasıl?

Evet, Kürt özgürlük mücadelesinin en uzun süreli açlık grevine tanıklık ediyoruz. Aslında bir çoğumuz bu kadar uzun sürebileceğini tahmin etmemiştik. Sağlık sorunları yaşıyor, ama kendisinin de dediği gibi ‘ölmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için’ başladı eylemine. Motivasyonu, inancı o kadar yüksek ki hepimizi hayrete düşürüyor. Şimdiye kadar 15 kilo kaybetti. Tansiyonu genellikle çok düşük oluyor. Halsiz ve sürekli yorgunluk belirtileri gösteriyor. Konuşurken zorlanıyor. Sık aralıklarla kısa kısa soluklar alıyor. Işığa, sese ve kokuya karşı hassasiyeti uzun zamandır var, -ve bu her geçen gün biraz daha artıyor. Uyku düzeni tamamen bozulmuş durumda, gün içinde sürekli uykuya meyilli oluyor ancak uyuyamıyor. Kilo kaybı artık protein ve kaslarda olduğu için şiddetli kemik, kas ağrıları ve bacaklarında kramplar yaşıyor. Sıvı alımında zorlanıyor, mide krampları, ara ara mide bulantısı söz konusu oluyor. Destek almadan, dengede kalamadığı için tek başına yürüyemiyor. Bağışıklık sistemi çöktüğü için çok hızlı bir şekilde enfeksiyon kapabiliyor. Yine uzun zamandır geçmeyen ağız içi aftları var.

 Leyla Güven, Strasbourg, Hewler, Galler, Cenevre, Hollanda, Kanada ve cezaevlerine kadar yayılan bir direnişin öncüsü. Bu çok ağır bir sorumluluk değil mi?

Leyla Güven, dönemin ruhuna denk bir pratikle öncü rol ve misyonunu üstlendiği için elbette ağır bir sorumluluk taşıyor. Bireysel düşüncelerden uzak, yaşamını toplumsallık üzerine inşa eden Leyla arkadaş bütün yaşamını inkâr edilen kimliğinin varlık mücadelesine adamış bir kadın siyasetçi. Kendisinin de dediği gibi evlenmek, anne olmak kendi tercihi değil ama feminist Kürt kadın kimliği ile var olma mücadelesinde yer almak ise tamamen kendi tercihi. Ve kimlik mücadelesinde, “Ödenecek bir bedel varsa, ben öderim, varsın bir Leyla ölsün ama bundan sonra bütün Leylalar özgürlük içinde yaşasın’’ demiştir.

Aslında bu sözü bile bu direnişin içinde yer alan hiç kimsenin zarar görmemesi adına bedel ödemeye hazır olduğunu gösteriyor. Aklı sürekli diğer direnişçiler de, görüşebildiği bütün ziyaretçilerine zindanlara ‘sahip çıkın’, ‘koşullar çok kötü’, ‘kötü ve keyfi uygulamalar çok fazla’, ‘kimseye bir şey olmasın’ diyerek, sürekli kaygılarını dile getiriyor. Bu direnişin mutlak zafer ile sonuçlanacağını biliyor. Doğru, öncü olmak zordur Leyla heval ise bu zorlukları yaşıyor tabi ki. Ama ödenecek bir bedel varsa da sonuna kadar ödemeye hazır olduğunu her fırsatta dile getiriyor.

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecrit toplumsal olup bütün kesimleri baskılayan bir boyuta ulaşmıştır. Kürt meselesinin çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu eylemi gerçekleştirdiği için, evet sorumluluğu ve yükü ağır. Öncü olarak ardıllarının hiç zarar görmeden bu eylemin başarıya ulaşması için direniyor.

 Sanırım, sağlık koşullarından ötürü ziyaretler eskisi kadar değil…

Bir dönem uluslararası birçok yabancı heyetin, sol, sosyalist kesimin, feministlerin ve insan hakları savunucularının yoğun ziyaretleri oldu. Karadeniz’den Hewler’e, Arjantin’den vekili olduğu Gever’e kadar. Direnişine çok geniş yelpazeden birçok kesim destek verip dayanışma içinde olduklarını dile getirdiler. Biraz önce sağlık sorunlarından söz ederken, bağışıklık sisteminin çökmesinden kaynaklı hızlı enfeksiyon kaptığını belirtmiştim. Ağız içi aftları yoğunluklu ziyaretlerin olduğu dönemde başladığı için doktorların da önerisiyle ziyaretleri kısıtlamak zorunda kaldık. Planlamaları yaparken o gün ki sağlık durumu önceliğimiz oluyor. DTK, HDP ve TJA da toplanan talepleri bizler ev içinden planlıyoruz.

