PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Maraş Katliamı’nın 44’nci yıldönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı.
Cemal Şerik, konuşmasının başında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride dikkat çekerek, “Önder APO üzerinde ‘mutlak tecritin’ boyutlandırılarak, sağlığı ve güvenliğinin üzerine yapılan spekülasyonlarla muğlaklık yaratılmaya çalışıldığı böylelikle Kürdistan halkının sinir uclarıyla oynanmaya çalışıldığı bir süreçte Maraş Katliamı’nın 45. yılına giriyoruz. Bugün vesilesiyle İmralı’da her türlü baskı karşısında tarihin tanık olmadığı bir direniş içerisinde bulunan Önder APO’yu selamlıyor, Maraş’ta katledilen Alevi, devrimci, demokrat, yurtsever halkımızı buradan saygıyla, minnetle anıyorum” dedi.
Şerik, Maraş katliamının Apocu hareketin partileşme kararına karşı, “karşı cepheden atılmış bir adım” olduğunu belirterek, “Apocu Hareket gelişiyor, büyük mesafe kat ediyor, düşman ona yönelik topyekün saldırıya hazırlanıyor. Bu saldırının hazırlıkları Maraş katliamıyla belli bir aşamaya getiriliyor. Asıl darbeyi saldırıyı daha sonra vurmayı hedefliyor. Ama o hedefine ulaşmadan ne oluyor? Apocu Hareket, kendi önlemlerini alıyor” şeklinde konuştu.
*19 Aralık ile 26 Aralık 1978 yılında Maraş’ta Kürtlere yönelik olarak yapılan katliamı, 44 yıl önceki koşulları göz önünde bulundurarak nasıl anlamak gerekir?
45. yılında Maraş Katliamı’nı değerlendirmek bugünü doğru kavramak ve çözümlemek açısından önemli bir anlama sahiptir. Çünkü bugün yaşanmakta olanlar belirli aşamalardan geçerek Maraş katliamıyla birlikte rengini aldı ve bir sonuca bağlanarak, bugüne kadar gelindi. 44 yıl önce yaşandığında Maraş katliamını en doğru değerlendiren, karşısında nelerin yapılması gerektiğini gösteren Önder APO olmuştu. Bugün de Maraş katliamının yeni bir yılına girerken yapılması gerekenleri gösteren Önder APO olmaktadır.
Nasıl Maraş katliamına karşı çizdiği yolda mücadele edilerek bugüne kadar gelinmişse, içirisinden geçmekte olduğumuz süreçte de geleceğin belirlenmesinde Önder APO’nun, çizdiği yolda yürüyerek; devrimin başarılarak geleceğe ulaşılacağını, yine 45. Yılına girerken Maraş katliamıyla hedeflenenler ile Önder APO’nun neden ‘mutlak rehine’ olarak ‘mutlak tecrit’ altında tutulduğu arasındaki bağı doğru kurmak gerektiğini bir kez daha belirtmek istiyorum.
Maraş Katliamı gerçekleştiğinde Türkiye’de devlet yönetemez, toplum da artık bu sistem tarafından yönetilmek istenmiyordu. Bu doğrultuda toplumsal devrimci kabarış büyük bir mesafe katetmişti. Bunda devrimcilerin rolü de büyük olmuştu. Bununla birlikte devrimci kabarış karşısında karşı-devrim unsurları da harekete geçmişti. Bu yönüyle de devrimle, karşı-devrim Maraş katliamının yaşandığı süreçte karşı karşıyaydılar. Maraş katliamı da böyle bir süreçte yaşandı. Asıl hedef olarak da devrimci kabarışı bastırılması belirlenmişti. Neden devrimci kabarışı bastırmak için temel hareket noktası, çıkış yeri ya da provokasyon odağı olarak Maraş belirlendi denirse, buna verilecek cevapta böylesi bir gerçekliğin doğru çözümlenmesi içerisinde yerini bulur.
Maraş, Türkiye ve Kürdistan sınır hatlarında olan, Fırat’ın Batısı diye adlandırılan coğrafyada yer almaktadır. Kuruluşunda beri TC. Fırat’ın Batısına yönelik olarak özel politikalar geliştirmiştir. Eğer Fırat’ın Batısında bu politikalar başarıya ulaşırsa, hedeflerine ulaşabileceklerine inanarak hareket etmişlerdir. O nedenledir ki TC. için Fırat’ın Batısına yönelik politikalar hep öncelikli olmuştur. Fırat’ın Batısındaki özel politikaların uygulandığı yerlerden biriside Maraş’tır. Bu açıdan Maraş, Türkleştirme bölgesi olarak sıralamada öncelikli bir yere sahiptir. Buna bağlı olarak Maraş’ta asıl olarak yapılmak istenen demografik yapının değiştirilmesi olmuştur. Bunu sağlamak içinde çoğunluğu oluşturan Alevi Kürtlerin oradan göçertilmesi ve Sünni nüfusun yoğun olarak yaşandığı bir bölge haline getirilmesi hedeflenmiştir. Bu hedefe ulaşmanın yolu olarak da, Maraş’ta hem Türk-Kürt hem de Alevi-Sünni çelişkisini alabildiğine geliştirilerek körüklenmiş, her an patlamaya hazır gergin bir atmosfer oluşturmak istenilmiştir.
Böyle bir coğrafya üzerinde katliamlar, provokasyon, planlanarak uygulamaya konulmuştur. Ortaya çıkacak sonuçlara bağlı olaraktan da Türkiye’deki siyasal rejime yenide biçim verilmek istenmiştir. Bu nedenle de Maraş katliamının hemen ardından da 10’u Kürdistan olmak üzere toplam 13 ilde sıkı yönetim ilan edilmiştir. 12 Eylül’e doğru gidişte bununla birlikte başlamıştır. Bu anlamda Maraş katliamı, bir dönüm noktasıdır. Ancak bunun startı Maraş katliamı öncesinde verilmişti. 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim katliamı, ajan-provokatör bir çete tarafından Haki Karer’in katledilmesi, Önder APO’ya karşı başlatılan komplolar, deşifre edilen ‘Namık Kemal Ersun’un adıyla anılan ordu içerisinde MHP’lilerin başını çektiği darbe hazırlığı bu temelde geliştirilmişti. Sonrasında da Türkiye’de birbirinin ardı sıra içerisinde; öğretim üyelerinin, aydınların, gazetecilerin, siyasetçilerin de olduğu toplumun içerisinde bilinen, tanınan, ileri gelen, şahsiyetler katledilmeye başlandı. Türkiye’nin büyük şehirlerinde toplu katliamlar yaşandı. Sayısız insan bu dönemde katledildi. Maraş katliamına böyle gelindi.
