Kalkan: Halk kaderini eline almalı

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan: Halk kendi kaderini eline alsın, bu rantçı soyguncu düzenden kurtulsun. Doğal afetlerin zarar veremeyeceği, mutluluk içinde yaşayan bir siyasi güvenlik düzeyine ulaşsın. Çabamız bunun için.

Depremzedeler ile yardımlaşma ve paylaşmanın büyütülmesini isteyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan, “Toprağa bağlılığın, demokratik sistemin, demokratik özgürlükçü yaşamın önemini daha iyi görmeliyiz. Kendi kaderimizi kendi elimize almalıyız” dedi. Bütün devrimci demokratik güçlere, demokratik siyaset çevrelerine çağrıda bulanan Kalkan, bu konuda öncülük etmeye, toplumun yaralarını sarması için hiçbir engel tanımadan, AKP-MHP yasaklarını aşarak seferberlik düzeyinde çaba yürütmeye davet etti. 

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlan ‘Özel Program’da gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu:

İMRALI SİSTEMİ VAR OLDUKTÇA KOMPLO DEVAM EDİYOR DEMEKTİR

Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo'yu saygıyla selamlıyorum. Evet, yeni bir 15 Şubat’ı daha geride bıraktık. Önder Apo bugünü ‘Kürt Soykırım Günü’ olarak ilan etti. Halkımız ‘kara gün’ dedi. Komployu protesto eylemleri her alanda güçlü bir biçimde gerçekleşti. Gerçekten de Kürt halkı ve dostları, tutumlarını ortaya koydu. Kuzey-Doğu Suriye'nin bütün kentleri, Avrupa'nın tüm alanları, dört parça Kurdistan ve yurt dışında tam bir komployu protesto, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü isteme eylemleriyle geçti. İnsanlar, komployla ve komplonun günümüzdeki devamı olan İmralı işkence ve tecrit sistemiyle yaşamak istemediğini açıkça ortaya koydu. Uluslararası komploya karşı Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için sokaklara çıkan, meydanları dolduran aslında kendi özgürlüğünü isteyen herkese teşekkür ediyorum, parti yönetimimiz adına.

Önemli bir tutum ortaya kondu. Şu görüldü ki 25. yıla layık bir mücadele yürütülecek. Giriş buna denktir. 15 Şubat'ı protesto eylemleri bu düzeyde oldu. Dolayısıyla 25. yıl mücadelesinin nasıl geçeceğini bize gösterdi. 24 saat dört parça Kurdistan ve yurt dışı eylemlilik halinde olacak. İmralı işkence ve soykırım sistemi sürekli protesto edilecek. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü istenecek. İmralı işkence ve soykırım sistemi parçalanmadan, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü sağlanmadan, kadınlar ve gençler, Kürt halkı ve dostları yemeyecek, içmeyecek, durmayacak, dinlemeyecek. Bu net bir biçimde açığa çıktı. Önemli bir durum gerçekten de.

Çeyrek asır oluyor. Size çeyrek asırlık mücadelenin sonuçlarını da yansıtıyor. İmralı'ya, işkence ve tecrit sistemine karşı mücadele Kürt halkında nasıl bir bilinçlenme ve örgütlenme ortaya çıkardı, Kürt özgürlük mücadelesini ne denli geliştirdi onu da gösterdi. Onun aslında bir finali gibi oluyor. Bu işte 15 Şubat'ı protesto eylemlerinde yaşandı ve yıl boyu yaşanacak. Kararımız bu. Şunu Hareket ve halk olarak çok iyi biliyoruz; İmralı sistemi varoldukça ve Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü sağlanmadıkça komplo devam ediyor demektir.

KADER GİBİ GÖRÜNEN DURUM AŞILDI

Komplo, Önder Apo'yu imha etmeyi ve ona dayanarak PKK'yi tasfiye edip Kürtleri soykırıma uğratma ya da Kürt soykırımını sonuca götürmeyi hedefledi. İşte 25 yıldır uğraşıyorlar bu amacı gerçekleştirmek için ama başaramadılar. 25 yıldır planları boşa çıktı. Onlar da devam ettiriyor işte. İmralı işkence ve soykırım sistemi ile ağırlaştırılmış tecrit saldırısı bunu açıkça ortaya koyuyor. Belli ki bu süreçte de devam ettirmek istiyorlar. Buna karşı da Hareket ve halk olarak gerçekten de tarihi bir direniş yürüttük. Geçmiş tarihi tersine çeviren bir direniş oldu bu. Derler ya makus talihi yenmek. Gerçekten de öyle oldu. Kürtlerin daha önceki kader gibi görünen durumları, Önder Apo, Hareketimiz ve halkımızın direnişi temelinde boşa çıkartıldı. Bu çok önemli bir durum. Yeni bir durum, yeni gelişmelere de yol açtı. 25. yılda bunlar sonuca gitsin istiyoruz. Hem hukuki hem siyasi mücadeleyi bu temelde geliştireceğiz, her tarafa yayacağız. Zaten 23 ay oldu, İmralı'dan hiçbir haber alınamıyor. Halk gerçekten de büyük öfke ve tepki içerisinde. Asrın Hukuk Bürosu da açıklama yaptı. 2022 yılının İmralı raporu deniliyor. Raporun özeti nedir? Yeni yıl boyunca mutlak bir iletişimsizlik uygulandı. Hiçbir bilgimiz yoktur. Sağlık güvenlik sorunları gündemdedir. Bilemiyoruz, deniliyor. Bununla sorumlu olan kurumlar açıklama yapmad. CPT’nin gittiğini söyledi. Geçen yıl da herhangi bir açıklama olmadı. Bu düzeyde bir tecrit de var. Baskı had safhada. Bunlar İmralı sistemini devam ettirmek istiyor. Komplocu güçlerin son bir çırpınışı gibi diyelim. Bu, 25. yılda değişecek. Bizim kararlılığımız bu temelde, buna göre de mücadele yürüteceğiz. 25. yılda “artık yeter” diyoruz tümüyle. İmralı duvarlarının parçalanmalı, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü sağlanmalı. 

