Batı dünyasının, Ortadoğu ile Avrupa arasındaki enerji hattında Türkiye’yi kullanmak istediğini; Türkiye’nin de Kürt soykırımına tahvil etmeye çalıştığını söyleyen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, bu süreci takip ettiklerini vurgulayarak, herkesin şunu bilmesini istedi: “Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşıtı böyle bir hattın güvende olmayacağı da açıktır.”
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin ikinci ve son bölümü şöyle:
Irak’taki kaos ve siyasal boşluk hali daha da derinleşmiş durumda. Şengal ve Medya Savunma Alanlarına saldırıların bir de böyle bir sürece denk gelmesinin nasıl bir anlamı var, yani Irak’ın mevcut durumu, orada yapılmak istenenlerle nasıl bir bağlantısı bulunuyor?
Irak’ta siyasi kriz ve boşluk sürmektedir. Irak’ta demokratik zihniyet zayıflığı nedeniyle demokratik siyasi zihniyete dayalı bir siyasi istikrar ortaya çıkmıyor. Milliyetçi ve mezhepçi yaklaşımlar siyasi parçalanmışlık yaratmaktadır. Birçok dış gücün mücadele alanı haline gelmesi de bu durumun ortaya çıkmasında büyük etken olmaktadır. İradeli, etkili demokratik siyasi bir güç ortaya çıkmadığından halkın siyasetçilere güveni kalmamıştır. Nitekim seçimde halkın yüzde 80’e yakını sandığa gitmemiştir. Sadece Irak genelinde değil, Başûrê Kurdistan’da da durum benzerdir. Başûr’da en fazla milletvekili alan KDP, Kürdistan halkının sadece yüzde 15’inin oyunu alabilmiştir. Irak’ta şu anda halkın iradesini temsil etmeyen yönetimler bulunmaktadır. Bu nedenle çok zayıftırlar.
Türk devleti, Irak’ın bu zayıf yanını kullanıyor. Türk devleti KDP’yi, KDP de Türk devletini Irak üzerinde baskı aracı olarak kullanıyor. Irak şu anda Türk devletinin ve KDP’nin tehdit ve şantajları altında politika yürütüyor. Bu nedenle Irak, Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na yönelik işgaline ses çıkarmadığı gibi Şengal’de Türkiye ve KDP’yi memnun edecek adımlar atıyor. Irak, Türk devletine zaman zaman itirazlarda bulunsa da ciddiye alınmıyor. Maliki başbakanken Türk devletine bazı eleştiriler yapmış; itirazlarda bulunmuştu. Tayyip Erdoğan sen kim oluyorsun; senin varlığın ve cüssen nedir ki, demişti. Irak, defalarca TC’nin Başika’daki askeri güçlerini çekmesini istemişti. TC ise KDP ile anlaşmışım ya da geçmişte bir anlaşma yapmışız, diyerek Irak’ın bu isteğini reddetmektedir. Irak devletini değerlendirirken bu durumunu bilmek gerekir.
TC ve KDP, ABD’nin İran kaygısından yararlanmakta, Irak’a yönelik politikalarında ABD’nin desteğini almaktadırlar. Kazımi de ABD etkisinde olan bir başbakan olarak TC ve KDP ile ilişkileri yürütmek adına TC’nin işgal saldırılarına sessiz kalmakta, hatta zaman zaman sınır birlikleri adına gerillayı sıkıştırma adımları da atmaktadır. Kazımi, Şengal’de TC saldırılarına sessiz kaldığı gibi TC ve KDP’nin isteğiyle Şengal’deki öz yönetim güçleri üzerine orduyu sürmektedir. Özcesi Irak’ın durumu TC’nin işgal ve KDP’nin işbirlikçiliğine uygun bir ortam sunmaktadır. KDP zaten politikasını Irak’la ilişkiler temelinde değil, TC ilişkisi üzerinden yürütmektedir. Bu politika da hem Kürtlere hem de Irak halkına zararlar vermektedir. Irak’ın demokratikleşmesine katkı sunmak bir yana Irak’taki gerilimi artırmakta; demokrasi ve özgürlük düşmanı güçleri güçlendirmektedir. Şu aşamada Irak adına politika yürüten güç yok gibidir. Her siyasi güç başka güçlerin etkisiyle hareket etmektedir. Irak’taki durumu değerlendirirken ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini yürütürken bu gerçeklerin görülmesi gerekmektedir.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere NATO ve Batılı devletlerin bu savaşta rolü nedir, bölge ve dünyanın yeniden dizayn edilmek istendiği ve enerji savaşlarının yürütüldüğü bir süreçte ne yapılmak isteniyor?