Maraş katliamından önce benzer bir senaryo Malatya’da devreye konulmuştu. O zamanın Kürt kökenli Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, Ankara’dan gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu; gelini ve torunlarıyla birlikte öldürüldü. Hamit Fendioğlu Kürt’tü, İzol Aşireti’ne mensup olduğu söyleniyordu. Sağcı ve muhafazakar olarak biliniyordu. Devletin son derece bilinçli olarak seçtiği bir hedefti. Katledildiği zaman bundan sorumlu olarak; devrimcilerin, solcuların, Alevilerin suçlanabileceği bir hedef olma özelliğine sahipti. Onun ölümünün ardından Malatya’da MHP, o zamanki adıyla dinci eğilimlerin partisi olan MSP gibi partiler, Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ülkü Ocakları vb. gibi dernekler vardı. Onların çevrelerinde toplanan oradaki sağcı, milliyetçi, dinci, ülkücü gibi bilinen kesimler bir araya getirilerek Alevilerin, solcuların, devrimcilerin, demokratların bulunduğu mahallelere saldırtıldı; içinde çocuk ve kadınların da olduğu onlarca kişi katledildi.
Fakat o katliamla birlikte hedeflediklerine ulaşamadılar. Daha sonra Maraş katliamı gündeme geldi. Malatya’da o katliamı, o provokasyonu gerçekleştirenler Maraş’ta benzeri bir katliamı gerçekleştirirken, Malatya’daki katliamda kendilerine göre sonuçlar çıkarmışlardı. Bunun içinde katliamdan önce uzun bir süre hazırlık yaptılar: Yoksul Türkmen köylerinin yaşadığı Maraş’ın dağ köylerine gidilerek, kıraç topraklarda yaşayan, hayvancılık yapan; dinci, milliyetçi propagandayla tahrik edilen kesimleri, ‘Alevilerin ellerindeki malları, mülkleri her şeyi size vereceğiz’, ‘onların oturduğu yerlere siz oturacaksınız’, ‘ganimete ulaşacaksınız’ şeklinde propagandayla tahrik ettiler. Öyle bir noktaya gelindi ki, bu kesimler herhangi bir provokasyonla tahrik olacak hale getirildiler. Bununla birlikte Türkiye’nin, Kürdistan’ın muhtelif yerlerindeki faşist güçleri Maraş’a getirmek için topladılar. Tüm bunları hazırlarken o zaman ki devlet bürokrasisinde böyle bir katliamda rolleri oynayacak; katliamı teşvik eden, önünü açan bir şekilde konumlandırdılar. Tüm bu hazırlıklar tamamlandığında da bilinen o ‘Çiçek Sineması’ provokasyon uygulamaya konuldu. Ve o provokasyonun ardında da halk galeyana getirildi. Bunu takiben de Alevi Kürtlerin bulunduğu yerlere, mahallelere, onların iş yerlerine, solcu, devrimci, demokrat olarak bilinen kişilere saldırılar başlatıldı. Bu saldırılarda, kadınların, kızların ırzına geçildi, evler, dükkanlar yağmalandı, yakıldı ve yıkıldı. Tam bir facia olarak adlandırılabilecek bir katliam yaşandı. Fakat bu katliama karşı direnenlerde oldu. Oradaki devrimciler halkı savunmak için direndiler. Eğer o direnişler olmasaydı çok daha büyük katliamlar, felaketler yaşanırdı. O direnişler bu katliamların çok daha ileri boyutlara ulaşmasını engellemiştir.
O koşullarda Maraş katliamını en doğru, en isabetli değerlendiren Önder APO oldu. O zaman daha PKK’nin kuruluşu ilan edilmediği için Maraş katliamı üzerine, Kürdistan Devrimcileri imzalı bildiriler dağıtıldı. Bu bildirilerde Maraş katliamının amacı nedir? Hedeflenen nedir? Neden katliam bölgesi olarak Maraş seçildi? Bunlar çok isabetli bir şekilde değerlendirildi. Daha sonra Önder APO, Maraş Katliamı üzerine çok geniş bir değerlendirme yaptı. Bu değerlendirme de bir kitapçık haline getirildi. Orada Alevi Sorunu ortaya konuldu. Dine doğru, devrimci yaklaşımın ne olması gerektiğinin temel vurguları yapıldı. Bu ortaya konan görüşler, bugün PKK’nin dine doğru, devrimci yaklaşım şeklindeki görüşlerinin de temellerini oluşturdu. Türk toplumsal yapısı, Kürdistan toplumsal yapısı çözümlendi. TC. Devleti’nin içerisinde bulunduğu durumun analizi yapıldı. TC. Devleti’nin muhtemel yönelimi ortaya konuldu. Ama bunun karşısında devrimcilerin ne yapması gerektiği yönünde perspektifler de oluşturuldu. Buna göre de devlet karşı-devrime gidiyorsa, bunun karşısında devrimcilerin karşı-devrime cevap verecek şekilde kendilerini örgütlemeleri, hazırlıklarını yapmaları, güç haline getirmeleri temel bir görev olarak belirlendi. O temelde de Apocu Hareket, çalışmalarını hızlandırdı.
Maraş katliamı olduğu dönemde Apocu Hareket partileşme kararını almıştı. 25-27 Kasım 1978 arası günlerinde Amed’in Lice ilçesinin Fis Köyü’nde yapılan, o bilinen toplantıyla beraber Apocu Hareket partileşme kararı almıştı. Almış olduğu partileşme kararı daha Maraş katliamı yaşanmadan önce, devletin olası yönelimleri görülmüş, o zamana kadar ona karşı; güçlü bir örgüt haline gelmek için yürütülen mücadele ve çalışmalara önemli bir düzey kazandırılarak, partileşme kararı alınmıştı. Maraş katliamı, soykırımcı TC. Devleti’nin planlı bir şekilde, kendisine karşı gelişen bu güçlü örgütlenme ve mücadelenin de önünü alma yönelik bir katliamdı.