Umut ediyoruz, herkes buna uygun yaklaşım gösterir. Hukuki çevreler, siyasi güçler komplodan yana olmuş, komploya destek vermiş olanlar da, komploya karşı durmuş olanlar da durumu yeniden yeniden değerlendirir. Komplodan sorumluluğu olan güçler çeyrek asrı değerlendirsinler. Onlar bir halkın soykırımını yürütme içinde oldular. Bu çok açık. Herkes görüyor bunu. Ne istiyorlar Kürt halkından, onun özgürlük iradesinden, Önder Apo’dan. Artık biraz vicdanlı davranabilirler, tarihi hatalarını, yanlışlarını gidermek üzere durumlarını gözden geçirirler diye umut ediyoruz.

KOMPLOCU ZİHNİYET VE SİYASETİN YIKILACAĞI YIL

Ecevit, “Apo'yu niye verdiler anlamadık”demişti. Boyunlarına bir değirmen taşı geçirildi ve ne hale geldiler ortada. Anlar gibi göründüler başta fakat anlamadıklarını, çok fırsatçı, faydacı yaklaşım içinde olduklarını bu geçen sürede ortaya koydular. Akıllı bir tutum çıkar mı ortaya? Belli oluyor ki bazı zihniyet ve siyaset yıkılmadan olmayacak bu.

25. yılı komplocu zihniyet ve siyasetin yıkılacağı yıl olarak ilan ediyoruz. Esas olan mücadele tabii. Bizim mücadelemiz, halkımızın mücadelesi, kadınların, gençlerin mücadelesi. Başta gerilla olmak üzere devrimci demokratik dostlarımızla birlikte tüm Türkiye halkları ve insanlıkla birlikte Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini ortadan kaldırmak için, İmralı işkence ve soykırım sistemini parçalamak için ayağa kalkmak. 25. yılı böyle tanımlıyoruz. Bunu geliştirdiğimiz ölçüde sonuç alacağız. Buna inanıyoruz. Bu temelde, bir kere daha halkımızı, eylemliliklerini selamlıyorum. Tüm halkımızı ve dostlarımızı da 25. yıl mücadelesine yakışır düzeyde bir özgürlük direnişini Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü temelinde yıl boyu geliştirmeye çağırıyorum.

TOPLUMUN ÜZERİNE FELAKET ÇÖKTÜ

Biz 15 Şubat komplosu ve bunun günümüzdeki devamı olarak İmralı işkence ve soykırım sisteminin parçalanarak; Kurdistan'ın özgürlüğü, Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlama mücadelesini geliştirmekle uğraşırken, buna odaklanmışken 6 Şubat sabahı deprem faciasıyla yüz yüze geldik. Çok ağır bir durum. Geniş bir alanı içine aldı. Kurdistan ve Türkiye'de 11 kent, Suriye'nin 4-5 kenti var. Ta Kahire'ye kadar uzanıyor Doğu Akdeniz'in kıyısında. Çok geniş bir sahaya yayılmış, şiddeti çok yüksek olan bir facia. Doğal afet deniliyor. Toplumun üzerine bir felaket gibi çöktü. Nedeni ne olursa olsun çok ağır sonuçları var. İlk günde Hareketimiz, eşbaşkanlığımız açıklama yaptı. Hem acılarını paylaştı halkımızın hem de bu faciaya karşı tutum ne olmalı, nasıl mücadele edilmeli çağrısını yaptı. Bu temelde bir seferberlik de oldu. 10. günü aşıldı. Yani önemli bir süre idi. Kurtarma çalışmaları devam ediyor dense de neredeyse sona erdi, diyelim. 

Bu temelde de öncelikle hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara şifa diliyorum. Kurdistan, Türkiye ve Suriye halklarımızın acılarını paylaşıyorum. Depremden zarar gören insanlarımıza direnç diliyorum. Dayanışma ve paylaşım içerisinde olmanın yaşatacağını belirtiyorum. Sonuçlar çok ağır. Ayrıntılı bilgimiz olmasa da yani basından takip ettiğimiz kadarıyla gerçekten sonuçlar ağır. Bölgeyi de tanıyoruz. Biz de o toprakların çocuğuyuz. Burada doğup büyüdük. Büyük kısımlarını da somut olarak tanıyoruz. Ağır kış koşulları durumu daha da ağırlaştırdı. Kara kış ortasında böyle bir facia geldi. Bir de geniş bir alan. Yaklaşık 20 milyon insanın yaşadığı alan denebilir.

HERKESİ ETKİLEYEN BİR OLAY

Sadece TC sınırları içi için konuşuyorum. Suriye’den Kahire'ye kadar olan yer biraz daha farklı. Bir de Arap, Kürt ve Türk nüfusun en hareketli olduğu bir alan. Kürt nüfusun en dinamik olduğu bir alan. Yerleşik nüfus kadar hareketli nüfus da var bu alanda. Dolayısıyla bu zararı daha çok artırdı. Kayıpları daha fazla arttırdığı anlaşılıyor ki bu da doğal bir durum.

