Gözleri gibiydi gerilla Hüseyin

Gözleri kimseyi ayırmadan nasıl eşit dağıttıysa sevgisini, yoldaşlığını da ayırt etmeden, kimseyi ötelemeden, ötekileştirmeden sevdi gerilla Hüseyin. Güzeldi işte, gözleri gibiydi.

Seni hatırlıyorum. Utangaç, güler yüzlü, mütevazı ve fırtına yürekliydi gerilla Hüseyin. Gerilla Hüseyin’de kaybolmayan bir şey vardı. İlk değerlerin güzel bir taşıyıcısıydı o. Güzeldi işte Hüseyin. Gözleri gibiydi. Gözleri kimseyi ayırmadan nasıl eşit dağıttıysa sevgisini, yoldaşlığını da ayırt etmeden, kimseyi ötelemeden, ötekileştirmeden sevdi gerilla Hüseyin. Gerillaydı işte. Olması gerektiği gibiydi gerilla Hüseyin.

Bana kelimelerini emanet ettiğin ilk günden beri seni yazmam gerektiğini biliyordum. Seni utangaç bir şekilde gülümserken hatırlıyorum. Yağmur yağıyordu ve ben yağmuru çekmek için dışarıdaydım. Sen de bir ağacın altında durmuş, sırtında kocaman bir yük, tepeye tırmanıyordun. Kamerayı sana döndürdüm, gülümsedin. Sen bir gülüşe, gülüşse kameraya takılıp kaldı; ben ise alnından boncuk boncuk dökülen terlere. Belki o an gerillayı gerilla yapan tüm değerlere odaklanırken senin sesinle tekrar canlandım. “Kuzey dağlarına gideceğim, görüyor musun kendimi alıştırıyorum” dedin. “Önderlik Kuzey’e yönünüzü dönün diyor” dedin. Bu sözleri hala hatırlıyorum. Kuzey yolculuğuna çıkmadan önceki anı bile hatırlıyorum. Yağmurun verdiği bereketin inancıyla sana bakarken, senin başaracağına olan inancımı da tazeledim. Yoldaşlarına hiç “hayır” demeyişini, ilk gördüğün birilerine hemen tebessümle merhaba deyişini, bir sorun karşısında “hele bir de ben bakayım, hallederim” yapıcılığını hatırlıyorum.

Bahardı, yemyeşil bir güzellikte birçok gerilla ağaçlıkların altında oturuyordu. En arkada oturan ve dudaklarında tebessüm olan birine takıldı gözlerim. Anılarından bahseden bir yoldaşını dinliyordu hayranlıkla. Benim ona baktığımı fark etti ve hemen gülümseyerek ayağa kalktı. “Videomuzu çekmeye geldiğin belli, ben hazırım, kamerana alıştım” dedi. Tüm yoldaşların gülmüştü. Hevesle hemen açtım kamerayı. Gülümsedim. Kamerayı açtığımda, gerilla Hüseyin’in gözleri objektife takılıp kalmıştı. Ben onun her gerilla gibi Kuzey’e duyduğu hasreti dile getirmesini beklerken beni yanıltıp tekrar kendi ağırlığını ve özünü ortaya koymuştu. Objektife bakarken, dakikalarca öylece durmuştu. Sabırla bir şey demesini bekliyordum. Biliyorum; kendi akışındaki suyu hiç kirletmeden, kayalıklarda iz bırakmadan, incitmeden, bulutun kendi halindeki hareketliliği gibi narince konuşacaktı. Ben de onu dinlemeye dalıp, eski gerillaların kitaplarda anlatılan sohbetine uzanacaktım. Gerilla Hüseyin, kelimelerini sabırla nakşettiği yüreğinden özenle seçiyordu. Güzelliği anlatıyordu, gerçeği, olması gerekeni.

Gerilla Hüseyin Başkale, Kuzey dağlarına olan yolculuğuna başlamadan önce, evrene dağıttı cümlelerini. O, kendisini büyütene, emekle geliştiren, arındıran, yeni ve özgür yaşamı bahşeden PKK’ye minnetini sunuyordu her kelimede. Önderliğini özgürleştirme aşkıyla intikam dolu olduğunu, düşmana duyduğu öfkeyi anlatıyordu. O konuştukça PKK’nin yüceliğine tekrar şahitlik etmek onur veriyor, inanç büyütüyordu. İşte bu gerilla Hüseyin’di. Gerçekliği, duruşu, karakteriydi.

Kuzey dağlarına gidiyordu Hüseyin. Tıpkı taşa değmeyen bir su gibi yürüdü yoldaşlarının yanına. Onu, sesini ve kelimelerini hatırlıyorum. Yolun açık olsun gerilla Hüseyin Başkale.