 Leyla Güven aynı zamanda bir sürgün. Orta Anadolu’dan köyünden, hemşerilerinin de ziyaretçisi oluyor mu?

Birçok talebin arasından sürgündeki Kürtler de yer alıyor. Ziyaret etmek, direnişine karşı gösterdikleri dayanışmaya bilmesini istiyorlar. Çünkü sürgünde yaşadıklarının bir sonucu olarak bu direnişin açığa çıktığını biliyorlar. Kürt olmak zor, sürgünde Kürt olmak daha da zor.

 Evin etrafındaki barikat, güvenlik nasıl?

25 Ocak’ta eyleminin 79. gününde çıktığı andan itibaren olağanüstü güvenlik önlemleriyle karşı karşıya kaldık. İlk günlerde ana caddeye gelip Leyla arkadaşı sloganlarla selamlamak isteyen halka tazyikli su ile saldırıda bulunuldu. Sürekli toma ve akreplerle köşe başları tutuldu. Milletvekillerinin Sayın Leyla Güven’in direnişinin 100 gününe girerken toplumsal duyarlılığı artırmak için birçok kentten yaptıkları yürüyüşler başladığında evin bulunduğu bölgedeki bütün sokak ve caddeler abluka altındaydı. Öyle ki rehabilitasyon merkezine giden engelli çocukların servislerinin bile girmesi engellendi, aileler çocuklarını sırtlarında servislere götürmek zorunda kaldı. Esnaf ve mahalle sakinleri ablukalardan hem psikolojik, hem maddi anlamda olumsuz etkilendi. Leyla arkadaşın kızını balkonda gördüklerinde selamlamak isteyenlerin etrafı sarılarak alandan uzaklaştırıldılar. Sürekli gözlenen bir yaşam sürüyoruz. Eve gelen giden bütün herkes kameralar ile kayıt altına alınıyor, fotoğrafları çekiliyor. Eve poşetlerle geldiğimizde her poşeti çekebilmek için durmadan deklanşöre basarak fotoğraflamaya çalışıyorlar. Şu an barikatlar yok, ama 3 veya 4 araç ile sürekli sivil polisler sitenin etrafında, bahçesinde sabit duruyorlar.

Ama yarım saat sonra koğuşun üst üste kilitlenen kapısının açılırken çıkardığı ses, Leyla Güven’in koğuşa döndüğünün çağrısıydı. Kapıya yöneldik; Leyla Güven karşımızda duruyordu, heyecanlıydı, titriyordu… Acaba ne oldu diye, birbirimize baktık. Titreyen sesi ve bedeniyle, ‘önce size bir açıklama yapmam gerekiyor’ dedi ve başladı anlatmaya

 En son Zülküf Gezen’in ailesi Leyla Güven’i ziyaret etti. O anı biraz anlatır mısınız?

Zülküf Gezen’in şehadeti hepimizi çok derinden sarstı, başta ailenin olmak üzere tüm halkımızın başı sağ olsun. Mazlum Doğan’ın şehadetinin 31. yılında Leyla arkadaşın öncülüğünde başlatılan direnişe Öcalan üzerindeki tecridin kalkması ve bu devrimci hamlede başka hiç kimsenin ölmemesi için fedai bir eylem ile yanıt verdi.

Evet, tarihi bir ziyaretti… Leyla Güven, “Zülküf! Canım hevalim! Ben siz ölmeyin diye çıktım bu yola, ama sen yüreğime bir kor düşürdün. Senin Amed’e gelişin böyle olmamalıydı. Surlara birlikte çıkacaktık. Sen ne yaptın! Biliyorum, sen bu eylemi bizi yaşatmak için yaptın. Senin fedai ruhuna kurban olaydım’’ cümleleriyle hissettiklerini hepimiz ile paylaşmıştı. Acılı annemizi kapıda gördüğü an, “Sen ölmeseydin ben ölseydim. Neden neden’’ diye feryat edip gözyaşlarına boğuldu. Sonra Leyla arkadaşın elinden sımsıkı tuttu.