Mevcut haliyle bilançolar veriliyor. Tabii çok yeterli, inandırıcı görülmüyor. Eleştiriler var, tartışmalar var. Zayiatı çok daha ağır oldu. Anlaşılıyor ki ne kadar kesin rakam çıkartılacak, o da belli değildir. Böyle bir şey açısından netleştirilmesi zor olan bir saha. Dedim ya nüfus hareketliliğinin çeşitli nedenlerle çok yoğun olduğu bir alan. Ekonomik nedenler, siyasi/askeri nedenler, güvenlik nedenleri vesaire nedenlerle sınır kesişim yeri olması nedeniyle çok hareketli olunan bir saha. Biz umut ediyoruz; bazı verilen rakamlar kadar olmaz. Maddi hasar giderilebilir. Bazı kaygılar var. Hastalık olabilir işte, soğuktur, yokluk var, insan onları aşabilir. Nasıl aşarız diye çözüm üretici yaklaşım içinde olmak lazım. Aşılabilir. Tabii burada önemli olan hayatını kaybedenlerin bazı verilen rakamlar kadar olmamasıdır. Ağır bir durum, yani her şeyi etkileyecek bir durum belli ki. Sonuçları da değişik düzeylerde ortaya çıkacak. Öyle herkesi hemen hemen her biçimde etkileyen bir olay.

HÜKÜMETE RAĞMEN DAYANIŞMA

Belli bir dayanışma toplumumuz içinde oldu. O dayanışma gösteren herkese teşekkür ediyorum. Dıştan da dayanışma görüldü. Fakat TC devleti hep esas alındı. Oysa bu devletin Kürt politikası biliniyor. AKP-MHP'nin Kürtlere yaklaşımı da biliniyor. Bazı çevreler doğrudan yerel güçlere, topluma yardım yapmayı deneyebilirlerdi. Nitekim açık tutum ortaya koyanlar oldu, ayrımcılık yapılıyor diye işte Kürtlere, Alevilere, devrimci demokratik sol çevrelere. Ayrım yapılıyor. AKP-MHP yönetimi zaten topyekun bir faşist saldırı yönetimi, imha yönetimi, terör yönetimi, tutumunu, politikalarını deprem üzerinden de uyguluyor.

Toplumsal dayanışmayı, toplumsal hareketliliği engellemeye çalışan tutumlar var. O halde bir çok çevre bunu dikkate alabilirlerdi. Ben bir kere daha tüm halkımıza derinden geçmiş olsun dileklerimi ifade ediyorum. Gerçekten bunun acısını, bilince, örgütlülüğe, dayanışmaya ve bu temelde demokratik mücadeleye ve kurtuluşa dönüştüreceğiz.

1976 ÇALDIRAN DEPREMİ HATIRLATMASI

Şunu ifade edebilirim; 1976 kışında Van/Çaldıran depremi biz daha ülkede bir grup haline gelmeye adım attığımız dönemde ortaya çıkmıştı. Bütün Kürt illerinden beşer-onar kişilik gruplar o depreme gitti, çalıştı. Antep'ten Haki arkadaş gitti ve koordine etti. O deprem çalışmalarını bir Hareketimiz adına, onun sonuçları üzerine üzerinde yürüttüğümüz mücadele bizi partilileştirdi.

Bu depremin ağır sonuçlarına karşı yürüteceğimiz mücadeleyle de zafer kazanmayı, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü temelinde özgürlüğü ve demokrasiyi kazanmayı hedefliyoruz. Yapabiliriz, başarabiliriz. Doğru yaklaşım kesinlikle bu oluyor. İşte 45 yıl önce bir deprem sırasında biz yani Hareket haline geliyorduk. Adım atıyorduk mücadeleye. Şimdi bu tabii çok daha ağır bir deprem. Sonuçlarına karşı tüm gücümüzle mücadele edeceğiz. Sonuçlarını hafifletmek, halkımızın acılarını dindirmek, zararları telafi etmek bir daha böyle ağır sonuçlar veren felaketleri yaşamaz hale kendimizi getirmek için Hareket ve halk olarak ne gerekiyorsa onu yapacağız, mücadele edeceğiz. Doğru tutumun bu olacağına inanıyoruz.

