Şerik: Bataklığın dibine gidiyorlar
PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Türk devletinin içine girdiği krizden çıkamaz bir konuma geldiğini ve yaşadığı bu krizden çıkmak için attığı her adımda saplandığı bataklığın dibine doğru gittiğini söyledi.
PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Türk devletinin içine girdiği krizden çıkamaz bir konuma geldiğini ve yaşadığı bu krizden çıkmak için attığı her adımda saplandığı bataklığın dibine doğru gittiğini söyledi.
PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, “Bugün Zap’ta direnen gerilla, Sinan Cemgil’in amaçlarını savunan gerilladır. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’nın amaçlarını gerçekleştirmek isteyen gerilladır. O nedenle tüm devrim şehitleri aslında bugün Zap, Avaşîn, Heftanîn, Xakurkê, Botan ve Serhat’ta direnişlerde yaşıyorlar. Çünkü onların amaçları buralarda temsilini buldu ve uğruna büyük bedeller ödenerek hakikatiyle buluştu. Onun içindir ki; Mayıs ve Haziran şehitlerinin direnişleri, anıları, ruhları bugün Kürdistan Özgürlük gerillasında varlığını koruyarak yaşamaya devam ediyor” dedi.
PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Mayıs ayı, devrimci mücadele tarihi açısından nasıl bir anlam ifade ediyor? Yaşanan şehadetleri ve bıraktıkları mirası nasıl anlamak gerekiyor?
Şehitlerimize adadığımız Mayıs ayı ile baştan sona direnişlere tanık eden Haziran ayının birbirine bağlandıkları günler içerisinde gelmiş bulunuyoruz. Başta büyük enternasyonalist devrimci Haki Karer yoldaş başta olmak Mayıs ayı şehitlerimiz şahsında tüm devrim şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Mayıs ayında yaşanan şehadetleri tek bir yönüyle değil birçok boyutuyla birlikte ele almak gerekiyor. Mayıs ayı şahsında Kürdistan devriminin enternasyonalist, ulusal dirilişi, ulusal direnişi, ulusal birliği, başta Türkiye halkı olmak üzere komşu halklarla birleşik mücadeleyi/devrimi anlatan özelliklerinin buluşmuş olması böyle bir yaklaşım içerisinde olmayı gerektiriyor. Bu çerçeve de bir yaklaşım içerisinde olunduğunda da PKK’nin Mayıs ayını neden şehitlere adamış olduğu kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, İbrahim Kaypakkaya’nın, Leyla Qasım’ın, Fevzi Aslansoy’un, 1 Mayıs 1977 şehitlerinin, Haki Karer’in, Halil Çavgun’un, Orhan Bakır’ın, Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’in, Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin’in, Ramazan Kaplan ve yoldaşlarının, Gurbet Aydın’ın, Ömer Özsökmenler ve Hasan Ağaç’la birlikte katledilen Hewlêr şehitlerinin, Murat Demirhan ve Sadegül Ökmen’in, Kasım Engin’in, Aysel Doğan ve daha nice yoldaşın şehadetlerinde temsilini bulan hakikatleri de bu gerçekliğin en yalın doğrudan bir anlatımı, ifadesi oluyor. Burada bir kez daha bu ölümsüz devrim şehitlerimizi saygı sevgi ve minnetle andığımı belirtmek istiyorum. Anıları ölümsüzdür.
Mayıs ayının ilk günü nasıl şehitlerle başlamışsa son günü de bu yönleriyle Kürdistan ve Türkiye halkları açısından özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde büyük kayıpların yaşandığı bir gün olarak tarihe geçmiştir. 28 Mayıs günü Gezi Direnişi’nin başlangıç günüdür. Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan tam da böylesi bir günde; 31 Mayıs 1971’de Nurhaklarda şahadete ulaşmışlardır. Mayıs ayı bu anlamda kendini Haziran ayına da taşıyan bir ay olma özelliğine sahip hale gelmiştir. Haziran da ilk gününden itibaren Mayıs ayının hakikatini onurla taşıyan bir ay olma özelliğine sahip olmuştur. Haziran ayına bu onuru yaşatan da 1971 yılının 1 Haziran’ın da İstanbul Maltepe’de, Mahir Çayan’ın yaralı olarak tutsak düştüğü çatışmada şehit düşen Hüseyin Cevahir olmuştur. Bu yönüyle öncesinde 15-16 Haziran 1970 direnişiyle mayalanan Haziran ayı, bir ozanın “Mayıs’ın kanlı günü Haziran’a dönüyor” mısralarında olduğu gibi bir anlam kazanmıştır.
Haziran ayının devraldığı bu miras ve edindiği özellik üzerinde çok daha fazla durulmasını gerekli kılıyor. Çünkü bu özellik son gününe kadar tüm sıcaklığı ile varlığını koruyor. Haziran ayının son günü olan 30 Haziran, Zilan yoldaşın (Zeynep Kınacı) yeni bir milat açan tarihsel eyleminin gerçekleşmiş olması bunun somut bir ifadesi oluyor.