Maraş katliamının asıl nedenini böyle bir gerçeklik oluştururken, pilot bir bölge olarak seçilmesinin diğer bir nedenini de Fırat’ın Batısında Türkleştirme politikasının öncelikli olarak uygulanacağı bir kent olarak görülmesi oluşturmaktaydı. Bunu sağlamak içinde Kürtleri, Türkleştirme ya da o bölgeden göçertme; Alevileri, Sünnileştirme ya da o bölgeden göçertme hedefini önüne koymuştu. Çünkü burada Türkleştirmeyi, Sünnileştirmeyi başarma Kürdistan’daki sömürgeciliğinde başarısı olacaktı. TC. Devleti’nin bu hedefine rağmen Maraş, aynı zamanda Kürdistan Devrimcileri’nin örgütlenerek, güçlendikleri bir şehir olma konumuna da gelmekteydi. Bu ise, TC. Devleti’nin Kürdistan’ı Türkleştirme politikası önündeki en büyük engellerden biri haline gelmişti. Maraş’ın böylesi bir katliamda pilot bölge olarak seçilmesinde, önlerinde oluşan bu engelin aşılması öncelikli hedefleri arasında yer almaktaydı. Eğer bunu başarırlarsa Kürdistan’ı Türkleştirme yönünde atmış oldukları adımların önünde dikilen en ciddi bir engeli de aşmış olacaklardı.
Buna karşı da devrimci mücadelenin daha da ileri boyutlara taşınması gerekiyordu. Ve Maraş katliamı sonrası PKK’nin gerek Maraş katliamını çözümlemesi, gerek hazırlıkları da bu verilecek cevabın nasıl olması gerektiği yönündeki hazırlıkların başlatıldığı, geliştirildiği bir süreç olma özelliğini taşıdı. Maraş katliamından yaklaşık iki yıl sonra da bilinen 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleşti.
*Katliamın PKK’nin kuruluşuna yönelik cevaben gerçekleştirildiği belirtiliyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Katliamın, PKK’nin kuruluşu ile ilgili ilişkisi nedir?
Apocu Hareket partileşme kararını Haki Karer’in katledilmesi ile birlikte almıştı. Ama parti kurmakta kolay olmayacaktı. Belli çalışmaların yapılması ve bazı sonuçlara ulaşmak gerekiyordu. Ardından ancak partileşmeye gidilebilirdi.
Neden Apocu Hareket, Haki Karer’in katledilmesinden sonra partileşme ihtiyacını duydu?
NATO’cu faşist generaller 12 Mart 1971’de muhtıra vererek, yönetime el koymuşlardı. O dönemde, devrimci hareketlere büyük darbeler vurdular. Fakat ardı sıra toplumsal devrimci yükseliş yaşanınca 12 Mart Darbesi’ni gerçekleştirenler hedeflerine ulaşamadıklarını gördüler. 1 Mayıs 1977 yılındaki katliam ile birlikte 12 Mart’ta hedefine ulaşamayanlar, asıl amaçlarına ulaşmak için atmış oldukları adımlara yeni bir boyut kazandırdılar. Bu Türkiye’nin hızlı bir askeri faşist darbe sürecine çekilmeye başladığı anlamına gelmekteydi. Bu, Önder APO, tarafından görüldü. Buna karşı da ‘ancak bir güçlü bir örgütlenme ve mücadeleyle’ cevap verilir, denildi. Ki o süreçten sonra Apocu Hareket, Kürdistan’da çok büyük gelişme yaşadı. Grup örgütlenmesi kendi içerisinde iç disiplini oluşturan bir örgütlenmeye dönüştü. Sempatizanlara, taraftarlara, kitlelere ulaşıldı. Bunlar içerisinde çok etkili bir kadrolaşma çalışması yürütüldü. Apocu Hareket, Kürdistan’ın birçok yerinde en etkili hareket haline geldi.
Hilvan’da ağalığa karşı yoksul köylü hareketi başlatıldı. Ağalık sistemini yerle bir etti. Geçici de olsa bir halk yönetimini oluşturdu. Ceylanpınar, Urfa, Antep’te yoğun kitlesel hareketler ortaya çıkartıldı. İşçi ve gençlik hareketleri, örgütlenmeleri geliştirildi. Urfa’dan Kars’a, Dersim’den Elazığ’a, Türkiye’nin belli başlı metropol kentlerine varıncaya kadar her yerde çok büyük örgütlenmelerin içerisine girildi. Bunların hepsi de Türkiye’de adım adım geliştirilen karşı-devrime karşı devrim hareketinin varmış olduğu boyutun bir göstergesiydi. Apocu Hareketi’nin, partileşme kararı da tüm bu gelişmelerin zirveye taşırılması anlamına geliyordu.
Apocu Hareketin, yaşadığı bu gelişme çizgisini düşmanda takip ediyor ve izliyordu. Kendileri de (Kenan Evren); ‘biz darbe kararını’ Kürdistan’da yapmış oldukları ‘denetimlerde aldık’ demektedirler. Böyle bir kararı aldıktan sonra da adım adım uygulamaya koymuşlardır. Bu şekilde yükselen devrimci mücadeleye karşı, karşı-devrim kendini nasıl örgütlüyorsa; kendini örgütleyen devrime karşı da hazırlıklarını yapmaktan geri kalmamıştır. Onun içindir ki Apocu Hareketi’nin partileşme kararına karşı, Maraş katliamı, karşı cepheden atılmış bir adım oluyor.
Maraş katliamından sonraki süreçte düşmanın PKK’ye yönelik saldırı hazırlıkları yoğunlaştı. O dönem çeşitli yerlerde operasyonlar başlatıldı. Ama devlet, Apocu Harekete karşı operasyonları merkezi temelde yöneltmek istiyordu. Farklı yerlerdeki bölgelerde yaşanan yakalanma, operasyonlarda böylesi bir operasyonun bir parçası olarak değerlendiriyordu. O nedenle kimi bölgelerde devletin merkezi yönelimi dışında meydana gelen o bölgesel yönelimleri de tasvip etmiyordu. Ya da onları genel planlamasını olumsuz açıdan etkileyecek, atılan erken adımlar olarak görüyorlardı. Çünkü o saldırılarla PKK, kendisine yönelik ‘devlet saldırısını görecek ona göre tedbirlerini alacak’. Bu da devletin yapmış olduğu planlamayı ya da saldırıları ‘boşa çıkarmasına’ neden olacaktı. Devlette o nedenle, o saldırıların boşa gitmesini istemiyordu. Hazırlıklarını merkezi yaparak bir anda ‘PKK’yi bitirme, yok etme’ yaklaşımı içerisindeydi. Bu yönleriyle de düşmanın PKK’nin yaşadığı gelişmeleri, attığı adımları izlediği ve kendisi içinde bunu bir saldırıya dönüştürmek için uygun anı beklediğini söylemek gerekir. Bu yönüyle de Maraş katliamıyla, Apocu Hareketin gelişimi arasındaki bağı kurabiliriz. PKK, Apocu Hareket gelişiyor, büyük mesafe kaydediyor, düşman ona yönelik topyekün saldırıya hazırlanıyor. Bu saldırının hazırlıkları Maraş katliamıyla belli bir aşamaya getiriliyor. Asıl darbeyi saldırıyı daha sonra vurmayı hedefliyor. Ama o hedefine ulaşmadan ne oluyor? Apocu Hareket, kendi önlemlerini alıyor.