DEPREME UYGUN BİR YAŞAM İNŞA EDİLEBİLİRDİ

Nedenleri üzerinde çok tartışıyor bilim insanları. Tartışmalar biraz daha iyidir. Tabii, siyaseti ilgilendiren kısımlar üzerinde siyasi mücadeleyi yürüten güçler olarak bizim de söyleyeceklerimiz var. Bu alan bir deprem bölgesiymiş. Fay hattı deniliyor işte. Yani Akdeniz'den çıkıyor. Malatya Diyarbakır'a kadar bir kavis yapıyor, deniliyor. 500 yıllık bir enerji birikimidir, yani deprem nasıl oluyor? Doğal afet de deniliyor. Yerin altındaki enerji birikiminin patlaması yer kabuğunu kırıyor. O da büyük sarsıntıya yol açıyor işte. Bilmem ne kadar atom bombası gücünde bir patlama olmuş bu. Benzeri aynı şeyde 500 yıl önce görülmüş diye söyleyenler var. Biz ise takip ediyoruz fakat şunu bilmiyoruz; yerin üstünde yaşananlar, yerin altındaki bu enerji birikimini nasıl ve ne kadar etkiliyor, etkiliyor mu? Çünkü doğa tahrip ediliyor, doğanın dengeleri, dengesi bozuluyor. Doğal imkanlardan faydalanma değil o, onu kasıtlı tahrip etme, kemirme biçiminde bir sistem var. İktidar ve devlet sisteminin geldiği düzey bu. Kapitalist modernite kesinlikle bu düzeyde. Dolayısıyla yer üstünde olanlar acaba yerin altını ne kadar etkiliyor? Çünkü Önder Apo savunmalarda bunları inceledi. Açıkça uyardı herkesi. Doğanın canlılığından söz etti. Enerji birikimi ve akışından, ısı değişiminden söz etti. Doğayı bu biçimde tahrip edilir. Doğanın yasalarıyla oynanırsa o da kendi kurallarıyla intikam almasını bilir, dedi. Acaba gerçekten de lafının söylediği intikam mı gerçekleşiyor? Ama bu yani bu yörenin insanından niye çıktı? Kuşkusuz o insanlarda bu doğayı böyle yapmıyorlar ama bu kadar ağır zayiat olduğuna göre bunu yapanlar var.

Peki bu insanlar niye bu baskıya, sömürüye, doğayı bu kadar tahrip eden yaklaşımlara karşı durmuyor, mücadele etmiyor. Bu tehlikeleri görmüyor ve onu engellemek için mücadele etmiyorlar. O söylenebilir tabii yani. Öyle bir durum olabilir. Yok oluyor yani. Şimdi buranın da bir deprem bölgesi olduğu biliniyor. Fay hattını bile bile bu kadar yıkım yaşanmış, hiçbirinin ruhsatı yok. Rant için her şeye göz yummuş. Tayyip Erdoğan'ın geçmişteki konuşmalarını veriyor televizyonlar. Hatay’da şöyle çözdük, Malatya'da böyle çözdük, Adıyaman'da şöyle çözdük, sorunları ortadan kaldırdık, diyor. Şimdi deprem hepsini yalanladı. Çözümü filan yok. Bol bol rant dağıtılmış yani. Aslında deprem bir doğal afet tabii. Doğanın kendi yasalarıyla oynuyor. Depreme göre tedbir almamak, ona göre yaşamamak bu faciaya, bu kadar ölüme, yaralanmaya yol açıyor dolayısıyla. Yani depremi önleyemeyiz. Niye deprem oldu diyemeyiz fakat deprem öngörülebilirdi. Deprem gözlemlenebilirdi. Bilim bu düzeye gelmiş, bir iki depremin zayiatını en aza indirecek tedbirler alınabilirdi. Depreme uygun bir yaşam inşa edilebilirdi. Şimdi bunları önleyebiliriz, değiştirebiliriz. Öldürücü olan bu depremi önleyemeyiz ama zararlarını aza indirebiliriz. Bu mümkün. 

SİSTEM, ZARARI AZAMİYE ÇIKARIYOR

İşte rantçı sistem bu sömürücü sistem, gözü dönmüş ve bu doğayı tahrip eden sistem, değil bir depremin yol açabileceği zararı aza indirmek azamiye çıkarıyor. Azamiye çıkarıldığını bu depremde gördük işte. Yani bütün şehirler öyle. Adıyaman'dan Maraş'a, Malatya, Diyarbakır'a, Antep, Hatay, Osmaniye, Adana'ya kadar uzanan hattaki yaşananlar bunu net gösterdi. hiç deprem bölgesine uygun bir yerleşim var mı? O halde demek ki suçlu deprem değil, suçlu depreme göre yaşamı inşa etmeyenlerdir. Tabii yaşamın bu biçimde düzenlenmesini planlayan, yürüten bir de sistem var. Devlet ve iktidar sistemi. Onlar yapıyorlar, toplumlar da böyle bir devlete, iktidara yol açıyorlar, yol veriyorlar; vermemeleri lazım, vermemeliler. Sorumlu tutmalılar. Sorgulamalılar yani. Devlet rant gücüdür, sömürü gücüdür. Başka şey düşünmez. Nerede devlet diyorlar. Depremin sonrasında şu kadar inşa edeceğiz, şöyle yaptırım edeceğiz diye sermaye çevreleri ellerini oluşturuyor, yeni kazanç kapıları geldi diye. Orada işte devlet nerede demek yerine kendi yaşamımız üzerinde denetimimiz nerede, demeliyiz. TC iktidar ve devlet sistemi nedir? Bunun Kürt yaklaşımı ne? İnşa edilen yaşam ne durumda? demeliyiz. Deprem birçok gerçeği yalın bir biçimde açığa çıkardı. Şimdi bir yandan tabii depremin acı ve ağır sonuçlarını gidermeye çalışırken, bir yandan da bu gerçekleri dikkate alıp düzeltip bundan sonrasını doğru inşa etmeyi de başarmalıyız, bilmeliyiz.