BATAKLIĞIN DİBİNE DOĞRU GİDİYOR
İçerisinde olduğumuz Mayıs ayından Haziran’a geçişe hazırlanılan günler içerisinde Mayıs şehitlerini anarken, Haziran ayının şanlı direnişlerini bir bütünlük içerisinde ele almanın gereği ve önemi bu yönüyle bir kez daha karşımıza çıkıyor. Bunun, içinde bulunduğumuz koşullarla da doğrudan bir ilişkisi vardır. Çünkü Kürdistan ve Türkiye halkları açısından tarihsel öneme sahip gelişmelerin yaşandığı bir dönemi yaşıyoruz. Soykırımcı sömürgeci faşist TC devleti içine girdiği krizden çıkamaz bir konuma gelmiş ve yaşadığı bu krizden çıkmak için attığı her adımda saplandığı bataklığın dibine doğru gitmektedir. Siyaseten ve diplomatik alanda yaptıkları, ekonomi adını verdiği finansal ilişkilerinde yaşadıkları, topluma yönelik tüm baskıları, Kürdistan’da geliştirdiği soykırım ve işgal saldırıları ve Kürdistan Özgürlük Gerillasından aldığı ölümcül darbeler onu böylesi bir akıbetle karşılaşmasına yol açmıştır.
Kürdistan’da Özgürlük Gerillası her gün vurduğu darbeyle onu karşılaştığı bu akıbetin girdabına doğru sürüklemeye devam etmektedir. Gerillanın öncülüğünde gelişen bu direniş savaşı tüm Kürdistan halkını olduğu gibi birlikte yaşadığı, komşu olduğu halkları da etkisine alarak soykırımcı TC devletine ve iş birlikçisi olan güçlere karşı ortak, birleşik mücadele zeminde bir araya getiriyor.
Soykırımcı TC devletinin 17 Nisan 2022’de başlattığı imha ve işgal saldırısına karşı gerillanın büyük direnişi, bunun somut bir ifadesi oluyor. Gerilla, bu direnişle işgalci, soykırımcı TC ordusunu darbeleyerek ona büyük kayıplar yaşatıyor. Bunun bir sonucudur ki, büyük umutlar bağladığı bu işgal saldırısından beklediği sonuca ulaşamamış olması, attığı ilk adımda çark etmek zorunda bırakmıştır. Sanki böyle bir işgal ve soykırım saldırısı başlatan değilmiş gibi, bir görünüm vermeye çalışmıştır. Böyle bir yaklaşımla yaşadığı hezimeti gizlemeye ve bunun Kürdistan, Türkiye ve dünya halkları tarafından görülmesini engellemeye çalışmaktadır.
Aslında bakılırsa, soykırımcı TC devletinin yaşadığı yenilginin ve içerisine girdiği çözümsüzlüğün belirtileri, sancıları 17 Nisan öncesinde çok net bir şekilde görülmüştü. 2021 yılında yediği darbeler onu bu hale getirdiği gibi 2022 yılında içerisine gireceği, karşılaşacağı vahim tablo; 15 Şubat ile başlayan, 8 Mart ile devam eden, Newroz’da zirveleşen, 1 Mayıs’ta Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadele birliğine dönüşen direnişlerde somutluk kazanmıştı. O nedenle de 2021 yılının 11 Şubat’ında uygulamaya koyduğu imha ve soykırım saldırısını sürdürme umudunu kaybetmişti.
Tam da böylesine umudunu kaybettiği bir süreçte, yaşanan Ukrayna Savaşı’nı kendisi için fırsata çevirmeyi kendi çıkarına gördü. 17 Nisan saldırısını tam da böylesi bir ortamda başlattı. Fakat bundan da bir sonuç alamadı. Çetelerden devşirilmiş, DAİŞ artıklarından ve paralı askerlerden oluşmuş soykırımcı, çapulcu sürüler halini almış ‘ordusu’, nerdeyse doldurmak üzere olduğu ikinci ayı içerisinde ölülerini bile arkalarında bırakarak geri adım atar hale gelmiştir.
NURHAK’A GİDİŞİN HEDEFİ BÜYÜKTÜ
İçerisinde bulunduğumuz böylesine tarihsel öneme sahip bir süreçte, şehitler ayı olan Mayıs ve direnişleriyle tarihe geçen Haziran ayında, yaşanan büyük direnişler çok daha fazla anlam kazanmış bulunuyor. Yürütülen direniş savaşının Türkiye, komşu ve birlikte yaşanılan halklara mal etmek ve soykırımcı TC Devlet gerçeğini her yönüyle çökertmek içinde bu gerekiyor. Nurhak şehitlerinin; Sinan Cemgil’in, Kadir Manga’nın, Alparslan Özdoğan’ın hakikati de bunu gerekli kılıyor.
Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan 31 Mayıs 1971’de Nurhak’ta şehit düştüğünde; tarihsel bir görev ve sorumluluk üstlenmiş bulunuyorlardı. O nedenle onların orada bulunuşları, sıradan bir gidişin sonucu değildi. Hedefleri büyüktü; Nurhaklara gidişleriyle Türkiye ve Kürdistan halkına o zamana kadar biçilen ‘kadere’ son vermek istemişlerdi. Bunu sağlamak için de önlerine gerilla mücadelesini başlatma hedefini koymuşlardı.