Önder APO’nun Bakur’ê Kürdistan ayrılıp, Rojava Kürdistanı’na geçmesinin temel nedenlerinden birini de bu oluşturuyor. Bir yandan devrime hazırlanıyor. Hazırlanan devrimin ileri bir aşamaya götürmek istiyor. Ama diğer bir taraftan da düşmanın saldırıları var. Düşmanın saldırılarına, olası yönelimlerine karşı tedbirlerin alınması gerekiyor. Önder APO, böylesi bir yaklaşım sahibi olaraktan, o bilinen Bakur’e Kürdistan’dan Rojava Kürdistanı’na geçişini gerçekleştiriyor.
*Tarihsel olarak Osmanlı’dan Türk Cumhuriyeti’ne kadar Rum, Ermeni, Çerkez, Türkmenler ve yine Kürtler olmak üzere birçok halka soykırım temelinde katliamlar gerçekleştirdi. TC’nin halklara yönelik katliam politikası kaynağını nereden alıyor?
Adı üzerinde soykırımcı olan TC. Devleti’ni iyi tahlil etmek gerekir. Hangi kökler üzerinden kendini var ettiğini, neye dayandığını iyi anlamak gerekir. Eğer TC. Devleti’nin kökleri nedir, neye dayanıyor, kendisini nasıl var etmiş, bunu doğru bilirsek, yaptığı katliamların nedenleri de doğru anlarız.
Orta Asya’dan Kafkasya hatlarına, Kafkasya’dan Ortadoğu’ya oradan da Anadolu’ya doğru hareket eden, göç eden Türk kavimleri var. Bugünkü TC. Devleti’ni, o Anadolu’ya kadar gelen Türk kavimleri ile aynılaştırmak ne kadar doğru bunlar tartışmalıdır. Ama tartışmalı olmayan bir şey var, o da şu; Türkler Anadolu’ya kadar gelirken ki süreçte güçlü bir devlet gelenekleri yok. Ama yoğun bir askeri örgütlenme içerisindeler. Obalar, boylar, bunlar hepsi yoğun bir askeri örgütlülük halindedirler; kadınıyla ve erkeğiyle birlikte de böyle bir örgütlenme içerisinde yer almaktadırlar. Bir askeri topluluk olarak kendilerini var ediyorlar; konarlar, göçerler öyle yaşarlar. Beraberlerinde başta atları olmak üzere ancak hayvan sürülerini dolaştırabiliyorlar. Tabi atlardan başka hayvan sürülerine de sahiptirler. Ama at üzerinde yaşayan bir topluluk olarak bilinmektedirler. Orta Asya’dan göçtüklerinde durumları böyle. Orta Asya’dan göçerlerken yönlerini çevirdiği yer devletçi uygarlıkların geliştiği yerlerdir. Köleci, feodal uygarlıklar oralarda gelişmişlerdir. Burada insanlar yerleşik yaşama geçmişlerdir ve göç ettikleri bu yerlerde yaşayan insanlarda yerleşik yaşama sahiptirler. Bununla birlikte göçebe yaşamları olan, devletleşmemiş halklar ve topluluklarda bulunmaktaydı. Fakat Türkler devletleşmiş olan devletlerin kurulduğu yerlere göç ediyor. İlk siyaseti Farslardan öğreniyorlar. Devleti daha yakın olarak Abbasilerden tanıyorlar. Daha sonra kendileri de devletleşiyorlar. Selçuklu Devleti de bunlardan biridir. Ama daha sonra Selçuklu Devleti dağılıyor. Ve Türk beylikleri kendi içlerind yeniden ayrışıyorlar. O beylikler içerisinde olduğu söylenen Osmanlı beyliği de aslında kendisine bir göç hattı izleyerek en son Marmara, Bursa, İznik hatlarına geliyor, orada yerleşik yaşama geçiyor. Ama oralarda bile belirli bir coğrafya üzerinde göçer yaşamlarında da vazgeçmiş değildirler. Bu yerleştikleri yerleri de ancak kendisinde önce oraları yurtlaştırmış olan halkların, topluluklarında ona bu imkanı tanıması gerekmektedir. Bunlardan daha çokta o topraklarda hakim olan devletlerin Osmanlı’nın oraları yurtlaştırması önünde engel oluşturması olanaksız hale getirilebilmeleri gerekmektedir. Osmanlı, bu devletlerle kimi zaman anlaşıyor kimi zaman da savaşıyor. İlk başta böyle bir stratejileri var. Daha sonra giderek devletleşme yönünde adımlar atıyorlar. Bu da kendi içinde yaşadığı sınıflaşmaya bağlı olarak bir yarılmasının sonucunda değil, daha çok kendisinden önce var olan devletlerden edinilenlerle, öğrenilenlerle, alınanlarla içerisine girilen bir devletleşmedir.
Farslardan siyaseti, Abbasilerden devleti, Bizanslardan da hem siyaseti hem de devleti daha derinliğine öğrenmişlerdir. Böylesine bir devletleşme içerisine giriliyor. Daha sonraki süreçte Osmanlı büyüyor, gelişiyor; farklı topluluklarla kaynaşıyor, iç içe geçiyor. Ama büyürken de her zaman işgal ediyor. İşgal ettiği yerdeki insanları ya katlediyor ya diyor ‘Müslüman olacaksınız.’ Müslüman olduklarında, Müslümanlığı kabul etmek, Osmanlı olmak anlamına geliyor. Toprak tutması ve bunu kendi mülkü haline getirmesi ilk baştan bu şekilde gelişiyor. ‘Müslüman olacaksın’, ‘Osmanlı olacaksın.’ Mesele bu. Ve birçok Hristiyan toplum müslümanlaştırılıyor, Osmanlılık kabul ettiriliyor. Bunu kabul etmeyenler katliamdan geçiriliyorlar. Hatta Müslümanlık içerisinde de kendi mezhebinden olmayanları katletme başlıyor. Katliam, bu anlamda Osmanlı için kendini var etmek, çoğaltmak ya da yurtlaştırdığı toprakları genişletmek için izlediği temel bir yaklaşım, yöntem oluyor. O zamandan başlayan bir katliam geleneği var.
