Karasu: Kürtler ihanete karşı tutum alarak özgürlüğünü kazanır

KDP’nin Türk devleti ile işbirliğinin dünyanın her yerinde ihanet olarak değerlendirileceğini belirten Mustafa Karasu, “KDP’nin tutumuna karşı yeterli bir duruş yok. Bu Kürt’ün zayıflığıdır. Kürt ihanete karşı tutum alacak ki özgürlüğü kazansın” dedi.

Medya Haber’de yayınlanan Özel Programa katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, gündeme dair konuları değerlendirdi. 

Karasu’nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit devam ediyor. Tecridin kırılması ve Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması için ‘Tecride, faşizme, işgallere son, özgürlüğü sağlama zamanı’ hamlesi 3. yılını doldurdu. Hamlenin geldiği boyuta ilişkin neler söylemek istersiniz?

Konuyu değerlendirmeden önce Fas’ta yaşanan deprem ve Libya’da yaşanan selden dolayı yaşamını yitiren binlerce insan için Fas ile Libya halkına başsağlığı diliyorum.

Yine geçtiğimiz günlerde değerli sanatçı Beytocan’ı kaybettik. Onu da saygı ve minnetle anıyorum. Kürt halkının kültürünün ayakta kalması, sömürgeciliğe karşı mücadelede Beytocan’ın da emeği ve çabası var. O da Kurdistan halkı tarafından unutulmayacaktır. Kürt kültüründe ve sanatında yeri her zaman anılacaktır. Kültür ve sanat alanındaki insanlar Kürtler için gerçekten çok değerlidir. Bu açıdan Kürt halkı sanatçılarına değer vermeli, destek vermeli, sanatın gelişmesi için imkanlarını sunmalıdır. Soykırıma uğrayan bir halk ve ulus için kültür-sanat çalışmaları en önemli çalışmalardır. Bu yönüyle kültür-sanat çalışmaları soykırıma karşı büyük bir mücadeleyi ifade ediyor. Böyle yaklaşmak gerekiyor.

Önderliğin esaret ve tecrit altında tutulmasına karşı halkımız mücadele ederek, tecridi kırmaya, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamaya çalışıyor. Şu gerçeği görmek gerekiyor, Türk devleti soykırımcıdır, sömürgecidir. Bu yönüyle Önderliğe yönelik politikaların soykırım politikalarıdır. Bu gerçek bilinmeden Kurdistan’da Türk devletine karşı doğru mücadele verilemez. Bütün Kürtler, Kürt aydınları, siyasetçileri bu gerçeği görecek. Bu devleti tanıyacak. Bu devlete karşı verilen mücadelenin ya da devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü politikanın dünyanın herhangi bir yerindeki ulusal kurtuluş mücadelesine benzetilmesi yanılgı olur. Bunu vurgulamak istiyorum.

İNSANLIK KAPİTALİST MODERNİTEDEN KURTULMAK İSTİYOR

Halkımız bu devlete karşı bir özgürlük mücadelesi veriyor. Önderliğin fiziki özgürlüğünün sağlanması da bu mücadelenin en önemli parçasıdır. Bu konu iç içe geçen bir konu. Kürt halkı da, dostları da her geçen gün bu gerçeği daha iyi kavramış görünüyorlar. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak için mücadele verirken bir bilinç gelişmesi de yaşanıyor. Özgürlük mücadelesinin doğru temelde verilmesi her gün daha fazla gelişmektedir. Sadece Kürt halkı değil, dünya halkları, demokrasi güçleri, sosyalistleri, devrimcileri de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün insanlık için ne anlama geldiğini görüyorlar. Onlar da büyük bir çaba gösteriyor, emek veriyor. Bu çaba ve emekleri çok değerli görüyoruz.

Yakın zamanda İtalya’da birkaç konser verildi. Bu konserlerde Önder Apo’nun halkları nasıl etkilediğini gördük. Çünkü tüm insanlık kapitalist moderniteden kurtulmak istiyor. Bunun çözümünü de Önder Apo gösteriyor. En başta da kadın özgürlüğü temelinde kapitalist sistemden kurtulmanın yolunu gösteriyor. Bu da tabii ki kadınlar, gençler, ekolojistler öncülüğünde kapitalist moderniteye karşı mücadelede yeni bir dönem başlatıyor, yeni ufuklar ortaya koyuyor. Bu daha da gelişecektir. Bunu kimse durduramaz. Önder Apo’nun düşüncelerini kimse tecrit edemez. Esaret altına alarak Önder Apo’nun Kürt halkını ve insanlığı etkilemesinin önüne geçmeye çalışıyorlar ama artık bu nafiledir. Önder Apo’nun düşünceleri tüm dünyaya dağılmıştır.

