Birleşmiş Milletler (BM) Cenevre Ofisi’nde 24 Şubat’ta başlayan ve 4 Nisan’a kadar sürecek olan BM İnsan Hakları Konseyi’nin 58. İnsan Hakları Oturumları kapsamında, Irkçılığa Karşı Halklar Arası Dostluk Hareketi (MRAP), Uluslararası Demokrat Avukatlar Birliği (İADL) ve Cenevre Kürt İnsan Hakları Merkezi tarafından “Türkiye’de İnsan Hakları: Bir İşkence Biçimi Olarak Keyfi Tutuklama” başlıklı bir panel düzenlendi.
Panelde, başta Kürtler olmak üzere Türkiye’deki muhalif kesimlerin sistematik olarak maruz kaldığı insan hakları ihlalleri ele alındı. Ayrıca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı tartışıldı.
Panele, Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Üyesi Adem Uzun ve HDP’nin eski milletvekili Hişyar Özsoy konuşmacı olarak katıldı.
MRAP BM Daimî Temsilcisi Gianfranco Fattorini’nin moderatörlüğünde gerçekleşen konferansta söz alan KNK Üyesi Adem Uzun, Kürt halkının tarih boyunca karşı karşıya kaldığı hak ihlalleri ve inkâr politikalarına dikkat çekerek, Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısının önemini vurgulayan bir sunum yaptı.
ADEM UZUN: KÜRT MÜCADELESİ İNKARA KARŞI DOĞMUŞTUR
Kürt sorununun temelinde bir inkâr sorununun olduğunu söyleyen Uzun, şunları kaydetti: “Türk devleti; tek millet, tek devlet ve tek bayrak üzerine kurulmuş ve diğer azınlıkları, diğer ulusları hep yok saya gelmiş bir devlet yapısına sahip olageldi. Bu tekçilik üzerine kurulu bir anayasa yaptılar, buna göre bir hukuk inşa ettiler ve bu tekçilik üzerine bir strateji kurdular. Bu tekçi anlayış çerçevesinde, tarihsel olarak diğer halklar bir asimilasyona ve inkara tabi tutuldular. Türkiye’nin inşasında beraber olan Kürt halkı, zamanla oluşturulan anayasalar da tamamen yok sayıldılar.”
Türk devletinin inkâr politikalarına karşı Kürt halkının tarihsel olarak bir direniş sergilendiğini hatırlatan Kürt siyasetçi Uzun, “Kürtler hep direndi. Bu direniş hareketinin en büyüğü PKK oldu. Yani baskılar, inkâr ve imha politikaları, PKK’yi doğurdu. Büyük bir mücadele yürütüldü ve Türk devletinin gerçek yüzünü deşifre edildi. Kürt halkının varlığını tüm dünyada kabul ettirildi. Bu anlamda PKK’nin silahlı mücadelesi Kürt halkının varlığının korunması açısından tarihsel bir öneme sahip” diye konuştu.
‘KÜRTLER HEP SİYASİ ÇÖZÜMDEN YANA OLDU’
PKK’nin silahlı mücadele yürütürken, her zaman sorunun demokratik yollarla çözümünden yana tavır koyduğunu ama her defasında karşısında siyasi bir muhatap bulmakta zorlandığını belirten Adem Uzun, devamla şunları ekledi: “Sorun inkardır, sorun demokrasidir, sorun politiktir, sorun sosyaldir, sorun ekonomiktir, sorun tarihseldir. Kürtler bu sorunun varlığını kabul eden herkesle demokratik çözüme hazır olduğunu dile getirdi. Şimdiye kadar, sorunun demokratik çözümü için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK tarafından birçok girişim oldu. Ama bu girişimler her defasında devletin tutumu nedeniyle sekteye uğradı. Türkiye demokrasi yerine hep savaşa yatırım yaptı. Bu savaşta uluslararası güçleri, üyesi olduğu NATO’yu kullandı. Türkiye’nin siyasetine ortak olan bu güçler, Kürtleri hep kriminalize etmekten, onları terör listelerine almaktan yana tavır koydu. Bu savaşın bu kadar derinleşmesinde bu güçlerin tutumunun da sorumluluğu çok büyük.”