TÜM GÜÇ DEPREM İÇİN SEFERBER OLSUN DİYE

Depremin sonuçları ağır, kapsamlı. Bu sonuçlar üzerindeki tartışmalar zaten şimdiden başladı. Ağırlığı gittikçe daha çok hissedilir. Hissedilen ne kadar anlaşılır, düzeltilir ayrı bir konu. Şunu açığa çıkardı; maskeleri düşürdü, gerçekleri çok yalın bir biçimde ortaya koydu. Acaba bundan gerekli dersi çıkarabilecek miyiz? Böyle yakınmak, şikayet etmek, ağlayıp sızlanmak değil de gerçekten nedenleri ve sonuçları üzerinde iyi düşünüp kafa yorarak yani bu sonuçları iyi analiz edip onun nedenlerini bularak giderebilecek miyiz? Nedenleri giderip böyle sonucun bir daha ortaya çıkmamasına yol açabilecek miyiz? Önemli olan bu. Bu bakımdan tabii durum ciddi. İfade ettim ben. Hareketimiz ilk anda durumun ağırlığının farkına vardı, çünkü bölgeyi çok iyi tanıyor. PKK orada partileşti. Burası devrim sahası aynı zamanda. PKK’nin ilk Kurdistan'da grupla açtığı sahaların merkezi de oluyor yani. Dolayısıyla yönetimimiz çok iyi tanıyor alanı. Durumun ağırlığının farkına hemen vardı ve açıklamasını yaptı, çağrılar yaptı, halkı dayanışmaya, paylaşıma çağırdı. Devrimci demokratik güçleri depremin sonuçları üzerinde mücadele etmeye, seferber olmaya çağırdı. Bu düzeyde de bir şey oldu. Durumun ağırlığını gördükçe daha çok gücünü depremin sonuçları üzerinde seferber etmek için 5. günü bir eylemsizlik ilanında bulundu. Öyle bir karara ulaştı ki, tüm güç daha çok depremin sonuçlarını telafi etmek üzere seferber olsun diye. Bu da çok önemli bir durumdu, karardı. Buna göre de devam ediyor yaklaşımlarımız. Tüm gücümüzü seferber ediyoruz. Halkımız önemli bir dayanışma içerisine giriyor. Hepimiz bunun ağırlığının farkındayız. Bu acıyı da yaşıyoruz fakat sadece acı yaşıyoruz demek, sabır dilemek yetmiyor. Doğru anlayıp giderici olmak lazım. Onun üzerinde de yoğun duruyoruz, çalışıyoruz.

HALK KENDİNİ BU SOYGUNCU DÜZENDEN KURTARABİLSİN

45 yıl önceki Van depreminin sonuçları üzerinde nasıl durduysa, böyle bir halk iradesini, inisiyatifini, özgürlük mücadelesi temelinde ortaya çıkardıysa şimdi de bu depremin sonuçları üzerinde aynı sonuçları güçlü bir biçimde ortaya çıkartmak istiyoruz tabii. Öyle ki halk kendi kaderini eline alsın, bu rantçı soyguncu düzenden kendisini kurtarsın. Hiçbir doğal afetin zarar veremeyeceği imkanları iyi kullanan, paylaşan, yani mutluluk içinde yaşayan bir siyasi güvenlik düzeyine ulaşsın. Çabamız bunun için. Bu temelde çabalarımızı yoğun ulaştıracağız biz.

Tabii bunun siyaset üzerindeki etkisi nasıl olacak? O biraz daha böyle karmaşık gözüküyor, çünkü ilginç bir şey oldu. İlk iki gün hükümet hiç hareket edemedi. Örneğin Tayyip Erdoğan hiç görünmedi. Yani şok mu geçirdi, ne yapacağını mı bilemedi yoksa başka hesaplar mı yaptı bilmiyoruz ama bu iki gün önemliydi. İşler koordine edilemedi. Bir çok çevre de dikkat çekiyor. Onun için kurtarma çalışmaları hızlı, erken koordineli gelişmedi. Bu önemli bir durumdu. Ardından üçüncü gün birdenbire meydana çıktı ve sanki hiç deprem olmamış gibi sağı solu suçlayarak, hakaret ederek, kendi başına kararlar alarak, kendi dışında herkese yasak koyarak, yeni bir şey süreç geliştirmeye çalıştı. Olağanüstü hal ilan etti. AKP-MHP dışındaki bütün kurumların, partilerin, derneklerin yardımlaşması toplumun birbiriyle dayanışmasını yasakladı. Hala yasak koyuyor. Ayrımcılığı geliştirdi, ondan sonra işte tek tek yetersizlikleri dönük eleştiri yapanlara ağır saldırı yürüttü.

Şimdi ardından bir yılda şu kadar bina yapacağız, 6 ayda şu kadar, şu kadar para vereceğiz, dedi. Kan parası dağıtmaya çalışır gibi bir durumu var. Telaş içerisinde suçüstü yakalanmış gibi. Yani adeta suçunu böyle para dağıtarak, hakaret ederek, yasak koyarak üstünü kapatmaya çalışır durumu var.