Bu açıdan Önder Apo’nun özgürlük mücadelesi daha da güçleniyor. Nitekim yakın zamanda dünya sendikaların toplandığı bir büyük toplantıda, dünya sendikaları Önder Apo’nun özgürlüğü için çağrı yaptılar. Önderliğin fiziki özgürlüğünün sağlanması için çaba göstereceklerini söylediler. Bunlar çok değerlidir, saygılarımızı sunuyoruz. Kürt halkının insanlık için büyük bir değer olduğu herkes tarafından kavranıyor artık. Önderliği de artık uzun süre esaret altında tutmak, tecrit altında tutmak artık zorlaşacaktır. Demokrasi güçleri, dünya halkları, Kürt halkı birlikte Önder Apo’nun özgürlüğünü mutlaka sağlatacaktır.

 İmralı işkence sistemine karşı tarihi bir eylemde de geçtiğimiz sene Mersin’de gerçekleşti. Sara Tolhildan (Dilara Ürper) ve Rûken Zelal’in (Emel Feremez Hisên) gerçekleştirdiği eylem nasıl anlaşılmalı?

Sara ve Rûken yoldaşı minnetle anıyorum. Tarihi bir eylem yaptılar. Bu eylemlerin anlamı çok büyüktür. Eylemde ölen polisler oldu fakat eylemi sadece bu yönü ile görmek yetersizdir. Orada Sara ve Rûken’in şahsında Kürt kadının, Kürt toplum gerçekliğinin ne durumda olduğunu, soykırımcı sömürgeciliğe karşı nasıl bir mücadele içinde olduğunu, özgürlükte ne kadar ısrarlı olduğunu, özgür yaşam uğruna her şeylerini nasıl feda edeceğini ortaya koymuştur. Bu Rûken ve Sara şahsında Kürt halkının, gerillanın duruşudur. Tabii ki Sara ve Rûken arkadaşın duruşu bireysel bir duruş değildir, onlar bugün Zap’ta, Metîna’da, Avaşîn’de savaşan gerillanın parçasıdır. Aynı fedai ruh bugün Medya Savunma Alanlarında sömürgeciliğe karşı savaşıyor.

Medya Savunma Alanlarında da fedailerin korkusuz bir şekilde nasıl düşmanın üzerine gittiğini görüyoruz ama heval Sara ve Rûken’in eylemi tamamen düşmanın hakim olduğu bir alandaydı. Korkusuzca bu eylemi yapmaları, yaşamlarını feda etmeleri gerçekten çok değerlidir. Arkadaşlar oraya giderken Kürt halkının özgürlüğü için canlarını ortaya koyuyorlar. Bu çok anlamlı ve değerlidir. Tüm Kürt kadınlarının, gençlerinin bu militan duruşu, bu militan ruhu anlamaları gerekiyor. Herkesin sömürgeci devlete karşı mücadele ederek kendini gözden geçirmesi gerekiyor. Ya da sömürgecilerin nasıl yenilgiye uğratılacağı bu şehit arkadaşlar şahsında görülmesi gerekiyor.

Faşist Türk devleti Zap, Metîna, Avaşîn merkezli işgal saldırılarını sürdürüyor. Gerillalar vurdukları darbelerle düşmanı sıkıştırmış durumda. Ancak sıkışan Türk ordusunun imdadına KDP’nin yetişeceği görülüyor. KDP Bradost alanına askeri sevkiyatlarını arttırmış durumda. Yine gerilla mevzilerine saldırılar gerçekleştiriyor. Bu yaşananlara ilişkin neler söylemek istersiniz?

Tabii ki Zap’ta, Metîna’da, Avaşîn’de yürütülen direniş soykırımcı sömürgeciye karşı yürütülen bir direniştir. Bunu bir mücadele gerçekliği olarak anlamak lazım. Kürt halkının soykırımcı güce karşı genel mücadelesinin parçası olarak görmek gerekiyor. Büyük bir fedailik sergileniyor. Bu Kürt halkının duruşudur. Bu duruş daha da etkili hale gelerek devam edecektir. Bu yönüyle sömürgeci düşmanın sonuç alması mümkün değildir. Aksine direniş fedailiği, militanlığı, Kürt halkının direnme gücünü yükseltiyor. Kürt gerçeğini yeni bir düzeye getiriyor. KDP’nin duruşunu çok değerlendirdik. Bir Kürt partisi olarak bu yapılanlar dünyanın her yerinde ihanet olarak değerlendirilir. Bunun başka anlamı yoktur. Bunu yumuşatmak, gerekçe bulmak mümkün değildir. Buna karşı tutumun açık ve net olması gerekiyor. KDP’nin tutumuna karşı yeterince bir duruş yok. Bu Kürt'ün zayıflığıdır.