BİRLEŞİK DEVRİMİN TOHUMLARINI SERPTİLER
O süreçte Türkiye’de NATO’cu faşist generaller, askeri darbeyle yönetime el koymuşlardı. Bu darbe devrimci, demokratik, sosyalist güçlere karşı Türk oligarşisinin ilan ettiği bir savaştı. Bu ilan edilen savaşa, devrimci, demokrasi güçleri bir karşı koyuş içeresine girerek direniş başlatmışlardı ve bunun bir sonucu olarak da Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan ve yoldaşları Baba İlyas gibi Nurhak dağlarından direnişlerini başlatarak Anadolu’nun derinliklerine genişleyerek yürütülecek olan bir mücadeleyi başlatmayı hedeflemişlerdi. Mahir Çayan ve yoldaşları bu derinlik içerisinde direnişi büyütme sorumluluğu ve bilinci ile şehadetleri pahasına da olsa dağa dayalı bir eylem sürecini başlatarak; Baba İlyaslardan, Şeyh Bedrettinlerden, Pir Sultanlardan devraldıkları o geleneğin, mirasın taşıyıcıları, sahipleri olmuşlardı. Kürdistan ve Türkiye halklarının birleşik devriminin tohumlarını toprağa serpenler olarak tarihe geçmişlerdir. Bu nedenle Sinan Cemgil ve yoldaşlarının Nurhaklara çıkışını ve ulaştıkları şehadetin doğru anlamlandırılmasına her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.
DOKTOR ŞIVAN VE ARKADAŞLARI
Aynı dönemde Doktor Şîvan ve arkadaşlarının da Başûrê Kurdistan’ın, Bakurê Kurdistan sınırına yakın coğrafyasında gerilla mücadelesi için hazırlıklar içerisine girmeleri söz konusudur. Bu girişimde tarihi bir öneme ve anlama sahiptir. Atılan bu her iki adımın sürekli kılınması ve giderek bir cephede buluşma olasılığı Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadelesi açısından tarihsel anlamda yaşanacak olan büyük gelişmelerin habercisi olma gibi bir anlam da ifade etmiştir. Onun içindir ki, Bakurê Kurdistan’ın güneybatısından başlayarak atılan adım, Anadolu’nun derinliklerinde Mahir Çayan ve yoldaşlarının direnişi, Başûrê Kurdistan’da Doktor Şivan’ın yürüttüğü hazırlık çalışmaları, soykırımcı TC devleti ve iş birlikçileri tarafından son derece tehlikeli bulunarak, imha saldırılarının doğrudan hedefi haline gelmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak da Nurhaklarda Sinan Cemgil ve yoldaşları, Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşları soykırımcı TC devleti; Başûrê Kurdistan’da Dr. Şivan ve yoldaşları KDP tarafından katledilmişlerdir.
HER GERİLLA SİNAN CEMGİL’DİR, DOKTOR ŞIVAN’DIR
Sinan Cemgillerin birleşik mücadele ruhu Kürdistan’da karşılığını nasıl buldu?
Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’ın Nurhaklarda başlatmaya, geliştirmeye, tohumlarını atmaya çalıştığı gerilla mücadelesi, bugün Kürdistan’daki özgürlük gerillasında temsilini buluyor. Kürdistan’daki her gerilla, Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’dır. Bu, bugün kendisini çok yakıcı şekilde hissettiriyor. Aynı şekilde bugün Kürdistan’daki her gerilla Doktor Şîvan’dır. Bizim o şehadetleri, direnişleri güncelde yaşadığı, temsilini bulduğu gerçekliğini birlikte ele alarak, öylesi bir mirasın sahibi olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Tabi bu gerçeği unutmaması gerekenler, sadece Kürdistan Özgürlük Gerillası değildir. Çünkü bunu kendinde yaşatıyor ve temsil ediyor ve bunlardan güç olarak mücadelesini yürütüyor. Bunun Türkiye toplumuna, halklarına da mal edilmesi gerekiyor. Eğer Türkiye halklarına, toplumlarına bu mal edilmezse o zaman sadece bu büyük, öncü devrimcilerin şehadeti olarak ele alınır; öyle kabul edilir. Bunun da hiçbir şekilde kabul edilir bir yanı yoktur. Soykırımcı, sömürgeci faşist TC devleti de böyle yapmaya çalışıyor. Mahir Çayan ve yoldaşının, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, Nurhak direnişçilerinin, Dr. Şivan’ın katledilişini böyle anılarak, bilinçlerde yer edinmesini sağlamaya çalışıyor. Oysaki tüm bu şehadetlerde ifadesini bulan; anlam, amaç ve hedefler vardır.
AMAÇLARINA BAĞLI KALARAK MÜCADELE ETMEK
Amaç; özgür, demokratik, sosyalist bir ülke, özgür ve demokrasiyi yaşayan bir toplum yaratmaktır. Böylesine büyük hedeflere ulaşmak mücadele edilmiş ve şehadete ulaşılmıştır. Öyleyse bu şehitlerin izinden gidenlerin, onların amaçlarını gerçekleştirme mücadelesiyle yaşanan bu şehadetlere anlam kazandırması gerekiyor. Onların amaçlarını gerçekleştirme mücadelesinde anlam kazanmayan, herhangi bir şehadet olayı gibi ele alan bir yaklaşım, şehit düşeni anmak ve anlatmak için yeterli olmuyor. Sadece ismen yaşatmış olunuyor. Asıl olarak da bu büyük şehitlerin amaç olarak yaşatılması gerekiyor. İsmen yaşayanın, amaç olarak yaşatılmaması, egemen güçler tarafından çok farklı şekilde kullanılmasına neden olur. Amaçlarından yoksun, soyut kişilikler olarak ele alınarak, soyut bir idoller haline getirmeye çalışmışlardır. O idole neyi yakıştırırsan onunla ifade ve anlam kazanır şekilde toplumun bilincine yerleştirmek istemişlerdir.