15.-16. ve 17. Yy. yılları Osmanlı içerisinde yoğun katliam yıllarıdır. O süreçte yoğun olarak Alevi Türkmenleri katlediyorlar. Daha sonra Avrupa’da gelişen kapitalist güçler ile içerisine girdiği ilişkiler var. Fransa’ya ayrıcalıklar tanınıyor. Osmanlı’nın sonlarına doğru geliniyor. 1800’lü yıllarda imparatorluk olmaktan çıkılıyor, sömürgelerini kaybetmeye başlıyor. İngiltere’nin yarı-sömürgesi haline geliyor. Bu Osmanlı’nın kapitalizmin, kapitalist pazarlara açılmasına neden oluyor. Ama Osmanlı kapitalist pazarlara açıldığında, içerisinde müslümanlaşmamış topluluklarda var. Hristiyanlar var. Kapitalizm de Avrupa’da gelişiyor. Avrupa kapitalizme ev sahipliği yapmış bir coğrafya, burjuvalaşanlar Hristiyan. Bunlar Osmanlı iç pazarlarına hakim hale geliyorlar. İstanbul 15.yy. kadar Hristiyanlığın en üsteki temsilinin yaşandığı, Ekümenlik mücadelesini veren merkezler arasında yer alıyor. Ona bağlı bulunan birçok Hristiyan topluluklar var. İstanbul, İzmir, Yozgat, Eskişehir, Erzurum, Mardin’de vb. Anadolu ve Mezopotamya topraklarının birçoğunda yaşamaktadırlar. Kapitalizmin bunlarla ilişkisi oluşuyor. Ermeni, Rum, Asurilerin durumu böyledir. Bunlar Osmanlı’nın içerisinde Türklerden daha önce milliyetçilikle karşılaşan topluluklardır. Kapitalizm ve milliyetçilik gelişiyor. Onlarda belli bir uluslaşma kıpırdamasına neden oluyor. Osmanlı, bu kıpırdanmalara karşı katliamla cevap veriyor. Balkanlarda katliamlar yapıyor. Bağımsızlık mücadelesi başlıyor, onlara karşı katliamlar gerçekleştiriyor. Ermenilerde, milliyetçi hareketler gelişiyor, Türkler, Osmanlı, Ermenileri katletmeye başlıyor. Hristiyan topluluklar Osmanlı’dan ayrılma eğilimlerine girdiklerinde ve kontrolü altında tuttukları Balkanları büyük oranda kaybetmeye başladıktan sonra da Ortadoğu’ya başta Kürtler olmak üzere Müslüman halklara yöneliyor. Hristiyan topluluklardan artık alamaz hale geldiği haraçları Müslüman topluluklardan almaya, asker ihtiyacını karşılamaya başlayınca da buna karşı koyan Kürtleri ve Arapları katletmeye başlıyor. 19. Yy. Yaşanan Kürt ve Arap isyanlarının temelini de bu katliamlar oluşturuyor. Osmanlı’nın böylesi bir katliamlar tarihi var. Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nda yeniliyor. Daha savaşın başlarındayken büyük bir Ermeni katliamı gerçekleştirmiş, savaş içerisinde de Kürt, Süryani-Asuri-Keldani ve Rumlara yönelik katliamlar yapmaktan geri kalmamıştır.
Savaş bittikten sonra yenilen Osmanlı, toprakları savaşı kazananlar tarafından işgal edilmeye başlandığı koşullarda da Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olarak kalan askeri ve sivil güçler, bu katliam geleneklerini devam etmekten geri kalmıyorlar. Koçgiri’de Kürtlere karşı gerçekleştirilen katliamda bunlar arasında yer alıyor. Bu katliam 1920-21 yıllarında daha Cumhuriyet kurulmadan yaşanıyor. Yine bu yıllarda Rumlar, Süryani-Asuri-Keldani toplulukları ve Çerkezler de katlediliyorlar. Hatta, Osmanlı’nın yenilmesine, padişahın İngiltere’ye gitmesine rağmen padişahı halife olarak kabul eden, ona bağlı kalan kesimlere yönelikte katliamcı politikalar uygulanıyor. Cumhuriyet ilan ediliyor, ilan edinilen Cumhuriyet ilk kılıcını Kürtlere karşı çekiyor. 1924-1925’ten günümüze kadar da Kürdistan’da katliamın olmadığı hiç bir dönem yok. Her 5 ila 10 yılda bir katliam yapmış. Bitlis’te 1924’te katliam yapmış. 1925’te Şêx Sait isyanını büyük bir katliam ile bastırmış. 1928-1929 Ağrı’ya ‘sefer’ başlatmış ve bunu büyük bir katliamla sonuçlandırmıştır. Dersim’e yönelmiş, 1937-1938 Dersim’de bir soykırım gerçekleştirmiştir. Bu şekilde katliamlar hiç bitmemiş, Kürtler sürekli olarak katliamlara tabi tutulmaya devam etmiştir.
Dersim bastırıldıktan sonra da katliamlar bitmemiştir. Fiziki soykırımın yanına ondan daha tehlikeli olan beyaz/kültürel soykırım eklenmiştir. Bu, soykırımların en tehlikeli olanıdır. Bunu pekiştirmek için de zaman zaman asker gücünü, zorbalığını göstermekten geri kalmamıştır. İşgallerin ardından işgali pekiştirmek için jandarma zülmü en üst safhaya ulaşmıştır ve buna dayalı olarak zor-şiddet sürekli kılınmıştır. Bununla birlikte gerçekleşmiş olan katliamların acısının canlı kalması için de Van-Özalp’te olduğu gibi tarihe de ‘33 Kurşun’ olarak geçen katliamlar yapılmaktan da geri kalınmamıştır. 1960’da askeri bir darbe yaşanmış fakat Kürdistan’da bir ayaklanma olmamasına rağmen en büyük baskı Kürtler üzerinde uygulanmıştır. Aynı şekilde 12 Mart 1971’de de Türkiye’de darbe yaşanmıştır. Yine bu darbeden en fazla zarar gören Kürtler olmuştur. 12 Mart askeri faşist darbesinden sonra, 1973’ün sonlarına doğru yapılan seçimlerle birlikte cuntacı generaller geri çekildiklerini belirtmiş olsalarda Türkiye’de devlet şiddeti ve katliamlar devam etmiştir. TC. Devleti’nin doğrudan örgütlediği kontrgerilla üzerinden 1976’dan sonra ise bunlara daha fazla hız kazandırılmıştır. Malatya, Maraş, Sivas, Çorum gibi yerlerde gerçekleştirilen kitlesel katliamlar bunlar arasında özel bir yeri vardır; günümüze kadar da bu katliamlar devam etmektedir.