Kürt ihanete karşı tutum alacak ki özgürlüğü kazanacak. Buna karşı net tutum almadan, Kürt halkının ölçüleri net olmadan mücadele başarıya götürülemez. KDP’ye karşı yeterli tutum alınmaması Kürt halkının bir zafiyetidir. Hala KDP’nin duruşunu normalleştiren yaklaşımlar görülüyor. Kürt halkının büyük çoğunluğu bu ihaneti görüyor ama hala bir kısmı KDP’nin imkanlarından yararlandığı için sessiz kalıyorlar. Sorun kazanılan mevzileri koruma sorunu değildir, aksine Kürtler yıllara dayalı bir mücadele sonucu bir Kürt gerçekliğini ortaya çıkarmışlardır. Dünyada, Ortadoğu’da bir Kürt gerçekliğini ortaya çıkarmışlar, KDP bunu darbeliyor, yok etmeye çalışıyor. Herhangi bir kazanım bu Kürt gerçekliği içinde var olabilir. 100 yılın, 50 yılın yarattığı Kürt gerçekliği korunamazsa, geliştirilemezse, işbirlikçilere ve ihanete karşı korunmazsa o zaman hiç kimse hiçbir zamanımı koruyamaz.

Kürt kazanımlarını ortaya çıkaran da onlarca yıllık yürütülen mücadeledir. Bizim mücadelemiz olmasaydı Başurê Kurdistan gerçeği ortaya çıkmazdı. Bunu herkes görecek. Başur halkımız hiç mücadele etmedi anlamında söylemiyorum tabii ki mücadele ettiler ama o mücadele bizim yürüttüğümüz mücadelenin yarattığı ortam sonucu böyle kazanımlar ve mevziler elde edildi. Bu gerçekliğin görülmesi gerekiyor. O zaman PKK ve Önderlik gerçekliğinin de doğru anlaşılması ve korunması gerekiyor. Korunarak bir kazanım elde tutulabilir.

Silopi’de Kürt halkı KDP’nin ihanetine karşı tavır koyuyor, Türk devleti saldırıyor, engelliyor. Çünkü Türk devleti KDP işbirliği, ihaneti olmazsa Kurdistan’da başarıya ulaşamayacağını biliyor. Bakur’da da hala Türk devletinin ayakta kalmasının nedeni KDP’dir, KDP’nin varlığıdır, işbirliği içinde olmasıdır. Türk devletinin bu kadar saldırmasını yaratan KDP’dir. Türk devleti diyor; ben Kürtlere karşı değilim, bakın KDP ile ilişkim var. Kürt toplumunu da, dünyayı da böyle aldatıyor. Ve PKK’yi tasfiye edecek ondan sonra KDP’nin de, başkalarının da esamesi kalmaz. Bu açıdan KDP’nin yaptıkları ortada, buna karşı doğru tutumun alınması lazım. Yoksa gerçekten Laz'ın idama giderken söylediği duruma düşülür. Bu bana ders olsun denir. Önder Apo ilk zamanlarda değerlendirirken, Kürtler ölürken bile nasıl öldüğünü bilmezler diyor. Şimdi Kürt'ün nasıl kaybettiğini de, nasıl kazanacağını da biliyoruz. KDP gerçeği sanki Kürt'e hala onu yaşatmak istiyor. 

12 Eylül faşist askeri darbesinin üzerinden 43 yıl geçti. Bugüne baktığımızda darbenin Türkiye’deki etkileri nedir?

Etkileri çok büyük oldu. Türkiye’de çok güçlü bir demokratik birikim ortaya çıkmıştı, sol-sosyalist birikim ortaya çıkmıştı. Bugün Karadeniz’de sosyalistler, demokratlar çalışamaz hale getirilmiş halbuki orası devrimci mücadelenin önemli bir alanıydı. Karadeniz gençliği devrimci mücadelede çok etkiliydi. Bizde de Haki ve Kemal yoldaşlar vardı. 12 Eylül solu ezme üzerine geldi. Solu ezerek, Kürt halkını ezerek, Kürt sorunundan kurtulmuş, Kürtleri soykırıma uğratmış, solu, demokrasi güçlerini tümden ezmiş bir yeni Türkiye ortaya çıkarmak istiyorlardı. Bunun için kullandığı yöntemlerden biri siyasi İslamı geliştirmek oldu. Türkiye Cumhuriyeti ilk dönemlerde biraz İslamcıları da sistem dışı tutan, üzerine giden bir politika izlemişti. Ama 12 Eylül şunu gördü; mevcut politikalarla Kürt halkı bastırılamaz, sol etkisizleştirilemez. Bunun için siyasal İslamı da sistemin içine almak gerekir diyerek 12 Eylül politikasını izledi.

