DEM Parti Kadın Meclisi: İmralı kapılar açılmalı!

DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, "Barış, Kürt sorununda demokratik çözümün en önemli muhatabı olan Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kaldırılmasıyla olur. İmralı kapılarının açılmasıyla olur" dedi.

DEM PARTİ KADIN MECLİSİ

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi, yeni dönem mücadele hattını tartışmak için parti genel merkezinde bir araya geldi.

Kadın Meclis Sözcüsü Halide Türkoğlu, toplantının açılış konuşmasını yaptı. 

Rojin Kabaiş’i anarak konuşmasına başlayan Halide Türkoğlu, “Bunun hesabını sormak gerekiyor. Akıbetinin ne olduğu soruşturulması gerekiyor. Bu cinayetin aydınlatılması gerekiyor. Evet, Rojin ‘in cenazesine 18 gün sonra ulaşıldı. Kürdistan’ın her kentine, her mahallesine mobesseler kurarak neredeyse insanların evlerinin içini izleyen bu iktidar Rojin’i 18’inci günün sonunda buldu. Rojin’in kaybettirildiği ilk günden beri arama ve kurtarma çalışmalarının genişletilmesi gerektiğine yönelik defalarca çağrıda bulunduk. Wan Barosu Kadın Merkezi ve hak örgütleri günlerce çağrılarda bulundu. Bu çağrılara sessiz kalan, olay yerine bir hafta sonra termal kamera getiren, arama kurtarma çalışmalarını genişletmeyen bu iktidar Rojin’in ölümünde baş şüphelidir. Bu cinayet tüm yönleriyle soruşturulmadan, failler açığa çıkıp yargılanmadan bu davanın peşini bırakmayacağız. Tıpkı 23 Ağustos’ta katledilen ve 8 Eylül’de cansız bedeni bulunan Narin Güran’ın katliamından sorumlu olduğu gibi” dedi 

ERKEK YARGI KADIN KATLİAMLARINDAN SORUMLUDUR

Halide Türkoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bu ülkede kadınlar sokak ortasında katledilirken, bedenleri parçalanırken, bizler bu cinayetlerin üçüncü sayfa haberi olarak kalmasına asla izin vermedik, vermeyeceğiz. Sadece Eylül ayında 34 kadın katledilirken, çıkıp katledilen kadınlar için ‘Öldüren kadar ölenler de suçludur’ diyen zihniyet bu cinayetlerden sorumludur. Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i katleden fail için ‘sabıka kaydı yok’ diyerek meseleyi psikolojik tanımlarla açıklamaya çalışan zihniyet bu katliamlardan sorumludur. Tüm bunlar bir kez daha göstermiştir ki kadın cinayetleri politiktir ve fail tek bir kişiden ibaret değildir. Kadınları koruyan kollayan yasaları uygulamayanlar, İstanbul Sözleşmesi’ne saldıranlar, ‘Kadın katliamlarının İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaması ile alakası yok’ diyenler, bu zihniyeti besleyenler ve faillere beraat veren erkek yargı kadın katliamlarının sorumlusudur.

Siirt’te kayınpederi tarafından 15 yaşından beri sistematik bir şekilde istismara uğrayan Z.Ç.’nin 2003 yılından bugüne adalet haykırışı bunun en açık göstergesidir. Kayınpederi tarafından istismara uğruyor, hamile kalıyor, şayet konuşursa katledileceği söyleniyor ve kayıtlara geçen bu olayda tecavüz eden erkek beraat ediyor. Her şey alenen ortadayken faili beraat ettiren yargı, kadın cinayetlerini meşrulaştırmıştır. Yine Manisa’da Sudenaz Atak’a şiddet uygulayan ve 18 suç kaydı bulunan fail Yılmaz Akman’ın ilk duruşmada adli kontrolle serbest bırakılması, kadın cinayetlerine açık davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir. Yine Karabük’te katledilen Gabonlu üniversite öğrencisi Dina’nın 18 Ekim’de görülen davasında tek bir gelişme olmaması bu ülkede kadınların can güvenliğinin olmadığının göstergesidir.