ABD, İngiltere ve NATO, Türk devletine PKK’nin tasfiyesi için her türlü desteği vermektedir. Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Duran Kalkan arkadaşlarımıza yönelik ödüllü yakalama ve vur emri verilmesi, uluslararası komplonun şimdi de bu üç arkadaşımız üzerinden tamamlanmak istenmesidir. Bu üç arkadaş için vur emri kararı çıkaranlar, Türk devletine her türlü desteği verirler. Bunun anlaşılmayacak yanı yoktur. Türk ordusu, NATO’nun tüm imkanlarını kullanmaktadır. Bu yönüyle savaşımız bir yönüyle NATO’ya karşı savaşmaktır. Türk devletinin zaman zaman ABD ve NATO ile ilgili eleştirileri tamamen bu güçlerin desteği ile yürüttüğü savaşı sanki kendi gücüyle veriyormuş gibi göstermek içindir. Esasta da kendisi Kürt halkına, PKK’ye ve gerillaya karşı nasıl bir savaş yürütüyorsa bu güçlerin de kendisi gibi savaşın içinde olmasını istemektedir. NATO ve ABD desteğini almazsa bu savaşı sürdüremez ve kısa sürede yenilir. Türk devleti, soykırımcı sömürgeci, gerici ve demokrasi düşmanı karakterini bu güçlerin desteğiyle sürdürmektedir. Yoksa mevcut gerici TC sistemi dağılır; demokrasi güçleri ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında duramaz.
ABD, İngiltere ve NATO, on yıllardır Türkiye’nin siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve toplumsal yaşamı üzerinde etkide bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye, 150 yıldır Avrupa ile ilişkilidir. Bu açıdan kendi değerleri ve çıkarları açısından Ortadoğu’da Türkiye’ye rol vermektedirler. Kuşkusuz Türkiye’nin rolü soğuk savaştaki düzeyde değildir. Uluslararası güçler, Ortadoğu’da başka güçlerle de ilişki kurarak çıkarlarını sürdürmek istemektedir. Araplarla bu yönlü bir ilişki içindeler. Türkiye’nin Batı ile ilişkisinde önemli bir etken olan İsrail de TC’ye dayanarak Ortadoğu’da politika üretme stratejisinde bazı değişiklikler yapmış. Artık Araplarla ilişkiye de önem vermektedir. Şimdi ‘İbrahimi Barış’tan söz ediyorlar. Kuşkusuz artık Kürtler de Ortadoğu’da önemli bir güç. Özcesi Türkiye’nin önemi soğuk savaş dönemindeki kadar olmasa da sürüyor. ABD, NATO ve İngiltere, Ortadoğu’daki çıkarları açısından eski düzeyde olmasa da hala Türkiye ile ilişkilerini önemli görüyor ve destekliyorlar. Kapitalist modernitenin siyasette ahlaklı, vicdanlı ve adil davranması beklenmemelidir. Neden böyle yapılıyor demeden mücadeleyi güçlü yürüterek bu ilişkileri boşa çıkarmalıyız. III. Dünya Savaşı koşulları soğuk savaş dönemi gibi olmadığından mücadele edildiğinde Türk devletinin aldığı destek ne olursa olsun Kürtler mücadelelerini başarıya ulaştırır. Özgür Kürdistan ve demokratik Ortadoğu’yu yaratabilirler. Şu da açıktır ki, artık Kürtler, Avrupa ve dünya halklarının desteğini almada önemli gelişmeler sağlamışlardır. İşte bu destek, bugün Türk devletini zorlamakta; hatta Avrupa ve NATO’ya tüm isteklerini kabul ettirmede sıkıntılar yaşamaktadır.