Şuanda AKP 12 Eylül’ün ürünüdür. 12 Eylül Fethullahçıların, siyasal İslamcıların önünü açtı. Sistemin içine alıp, onlarla birleşerek Kürt halkını soykırıma uğratmak, solcuları, sosyalistleri ezmek istedi. Çünkü İslami kesimi Türk devletinin soykırımcı politikasına ortak olmuyordu. Destekleyenler oluyordu ama genel olarak İslami değerde olan kesimler Türk devletinin soykırım politikasından uzak duruyorlardı. 12 Eylül İslami kesimi de, Müslüman halkı da bu soykırım politikasına ortak etti. Bu belki de Türkiye’deki Müslüman halka, İslami kesime yapılan en büyük kötülüktür. Bunu yaratan 12 Eylül oldu. Sosyalistlere de Kürtlerden uzak duracaksınız baskısı yaptı. Kürtlere yanaşanları ezeceğiz dediler.

Bu yüzden 12 Eylül’den önce solcuların, bütün devrimcilerin en temel gündemi Kürt sorunuydu. Evet, bağımsız Kurdistan demiyorlardı, bunu uygun görmüyorlardı ama hepsinin programlarında Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı vardı. Federasyon, özerklik diyorlardı. Bunu istiyorlardı. Şimdi bakıyorsun; kendine sol-sosyalist diyen bazı kesimler Kürt sorunundan uzak duruyor, devlet bana bulaşmasın, diyor. Bu da 12 Eylül’ün yarattığı bir sonuçtu. Bundan dolayı 12 Eylül Türkiye halklarına çok büyük kötülük yaptı, demokratik birikimi tasfiye etti, düşünce gücünü daralttı, sınırladı, sanat düşmanlığı yaptı, aydın düşmanlığı yaptı. Türkiye bir nevi Rönesans reformu yaşıyordu 12 Eylül’den önce. Evet sorunlar vardı ama böyle bir aydınlanma dönemiydi. 12 Eylül geldi Türkiye’yi kuruttu. Şu anda Türkiye, Ortadoğu gericiliğinin merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde rol oynayan Kürt Özgürlük Hareketine saldırıyor.

12 Eylül darbesi denilince akıllara Diyarbakır Cezaevi geliyor. AKP-MHP faşizmi bugün zindanlarda yürüttüğü saldırının üstünü örtmek için Diyarbakır Cezaevini müze haline getirmek istiyor. Oysaki AKP-MHP tüm zindanları Diyarbakır Cezaevine dönüştürmüş durumda. Diyarbakır Cezaevinin müze yapılmasını ve zindanlarda tutsaklara yönelik saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda Kürt tutsaklara yapılan saldırılar 12 Eylül’ü geçmiştir. Evet belki 12 Eylül’de her gün kaba işkence vardı ama şimdi tutsaklara yönelik saldırıları çok boyutlu bir şekilde artmış durumda. Örneğin Diyarbakır’dayken tüm aileleri çocuklarını gelip görüyordu ama şimdi tutsaklar ailelerini görmesin diye Kurdistan’dan çok uzaklara gönderiliyor. Bu bilinçli bir politikadır. Diyarbakır Cezaevinde işkence vardı insanlar buna karşı direndi ve yaşamını yitirdi. Şimdi ise öyle bir ortam yaratıyorlar ki hastalıktan ölüyor. Herkes hastalanıyor. 12 Eylül’de bu kadar tutsak yoktu, tüm cezaevlerinde 3 bin civarındaydı. Ama şimdi çok artmış durumda. Sadece militanları, kadroları değil, tüm yurtseverleri de zindana atıyorlar.

Bu yönüyle AKP’nin Amed’i müze yapacağım demesi, Kürt halkıyla dalga geçmektir. Kürtler insan hakları müzesi olsun diyor ama AKP’nin düşündüğü o değil. Orayı kültür müzesi yapacak. Kürt soykırımının parçası haline getirecek. Zindanda saldırılara karşı büyük bir direniş var. Çünkü düşman PKK’yi tümden yok etmek istiyor. En fazla da siyasi tutsaklara saldırı var. Kürt halının niye bilinçlendirdiniz, örgütlediniz, mücadele içine çektiniz diyor düşman. Önderliğe bu yüzden saldırıyor, tecrit uyguluyor. Kürt halkı bunu görmeli ve tutsakları sahiplenmeli.

AKP-MHP faşizmi, 12 Eylül anayasası darbe anayasasıdır, argümanını kullanarak kendi anayasasını yapmak istiyor. Bugüne kadar darbe anayasasını bile işletmeyen bu faşist iktidar neden yeni bir anayasa yapma gereği duyuyor?