*Roboski’den Suruç’a, Gar katliamından Rojava ve Başur’a yönelik TC’nin katliam politikaları günümüzde aynen devam ediyor. Yeni katliamlarının önüne geçmek için neler yapılmalı?
Maraş katliamının 45’nci yılındayız. Bundan günümüz içinde bir sonuç çıkartmak gerekiyor. Yine katliamın, bugün TC. Devleti’nin katliamlarının almış olduğu biçimler var. Bunlardan belli bir sonuç çıkartmak gerekmektedir. Bu sonuçlara bakaraktan da ‘neler yapılmalı’ sorusuna cevap verilebilmelidir. Çünkü Maraş katliamı yaşandığı zaman, Önder APO, bu katliam karşısında ‘ne yapılmalı’ sorusunu da sordu ve cevabını verdi. Verdiği bu cevapla da bugünlere kadar gelindi. Öyleyse bizde Önder APO’un bu yöntemini esas almak zorundayız. Maraş katliamının yıldönümünde katliamlara karşı ne yapmalıyız. Bugün katliamların böylesine çok boyutlu bir hal aldığı günümüzde bu katliamlar karşısında neler yapmalıyız, sorusuna doğru cevap verirsek doğal olarak da Önder APO’nun Maraş katliamı yapıldığında sorduğu soruya doğru cevap vermiş, bugünkü kazanımları ortaya çıkartmışsa, bizde bugün ne yapmalıyız için vereceğimiz cevapla büyük kazanımların sahibi haline gelebiliriz.
Bu temelde yaklaşırken ilk vermemiz gerek cevap şudur: Aleviler ne yapmalı? Maraş katliamı, sadece oradaki Alevileri katledilmek hedefiyle yapılmadı. Sadece dinci faşist duygularla tahrik edilmiş insanların katliamı olmak ile sınırlı kalmadı. Kuşkusuz bunlarda vardı. O zaman yapılmak istenen Maraş’ı Alevisizleştirmek ve Kürtsüzleştirmekti. Asıl hedeflenen buydu. Maraş Alevi’ siz, Kürtsüz olursa Fırat’ın Batısının Türkleştirme politikası amacına ulaşacaktı. O amacına ulaşınca da Kürdistan’daki hedeflerine de ulaşmanın yolları sonuna kadar açılmış, engeller ortadan kalmış olacaktı. Böylesine büyük bir hedefi vardı. Onun içindir ki, 12 Eylül Darbesi’nden sonra darbeyi gerçekleştirilenler Maraş’ı Alevi’ siz ve Kürtsüz kılmak için her şeyi yaptılar. Maraşlıları, Maraş’tan Avrupa’ya çıkartmak için tüm imkanlarını kullandılar. Devlet bizzat çeteleri örgütlediler. Örgütlediği çetelerle çok az bir parayla binlerce aileyi yurt dışına çıkartılar. Köyler boşaldı. Şimdi bundan TC.’nin Alevilere yönelik politikasının ne olduğunu anlamak gerekiyor.
Maraş’ta uygulanan katliam politikası, onunla benzerlik arz eden şehirlerde de uygulandı. Maraş katliamı öncesi yine Maraş katliamı sonrasında da uygulandı. Malatya ve Sivas Alevi nüfusunun ağırlıkta olduğu kentler arasında yer alıyorlardı. Özellikle ilçe ve köylerinde aleviler yoğunluktaydı. Sünni köyleri fazla yoktu. Şehir merkezinde yoğunlaşmış Sünni inancına sahip insanlar vardı. Şimdi bu illerde Maraş’ta olduğu gibi, Aleviler azınlık durumuna getirildiler. Alevi köyler boşaltılmıştır. Malatya ve Sivas’ta olanlardan daha çok aslen buralı olanlar İstanbul, Ankara, İzmir, Adana’da vb. illerde yaşamaktadırlar. Yine Anadolu’nun Çorum, Amasya vb. gibi kentlerinde de Alevilerin sayısı da oldukça azaldı. Hep farklı yerlere gittiler, dağıldılar. Öncelikle Maraş katliamını değerlendirirken, Alevi katliamıyla birlikte neler hedeflendiğine bu katliamdan yola çıkarak bakılabilmelidir. Aleviler topraklarından, yurtlarından göçertilmek isteniyor. Topraksız, yurtsuz, köklerinde uzaklaştırılmış bir topluluk haline getirilmek istenilmektedir.
İkinci cevap ise, TC. Devleti Alevi katliamını aynı anda tüm Alevilere yönelerek gerçekleştirmemektedirler. Bunu zamana yayarak yapmayı kendi çıkarlarına görmektedirler. Onun içindir ki birçok yerleşim merkezinde ayrı zaman içerisinde birden katliamlar yapmamışlardır. Alevi yerleşim merkezlerini kendi içerisinde ayrıştırarak, parça parça bu katliamları gerçekleştirmişlerdir. TC. Devleti izlediği bu politika ile amacına ulaşmak istemektedir. Böyle bir politikayı uygularken de Alevilerin kendi aralarında birlik sağlamalarını engellemeye çalışmış olmaktadırlar. İşte bu şekilde eğer Aleviler, kendi aralarında birlik olmazlarsa hep böyle parça parça düşman üzerine geldiğinde, Malatya, Maraş, Sivas, Çorum vb. illerde olduğu gibi çok kolay hedef haline gelerek, katledilmekten kendilerini kurtaramamaktadırlar. Ardı sıra da yurtsuzlaşmaktadırlar. Öyleyse bu katliamlardan çıkartılması gereken en önemli sonuçlardan biri de Alevilerin kendi aralarındaki birliği ve birlikte örgütlülüğü ve yurtlarına/topraklarına bağlı kalmaları olmaktadır.