Kuşkusuz günümüz dünyasında enerjinin önemi artmıştır. Enerjinin kullanılmadığı günlük bir yaşam yoktur. Bırakalım tarım, sanayi, ulaşım ve başka alanlardaki enerji ihtiyacını günlük yaşamın ve tüketim toplumunun enerjiye duyduğu ihtiyaç çok fazlalaşmıştır. Kapitalist modernist ülkeler giderek alternatif enerjilere önemli yatarım yapsalar da hala klasik enerji rezervlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Bu açıdan Ortadoğu hala dünyanın en önemli enerji alanıdır. Türkiye, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki coğrafi konumunu kullanarak, Ortadoğu ile Avrupa arasında enerji hattı olmak istemektedir. TC, bu konumunu da kullanmak istemektedir. Avrupa da NATO üyesi olan, AB ile ilişkisi bulunan Türkiye’yi bu yönlü kullanmak istemektedir. Ancak bu durum kağıt üstünde göründüğü gibi kolay değildir ya da bu durumda Türkiye’nin eli güçlenir demek yetersiz bir değerlendirme olur. Enerji hatları konusunda Türkiye tek seçenek değildir. Türkiye konumunu kullanabilir, ancak başka seçenekler olduğundan her dediğini kabul ettirmesi de zordur. Avrupa, Türkiye’yi daha fazla kendine bağlamak için Türkiye’yi tercih edebilir. Türkiye de buradan gelecek geliri önemser. Türkiye, karşılıklı uzlaşmayı Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için kullanmak ister. Avrupa da enerji hattı konusunda kendi isteklerini kabul ettirmek için Türkiye’ye taviz verir. Bu tavizi de Türkiye’yi daha fazla yönlendirme ve kullanma yönünde olur. Bizlerin de bu süreci takip etmemiz; kirli pazarlıkları teşhir etmemiz gerekir. Herkes bilmeli ki, Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşıtı böyle bir hattın güvende olmayacağı da açıktır.
Erdoğan, Rojava’ya yönelik işgal tehdidini tekrarladı. Kuzey-Doğu Suriye’de bazı bölgeleri işgal eden AKP-MHP faşizmi, yeni işgal saldırısıyla neyi amaçlıyor?
AKP-MHP faşist iktidarı, Rojava’da Kürtlerin özgür olmasını, kendi soykırımcı sömürgeci sistemi için tehlike görüyor. Kürtler, Suriye’de özgür ve demokratik yaşama kavuşursa bunun Bakurê Kurdistan’a örnek olacağından korkuyor. Saldırının tek nedeni budur. Güvenlik sorunu diye bir şey yok. Rojava’nın Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiği yok. Türkiye, Rojava ve Suriye’nin güvenliğini bozdu, bozuyor. Suriye’de hala sorunların çözülememesinin esas sorumlusu da Türkiye’dir. AKP-MHP faşist iktidarı sadece Suriye’nin, Rojava’nın değil, tüm Ortadoğu’nun siyasi istikrarını tehdit ediyor. Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi gelişirse mevcut Türkiye sisteminin dağılacağını biliyor. Rojava, Türkiye’nin güvenliğini değil, faşist soykırımcı zihniyeti tehdit ediyor.
NATO, ABD’ ve Avrupa’nın, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz, demeleri de kirli bir siyasi anlayış ve utanmazlıktır. NATO, Türkiye’nin kaygıları için ortak yol bulacakmış! Ortak yol denilen olsa olsa Kürtlere karşı savaşta Türkiye’ye destek vermek olur. NATO’nun Türkiye’nin dayatmalarına böyle yaklaşması, gerçekliği tersyüz etmek olmaktadır. Tüm dünya da görüyor ki; Türkiye, Rojava ve Suriye’ye saldırarak halkların güvenliğini ve yaşamını bozuyor. Yüz binlerce insan, TC’nin işgal saldırıları nedeniyle topraklarını bırakmışlar. TC, burada demografiyi değiştiriyor; soykırım yapıyor. ABD, NATO, Avrupa ve Rusya, bunları görüp Türkiye’ye tavır alacaklarına, çıkar ilişkileri nedeniyle Türkiye’nin güvenlik sorununu anlıyoruz, diyerek işgalleri meşrulaştırıp teşvik ediyorlar. Türkiye’nin sahte ve gerçek dışı güvenlik söylemini bunlar da tekrarlıyor. Türkiye’nin saptırmalarına bunlar da ortak oluyor. Bu tutum karşısında kim bu ülkelerin söylediklerine inanır! TC’nin bu insanlık dışı saldırıları ve suçlarına tutum almayanlar, Ukrayna ya da başka bir yerde insan haklarından söz ediyor; işgale karşı çıkıyoruz, diyor. Kim bunların söylediğine inanabilir! Bu saldırıların suç ortakları en başta da ABD, Avrupa ve NATO’dur. Efrîn işgalinde ise esas olarak Ruslardır. Türk devletinin Kürt ve Rojava zafiyetini bilen ABD ve Rusya, TC politikalarını bir de Rojava Kürtlerinin sırtından yürütmeye çalışıyorlar.