AKP’nin sivil anayasa yapacağız, askeri anayasadan kurtulacağız demesine gülmek gerekiyor. Onların yapacağı anayasa şu anki anayasadan daha geri olacaktır bu kesin. Bir nevi Kürt üzerinde soykırım anayasası yapacaklar. Devrimciler üzerinde sindirme anayasası yapacaklar. Ağrı isyanından sonra Milliyet gazetesinde, "Hayali Kurdistan burada meftundur" karikatürü çıkmıştı. Bu anayasa bir nevi hayali Kurdistan, hayali sosyalizm, hayali demokrasi burada meftundur. Bu yüzden daha önce de belirttik bu anayasa tartışmalarına kimse katılmamalı, kimse ciddiye almamalıdır. Muhalefetin hiç biri ciddiye almamalı, Kürt demokratik hareketi ciddiye almamalı, tartışırız, konuşuruz dememeli. Daha önce de belirttik Türk devletinin tek maddelik anayasası vardır, Kürtleri soykırıma uğratma anayasasıdır. Şimdi onu daha sistemli hale getirecekler. Kürtlerin varlığının kabul edilmediği bir anayasa demokratik bir anayasa, sivil bir anayasa olamaz. O soykırım anayasası olur. Demokratik anayasa olamaz. Çünkü Kürtler yararlanır diye demokrasi karşıtlığı yapılıyor. Bu gerçeği herkes bilecek. Bu açıdan demokratik anayasa ancak ve ancak Kürtlerin varlığını kabul eden bir anayasa olabilir.

Anayasa tartışmalarına kimsenin girmemesi lazım. Siz halkla dalga geçiyorsunuz, siz demagoji yapıyorsunuz, askeri anayasadan daha kötü bir anayasa yapacaksınız, Hitler anayasası yapacaksınız denilmelidir. Bu yönü ile anayasaya yaklaşım ölçülü olmalı, tartışılabilir, konuşulabilir gibi yaklaşımlardan kesinlikle kaçınmak gerekir.

Türk ordusu gerilla cenazelerine işkence etmeyi sürdürüyor. Cenazeler ailelerine kutularla gönderiliyor. Yine gerilla mezarlıklarına saldırılar devam ediyor. Şehit ailelerinin bu saldırılara karşı tutumu çok net. Şehit ailelerinin bu tutumunun mücadeledeki önemi nedir?

Öncelikle şehit ailelerini saygı ile selamlıyorum.  Onlar tutumlarıyla çok saygı değer, tarihsel bir duruş ortaya koyuyorlar. Kürt halkının tutumunun ne olması gerektiğini ortaya koyuyorlar. Biz evladımızı verdik ama tutumumuz böyledir diyerek herkese soykırımcı düşmana karşı yaklaşımın nasıl olması gerektiğini ortaya koyuyorlar. Bu uygulamalar, soykırım uygulamalarıdır. Her Kürt bunu görecek. Bu uygulamaların başka anlamı yok. Kürt'e ait her izi silmek istiyorlar. Mezarları bile olmasın, ismi bile olmasın, böyle bir tarih olmasın, 50 yıllık mücadele görülmesin.

Bu soykırımcı zihniyetin sonucudur. Bu yönüyle şehit ailelerin tutumu değerlidir. Ama şehit ailelerini de bu halkın sahiplenmesi lazım, herkesin sahip çıkması gerekir. Bunlar değerli insanlar. Çocuklarını veriyorlar ama duruşlarından vazgeçmiyorlar. Onlara en büyük acı yaşatılıyor, bu acıyı gidermenin yolu mücadele etmektir diyorlar. Acıya sadece ağlamak yetmez. Şehit aileleri acı karşısında sadece ağlama değil, duruş gösterilmesi, mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koyuyorlar. Onlar zaten mücadelemizin değeridir. Kürt halkının mücadelesi bugün tasfiye olmuyorsa Kürt analarının, şehit ailelerinin duruşunun bunda payı var. Romanlara, her türlü müziğe, sanata konu olacak durumlardır. Bunların da herkes tarafından kavranması ve gereğinin yapılması gerekiyor.  

Faşist Türk ordusunun insanlık dışı saldırılarının birçok belge ile ortaya konuşmuşken, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sadece AİHM’in bir kararını basında dile getirmesi Türkiye’de tabiri caizse kıyameti kopardı. Tanrıkulu faşist güruh tarafından linç edilmesine karşı kendi partisinden bir sahiplenme gerçekleşmedi. Muhalefetten de ciddi bir tepki ortaya çıkmadı. Bu durumu nasıl ele almak gerekiyor?

Kürt soykırımıyla ilgili bir yaklaşımdır. Bu soykırım politikasını sarsacak, deşifre edecek, teşhir edecek her şeye düşmanlar. Çünkü dünyanın en ağır suçunu işliyorlar, soykırım suçunu işliyorlar. Bundan daha büyük suç yoktur. Şebnem Korur Fincancı, Merdan Yanardağ, Sezgin Tanrıkulu ve başka aydınlar Türk devletinin bu soykırım suçunu ortaya koyduklarında, onu en büyük düşman olarak görüyorlar. Mesele Sezgin Tanrıkulu’nun ne dediği değil. Bu, bir temel politikadır. Bütün demokratları, aydınlara, herkesi tehdit etmektir. Şunu demek istiyorlar, Türkiye’de aydın, demokrat, sosyalist, olunmayacaktır, gerçekler söylenmeyecektir. Sadece soykırım politikamız onaylanacaktır diyorlar. Bu gerçeklerden şu anlaşılmalıdır; Türk devletinin Kürtlere yönelik soykırım politikası dünyadaki herhangi bir yerindeki politikaya benzemiyor.