Leyla Güven sürekli zindanları düşünür, koşulların çok kötü olduğunu arkadaşlara zarar geleceğini ve “bu eylemde tek olmalıydım’’ demiştir. Çünkü yaşatmak için başladı bu eyleme, ve “bir ölüm olursa yalnız ben olmalıyım’’ dedi. Anne ile gözyaşlarında, acılarda buluştular. Ama her şeyden önce ortak bir direnişin içinde mücadelede buluştular. ‘Başaracağız’, ‘kazanacağız’ cümleleriyle Zülküf arkadaşın ortaya koyduğu eyleminin zaferle sonuçlanacağına olan inançta bir araya geldiler.

 Uzun süredir yanındasınız. Leyla Güven’i nasıl anlatırsınız?

Son dönemlerde o kadar güzel anlatılıyor ki, Leyla Güven daha nasıl anlatılır bilmiyorum. Her an yeni bir şey öğrenerek yaşıyoruz onunla. Kadın bilincini ve iradesini siyaseti ile bütünleştiren, kadın bakış açısıyla dokunduğu her alanı yenileyen, yaşamında umutsuzluğa yer olmayan bir kadın. Naif ve mütevazi kişiliği ile herkese dokunabilen, yüzeysel bir değerlendirmeye asla yer vermeyen, detaylara dikkat eden muhteşem bir gözlem gücüne sahip. Gündemi takip ederken bir sonraki gün hangi gündemle uyanılacağını tahmin edebilen müthiş bir öngörüye sahip. Cesur, kararlı, zihinsel devrimi ile mücadele edemeyeceği hiçbir şeyin olmadığını size hissettiren ve size dokunarak cesaretlendiren bir kadın.

Leyla Güven su misali akıyor yolunu buluyor yetmiyor yolunda kötüye çirkine dair ne varsa yok edip yerini güzellikler doldurup umut oluyor. Sürekli konuşup tartışamıyoruz, ama hep diğer direnişçilerin durumunu merak ettiğine dair cümleleri eksik olmuyor. Yine gün içerisinde, gelen onlarca mektubu da okuduğunu da söylemek isterim.

 Bir insanın bedeninin erimesine tanıklık ediyorsunuz. Zor bir süreç, sizin hayatınızı nasıl etkiledi?

Büyük bir direnişin küçük bir parçası oldum. Onurlu bir mücadele içinde bir kum tanesi. AKP/MHP faşist bloğunun yok sayma politikalarına karşı geliştirilmiş ilmek ilmek örülmüş bir direnişe tanıklık etmenin onurunu yaşıyorum. Devrimsel bir hamlenin tam ortasındayım. Direnişin gün gün büyüdüğüne tanıklık ediyoruz. Leyla arkadaşın yanında olmak çorak topraklarda yeşeren bir güle bakmak gibi. Bir roman yazdı ve şimdi onu tarihe iz bırakacak şekilde hayata geçiriyor. Hepimiz bu romanın kahramanlardan biri oluyoruz. Zor yanları var tabi ki. Zor olanı, cümlelerine dökülen direngen ruhunu görerek kolaya çevirebiliyorsunuz. Sizin hangi an zorlandığınızı görerek, güçlendirmek adına öyle bir cümle kuruyor ki zorlandığınıza utanıyorsunuz. Mahcubiyetinizi gizlemeye çalışırken bile onun derin ve anlamlı bakışlarında umudunuzu ve gücünüzü yeniden toparlıyorsunuz. Her gün biraz daha eridiğini görüyorum; biraz daha halsiz takatsiz olduğunu, biraz daha yorgun olduğuna tanıklık ediyorum ama aynı zamanda her gün biraz daha kararlı olduğuna da…

Leyla Güven şikayetçi yönü olmayan 142 gündür aynı sıvılarla beslenen bir kez olsun ‘yeter’ demeyen bir inançla direniyor. Eylemine başladığı ilk gün nasıldı ise hala öyle. ‘Her nasılsın’ sorusuna, ‘ben iyiyim’ yanıtı veren, ‘siz ihtiyaçlarınızı giderdiniz mi, siz rahat olun, ben eski toprağım, başarmadan bana hiçbir şey olmaz’ sözleriyle kaygılarınızı bir kenara bırakmanızı sağlayan bir yürek.