‘ÇÖZÜM TALEBİNE SAVAŞLA KARŞILIK VERİLMEZ’
Gelinen aşamada Ortadoğu’da dengelerin değiştiğini ve bu değişen dengeler içerisinde Kürtlere karşı savaşın artık büyük kaybettireceğinin farkına varılmakta ve onun için yeniden bir çözüme girişildiğini belirten Adem Uzun, “Devlet tarafından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yapılan çözüm çağrısı, var olan anayasanın demokratik olmadığını kabul eden bir çağrıdır. Bu çağrıya karşılık veren Sayın Öcalan, 27 Şubat’ta yaptığı tarihi çağrıyla sorunun demokratik çözümü için tarihi bir tutum ortaya koydu. Bu çağrı, sadece Kürt sorununun çözümü için değil, bölge halklarının geleceği için büyük bir öneme sahip. Sayın Öcalan’ın çağrısı temelinde geliştirilecek bir çözüm herkesin kazanmasını sağlayacaktır. Tarihi çağrının ardından, PKK açıklama yaptı ve tek taraflı bir ateşkes ilan etti. Sayın Öcalan’ın çağrısının hayata geçirilmesi için bir ateşkesin sağlanması ve savaşın durdurulması gerektiğini kaydetti. Çağrının üzerinden geçen zamana rağmen Türk devleti saldırılarına devam ediyor” dedi.
‘ULUSLARARASI TOPLUM SORUMLULUK ALMALI’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu bu tarihi fırsatın heba edilmemesi gerektiğini kaydeden Adem Uzun, bu sürecin başarıya ulaşması için uluslararası güçlere sorumluluk alma çağrısında bulundu.
Adem Uzun devamla şunları ekledi: “Sürecin başarıya ulaşması için siyasi ve hukuki koşulların oluşması gerekir. Mademki, Türk devletinin kendisi böylesi bir süreci istedi, o zaman üzerine düşen sorumluluğu almalı. Kürt Halk Önderi Öcalan özgür olmalı ve özgür şartlarda çalışabileceği koşulların oluşturulması gerekir. Daha önceki süreçlere, Avrupa’nın yaklaşımı hep olumsuz oldu. Bu son çağrıya destek verdiler. Ortaya koydukları tutum, bizler için önemli bir reaksiyondu. Şimdi ortaya koydukları bu tutumun sorumluluğu gereği, Türkiye üzerinde daha fazla baskı kurmalılar. İnşa edilecek bir barış hem Türkiye’nin hem de bölgenin istikrarı için vazgeçilmez bir öneme sahip. Şimdi hem Avrupa hem de bugün çatısı altında bulunduğumuz Birleşmiş Milletler bu süreçte sorumluluk almalı ve üzerlerine düşen görevlerini yerine getirmeli.”
HİŞYAR ÖZSOY: HUKUK MUHALEFETİ BASTIRMANIN ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Kürt siyasetçi Adem Uzun’un ardından söz alan HDP Eski Milletvekili Hişyar Özsoy ise, Türkiye’deki uzun tutukluluk süreleri, keyfi gözaltılar, düşünce özgürlüğü alanındaki hak ihlallerine dönük bir sunum yaptı.
Türkiye’deki hukuk sisteminin, temelde siyaset ve hükümet tarafından muhalif kesimleri bastırmak ve onları disipline etmek amacıyla kullanılan bir araç haline getirildiğini belirten Özsoy, “Türkiye’de hukukun Kürtlere ve demokratik muhalefete yönelik bir silah olarak kullanılması son yıllarda AKP iktidarı ile başlayan bir durum değil. Cumhuriyet kurulduktan bugüne mahkemeler sürekli olarak hem Kürtlere hem de Türkiye demokrasi güçlerine karşı kullanıldı. Özellikle 2016'daki darbe girişimini bir fırsata dönüştüren AKP ve müttefikleri, HDP, demokratik ve sivil toplum üzerinde tam anlamıyla bir terör estirmiş ve hukuku siyasal bir araç olarak bu kesimlere karşı kullanmıştır. Bu uygulamalar bugün de devam etmektedir” diye konuştu.