Dünyanın başka yerlerinde ulusal kurtuluş hareketleri var, oradaki sorunlar şöyle çözülmüş, burada da böyle çözülür diyorlar ama doğru değil, böyle düşünmek yanlıştır.  Biz Oslo’dayken çok değerli bir insan, İrlanda Cumhuriyetinde mücadele etmiş, demokrat bir insan, Oslo görüşmeleri sırasında İngiltere ile nasıl görüşme yaptıklarını, nasıl sonuca gittiklerini anlattı. Evet tecrübe yaşamışlar, büyük emek vermişler ama Kürt gerçeği bunlardan farklı. Hatta dünyadaki aydının da, Türkiye’deki aydının da Kürt gerçeğini tam olarak kavrayamamasının nedeni, dünyadaki diğer olaylara benzetmesidir. Herkesin bundan kurtulması gerekiyor. Bizim içimizde de var böyle düşünen. Bu çok ciddi bir yanılgıdır. Bundan kurtulması gerekiyor.

Türk devleti koşullarında Kürt sorununun çözümü mücadele ile olur. Soykırıma karşı kararlı mücadele ile olur. Bu mücadele ile soykırımcı irade kırılmazsa Kürt sorunu çözümlemez. Biz yumuşak yaklaşırsak, böyle davranırsak Türk devleti imana gelir, demokratik yaklaşım gösterir, çözüm için gelişme olur gibi yaklaşımlar kendini kandırmaktır. Mücadele etmedin mi soykırıma uğrarsın, mücadele etmeden Kürt sorunu çözülemez. O yüzden kimse kendini kandırmasın. Türk devleti gerçekliğini en iyi biz tanıyoruz, en iyi Önderlik tanıyor. Önderlikten daha iyi tanıyan yok ama Önderlik tutum koyuyor. AKP-MHP iktidarına tutum koyduğu için görüştürmüyorlar. Bu bakımdan herkesin Şebnem Korur Fincancı’ya Merdan Yanardağ’a, Sezgin Tanrıkulu’na, diğer aydınlara Türk devletinin neden böyle saldırdığını çok iyi bilmesi lazım. Bazı Kürt aydınları, bazı Kürt siyasetçileri gerçekten nerede yaşadıklarının farkında değiller. Türk devletinin gerçekliğini kavramamışlar. Biz onlara Türk devlet gerçekliğini daha doğru kavramalarını ve sağlam duruş sergilemelerini öneriyoruz. Halkın mücadelesini gevşetme değil daha da radikalleşmesini, sağlam tutum göstermesini sağlamalarını bekliyoruz.  

HDP kongresini gerçekleştirirken, Yeşil Sol Parti de kongre hazırlıklarını sürdürüyor. Bu kongre süreçlerine gidilirken belediye seçimleri şimdiden tartışılmaya başlandı. Yeşil sol Parti’nin belediye seçimlerinde nasıl bir yol alacağı konuşuluyor. Bu tartışmaları nasıl görüyorsunuz?

HDP-Yeşil Sol Parti bir seçim muhasebesi yapıyor, özeleştiri veriyor, değerlendirmeler yapıyor. Bunlar iyidir fakat muhalefetin bazı gerçekleri görmesi gerekiyor. Deprem oldu mesela yüz binlerce insan öldü, 13-15 milyon insan etkilendi. Sanki bunlar hiç olmamış, sorumlusu AKP-MHP iktidarı değilmiş gibi unutuldu. Böyle olması bile muhalefetin ne kadar etkisiz olduğunu gösteriyor. Tabi ki sosyalistler, Kürt demokrasi güçleri de daha etkili muhalefet yapmalıdır. 3. yol demek bu demektir. 3. yol halk içinde örgütlenmek, mücadeleyi kararlı bir şekilde yürütmek demektir. 3. yol demek Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulamayan bu iktidara karşı daha doğru bir muhalefet ortaya çıkarma yaklaşımıdır. Örgüt anlayışıdır, mücadele anlayışıdır. Nasıl bir Türkiye, nasıl bir Kurdistan, nasıl bir Ortadoğu ön görüyor demektir. Bunda yoğunlaşmak lazım. Bu 3. yolu ne kadar pratikleştirdik, ne kadar mücadele ederek esas yönetme gücü haline geleceğiz üzerine yoğunlaşmak gerekir.

