Şehîd Egîd Önderliğe ulaşmak için hiçbir engel tanımadı
“O, Önderliğine, Önderliğinin hayallerine ulaşmak için ne bir engel tanıdı ne de en ufak bir yılgınlığa kapıldı. Bir kurşun gibi hızlı, engelleri tanımadan yaşadı.”
“O, Önderliğine, Önderliğinin hayallerine ulaşmak için ne bir engel tanıdı ne de en ufak bir yılgınlığa kapıldı. Bir kurşun gibi hızlı, engelleri tanımadan yaşadı.”
Şehîd Egîd (Osman Kılıç) Arkadaş Anısına
İnsanlar yaptıklarıyla bu dünyada iz bırakırlar ve kalıcı olurlar. İz bırakan bu insanlar, umudun ve inancın sembolü her koşul ve zorlukta yılmamanın diğer adı, durdurulamaz olmanın sembolü olurlar. Durmak, imkansızlıklara teslim olmak onlar için esas ölümdür.
Bazen 30 santim uzunluğunda bir demir parçasıyla 80 metrelik bir tünel kazarak, bazen yüzlerce kamera termal vb. engeli, bazen kar-kış demeden havadan keşif uçakları ve yine yerden bin bir çeşit teknikle yapılan gözetlemelerden yılmadan her an düşmanın içine, arkasına sızmanın ve vurmanın adı olurlar.
İnançtır onlar, umuttur, zaferdir. Bir şeyi sevmenin, aşkla, heyecanla bağlanmanın ve yaşama olan tutkunun adıdırlar. Bir ideolojiye, bir öndere bağlılığın nasıl olması gerektiğinin ispatıdırlar.
Aşkla bağlılık, ona ulaşma isteği insana her koşulda yolunu buldurur. İmkansızın olmadığını, her engelin aşk ve bağlılık olduktan sonra aşılabileceğini ondan öğrenmişlerdir. Betonu sevmezler, sıkar onları ama durduramaz. Toprağı sever onlar, çünkü bilirler ki topraktan koptukça insan aslında kendinden kopar. Farkında olmadan onun için ısrarla kendin olmak için toprağa ulaşmaya çalışırlar.
Onlar için ölümsüzlüğün en güzeli bir eylem esnasında düşmanla kıyasıya savaşırken bir ağacın toprakla kucaklaşmasıdır. Bilirler ki o zaman hakikat gerçek, gerçek hakikat olacak.
Toprak onun ruhudur. Bir Yado hayranıdır. Yakın tanıdıkları ona Yado derler. Yado bir efsanedir onun doğduğu mekanlarda. Zulme karşı başkaldırının, isyanın, toprağa bağlılığın adıdır Yado. Kimisi eşkiya, şaki dese de bir halk kahramanıdır Yado.
Böyle öykülerin hakim olduğu bir mekanda doğar. Çewlîk’in durmak bilmeyen çocuğu, o öykülere eklenen Hayrilerin, Harunların öyküleriyle olgunlaşır ve onların yolunun engin bir takipçisi olmaya baş koyar.
Bandozlar’ın tüm heybeti azameti fiziğinde şekil bulur. Güçlüdür, atılgandır gözüpektir. Düşman, hain nerede, o orada onun karşısındadır.
Kurşun gibi yaşamak ister hayatı, her engeli onun gibi delip geçercesine…
Duygusaldır Bandozlar’ın bu çocuğu, hele hele Önderliği söz konusu olunca ismini, sesini her duyduğunda yaşarır gözleri, “yine layık olamadık” der. Bazen yüksek sesle, bazen içten içe ama bilirler ki bir gün layık olmak için bir yol bulacaktır.
"Durmak, benim için ölmektir” der, Erzurum eyaletinde bir kış eylem grubu olarak dışarıda bırakıldığında. "Burada hedef yok, o zaman hedef neredeyse oraya gidelim" der ve grubunu alarak İstanbul’a gider. Eylem koşullarını değerlendirirken grubuyla yakalanır.
“Böyle olmamalıydı, ne yapıp edip bir yol bulup Önderliğe verdiğimiz sözü yerine getirmeliyiz’’ der.
Durmak, ona en çok yakışmayan şeydi. Durmak, bir tek dakikayı mücadelesiz geçirmek ihanetti. Durmak; savrulmak, durmak kendine, mücadelesine, sözlerine, örnek aldığı yoldaşlarına sırtını dönmek… Bu da ölmekten bin kat aşağılık olmayı kabul etmekti. O, hiç durmadı.
Muhteşem gülüşüyle elindeki 30 santimetrelik demir şişi göstererek, "buldum” dedi, “bizi Önderliğe götürecek kilidin anahtarını.” Kimileri anlam vermese de ilk başta, demir toprakla haşır neşir olup kısalmaya başladıkça herkes anlamaya başladı, 30 santimlik demirin hikmetini.
Hikmet ve marifet demirde miydi peki? Hayır. Esas hikmet ve marifet, beyin ve yürekteki Önderlik aşkı ve onun oluşturduğu ruhtu. İşte o ruh durmadan, dinlenmeden o şişi eritti. 80 metrelik tünel bittiğinde, geriye 2 santimlik bir parça kalmıştı sadece. Ve artık üzerlerinde koca bir kare yerine uçsuz bucaksız bir mavilik vardı.
Toprağa sıkı sıkı sarıldı, öptü, kokusunu derin derin içine çekti, ışıl ışıldı gözleri. Dışarıdaki örgütlenmenin yetersizliğinden tekrar yakalanmışlardı. Ama en ufak bir umutsuzluk, karamsarlık kırıntısı yoktu, yüreğinin yansıması gözlerinde. Tam aksine inanılmaz bir umut ve heyecan vardı, yüreğinin toprakla buluşan her hücresinde.
Bu sefer hataya yer yok diyerek tüm heybetiyle koyulmuştu, yeni bir yol arayışını gerçekleştirmeye. ‘’Durmak yok’’ diyordu. Durmak, umudu öldürmekti, teslim olmaktı düşmanın durdurma istemlerine. Yeni bir yol her zaman vardır, yeter ki umut ve istem olsun. Yol bulunmuş, umut gerçek, imkansız yoktur sözü ete kemiğe bürünmüştü. Yola koyulup düşmanla vuruşma zamanıydı onun için. Zaman artık onun için akmalı, onun için söylemeliydi şarkısını.
Altın Hilal’in tam göbeği Zagroslardaydı. Atını şaha kaldırmış kavgadan, kavgaya atılıyordu, en öndeydi ve korkusuzdu.
Tarih bir de durmayan, durdurulamayanların hikayesini yazsın diyerek atılıyordu kavgadan kavgaya.
O, Önderliğine, Önderliğinin hayallerine ulaşmak için ne bir engel tanıdı ne de en ufak bir yılgınlığa kapıldı. Bir kurşun gibi hızlı, engelleri tanımadan yaşadı.
Onun o iri cüssesine yakışan gülüşünü, kararlılığını ve Önderliğe olan aşkını hep anacak, özleyeceğiz. Sevgiyle anıyorum.