‘TALEPLERE RAĞMEN BİR DÜZELME OLMADI’
Türkiye’nin hayata geçirdiği insan hakları ihlallerine karşı hem BM, hem Avrupa Konseyi hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde bir çok sürecin geliştiğine dikkat çeken Hişyar Özsoy, “Türkiye 2017 yılında Avrupa Konseyi'nin izleme sürecine dahil edilmişti. Ama bütün girişimlere rağmen Türkiye'de herhangi bir iyileşme olmadı. Hukukun demokratikleşmesi, hukukun siyasetin boyunduruğundan, vesayetinden çıkması konusunda bir ilerleme sağlanmadı. Aksine gayet otoriter bir yönetim olarak mahkemeler sürekli olarak muhaliflere, Kürtlere karşı kullanıldı ve kullanılmaya devam ediliyor” dedi.
‘HER ŞEY KÜRT MESELESİ BAĞLAMINDA CEREYAN EDİYOR’
Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümüne dönük tartışmaların olduğunu hatırlatan Özsoy, devamla şunları ekledi: ”Kürt meselesi demokratik ve barışçıl yollarla ele alınır ve bu konuda bir ilerleme sağlanırsa, bahsettiğimiz, keyfi gözaltı ve uzun tutukluluk süreleri de dahil olmak üzere insan hakları ihlallerinde bir azalma olacaktır. Çünkü bizim insan hak ihlali dediğimiz bütün bu devlet uygulamalarının arkasında siyasal bir bağlam söz konusu. Türkiye'de insan hak ihlalleri çok yoğun bir şekilde siyasal bir mesele olan Kürt meselesi bağlamında cereyan ediyor. Kürt meselesiyle ilgili olan Kürt-Türk farklı kesimler mutlak bir şekilde devletin hışmına uğruyor. Ve en temel düşünce hakları, kendilerini siyaseten örgütleme hakları ihlal ediliyor. Türkiye'de zaten hükümeti ciddi anlamda eleştiren, sorgulayan bütün muhaliflere yönelik olarak her türlü hak ihlali zaten meşru görülüyor.”
‘KÜRT SORUNU ÇÖZÜLÜRSE DEMOKRATİKLEŞME GERÇEKLEŞİR’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sorumluluğunu aldığı sürecin Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından büyük bir öneme sahip olduğunu vurgulayan Hişyar Özsoy, şunları belirtti: “Bugün bahsettiğimiz hak ihlallerinin büyük bir kısmı yüzyıldır çözülemeyen Kürt meselesi bağlamında cereyan ettiği için şu an bir fırsat olabilir. Eğer Kürt meselesi demokratik, barışçıl şekillerde çözülürse, ki Sayın Öcalan'ın bu konuda aldığı bir inisiyatif var, sorumluluğunu üstlendiği bir siyasal süreç söz konusu. Bu anlamda Kürt meselesinin çözümünde, demokratik çözümünde bir aşama kat edilirse, mesafe alınırsa haliyle bu kadar çok insan hakkı ihlalinin yapılmasının da çok bir sebebi kalmayacak. Özellikle terörle mücadele yasası değişirse, demokratik alan gelişirse, ağzını açan herkesin suçlu terörist ilan edilmediği bir ortam oluşursa ki Kürt meselesinin çözümünün böyle bir ortamı oluşturması gerekiyor. O zaman insan hakları ihlali konusunda Türkiye'nin kabinesi de düzelebilir. Türkiye'de başta Kürtler olmak üzere demokratik mücadele veren, demokratik siyasal mücadele veren bütün kesimlerin haklarına dair düzenlemeler olabilir. Bu da tamamen Kürt meselesinin barışçıl çözümüne bağlı.”