Bazı tartışmalar 3. yoldan saptırma tartışmalarıdır. Bilmem geçen seçimlerde şöyle yapılmış, böyle yapılmış. Bu ayrı durumdur, bunun 3. yola uygun olup olmamasıyla alakası yok. Her parti, her siyaset gerektiğinde taktik yapar, mücadele eder, mücadele ederken sistem içi çelişkilerden yararlanır, bunların 3. yol ile alakası yoktur. Bu yönüyle 3. yolu geçmiş seçime sıkıştırıp gerçek anlamdan uzaklaşma, zayıflatma durumu ortaya çıktı. 3. yol mücadele yoludur, daha etkili mücadele etme, daha büyük savaş verme, daha büyük direnme, daha fazla örgütlenme, halkla birlikte mücadele yürütme yoludur. Kapitalist modernitenin etkisinden kurtulma yoludur. Orta sınıf etkisinden, küçük burjuva yaşam etkisinden, konformizden kurtulma yoludur. Karşı taraf soykırım politikası yürütürken sen ne yapacaksın? İşte 3. yol soykırıma karşı mücadele yoludur. Böyle ele almak lazım.

Kürt halkı bilinçli bir halktır, Kürt siyasi hareketinin de büyük bir tecrübesi vardır, deneyimi vardır. Şuradan, buradan etkilenecek, yönlendirilecek bir siyasi hareket değildir. Çünkü serhildanların ortaya çıkardığı bir harekettir. 89-90-91 o dönemlerdeki serhildanlar böyle bir demokratik siyasi hareket ortaya çıkardı. Öyle bir temeli var. Birileri gelip kurdu değil. Mücadele oldu, ortam oluştu, demokratik, sosyal devrim gerçekleşti onun üzerinden siyasi alan ortaya çıktı. Bu alanı da gerilla hamlesi, gerilla mücadelesi yarattı. Gerilla mücadelesinin sonucu halk ayağa kalktı, gençler, kadınlar ayağa kalktı. Tarihine dayanmayan her siyasi güç zayıflar, erir gider. Bu yönüyle Kürt siyasi hareketinin, Kürt halkının eksiklerden sonuç çıkarıp daha güçlü mücadele sürecine gireceğine inanıyorum.

1993 yılında Madımak’ta gerçekleşen katliamın davası zaman aşımı gerekçesiyle düşürüldü. Alevi kurumları ve örgütleri buna karşı tepkilerini ortaya koydu. Bu davanın düşürülmesi Aleviler için nasıl bir mesaj taşıyor?

Öncelikle Madımak’ta şehit düşenleri saygıyla anıyorum. Madımak katliamı çok kapsamlı değerlendirilmesi gereken bir konudur. DAİŞ’in ilk orada ortaya çıktığı söyleniyor evet zihniyeti de, yöntemi de, uygulaması da DAİŞ’tir. Madımak katliamı bir DAİŞ eylemidir, bir DAİŞ saldırısıdır. Bunu da devlet seyretmiş, hatta yönlendirmiştir. Erdoğan DAİŞ ile neden bu kadar sıkı ilişkiler kurdu? Hakan Fidan neden DAİŞ’in patronu oldu? Türkiye DAİŞ ilişkilerini yürüten Hakan Fidan’dır. Hatta DAİŞ liderlerinin Türkiye’nin işgal ettiği yerlerde barınmasını sağlayan da Fidan’dır. Aslında DAİŞ zihniyetli bir adamdır. DAİŞ zihniyeti Türkiye’de eskiden beri var. Sivas katliamı onun en somut örneğidir. Ben Sivas’ı çok iyi biliyorum orada büyüdüm, hatta neredeyse her gün Madımak binasının önünden geçmişimdir. Sivas’ta en iyi bildiğim çevre orasıdır. Çocukluğumda oradaki postanede çok pul satmışımdır.

Sivas’ta gerçekten de dinsel bağnazlık var. Dine inanan bir toplum ama bunları böyle Alevilere saldırtan ise siyasal islamdır, siyasal zihniyettir. Yoksa sadece dinine inanan toplum saldırmaz, ama Türkiye’de Sünni-Alevi gerilimi hep vardır. Kim bir sorun çıkarmak, darbe yapmak istiyorsa hemen o tür olayları kışkırtıyor. 12 Eylül’ün gerçekleşmesinde en önemli şeylerden biri de Maraş katliamıdır. Madımak katliamı davasının zaman aşımına uğraması Alevilere açıkça şu söyleniyor; sizi öldürebilirler. Ya da gericilere siz Alevileri öldürebilirsiniz, yok edebilirsiniz deniliyor. Orada bir sadece birkaç kişi öldürülmemiştir, bütün Aleviler öldürülmüştür, bütün Aleviler yakılmıştır, bütün Alevilere saldırılmıştır. Davanın düşürülmesi de Türk devletinin ne kadar gerici, insanlık dışı olduğunu ortaya koyuyor. En az 20 milyonluk bir topluma yaklaşımdır. Kürtlere de aynı yaklaşım var. Alevi de öldürülebilir hesap sorulamaz, Kürt de öldürülebilir hesap sorulamaz deniliyor.