Bunu engellemenin de en temel yolu da onların amaçlarına bağlı kalarak, izlerinde giderek mücadele etmektir. Amaçlarını gerçekleştirenler olarak tarihsel rol, görev ve sorumlulukları üstlenmektir. Gerilla bunu yapıyor. Mahir Çayan’ı da Hüseyin Cevahir’i de Sinan Cemgil’i de Deniz Gezmiş’i de İbrahim Kaypakkaya’yı ve 1970 sonrası süreçte faşizme, oligarşiye, sömürgeciliğe karşı mücadelede şehit düşen tüm direniş kahramanlarını temsil ediyor. Çünkü bugün gerillada temsilini bulan onların amaçlarını gerçekleştirme mücadelesi oluyor.
Bugün Zap’ta, Avaşîn’de direnen gerilla, Sinan Cemgil’in, Hüseyin Cevahir’in, Mahir Çayan’ın, Deniz Gezmiş’in, İbrahim Kaypakkaya’nın amaçlarını gerçekleştirmek isteyen, onların mücadelesini savunan, sahiplenerek yürütendir. O nedenle tüm devrim şehitleri aslında bugün Zap, Avaşîn, Heftanîn, Xakurkê, Botan, Serhat ve tüm gerilla bölgelerinde yürütülen direnişte yaşıyorlar. Çünkü onların amaçları buralarda temsilini buluyor, gerçek kılınıyor ve bu uğurda büyük bedeller ödeniyor. Öyleyse Mayıs şehitlerini, Haziran direnişlerini anarken, bu bütünlük içerisinde ele almak devrimci, tarihi bir sorumluluk için hareket etmek; bunun dışında da önümüzde hiçbir yolun bulunmadığının farkında ve bilincinde olunması gerekiyor.
Açlık, işsizlik, yoksulluk ve çok ağır bir baskı ortamı var. Büyük toplumsal sorunların yaşandığı açık. Bütün bunların kaynağı nedir?
İnsanlar düşüncelerini bile ifade edemez hale gelmiş. En ufak demokratik bir hak için mücadele edildiğinde zindanlara atılıyor, ölüm tehditlerinde bulunuluyor. İnsanlara “ya dediklerimizi kabul edeceksiniz ya da bu ülkeyi terk edeceksiniz” deniliyor. İşkence diz boyu, zindanlara alınanların artık zindanlardan çıkması neredeyse olanaksız hale getirilmiş. Her gün zindanlardan şehadet haberleri geliyor. Buna karşı toplumun büyük bir öfkesi var. Toplumun büyük öfkesi, dar kalıplara sığdırılmaya; açlık, yoksulluk, pahalık, yapılan haksızlıklara, yağma-talan vb.lerine karşıtlık sınırları içerisinde tutulmaya çalışılıyor. Böyle olduğu zaman; açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, pahalılığa, haksızlığa vb. karşı bir adalet arayışçılığına dönüştürülmüş oluyor. Mücadele bunlarla sınırlandırıldığında da asıl amaçtan sapılarak hedeften uzaklaşılıyor.
Bunu yapmak isteyenler kimlerdir, hedefleri nedir?
Binlerce insan büyük bir güçle meydanlara toplanıyor ama egemen iktidar güçleri o büyük gücün enerjisini belirli sınırlar içerisine hapsetmeye çalışıyor. Yüz binlerce insanın bir araya geldiği meydanlar, toplumun tepkisinin barajlandığı, deşarj edildiği gösterilerin yapıldığı alanlar haline getirilmeye çalışılıyor. Oysa o büyük kitlesel gösterilerin hedefi doğru belirlendiği zaman, kitlesel mücadele amacına ulaşır. İşte egemen güçlerin yapmaya çalıştığı da bu engellemek oluyor. Onun için toplumsal tepkiyi pasifize etme yöntemlerine başvuruyorlar. Bugün Türkiye’deki sistem içi muhalefet partileri bunu yapıyor. AKP-MHP karşıtı, iktidar bloku dışında olduğunu söyleyen sistem içi partilerin yaptıkları bundan başka bir şey değildir. Hatta kendisine “sosyalistim, demokratım” diyen bazı kişi ve çevreler bile bunun peşine takılabiliyor. CHP’yi bu sorunları çözebilecek ya da bu sorunların çözümünde rol alabilecek olan bir güçmüş gibi değerlendirebiliyorlar. Hatta bu eğilimlerini devrimci, demokrasi güçleri içerisinde etkin kılmaya çalıştıklarına rastlanabiliyor. Aslında bu; bilmeden, farkında olmadan bugün toplumun biriken öfkesinin, devrime dönüşmesini engellemek anlamına gelen bir yaklaşım oluyor. Asıl hedeften uzaklaştırılan, dar bir alana, kalıplara sıkıştırılan, büyük toplumsal hareketlerin bu şekilde amacına ulaşmasının önüne geçilmiş olunuyor. Öyle ki böylesi bir yaklaşımla kendisinin de içerisinde sayıldığı; devrimci, sosyalist güçlere karşı başlatılacak saldırıların gelişmesinin hazırlanmasında güç veren bir pozisyona düşen bir hale geliniyor.