Bugün özellikle Kürdistan’da genç kadınlar üzerinden yürütülen bu politikalar sonucunda onlarca kadın cinayeti yaşanmıştır. Musa Orhan ve onun gibiler hala elini kolunu sallayarak bu toplumda dolaşırken hiçbir kadının can güvenliği yoktur. Hakkâri’de genç kadınları tehdit ederek cinsel birlikteliğe zorlayan, uyuşturucuya sürükleyen, içerisinde üniformalıların olduğu çete elini kolunu sağlayarak dolaşmaya devam ediyorken kadınların can güvenliği yoktur. Harran Üniversitesi’nde, Munzur Üniversitesi’nde yaşanan istismar olayları bunun en açık göstergesidir. Harran Üniversitesi’nde genç kadınlar çeteler eliyle istismar edilmiştir. Özel evler tutulduğu iddia edilmiştir. İddia edilen olayın içerisinde kimler yok ki? Akademisyenler, şube müdürleri, daire başkanları…  Üniversite yönetimi bu iddialara karşı detaylı araştırma istemek yerine bunun üniversiteyi karalama kampanyası olduğunu söylemiştir. Kim niye üniversiteyi karalasın? Bu olayın üzerinin örtülmesine izin vermeyiz. Bu çetenin üyeleri derhal bulunmalı ve yargılanmalıdır.

Sizler Fatma Akbaş’ın çığlığını duymak, onun yaşamını korumak zorundasınız. Fatma Akbaş daha 19 yaşında bir üniversite öğrencisi. Başına gelenleri sosyal medya platformundan anlatıyor. Nasıl bir çetenin eline düşürüldüğünü, bir yıldır nasıl tehdit edildiğini anlatıyor. Anlatırken yaşadığı kaygı bedenine, sesine ve gözlerine yansıyor. Fatma’yı tehdit eden, genç kadınları tuzağa düşüren bu çete üyeleri hakkında derhal işlem başlatılmalıdır. Yaşanan bu olay tüm detaylarıyla araştırılmalı, bu çete üyeleri cezalandırılmalıdır. Fatma Akbaş’ın başına gelebilecek en küçük şeyden bu iktidar sorumludur. Genç kadınlarla dayanışmayı büyüterek Fatma’nın başına bir şey gelmesine asla izin vermeyeceğiz.

ETKİ AJANLIĞI TEKLİFİ DERHAL ÇEKİLMELİDİR

Bu çetele gücünü cezasızlık politikalarından alıyor. Bu çeteler erkek egemen iktidarın kadın düşmanı politikalarından alıyor. Bugün bu politikalarla ülke adeta bir çete-mafya devleti haline gelmiştir. Bakın çıkardıkları yasalarda bu çete-mafya-devlet anlayışını ortaya koyuyor. Bu ülkede yedisinden yetmişe adalet haykırışına kulaklarını kapatan Adalet Bakanlığı tepkiler üzerine kadınların evlendikten sonra da kendi soyadını kullanma hakkını gasp etme üzerinden hazırlanan 9. Yargı Paketi’nden çıkarmak zorunda kaldığı ‘Etki Ajanlığı’ düzenlemesini yeniden Meclis gündemine getirdi. Evet devletin güvenliği veya iç ya da dış siyasi yararları aleyhine hareket edenler ‘Etki Ajanı’ olarak suçlanacak. Bu kavramın alt metni sivil toplum örgütlerini, uluslararası kuruluşlarla çalışmalar yapan kadın kurumlarını, derneklerini, hak örgütlerini yani muhalifleri susturmak sindirmektir. İşledikleri suçları, adaletsizliklerinin duyulmasını önlemektir. Biz kadınlar buna izin vermeyiz. Bu teklif derhal geri çekilmelidir. 

YENİDOĞAN ÇETESİ ÜLKENİN NASIL CEHENNEME GELDİĞİNİN ÖRNEĞİDİR

“Yenidoğan Çetesi” bu ülkenin nasıl bir cehennem haline geldiğinin son örneğidir. Yeni doğan bebeklerin yaşamlarının nasıl hedef alındığının göstergesidir. Toplumun çöküşü için her gün yeni bir çete ortaya çıkıyor. Rant ve talan düzeni bebeklerin yaşamlarına kastetmiştir. Sağlık sisteminin nasıl çökertildiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kamu kaynaklarını sömürmek için bebeklerin yaşamına kıyan bu çete üyelerinin siyasi-devlet uzantıları derhal açığa çıkarmalı ve hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır. Kadınların nasıl doğum yapacağına kadar söz kuran Sağlık Bakanı derhal bu konuya dair açıklama yapmalıdır, hatta istifa etmelidir. Kadınların, bebeklerin, toplumun sağlığını bozmalarına izin vermeyeceğiz.