Her an öğretici geçiyor, eğitim alanındaymışım gibi hissediyorum. Derin bakmayı öğrenmeye çalışıyorum, bir parçayı değil bütünü değerlendirmeyi, birbirimize nasıl dokunmamız gerektiğini, ortak değerler etrafında nasıl buluşacağımızı, nasıl yaşayacağımız öğrenmeye çalışıyorum. Sabrı öğreniyorum yeniden. Özgür kadın bilinci ve bakış açısıyla olaylar ve olgular nasıl değerlendirilir onu öğrenmeye çalışıyorum.

 Peki sizin kişisel tarihinizde, cezaevleri, açlık grevlerinin nasıl bir yeri var?

Kürdistan topraklarında yaşayan herkesin bir tanıklığı, yaşanmışlığı oluyor. Acılarımızın ortaklığından mı bağlılığımız ortaklığımızın acılarından mı?  Bilemiyorum. Babam sürekli yaşadığı gözaltı ve işkencelerden kaynaklı 1993’te Almanya’ya gitmek zorunda kalan sürgünde bir siyasetçi. Amcam Sıddık Bilgin 1984 de işkencede katledildi. Dayım Rodi Bilgin 1996’da Tokat Zile Cezaevinde hizbukontra üyelerinin koğuşlara saldırıları ve işkenceye karşı başlatılan zindan direnişinde öncü olmuştu. Bir tutsak arkadaşıyla beraber zorla götürüldükleri hastanede arkadaşıyla beraber infaz edildi. Bugün ki definler gibi cenazesine hiç kimsenin katılmasına izin verilmemiş, kardeşleri ve çocuk yaştaki yeğenlerinin katılımıyla gece yarısı zorla toprağa verilmişti. Yurtsever bir bilinç ile büyütülünce tarihin üzerinizdeki yoğun baskısı ve bilinci ile Amed 5 Nolu’da ortaya konan direnişin içinde buluyorsunuz kendinizi. Kişisel bir tarihiniz olmasa bile tarihinizin sizi her dönemin bir parçası bazı dönemlerin tanığı yapıyor.

 Açlık grevine girdiği için insanlar tutuklanıyor, binalar basılıyor, cezaevlerinin dolduruluyor. Yoğun bir baskı var. Peki ya umut..?

AKP/MHP faşist bloğunun ortaya koyduğu savaş politikalarının bir diğer ayağı baskı ve zor aygıtlarıyla toplumsal sağduyu ve reflekslerin oluşmasını engellemek. Sokaktan ve halktan o kadar çok korkuyorlar ki en demokratik eylemi bile en vahşi yöntemlerle engellemeye çalışıyorlar. Sona doğru geldiklerinin farkındalar. Bu saldırganlıklarının tek nedeni de bu. HDP il binaları basılıyor, vekilleri tartaklanıyor, gözaltı ve tutuklamalar ile bütün muhalif kesimlere gözdağı verilmeye çalışılıyor. Leyla Güven yasakları adı altında yeni bir yasak ile Leyla arkadaşın adının geçtiği, resminin olduğu bütün etkinlikler yasaklanıyor, tüm etkinlikler engellenmeye çalışılıyor. Leyla Güven’in öncülüğünü yaptığı eylemin mutlak başarıyı getireceğini, toplumsal vicdanı harekete geçireceğini çok iyi biliyorlar ve bu korkuyla her geçen gün biraz daha saldırganlaşıyorlar.

Umut. Umut olmaz mı? Zafere çok yakınız. Faşizmin kendisini kurumsallaştırmaya çalıştığı dönemde Leyla Güven öncülüğünde başlayan direniş umudu yeniden yeşertti. Nerden mi biliyoruz dünyanın dört bir tarafından, Türkiyeli halklardan, zindanlardan, insan hakları savunucularından, demokratik kitle örgütlerinden gençlerden ve kadınlardan gelen dayanışma ziyaretlerinden ve binlerce  mektuptan biliyoruz. Bedenini doğru yaşamı inşa etmek adına ölüme yatıran binlerden biliyoruz. Bedeli ne olursa olsun son muhteşem olacak diyen ve  yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevenlerin yoldaşlarının direnişinden biliyoruz.