DEPREMİ DE TEKELCİLİĞİ, TERÖRÜ VE RANTI İÇİN KULLANACAĞA BENZİYOR 

Bu olağanüstü hal nereden ortaya çıktı bilemiyoruz. Halbuki öyle bir şey değil. Afet bölgesi ilan edilip yardımlaşma olabilirdi. Şunu beklerdi insan; aslında bu depremi AKP, Tayyip Erdoğan kendisi için daha olumlu kullanabilirdi. Bu kadar tek başına diktatörce yönetti. Bu kadar suçun, rantın sahibi oldu. Bu deprem vesilesiyle biraz daha toparlayıcı herkesi katıcı, birleştirici olarak o geçmiş şeyleri hafifletebilirdi. Ki deprem bir fırsat verdi, aslında insan bekliyordu ki böyle değerlendirebilir. Geçmişte yaptıklarını biraz affettirebilir topluma, siyasete. Dolayısıyla da kendisini kurtarabilir. İşte üçüncü günden itibaren geliştirdiği yaklaşımlar, politikalar hesabının hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Öyle bir tutum yok. Tersine daha fazla tekelcilik, daha çok şiddet, daha fazla muhalefeti susturma. Yani depremi kendi tekelciliğini ve baskı/sömürü terörünü, rantçılığını daha çok geliştirmede, uygulamada kullanacağı benziyor. Bana bir yıl zaman verin, iki yıl zaman verin, diyor. Niye versinler zaman? 14 Mayıs'ta seçim olacak. Normal zamana göre Haziran bir seçim olur. Belki iktidardan düşersin. Hiç bunlardan söz etmez hale geldi. Sanki bu dünya da TC sınırları içinde sadece Tayyip Erdoğan var. Allah Tayyip Erdoğan'ı göndermiş, benim, bana verin, ben bilirim, ben yaparım, diyor. Herkes senin kadar düşünebiliyor. Bu kadar bireycilik, bencillik. Hitlercilik buna deniliyordu. Başka neye denilebilir? Ortada ne parti var ne hükümet var. Bir kişi var.

OHAL ORTAMINDA SEÇİM OLUR MU?

Aynı tutumu Devlet Bahçeli de gösteriyor. Zaten biraz da Tayyip Erdoğan’ın bu yönlü hep tahrik ediyor, teşvik ediyor. Ağzından kan kusuyordu. İlk deprem günü bir şey diyemedi. Bir hafta geçmeden, Grup konuşmasında herkese saldıran bir tutumda oldu. Ne oldunuz yani? Babanızın malı mıdır? Yani sadece siz mi varsınız? Diyorsunuz bilmem 80-90 milyon insan. Peki diğer insanların inisiyatifi, varlığı nerede? Hiç mi onların şeyi yok. Böyle diktatörlük olmaz yani.

Öyle anlaşılıyor ki baskı şiddeti daha çok arttıracaklar. Yani kendilerine rant kapısı açılmış birçok yer inşa ediyoruz diye rant yapacaklar. Birçok sömürü alanı ortaya çıkaracaklar. Yandaşların böyle ağızlarını sulandırıyor, o anlaşılıyor. Bunun için de siyasi baskıyı, askeri baskıyı, terörü sürdürecekler. Üç ay OHAL ilan ettiler. Seçimi buna dayanarak ertelemeyi gündeme getirdiler. Bazılarını böyle tartışılır kıldılar. Baskıyla, olağanüstü halle hileler yaparak biz kazandık, diyecekler. Bu ortamda, OHAL ortamında seçim mi olur? Olmayacağı çok açık. Biz daha öncesinden de hep söylüyorduk bu AKP henüz seçime tam karar vermiş değil. Şimdi depremi seçimi engellemek için bir vesile yapmaya çalışıyor. Bu yaklaşım gözüküyor. Öyle yapabilirler. Baskıyı, terörü daha çok artırabilirler, savaşı dayatabilirler bunun devamı olarak.

KENDİ SUÇUNU DAHA DA AĞIRLAŞTIRACAK

Gerçekten de o kendini aftettirecek, biraz suçunu azaltacak. Bir yönde kullanabilirdi bu durumu. Belli ki öyle kullanmıyor. Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli'nin de yönlendirmesiyle, kendi suçunu bu biçimde daha çok ağırlaştıracak. Depremi de kendisi için bir lütfa dönüştürüp iktidar ömrünü biraz uzatmaya çalışacak. Buna fırsat vermemek lazım. Bunu yapamaz. Depremin sonuçları, AKP-MHP faşizminin gerçeğini ortaya koydu, maskesini düşürdü, ne olup olmadığını herkese gösterdi. Hiç kimse başka şeye inandıramaz. Ne içeride ne de dışarıda öyle. Bazıları kazanç sağlamak, sömürüden pay almak için kendine böyle güler yüz gösteriyor ama bu sanılmasın ki Tayyip Erdoğan'ı çok seviyorlar ve hep destek verecekler. O bakımdan kurtulamaz. Enkazın altında hükümet kaldı, diyorlar. Doğru. Bu sonuçtan AKP'nin rantçı politikaları, yerleşim politikaları sorumlu. 20 yıldır bunları inşa etti ve hepsi bunun sonucu olarak ortaya çıktı. AKP-MHP hükümeti sorumlu, hesap verecek. Bunu bilmemiz lazım. O bakımdan da ne yapsa da kalkamaz altından. Deprem onu da daha ağır bir biçimde yıkacak. Akıllı olur, şiddeti azaltır ise belki kendisine de yer bulur. Öyle yapmazsa kendisi için çok daha ağır sonuçlar ortaya çıkartacak duruma götürebilir. Bir uyarı olarak belirtelim biz.

KİMSE AKP-MHP’NİN ENGELİNİ TANIMAMALI

Diğer siyasi güçlerin durumu önemli. Burada tabii daha aktif olmalıydılar, kısmen öyleler ama daha aktif olmalılar. Kendileri de bir yönetimdir, her partiyle bir araya gelmişler, geliyorlar işte. İttifaklar kurulmuş, bu ittifaklar rol oynamalı. Bir yönetim güçleri var. Depremin etkilerini azaltmak için daha iyi bir çalışma seferberliği geliştirebilmeliler, fakat bu da görülmedi. Çok zayıf oluyor. Daha ileri olması lazım.