Dünyanın birçok yerinde böyle olmuştur. Egemen iktidar güçleri, devrimci, sosyalist önder ve öncülere karşı, tövbekar olmuş kesimlerin eliyle saldırılar gerçekleştirmiştir, büyük katliamlar yapmıştır. Kendine “sol” adını vermiş, “sosyal- demokrat” ya da “demokrat” diye adlandırmış olanların eliyle vahşete varan saldırılar gerçekleştirilmiştir. Almanya’da böyle olmuştur. 1919 yılında devrimciler, sosyalistler ayaklanmıştır, Rosa Lüksemburg, Karl Liebknecht gibi öncüler o ayaklanmaları bastırmak için katledilmişlerdir. Bu katliamlar Alman sosyal demokratları döneminde yapılmıştır. Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Maraş Katliamı, Ecevit hükümeti döneminde. Madımak, Gazi, SHP’nin iktidara ortak olduğu dönemde olmuştur. Önder Apo’ya karşı uluslararası komplo Almanya’da “sosyal-demokratların”, Amerika’da “demokratların”, Türkiye’de de Eceviti’n iktidar olduğu dönemde gerçekleşmiştir. Bunlar eliyle devrimcilere, sosyalistlere, sistem karşıtı güçlere karşı egemen iktidar güçleri saldırılarını en yoğun hale getirmişlerdir. Bugün Türkiye’de bu oyunun bir benzeri oynama hazırlıkları yapılıyor. Bunlardan mutlaka güçlü sonuçların çıkartılması gerekiyor.
CHP’NİN MALTEPE MİTİNGİ ÖRNEĞİ
Dikkat edelim; en son İstanbul’da CHP Maltepe mitingi düzenledi, yüz binlerce insan alana doldu. O mitinge katılanlar demokrasi ve özgürlük istiyorlardı. ‘Her yer Taksim, her yer Gezi, her yer direniş’ diyenler, CHP’nin sunmuş olduğundan çok daha öte istemleri olan kesimlerdi. Bu sloganlar CHP’yi fazlasıyla aşmaktaydı. CHP’nin orada yapmaya çalıştığı da kendi sınırların aşılmasının önüne geçmekti. Bu hedefine ulaştı da. Miting alanında atılan sloganlar, kaldırılan pankartlar, bayraklar önceden belirlenmiş, soykırımcı TC devletinin; işgalci, katliamcı, halklar düşmanı vb. politikalarını karşısına almayan özde onunla buluşan bir nitelik taşımaktaydı. Aslına bakılırsa o meydanı dolduranların temel sorunları da tam da bu noktada, soykırımcı TC devletine olan karşıtlıktı. Buna yanaşılmadı, Kürdistan’da süren soykırım ve işgal saldırıları; işlenen insanlık ve savaş suçları görünmezden gelindi. Oysa Kürdistan’da son yılların en şiddetli, kader tayin edici bir savaşı yaşanmaktaydı. Soykırımcı sömürgeci TC devleti, büyük soykırım saldırılarını gerçekleştirmek için elindeki tüm imkanları kullanarak mutlaka bir sonuç almaya çalışıyordu. Türkiye’nin tüm mali ve insan kaynaklarını bu doğrultuda kullanıyor; Türkiye halklarının kaynakları yürütülen bu vahşi özel-kirli savaşta tüketiliyordu. Bu görülmedi. Halbuki mitinge gerekçe olarak gösterilen tüm itirazların; açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, haksızlığın, yolsuzluğun, işkencelerin, baskıların vb. nedeni hep bu Kürdistan’da yürütülen kirli savaştır.
SAVAŞ MARŞI TEK SLOGANA MÜSAADE EDİLMEDİ
Böylesi bir gerçekliğe rağmen İstanbul’da yüz binlerin katıldığı Maltepe mitinginde savaşa karşı tek bir slogan atılmasına, pankartın kaldırılmasına imkan tanınmadı. Öne çıkarılan bu yaklaşımla o mitinge katılanlar kendi gerçeklikleriyle çelişen bir pozisyon içerisine alınmaya TC’ye yedeklenmeye çalışıldı. Orada konuşanlar da sanki Kürdistan’da böylesi bir işgal ve soykırım saldırısı yokmuş gibi, sınırları çizilen sorunların dile getirmekle yetindi. Bunlar, toplumun hedefini, enerjini o doğrultuya kanalize etmeye çalışan yaklaşımlar olarak tarihe kaydedildi.
Bugün yaşananlar, bu şekilde uygulamaya konan politikalarla asıl olarak ne yapılmak istendiğini çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu -hem de Mayıs ayında- görülenler/yaşananlar, adeta alay edercesine bir politika izlendiği ve işlenen savaş ve insanlık suçlarına Türkiye halklarının ortak edilme arayışları içerisinde olunduğunu gösteriyor.
Mayıs şehitleri ile Haziran direnişinin ortaya koyduğu gerçeklik açısından izlenen bu politikanın görülmesi ve karşısında bir tutumun olması/geliştirilmesi son derece önem arz ediyor. Mayıs ayı şehitleri ile Haziran direnişleri de, belirlenecek olan tutumun ancak devrimci çıkışla gelişebileceğini çok açık ve net bir şekilde göstermiş bulunuyor.