Üçüncüsü de kendi başlarına kaldıkları zaman kendilerini savunmalarıdır. Eğer kendilerini savunurlarsa belki katliamın önüne geçebilirler. Ama savunmazlarsa katledilmekten kendilerinin kurtaramazlar. Maraş’ta büyük katliam yaptılar ama o katliamın daha büyümesinin önüne direnerek geçtiler. Öylesi bir katliamın direnerek büyümesi, daha farklı boyutlara ulaşması engellenebilmişse; o halde Aleviler de yapılan saldırılara karşı ancak kendilerini savunarak, koruyabilirler. Kendi öz savunmaları oluşturarak bunu başarabilirler. Bugüne kadar olduğu gibi bugünde TC. Devleti’nin Alevilere hiçbir yarar yoktur. Bu şu açıdan çok önemlidir. Çünkü TC. Devleti bugün Kürtlere yönelik olarak özel politika gündeme koymuş. Alevileri parayla, rüşvetle, Aleviler içerisinde bazı kişileri satın alarak kendisine mal edebileceğini zannediyor. Faşist şef Erdoğan bunu uyguluyor. Ama faşist şef Erdoğan bunu uygularken, faşist çeteleri de bir anda birçok Alevi derneklerine, Cem Evlerine karşı saldırtabiliyor. Bu da Alevilere bir gözdağıdır. Ya dediğimiz gibi yaparsınız, faşist şef Erdoğan gider Cem Evlerine tören yapar, siz bunu kabul edersiniz, onun ‘çizgisine gelirsiniz’ ya da ‘gelmezseniz’ size bunu yaparız.’ Tehditlerini savuruyorlar. Bu yönüyle Alevilere yönelik gerçekleştirilen katliamlardan çıkartılması gereken bir başka sonuçta; Alevilerin kendi öz savunmalarını yapacak şeklinde örgütleyerek, konumlandırmaları olmaktadır.
Alevi topluluklar örgütlü topluluklardır. Ama küçük ve ayrı ayrı örgütlenen topluluklardır. Ayrı örgütlenmeler, birleşik örgütlenmeler haline gelirken çok büyük bir güç oluşturur. Metropollerde hemen hemen metropollere göçmüş olan Alevi köylerden insanların kendi köyleri adına kurdukları dernekler var. Yüzlerce köy, ilçe, bölge dernekleri kurulmuştur. Açık Alevi kimliği ile kurulan dernekler de vardır. Bunların hepsi büyük güç ve bir potansiyeldir. Bu güç ve potansiyel bir araya gelirse ancak o zaman bir anlam ifade eder. Nasıl küçük derecikler bir araya gelip ırmak oluyorsa, ırmaklar bir araya gelip nehirleri oluşturuyor ve bu nehirlerinin akışını hiçbir baraj engelleyemiyorsa işte o parça parça derecikler halinde olan Alevi dernekleri ırmaklara, ırmaklar halinde olan Alevi derneklerinin nehirlere dönüşmesi gerekiyor; kendilerini Fırat’a, Dicle’ye, Nil’e dönüştürmeleri gerekiyor. Eğer dönüştürürse onları hiç kimse engelleyemez. Dördüncü olaraktan da Alevilerin yaşanmış olan katliamlardan çıkartması gereken sonuç bu şekilde kendi aralarında sağlayacakları birlik olmaktadır.
Beşinci çıkartılması gereken sonuçta; Alevilerin kendi dostlarını doğru seçebilmeleridir. Aleviler’in dostları kimdir? Aleviler, düşmanlarını nasıl iyi tanımaları gerekiyorsa, aynı şekilde dostlarını da iyi tanımalıdır. Alevilerin dostları kendisi gibi ezilen, sömürülen ve mazlumlardır. Bunlar içerisinde de en başta gelen Kürtlerdir. Kürtler içerisinde İslam’ın farklı mezhepleri var. Kürtler içerisinde Alevilikte güçlü bir mezheptir. Yine Alevi inanç biçimi ile birbirine yakın inanç biçimi de Kürtler içerisinde etkilidir. Ama Kürdistan’daki Sünniliği de TC. Devleti’nin bir sömürgecilik aracılığı olarak kullandığı mezhepçilik ile aynılaştırmamamız gerekir. Bunlar birbirinde farklıdır. Bugün Kürdistan’ın her tarafında Sünniliğin en gelişkin olduğu yerlerde Aleviler, Alevi kimliği ile çok rahat yaşayabiliyor, çok rahat alış-verişte bulunabiliyor. Amed, Antep, Siverek’te de böyledir. Her yerde böyledir. İç içe geçilmiştir. Şırnak’ın bir Sünni köyünden biri, Maraş’ın Alevi bir köyünden gelenler ile aynı mahallede yaşamı paylaşıyorlar. O açıdan İslamiyet içerisindeki mezhepsel farklılık Kürtler için bir ayrım noktası, birbirlerine karşı düşmanlık, birbirlerini katletme gerekçesi değildir. Aynı zamanda kutsal kimlikleri var. Bu kimlikler ortaktır, Alevi’si ve Sünni’si ile herkesi birbirine bağlamaktadır.
Aynı zamanda Kürtlerin Alevi’si ve Sünni’sini sömürgeciler karşı karşıya getirerek, birbirine karşı bir diğerini yedekleyerek, bir tarafı katletmek için o tür provokasyonlar, propagandalar, örgütlenme çalışmaları yürütmektedir. Oysa Kürtler içerisinde böyle bir şey yoktur. Bunu PKK’nin içerisinde, PKK’nin geliştirdiği mücadele ve yeniden oluşan Kürt toplumsallığı içerisinde görmek mümkündür. Bugün işte Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesinin destekleyeceği herhangi bir kişi Alevi de olsa Sünni de olsa Hristiyan inancına sahipte olsa onu Alevi’si, Sünni’si ve Müslüman olmayanı da destekler. Bu böyledir. Alevi toplumu, Kürdistan’da İslam-Sünni mezhebine sahip Kürtlerin bu gerçeğini bilmelidir. Özellikle de Türkiyeli Alevi kesimler; Türkmen Alevileri bunu bilmelidir. TC. Devleti, Kürdistan’da olduğu gibi Anadolu’da da Alevilerin üzerinde sürekli katliam kılıcını sallayan faşist bir güçtür. Ama bu katliamcı güce karşı onun yanında olacak yani Alevi Türkmenlerin yanında olacak olan Kürtlerdir. O açıdan Aleviler dostlarını iyi bilmelidirler. Mazlumlardır, mazlumların da içerisinde Kürtlerdir, sosyalistlerdir, demokratlardır, devrimcilerdir. Alevilerin dostlarının varlığı onlarında en büyük avantajıdır. Bu şekilde Aleviler kendisi için bir sonuç çıkartmalı ve oradan da başarıya gidişin kendilerini güvence altına almanın yolunun bu olduğunu görmemelidirler.