Emek ve Özgürlük İttifakı belli bir çaba içinde oldu. Onlar da biraz sonradan ağırlığını fark ettiler. İyidir yine de. Engelleniyor. Hiçbir muhalefet de, Emek ve Özgürlük İttifakı da, çeşitli dernekler, kurumlar, yardımlaşma kurumları da AKP-MHP faşizminin engellerini kesinlikle dinlememeliler. Birçok yerde kendilerinden oldu mu dernek yardımı yapabiliyor, başkası yapamıyor. Her şeyi kendilerine göre yapıyorlar. Böyle olmaz, izin vermemeliler buna. İşte burada derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının, partilerin, toplumsal kesimlerin tutumları önemli, toplumun tutumu önemli. Böyle bir durum karşısında, hep devletten bekleyen bir tutumda olurlarsa, hep yakınan, acıyan, isteyen tutumda olurlarsa bir şeyi elde edemezler. Tam tersine hiçbir engel tanımadan bu kurumlar, dernekler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, partiler, yani toplumun içine girmeliler. Toplumun acılarını paylaşmaları toplumun yaralarını sarmalılar. Tam bir seferberlik olmalı, bir dayanışma süreci olmalı. Toplumsal örgütlülük gelişmeli.

TOPLUMSAL DAYANIŞMA VE PAYLAŞIMIN ÖNEMİ ORTAYA ÇIKTI

Toplum için de şunu diyebilirim; gerçekten de toplumsal dayanışma ve paylaşımın büyük önemi ortaya çıktı. Demokratik toplum olmanın, demokratik ulus olmanın, devlet yerine demokratik konfederalizm sistemini geliştirmenin ne kadar önemli olduğu açığa çıktı. Bunları net görelim. Bu anlamda zengin dersler çıkaralım. Kendimizi eğitelim. Eğitimsizlik olduğu görülüyor. Bundan biz de sorumluyuz. Herkes sorumlu. Toplum doğru bir bilinç içinde olmalı. O şehirlere bu kadar birikmiş olanlar köylere doğru gidebilirler. AKP-MHP'nin istediği taraflara değil de köylere. Köy toplumu kesinlikle yerini, yurdunu terk etmemeli. Bazı aileler, toprağımızı terk etmeyeceğiz, diyor. Çok doğru, etmemeliler. Deprem gibi afetlerin kendilerini öldürmeyeceği bir yaşam sistemi kurabilirler. Böyle olmalı zaten.

Toplum yaşamını dayanışmayla daha iyi kurabilirler. Yani o kapitalizmin cilalanan, böyle hep şehvet uyandıran şeyleri yaşam değildir. Oraya koşmamak lazım. O bakımdan da toplumumuz dirençli olmalı.

DEPREMZEDELERLE DAHA FAZLA DAYANIŞMA

Bütün alanlarda, dört parçada, yurt dışında depremzedeler ile daha çok yardımlaşma, paylaşma olmalı. Ama bunu bir bilinçlenme ve örgütlenmeye de dönüştürmeliyiz. Gerçekten de toprağa bağlılığın, demokratik sistemin, demokratik özgürlükçü yaşamın önemini daha iyi görmeliyiz. Kendi kaderimizi kendi elimize almalıyız. Yaşamımızı kendimiz belirlemeliyiz. O toplum böyle bir irade kazanmalı, bunu sağlayacak bir örgütlülüğe ulaşmalı. Bunlar olmazsa olmaz. Çağrımız bu temelde halkımıza.

Bütün devrimci demokratik güçlere, demokratik siyaset çevrelerine çağrımız da; bu konuda öncülük etmeleri, toplumu bilinçlendirmeleri, toplumun yaralarını sarmaları için gerçekten de hiçbir engel tanımadan, AKP-MHP yasaklarını aşarak seferberlik düzeyinde çaba yürütmelidirler. Halkımızın acılarını bir kere daha paylaşıyorum ama böyle yaklaşırsak acıları erken dindirir, daha hızlı aşarız diye düşünüyorum.

EYLEMSİZLİK KARARI DOĞRU BİR KARARDIR

Depremin merkezi ve vurduğu alanlar, PKK’nin kurulduğu alandır. Çok iyi tanıdığı coğrafyadır. Yani depreme maruz kalan kitlenin yüzde 70’i Kürt’tür. Kürt toplumunun en yurtsever kesimlerdir. Bu anlamda da acılarımız çoktur. Bütün bunların bilinciyle, yani Hareketimiz ortak bir fırsat, imkan yaratmak, bu kadar acının yaşandığı bir ortamda savaşı hala sürdürmenin doğru olmadığına karar verdi ve tek başına karar aldı. Çağrı yaptı, herkese çağrısı oldu. Yani bu doğal bir durumdur, insani bir durum, vicdani bir durum, yürüttüğümüz demokratik siyasetin gerektirdiği bir durumdu. Bu bizim çizgimizle de bağlantılı. Bazı çevreler de böyle değerlendiriyorlar. Doğru değerlendirme, böyle bir yaklaşım, olay gelişme karşısında böyle bir tutum almamız doğaldır. Depremin sonuçları üzerinde mücadeleye seferber olmamızla bağlantılı. Onun bir parçası olarak bunu geliştirdik. Tabii birkaç hedefi vardır bunun. Muhatapları çeşitli. Ne kadar yerini buldu, benimsendi; burası önemli.