Bu yüzden Alevilere rahatlıkla saldırılıyor. Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta saldırılmış, yarın başka yerde de saldırılabilir. Çünkü bu saldırılar hep cezasız kalıyor. Bu konunun Alevileri bilinçlendirmesi gerekiyor. Türkiye demokratikleşmediği müddetçe bu olaylar yaşanacaktır. Bu bakımdan Alevilerin Türkiye’nin demokratikleşmesinde etkin bir şekilde yer almaları gerekiyor. Alevilerin inanç özgürlüğü de demokrasi ile gelir. Bu bakımdan Aleviler için en büyük ibadet demokrasi mücadelesidir. Kim Alevileri demokratikleşme mücadelesinden uzak tutuyorsa o Alevi düşmanıdır. Alevilerin bu tür saldırılara uğramasının zemininin kaldırılmasının istemeyendir. Madımak katliam davasının zaman aşımına uğratılmasının da Aleviler tarafından doğru değerlendirilmesi gerekiyor.

Rojhilat ile İran’da başlayan ve tüm dünyaya yayılan Jin Jiyan Azadî serhildanının 1. Yıl dönümü. Bu serhildanlar büyük bir etki yarattı. Bu serhildanı nasıl değerlendiriyorsunuz?

En başta şunu söyleyebilirim; dünyanın da, insanlık tarihin de en değerli mücadele kadın mücadelesidir. Çok değerli, anlamlı bir mücadeledir. Bu vesile ile hem Jîna Emînî, hem tüm kadın şehitleri minnet ve saygıyla anıyorum. Jîna Emînî’nin katledilmesiyle birlikte kadınlar ayaklandı. Çünkü kadınlar özgürlük istiyor. Bu çok açık. Bu olay neden İran’da ortaya çıktı? Bu aslında İran tarihiyle alakalı bir durum. Bugün Kürt kadınlarının ayaklanması da Kürt tarihiyle alakalı bir durum. Neolotik toplum coğrafyasıdır Kurdistan, İran da bunun parçası. Kadınların insanlık tarihinde önemli rol oynadıkları coğrafyanın başında Kurdistan ve İran geliyor. Bu bakımdan İran toplumunda kadınlar her zaman diğer Ortadoğu’daki kadınlardan daha farklı olarak özgürlüğe yatkın. Özgür yaşama açık bir tarihe sahip.

Kürtlerle İranlı halkların böyle bir özelliği var. Bu aslında İran tarihinin, İran toplumunun çok değerli bir özelliğidir. İran’da siyaset yapanlar, sosyoloji ile uğraşanlar, İran toplum gerçeğinin parçası olanlar, İran’ı sevenler, İran tarihine bağlı olanlar, bu kadın ayaklanmasını saygıyla karşılamalı, değer vermelidir. Kadının ayaklanmasına karşı çıkmak İran tarihine karşı çıkmaktır, İran gerçekliğine karşı çıkmaktır, kendi gerçekliğiyle kavga etmektir. İran İslam Cumhuriyet’i aslında kendi gerçekliğiyle kavga ediyor. Kadın özgürlük sistemine karşı olumsuz yaklaşımı kendi tarihine karşı olumsuz yaklaşım olarak değerlendirmek gerekiyor.

Böyle ele almak gerekiyor. Kurdistan ve İran’da ortaya çıkan kadın isyanları toplumculuğa dayanıyor. Avrupa’daki gibi bireyciliğe dayanan, küçük burjuvaya dayanan bir özgürlük anlayışı değil. Topluma dayanan, toplumu savunan, bireyciliği, maddiyatçılığı değil, kapitalist modernitenin yarattığı değerleri değil değil aksine kapitalist modernitenin yıktığı toplumcu değerleri sahiplenen özgürlük çizgisidir kadın özgürlük çizgisi. Bu açıdan da anlamlıdır. Ortadoğu’nun güzel, aydınlık yüzüdür. Bu yüzden tüm Ortadoğu halkları bundan onur duymalıdır. İran halkları da onur duymalıdır. İran rejimi de kadın sorununa farklı yaklaşmalıdır. İran’da ayağa kalkan kadınları bastırarak kimse engelleyemez. İran değişecek, değişmek zorunda. Kadın özgürlük çizgisiyle birlikte İran’ın değişmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. İran devletinin bu ayaklanmayı dış güçlerin etkisine bağlaması yanılgıdır. Doğru yaklaşımla kadının durumunu ele alarak, doğru politikalar ve çözümler üretmek gerekir.