Kürtler de bu katliamlardan sonuçlar çıkartılmalıdır. TC. Devleti, için Kürdün Alevi’siymiş, Sünni’siymiş, Urfalı, Erzurumlu, Şırnaklı, Antepli, Karslısı, Dersimlisiymiş fark etmiyor. Onun için önemli olan Kürt olmasıdır. Kürt için de en iyi Kürt ‘ölü Kürt’tür’ diyor. Kendisi için herhangi bir tehlike oluşturmayacak ‘Kürt’tür’ diyor. Böyle olmayan her Kürdü de kendisi için potansiyel bir tehlike olarak görüyor. Potansiyel tehlikeyi de ‘yılanın başı küçükken ezilir’ misali ortadan kaldırmak için her şeyi yapıyor. TC. Devleti’nin durumu budur. TC. Devleti, Kürtlere karşı tüm katliamcı güçlerle birlikte hareket eder, yeter ki Kürtler ezilsin. Düne kadar Suriye ile kavga halinde, hala da kavga ediyor. Ama ‘gel diyor Kürtleri birlikte ezelim’ diyor. İran’a, Irak’a bu yönlü tekliflerde bulunuyor. Fırsat eline geçtiği zamanda birlikte katliamlarda yapıyorlar. Kürtler bunu bilmeli. Sömürgeci devletlerin başta da TC. olmak üzere varlıklarını, Kürtlerin yokluğu üzerine kurduğu gerçeğidir. Öyle ise Kürtler, bunu bilerekten kendisi içeresinde herhangi bir inanç, kültür, kimlik farkı gözetmeden mutlaka bu birliği sağlayabilmelidirler. Birliği sağlarlarsa o katliamcıların katliamlarını, engelleyebilirler. Bunun dışında da başka bir yol bulunmamaktadır.
Soykırımcı TC. katliamlarını kendisi yaptığı gibi bunu yaparken de işbirlikçilerini kullanmaktan geri kalmıyor. Onlardan da güç alarak katliamlarını yapıyor. Onun içindir ki Kürdistan’da yapılan tüm katliamlarda işbirlikçilik, hain güçlerde Kürdün kanına girmişlerdir. Öyle ise Kürtler, katliamlara karşı nasıl sömürgecilere, işgalcilere karşı mücadele edeceklerse aynı zamanda kendi içerisindeki işbirlikçilik ve hıyanete karşı da mücadele edebilmelidirler. Şunu unutmamalılar, Kürtler asıl katliamı direnişler bastırıldıktan sonra yaşamışlardır. Şex Sait isyanında, Ağrı’da, Dersim’de de böyle olmuştur. TC. böylesi güçlü bir katliama hazırlanıyor. Fırsat bulsa bunu şimdi yapacak. Yapıyor da. Ama daha büyüğünü, daha genişi yapmak için de koşulları yaratmak istiyor. Bunu yapmanın yolunu da PKK’nin imhasında/tasfiyesinde görüyor, Önder APO’nun ‘mutlak tecrit’ koşullarında nefes alamaz hale getirilmesinde görüyor. Eğer bunu başardığında da önüne koyduğu temel hedef olan büyük Kürt soykırımını yapmak için kendini hazır bir konumda tutuyor.
Tüm katliamlardan böyle sonuç çıkartmak gerekiyor. Bunu aslında her Kürt bilmektedir, TC. Devleti’ni iyi tanımaktadır. Şêx Sait, Seyit Rıza katledildikten sonra neden katliamlar gerçekleşti. Bunu da yaşayarak öğrenmişlerdir. Şimdi soykırımcı TC. Devleti’nin yapmak istediği de budur. Öyle ise bunlardan sonuç çıkartarak, katliamlara, katliamcılara ve işbirlikçilerine karşı kendini korumanın tek yolunun direniş, Önderliklerini korumak olduğunun bilinci ile hareket edilebilmelidir. Kürdistan’da bugün sürmekte olan sömürgeci-soykırımcı saldırıları bu şekilde değerlendirmek gerekmektedir.
Soykırımcı TC. Devleti, Kürdistan’da bir yandan gerillaya yönelik imha saldırısı yürütüyor diğer taraftan da Kürdistan topraklarının daha genişini işgal etmek istiyor. Diğer taraftan da Önder APO üzerindeki ‘mutlak tecrit’i derinleştirmiş bulunuyor. Hatta Önder APO üzerindeki ‘mutlak tecrit’i derinleştirmeyi de aşarak Önder APO’nun sağlığı ve güvenliğini gündemleştirerek, Kürdistan toplumun sinir uçlarıyla oynamaya çalışıyor. Bu, Kürde karşı en büyük katliamın, soykırımın dayatıldığı anlamına geliyor. Öyle ise bugün yaşanan Kürt katliamlarından çıkartılması gereken ilk sonuç ister Kürt ister Türkmen Alevi olsun isterse de Ortadoğu’nun herhangi bir halkı veya inancına sahip kim olursa olsun herkesin bu gerçeği görerek bugün Kürdistan’da TC. Devleti’nin soykırım saldırılarına, Önder APO üzerinde uygulanan ‘mutlak tecrit’e ve sağlığı, güvenliği üzerinde yaratılan muğlaklığa, kullanılan taktik nükleer silahlara, Rojava işgal saldırılarına buna göre anlam vermeleri ve tutum belirlemeleri gerekmektedir. Böyle bir yaklaşım içerisinde olunduğunda da Kürdistan’da yürütülen tüm saldırıların ve Önder APO üzerinde derinleşme sınırlarını aşan ‘mutlak tecrit’ in çok daha farklı boyutlara taşırılmasının asıl amacının Kürt soykırımı olduğu anlaşılacaktır. Eğer TC. bu amacına ulaşırsa kendisini başarılı görecek soykırımını tamamlamak için bugüne kadar yaptıklarını çok daha farklı boyutlara taşıracaktır. Kendini buna hazırlamaktadır. Bunu görerekten Maraş Katliamını 44’nci yılında değerlendirmek, TC. Devleti’nin Önder APO’nun sağlığı ve güvenliği üzerine yarattığı muğlaklık ile Kürdistan’da yürüttüğü soykırım ve imha saldırılarını değerlendirmek ona göre bir tutum ve davranışın sahibi olmak gerekmektedir.
Bu vesileyle Aralık ayında yaşanan; Maraş, Zindan, Roboski, Suruç, Ankara Gar Önü başta olmak üzere soykırımcı TC. Devleti’nin yaptığı katliamlarda yaşamını kaybedenleri saygı ile anıyor, tüm bu katliamlara karşı en doğru, en anlamlı cevap vermenin yolunun ne olduğunu gösteren Önder APO’yu saygı ile selamlıyorum. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin büyük ölümsüz şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.