AKP-MHP HÜKÜMETİ DİKKATE ALMADI, SALDIRIYOR

Bir muhatap hükümetti. Biz mevcut hükümet ve devlet sistemiyle mücadele halindeyiz, savaş halindeyiz. AKP-MHP faşizmi depremin vicdani etkisine bizim gibi ulaştı mı? Ulaşmadı. Evet, biz tek yanlı eylemsizlik kararı aldık. Saldırı olmadıkça güçlerimiz saldırı eylemi yapmayacaklar ama saldırıya muhatap oluyorlar, maruz kalıyorlar. Hiç durmadı saldırı. Bunu günlük olarak basından izleyebilirsiniz. HPG-BİM veriyor. Geçmişte de savaş bilançolarını günlük olarak veriyordu. Şimdi de saldırı bilançolarını veriyor. Biz de izliyoruz. Şunu görüyoruz ki; AKP-MHP hükümeti gerekli karşılığı vermedi, tümüyle saldırılarını durdurmadı yani. Gücü azaldı, belki daha az yapıyor. Kış koşulları nedeniyle de olabilir ama yapıyor yani. Önemli olan yapıyor olmasıdır. Az ya da çok yapması değil. Oysa olmaması gerekirdi. Bu önemli bir durum. Bunu herkes görmeli, dikkatle takip etmeli. Mevcut AKP-MHP hükümetinin tutumu bu. Gerekli karşılığı vermiyor. 

Şimdi tabii sadece o hükümet için yapmadık biz. Muhatabımız toplumdur. Bütün siyasi çevreler, demokratik siyaset güçleri, Türkiye ve dünyadaki  siyasi güçlerden yeterince karşılık oldu mu? Dış basına çok yansıdı. Olumlu değerlendiren hususlar da vardı fakat onu siyasete dönüştüren gelişmeler oldu mu? Basının duyarlığını siyasi çevrelerde gösterdiler mi? Çok öyle diyemeyiz henüz. Gösterebilmelidirler. Örneğin, işte daha ilgili olmalıydılar deprem bölgeleriyle. AKP-MHP'nin yetersizliklerine, ayrımcılığına karşı çıkabilmeliler Alevilere, Kürtlere ayrımcılık yapıyorlar. Kadınlar, gençler deprem bölgelerinde açıkça söylüyorlar. Ki Kürtler, Kürt toplumu dışında bir de demokratik güçler, Türkiye'nin devrimci demokratik güçleri dışında devletten başka çevrelerden bize hiçbir yardım gelmedi, diyorlar. Açık ayrımcılık var. O halde bunu engelleyebilirler. Kürt sorununa biraz daha fazla müdahil olmalılar. Yardımları olduğu gibi devlete veriyor. AKP-MHP kendi rantçı politikaları temelinde kullanılıyor. Biz bu çevrelerin dikkatini çekmek isteriz. Yani bu kadar depremde bile ayrımcılık oldu, görülmüyor mu? Daha ne denilecek? Bu hükümet yaklaşımı ise şimdi diğer siyasi çevreler, muhalefet çevreleri de çok duyarlı olmadılar. 

MUHALEFET DE BASKI OLUŞTURAMADI

Sadece HDP ile Emek Özgürlük İttifakı biraz tepki gösterdi ama CHP, Millet İttifakı içindeki diğer partiler mesela tutum koyabilirlerdi. AKP-MHP'nin yaptıklarına bu anlamda tutum koyabilirler. Orduyu işte vatandaşları depremden kurtarmaya sevk etmek yerine savaşa sevk ediyor. Savaş alanında tutuyor. Yani bunu eleştirebilirlerdi. Bu anlamda zayıf kaldılar, yetersizdirler. Emek ve Özgürlük İttifakı ve HDP biraz dile getirdi. Çok güçlü, üzerinde durulmadı. Halbuki durulması lazımdı. Muhatap hükümettir de ama sadece hükumet değil, siyaset, bütün siyasi çevreler, toplumsal çevreler, sendikalar, dernekler, kadın ve gençlik örgütleri, sivil toplum örgütleri, partiler bütün bu siyasi kararın muhataplarıdır. Herkes tutum koyabilmelidir. Tutum koyarak böyle bir kararı dikkate almayan AKP-MHP hükümetinin üzerinde baskı oluşturmalıdırlar. Bir baskı olmuyor bu biçimde.

EYLEMSİZLİĞİN DEVAMINI MUHATAPLARI BELİRLEYECEK

Bundan AKP-MHP faşizmi saldırılarını sürdürmekte, tekelciliğini geliştirmekte destek görüyor, fayda görüyor. Bu çok açık. Bu bakımdan da bir çevrede etkili bir duruş göremedik. Öyle olması lazım aslında. Biz kendi anlayışımız temelinde takip ediyoruz, edeceğiz, sürdüreceğiz. Belirttiğim gibi depremin etkileri içindi. Başka yanlış anlama, farklı yaklaşım içinde olmamalı kimse. Eğer bunu da daha iyi değerlendirmek istiyorlarsa, o zaman bütün siyasi çevreler tutumlarını ortaya koymalıdır. Hem Türkiye'nin içinden olur, hem yurt dışında Türkiye siyasetiyle ilgili olan herkes açısından olur. Öyle olmazlarsa kabahat suç bizden gidiyor. Biz de yani kendi anlayışımıza göre takip edeceğiz. Şimdilik sonucu nereye gider bir şey diyemeyiz. Sadece bizimle olacak bir durum değildir. Biz bir anlamda elimizden geleni, yapabileceğimizi yaptık. Bunu bütün demokratik çevreler, devrimciler, halk güçleri takdir ederler. Gerisi muhataplarına kalıyor. Onların tutumu belirleyecek. Biz o tutuma bakacağız.