GERÇEK TÜRKİYE, GEZİ’DE TEMSİLİ BULDU
Gezi direnişi, 28 Mayıs’ta başlamış ve Haziran ayını da içerisine almıştır. Orada komünler oluşmuştur. Antikapitalist olan, demokrasi, özgürlük ve barış isteyen herkes o komünlerde ve direnişte yer almıştır. AKP-MHP faşizminin yaratmaya çalıştığı Türkiye karşısında; gerçek Türkiye orada temsilin bulmuştur. Gezi toplumun, demokratların, sosyalist, devrimci, anti-kapitalist, barış, demokrasi ve özgürlük isteyenlerin aydınlık yüzü olmuştur. Nasıl bir Türkiye’de yaşanmak istenildiğini göstermiştir. Aslında Gezi’de belirlenen bu tutum, Kürdistan halkına, Kürdistan Özgürlük Gerillasına doğrudan verilen bir mesaj anlamına geliyor. Bu şekilde Haziran direnişleri; günümüzde soykırımcı, sömürgeci faşist TC devletine karşı Kürdistan ve Türkiye halklarının birleşik mücadelelerinin, devrimlerinin nasıl gelişeceğinin yolunun ve yönetimin ne olduğunu göstererek, gereklerinin yerine getirilmesine dikkatleri çekmiş oluyor. Burada önemli olanda belirlenmiş bu yol ve yöntemlerinin nasıl yerine getirileceği sorusuna nasıl yanıt verileceğidir. Kürdistan Özgürlük Gerillasıyla en somut haliyle buluşmanın sağlanmasıdır.
SORUNLARI SAHİPLENEREK BİRLİKTE MÜCADELE
Kürdistan halkı, Türkiye toplumuyla birlikte devrim yapmak istiyor. ‘Türkiye’ye Demokrasi, Kürdistan’a Özgürlük’ sloganı bunu ifade ediyor. Kürdistan devriminin tüm kazanımlarını Türkiye toplumuyla birlikte birleşik devrimin hizmetine sunuyor. Bunun karşısında Türkiye toplumunun bu eli tutmasını bu eli tutmasını ve Kürdistan halkının kazanımlarının aynı zamanda kendi kazanımı olarak görüp, sahiplenmesini istiyor. Bu da ancak Kürdistan ve Türkiye halklarının birbirlerinin sorunlarını sahiplenerek birlikte mücadelesiyle sağlanabilir.
Mevcut durumda Türkiye’de asıl gündem olarak halkının önüne konan bu değil. Kürdistan’daki soykırım, işgal saldırıları, işlenen savaş ve insanlık suçları karşısında adeta sessiz kalması isteniyor. Kürdistan’a her gün onlarca kez kimyasal gazların olduğu bombalar yağdırıyor, kontra çeteler kimyasal silahlarla, gazlarla katledilen gerillaların cenazelerini tahrip ediyor ve bunları psikolojik savaş kanallarında, internet sitelerinde yapmış oldukları sanki büyük bir başarıymış gibi insanların gözlerine sokarcasına gösteriyor. Fakat bunlar karşısında bir itiraz sesinin yükselmesine olanak tanınmak istenmiyor. Böylece alındığı sınırlar içerisinde yaşadığı sessizlikle, her gün dile getirdiği sorunları “gönüllü” olarak yaşayanlar haline gelmekten kendini kurtaramıyor; Kürdistan halkının yaşadığı soykırımın, kendi kırımı olduğunu göremez, anlayamaz bir hale getirilmiş oluyor. Böyle olduğunda yaşadığı sorunlar karşısında o ortaya koydukları tepkiler de hedefini bulmuyor, amacına ulaşmıyor. Çıkardığı ses düzenin sınırları içerisinde kaybolup gidiyor.
Önemli olanda Türkiye toplumunun çıkardığı bu sesin TC devletinin oluşturduğu bu çemberin dışına çıkmasının sağlanmasıdır. O da Türkiye toplumunu asıl gündemine girmesiyle; Kürdistan’da sürdürülen özel-kirli savaşa, soykırıma karşı durması ve kendi kurtuluşunu Kürdistan halkının kurtuluşunda görmesidir. Kürdistan halkının eline-ayağına vurulan pranganın kendi eline-ayağına vurulduğunu ve prangalardan kurtulmadan kurtuluşun mümkün olmayacağını anlamasıdır. İşlenen savaş ve insanlık suçlarına ortak edilmek istenmesine karşı direnmesidir. Eğer tutumunu bu doğrultuda belirlemese sorunlarını istedikleri kadar dile getirsinler, bunu sadece dile getirmekten öte bir anlam ifade etmeyeceğinin artık bilinmesi gerekmektedir.
Asıl sorunlara odaklanılmadan, çözümü doğrultusundaki mücadele öncelenmeden, diğer sorunların çözülmesi mümkün değildir; olanaksızdır. Hatta özgürlük için mücadele edenlere karşı o güne kadar düşman olarak gördüğüyle bir araya gelinmiş olunur. Nihayetinde öyle olunmaktadır. Bugün Türkiye’de AKP-MHP’ye söylemediğini bırakmayanların, Kürdistan’daki katliamlara alkış tutuyor olmaları bunun olabilirliğini göstermektedir.
Peki, Maltepe’de o meydanlarda toplanan yüz binler bunu hak ediyor mu? Kuşkusuz hayır. Öyleyse meydanlarda toplananların yapması gereken; Kürdistan ve Türkiye toplumlarının ortak mücadelesini, birleşik devrimini savunmaktır. AKP-MHP soykırımcı, sömürgeci faşist diktatörlüğünü yıkmaktır ve çanak tutanlarına ağızlarının payını vermektir. Faşist diktatörlük yıkıldığında da gelip onun koltuğuna oturarak soykırımcı, sömürgeci, faşist düzenini sürdürmelerine olanak tanımamak ve onlara böyle bir şansı tanımamaktır.