ONURLU BARIŞIN ÖNCÜSÜ BİZ KADINLAR OLACAĞIZ

Yaşadığımız coğrafyada Kürt halkına ve kadınlara düşmanlık üzerinden uygulanan savaş politikalarını iliklerimize kadar hissediyoruz. Ortadoğu’da halkları birbirine kırdırarak savaşı körükleyen kapitalist erkek egemen iktidarların savaşlarına karşı, halkların bir arada özgür ve eşit yaşamasına dönük en güçlü paradigmayı ortaya koyan Sayın Öcalan bu yüzden tecrit altındadır. Bugün kadına yönelik şiddet, katliamlar, kadın yoksulluğu tecridin derinleşmesinden bağımsız değildir. Bakın, daha 3 gün önce bu ülkenin 2025 yılı bütçesi açıklandı. Açıklanan bütçede savaşa ayrılan miktar 1 trilyon 608 milyar. Savunma harcamaları için 913,9 milyar lira, iç güvenlik için 694,5 milyar lira ödenek ön gördüklerini söylüyorlar. Açıkça söylüyoruz savaşa ayrılan bu bütçeyle öngördükleri şey tecridi derinleştirerek kadın katliamlarını meşrulaştırmaktır. Öngördükleri şey, kadına yönelik şiddeti ve kadın yoksulluğunu artırmaktır, kadın emeğinden daha fazla çalınmasının önünü açmaktır. Bu bütçeyi asla kabul etmeyeceğiz. Kadınların yaşamlarından çalınan bu bütçeye karşı bulunduğumuz her yerde en güçlü kadın muhalefetini yapacağız. Tarlalarda, fabrikalarda, evlerde, iş yerlerinde, mahallelerde kadınlarla en güçlü birlikteliği oluşturarak bu bütçeyi reddedeceğiz. Savaş ve şiddet politikaları karşısında onurlu barışı savunacak, bunu öreceğiz. ‘Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Savaşa Karşıyız’ şiarıyla hazırladığımız deklarasyonu tüm kamuoyuyla paylaşmıştık. Bu ülkeye gelecek onurlu barışın öncüsü biz kadınlar olacağız.

DEMOKRATİK ÇÖZÜM TECRİDİN KALDIRILMASIYLA OLUR

İyi bilinsin ki; Rojava Kadın Devrimi’ne saldırarak, Federe Kürdistan Bölgesi’nde işbirlikçiler eliyle ilhak ve işgal politikalarını hayata geçirerek barış olmaz. Kadın katillerini cezasızlık politikaları ile ödüllendirerek, kadınların haklarını ve kazanımlarını gasp ederek, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilerek, kadın yoksulluğunu gidermek yerine tecritte ısrar ederek, bu yoksulluğu derinleştirerek barış olmaz. Özgürlükten, barıştan yoksun olduğumuz sürece yoksul olacağız. Barış, Kürt sorununda demokratik çözümün en önemli muhatabı olan Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kaldırılmasıyla olur. Sayın Öcalan’ın toplumla koparılmak istenen bağının önündeki engelleri kaldırmakla, İmralı kapılarının açılmasıyla olur. Kadınlara, gençlere ve insanlığa karşı işlenen suçlar karşısında ‘Jin, jiyan, azadî’ felsefesiyle yüzleşmekle barış olur.

Bu toprakların en onurlu mücadelesini yürüten ve her türlü zulme rağmen onurlu barış demekten vazgeçmeyen Barış Anneleri’ne saldırmakla bu ülkede hiçbir şey inşa edemezsiniz. Bizler ‘Jin, jiyan, azadî’ felsefesini yaşamsal kılarak bu topraklarda onurlu barışı inşa edeceğiz. Afganistan’da Taliban rejimine karşı direnen kadınlarla, İsrail’in soykırımına karşı Filistin’de direnen kadınlarla, İran faşist molla rejiminin kadın düşmanı politikalarına karşı cezaevlerinde direnen kadınlarla, Rojava Kadın Devrimi’nin öncüsü kadınlarla dayanışmayı büyüterek bu topraklarda onurlu barışı inşa edeceğiz.

KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELEMİZ DEVAM EDECEK

Yapılan bu saldırılar aynı zamanda kadın özgürlük mücadelemizden ne kadar korktuklarının da göstergesidir. Çünkü kadın özgürlük mücadelemiz büyüdükçe erkek egemen iktidarları sarsılıyor. Şunu çok iyi bilin ki kadın özgürlük mücadelemiz devam edecek. Kazanımlarımıza saldırıları bu yüzdendir. İktidarları sarsılmasın, kadınlar toplumun öznesi olmasın diye cinsiyetçi kodlarıyla, medyasıyla, yargısıyla, eğitim modeliyle saldırmaya devam ediyorlar. Özellikle cinsiyetçiliği derinleştiren eğitim politikalarıyla toplumu dizayn etme çabalarına bir yenisi daha eklendi.  Öğretmenlerin nasıl giyineceği. Evet, bu ülkede eğitimdeki fırsat eşitsizliği, kız öğrencilerin okumasının önündeki engelleri her geçen gün artırırken, yoksulluktan dolayı eğitimler yarıda bırakılırken ve binlerce öğretmenin ataması yapılmazken bu iktidarın derdi öğretmenlerin nasıl giyineceği. Milli Eğitim Bakanı bir yandan Maarif Eğitim Modeli ile cinsiyetçi eğitim modelini hayata geçirmek isterken, diğer yandan öğretmenlere ‘Etkili Öğretmenlik için Dış Görünüm ve Giyim Kodları’ dersleri vereceklerini açıkladı. Tüm bu uygulamaların cinsiyetçi ve militarist politikalarla toplumu dizayn etme çabaları olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu uygulamanın hayata geçmesi demek kadınların daha fazla baskı altına alınması demektir. Eğitim emekçisi kadınların daha fazla mobbinge uğraması demektir. Milli Eğitim Bakanını uyarıyoruz; Haddinizi bilin. Eğitim emekçisi kadınların ne giyeceğine, nasıl giyineceğine karar vermek sizin işiniz değildir. Sizin işiniz; eğitimde bilimsel eğitim politikalarını hayata geçirmektir, kız çocuklarının okumasının önündeki engelleri kaldırmaktır, ataması yapılmayan binlerce genç kadın öğretmenin atamasını yapmaktır, özel okul öğretmenlerinin talebini yerine getirmektir. Tekrar ediyoruz bu uygulamanın hayata geçmesine izin vermeyiz. Eğitim emekçisi kadınlarla sonuna kadar dayanışma içerisinde olacak ve cinsiyetçi eğitim modeline karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Örgütlülüğümüzü büyüterek AKP-MHP faşizmini geriletmeye devam ediyoruz. ‘Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Örgütleniyoruz’ şiarıyla başlattığımız kampanya kapsamında yaptığımız çalışmalar temel motivasyon kaynağımızdır. Bir yandan örgütlenme mekanizmamızı hayata geçirecek, diğer yandan kampanyamızın her bir başlığında güçlü planlamalarla sahada olacağız. Nitekim kampanyamızın başlıklarından biri olan ‘Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Kadın Yoksulluğuna Karşıyız’ şiarıyla Muğla’da ev eksenli çalışanlar, kadın emeği pazarında çalışanlar ve kadın platformları ile bir araya geldik. Denizli’de tekstil işçisi kadınlarla bir araya geldik. Geçim sıkıntısını ve emek sömürüsünü konuştuk.  Dayanışmamızı büyüterek emek sömürüsüne karşı en güçlü örgütlülüğü oluşturacağımızın sözünü yineledik.

‘Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız kayyıma karşıyız’ şiarıyla 31 Ekim’de Adana’da 2 Kasım’da Mersin’de paneller, buluşmalar gerçekleştireceğiz. Bir yandan kayyım gerçekliği ile mücadele ederken Van ve Mardin Büyükşehir belediyemizi de kutluyoruz. Her gün yeni bir kadın yaşam merkezini açarak kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın özgürlük mücadelemize güç katmaya devam ediyorlar. Bugün gerçekleştireceğimiz Kadın Meclisi toplantısını da işte bu moral ve motivasyonla 25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele etkinliklerini en güçlü şekilde planlayacağımıza inancımızla biz kazanacağız, kadınlar kazanacak. Yaşasın kadın mücadelesi, jin, jiyan, azadî.”