Belirttiğiniz toplumsal sorunlar nasıl çözülebilir, tüm toplumsal sorunların çözümünde görev ve sorumluluklar nedir?
Bir yanda AKP-MHP’ye karşı çıkacaksın diğer yandan da onun temel stratejik politikalarını alkışlayanları destekleyeceksin, bu olacak bir şey mi? Demek ki, burada bir sorun var. Asıl düzeltmede öncelikli olarak bu nokta da olmalıdır. Bu düzeltme de ancak Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadelesinin, birleşik devriminin savunulmasıyla olanaklı bir hale gelmiş olacaktır. Tarih de bunu doğrulamış ve kazandıranın birleşik mücadele olduğunu göstermiştir. Bunun en somut örneği Gezi direnişidir. Orada birleşik ve ortak bir mücadele içerisinde olunmuş ve kazanılmıştır. Nurhak direnişi de birleşik mücadeleydi ve o da kazandırmıştır. Yine 1970’deki 15-16 Haziran İşçi Direnişleri de kazandırmıştır. Kuşkusuz bu direnişler de şehadetler, geri çekilmeler, hatta dönemsel ‘yenilgiler’ yaşanabilmiştir. Fakat bunlar kaybedişler değildir. Uzun erimler olan devrimler içerisinde her zaman bunlarla karşılaşma olasılığı vardır. Ama bunlar hiçbir zaman sonucu belirlememektedir. Aksine edinilen deneyim ve tecrübe bu yaşanmışlıkların güçlü çıkışların/hamlelerin yapılamasına vesile hale getirilmesi söz konusu olmaktadır. Sonuçta kazanan da hep direniş olmuştur.
TAKINILMASI GEREKEN TUTUM, HAZİRAN DİRENİŞÇİLİĞİDİR
15-16 Haziran’ın yolunda giden işçiler, 12 Mart’tan sonraki dönemde Türkiye’de büyük toplumsal hareketlerin gelişmesinde, devrimci dalganın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. O zaman sendikalara üye olan, grev yapan işçilerin sayısı katbekat artmıştır. İçerisinde militan, devrimci ögeler ortaya çıkmış, sınıf bilincinin ve sendikacılığının gelişmesinde harekete geçirici bir rol oynamıştır. Bu büyük bir kazanımdır. Bugün Türkiye’de işçi sınıfının, kamu çalışanlarının içerisinde çekildiği durum görülüyor.
TC neredeyse devlet daire ve kurumlarında, fabrikalarda, madenlerde çalışanları ideolojik, siyasal olarak kendisine yakın olanlar arasından seçmektedir. Bu şekilde kendi işçisini, memurunu oluşturmuştur. Kendine ait görmediği memuru, işçiyi işinden çıkartmıştır. Türkiye’deki KHK’larla yaşananlar da bundan ibarettir. Benzeri bir durum belediyelere atanan kayyumlarla yaşanmıştır. Kayyumlar yoluyla büyük bir işçi kıyımı gerçekleşmiştir. Aynı şekilde fabrikalarda ve özel şirketlerde de benzeri bir tabloyla karşılaşılmıştır.
Türkiye’deki işçi sınıfının, emekçilerin düzenin bir eki, parçası haline getirilmesine karşı da takınılması gereken tutum ise Haziran direnişçiliği olmaktadır. Bu da 15-16 Haziran ve Gezi direnişçiliğidir. Demek ki Mayıs şehitlerini anarken, Mayıs ve Haziran aylarını birbirine bağlayan günlerde yaşanan şahadetleri; Sinan Cemgil ve yoldaşlarını, Hüseyin Cevahir anarken, Mayıs’ın 28’inde başlayan ve Haziran ayını içerisine alan Gezi Direnişi, 15-16 Haziran büyük işçi direnişlerini selamlarken böyle bir yaklaşım içerisinde olmak ve tutum takınmak gerekmektedir. Eğer böylesi bir yaklaşım içerisinde olunmazsa soykırımcı, sömürgeci, faşist TC devletine güç verilmiş olacaktır. Asıl olarak TC’nin yapmak istediği de bunun sağlanmasıdır. Eğer bunu başarırsa hedefine ulaşacağını düşünmektedir. Yönelim ve politikalarını da buna göre belirlemektedir. Gezi Direnişi ve direnişçilerine karşı tutumunu da buna göre belirlemiştir. Gezi Direnişi bir ‘terör’ olayı, Gezi direnişçilerini ‘terörist’ olarak yargılayarak, mahkum etmek istemesinin asıl nedenini de böylesi bir gerçeklik oluşturmaktadır.
Dünyanın hiçbir ülkesinde kitle gösterileri terörizm olarak nitelendirilemez ve mahkum edilemez. Aksine serbest faaliyetler arasında kabul edilir ve bir hak olarak görülür, izin alınmasına ihtiyaç bile duyulmaz ve hiçbir kimse de bunu engelleyemez. Dünyanın her tarafında bu hak yasalarla güvence altına alınmış ve evrensel bir düzeyde kabul görmektedir. Buna rağmen Gezi Direnişi ve direnişçileri mahkemelere çıkarıldı ve mahkemeler tarafından Gezi Direnişi ‘terörizm’ olarak, yargılananlar ölüm cezasının yerine ön görülen olanı dahil ağır hapis cezalarına mahkum edildi. Bununla da sonrasında kendileri için büyük tehlike olarak gördükleri kitlesel gösterilere katliamlar dahil yapılacak olan her türlü saldırıların yollarını açmış oldular. Yaşanacak olan büyük toplumsal hareketlerden korktukları için bunu yaptılar.
KOBANÊ SERHİLDANI VE DİRENİŞİ DE MEŞRUDUR
Asıl amaçlanan Türkiye’de ve Kürdistan’da toplumsal direnişlerin terörizm olarak ilan edilmesidir. Mahkeme kararıyla da bu belgeli bir hale getirildiği gibi, bundan sonra kitle gösterilerinin yapılmasının önüne geçilmesinin, yapılması halinde de karşısında her türlü yönelim ve katliamlar meşru sayılmıştır. Bundan sonra aynı içerikli başlatılan mahkemelerde de aynı yol izlenmeye devam edecektir.
Benzeri bir durum Kobané kumpas davasının görüldüğü mahkeme için de geçerlidir. Kobané direnişi de meşru bir direniştir. Çünkü Kobané de DAİŞ işgali ve soykırımına karşı meşru savunma içerisinde bulunuluyordu. Tüm dünya da bunu böyle kabul ediyor, doğrudan ve açık olarak her türlü desteğini sunuyordu. DAİŞ’in saldırılarının yoğunlaştığı dönemde Erdoğan’ın “İşte buyurun Kobani de düştü düşecek” şeklindeki tahrikinin, tetikleyici rol oynadığı bir ortamda Bakurê Kurdistan ve Türkiye metropollerinde, kentlerinde yaşayan Kürtler, DAİŞ karşıtı devrimci, demokratik, sosyalist güçler, kişiler, çevreler vb. son derece meşru olan haklarını kullanmanın bir gereği olarak meydanlara çıktılar ve DAİŞ’e karşı Kobané halkının direnişi yanında saf tuttular.
Bakurê Kurdistan ve Türkiye kentlerinde son derece meşru zeminde demokratik bir biçimde ortaya konan bu tepki, devlet güçleri, Hizbulkontra gibi provokatör çete yapılanmalarının doğrudan saldırısıyla karşılaştı ve bunlar tarafından onlarca Kürdistanlı yurtsever ve demokrat katledildi. Buna rağmen sağ duyunun hakim olduğu HDP gibi demokratik siyasal güçler, yaşanır bir hal alan çatışmalı ortama son vermek için bir çaba içerisine girmekten geri kalmadılar. Çatışmalı ortam son bulduğunda da HDP’nin bu tutumu zamanın hükümetinin yetkileri tarafından teşekkür edilerek karşılandı. Aradan yıllar geçtikten sonra Gezi Direnişi hakkında olduğu gibi Kobané Direnişi’ni destek gösterileri de mahkeme konusu yapıldı, HDP yöneticileri ‘sanık’ olarak mahkeme kürsülerine çıkarıldı.
Böylece Gezi Direnişi karşısında izlenen oyunun bir eşi Kobané Direnişi karşısında sahneye koyulmuş oldu. Bununla da Gezi Direnişi karşısında olduğu gibi, aynı korkuyu Kobané Direnişi karşısında yaşadıklarını itiraf etmiş oldular. Gezi ve Kobané Direnişinin ortak bir direniş haline gelebilecekleri olasılığının çok fazla olmasından duydukları korku ile paniğe kapıldılar. Onun için de Gezi benzeri bir kararı Kobané kumpas davası için de çıkarmanın yollarını aradılar. Bununla da hem Kürdistan halkının meşru direniş hakkını kullanmasının hem de Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak mücadelesinin, birleşik devrimlerinin önüne geçme istemlerini açıkça göstermek istediler.
Elbette soykırımcı, sömürgeci, faşist TC devletinin bu saldırılarından doğru sonuçlar çıkartarak mücadele döneminin görev ve sorumluluklarını ortaya koyup, onların gereklerini yerine getirmek gerekmektedir. Bu tarihsel bir görev ve sorumluluktur. Bunun dışında bir seçenek yoktur. Bugünkü içerisinde bulunduğumuz tarihsel koşullar gerektiği gibi değerlendirilemezse, birleşik devrim güçleri harekete geçmezse, TC devletinin; şu veya bu partisi/partileri arasında yaşanacak olan bir rol değişimi herhangi bir soruna çözüm getiremeyeceği gibi; özel savaş rejiminin kendini yeniden yapılandırmasının da olanaklarını yaratır, önünü açar. Bu da halklarımızın başına daha büyük bir belanın musallat edilmesi anlamına gelecektir.
O açıdan Mayıs ve Haziran ayının birbirine bağlandığı bu günlerde Haki Karer ve Mayıs şehitlerinin şahsında tüm devrim şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor; Mayıs’ı Haziran bağlayan günlerin şehitleri Sinan Cemgil ve yoldaşlarının, Hüseyin Cevahir ile Haziran’ın son gününün Şehidi Zilan (Zeynep Kınacı) şahsında Haziran ayındaki tüm direniş şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğiliyor, onların değerlerinin savunucusu haline gelebilmek için mutlaka üstlenilen tarihsel görev ve sorumlulukların yerine getireni olmanın gerektiğine olan inancımı belirtmek istiyorum.