Tayyip Erdoğan’ın siyaset tarzı diplomasi tarihinde çakal tarzı olarak değerlendirilmektedir. Fırsatçılık ve günlüktür. Bu, zaman zaman kazandırabilir. Ancak bir genel politikaya, stratejiye dayanmayan bu tür politikalar, her zaman ters dönmeye adaydır; hatta çoğu zaman tersine döner. Tayyip Erdoğan, Ukrayna savaşı ortamında ABD ve Rusya’nın sessiz kalacağını düşünmektedir. Suriye ve Kuzey-Doğu Suriye’de her siyasi denge değişimi, ABD ve Rusya’yı da etkilemektedir. Bu açıdan ABD ve Rusya birbirlerini gözettiği gibi her siyasi güç de bunları gözetmektedir. Dolayısıyla bir saldırı olursa bu saldırıdan hem ABD hem de Rusya’yı sorumlu görmek gerekir.
AKP-MHP, iktidarını ayakta tutmak için Türkiye toplumunu ve siyasetini etkileyecek sınır dışı başarı arıyor. 2021’de Medya Savunma Alanları’na saldırı yaptı, sonuç alamadı. 17 Nisan’dan beri yürüttüğü saldırıda başarısız kaldı. Her gün gerillaların ağır darbeleri karşısında bu işgal harekatı Türkiye’de de sorgulanır hale geldi. Açık olmasa da böyle bir sorgulama var. Tayyip Erdoğan, orada aradığı başarıyı bulamayınca şimdi Ukrayna krizini kullanarak Rojava’ya girmeye çalışıyor. Rojava’da Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırarak bunu iç siyasette pazarlamayı düşünüyor. Nitekim muhalefet bu işgal saldırılarının esas boyutunun AKP-MHP iktidarını ayakta tutmayı amaçladığını söylüyor. Bir tarafta kamuoyuna bu saldırıyı desteklediklerini söylerken, diğer taraftan bu saldırıların iktidarı ayakta tutmak için yapıldığını söylüyorlar. Muhalefetin böyle bir söylem kullanmaya başlaması bile iktidarın zayıflamasıyla ilgilidir. İşgal saldırısının başarısızlıkla sonuçlanması durumunda muhalefet, iktidarda kalmak için askerlerimizi ölüme gönderdiler, diyecektir.
AKP, Rojava’da yeni yerler işgal ederek bir seçime gitmek ister. Ancak Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye halkları, Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinden çıkarılan derslerle sonuna kadar direnecek. Yeni bir saldırı, süreklileşen savaş demektir. Böyle bir savaş sonucunda kaybeden AKP-MHP iktidarı; kazanan ise başta Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye halkları olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu halkları olacaktır. AKP-MHP faşist iktidarı, işgal ettiği diğer yerlerden de sökülüp atılacaktır. Yeni bir saldırı mutlaka böyle bir sonuçla karşılaşacaktır.
Rusya-Ukrayna savaşı ardından NATO kendisini güçlendirme politikalarına yöneldi. Türk devleti ise bunu kendisi için bir fırsata çevirmek istiyor. Türk devleti Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği karşısında izlediği ahlaksız şantaj politikasıyla esas olarak neleri hedefliyor?
Bu dönemde İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmak istenmeleri, Rusya’yı sıkıştırmayla ilgilidir. Yoksa Rusya’nın İsveç ve Finlandiya’yı tehdit durumu yoktur. Zaten şu anda bunu yapacak takati de yoktur. Güncel olarak Rusya’yı sıkıştırma olsa da tüm Avrupa’yı NATO şemsiyesi altına alma politikasının sonucu bu iki ülkenin NATO’ya girişi gündeme alınmıştır. NATO bir yönüyle de Avrupa güvenlik paktı haline getiriliyor. Önceden bu konuların tartışıldığı anlaşılıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi olunca da bu iki ülkenin NATO’ya girişini hızlandırdılar.
NATO’ya bir üyenin alınması tüm ülkelerin konsensüsü ile olduğundan bir siyasi çakal olan Erdoğan bu durumdan yararlanmak istemiştir. Aslında her üyenin onayı gibi bir kural olsa da çoğunluğun onayladığını reddetme gibi bir gelenek yoktur. Bu durumda olanın doğal olarak böyle bir paktan çıkması gerekir. Yoksa hiçbir pakt bir ülkenin ipoteğine bırakılamaz. Türkiye, benden vazgeçmezler diye böyle bir şantaj yapabiliyor. Türkiye, açıkça bana taviz verilmeli dayatması yapıyor. Ben nasıl düşünüyor, nasıl politika yürütüyorsam tüm NATO ülkeleri de öyle yapsın, dayatması içindedir.
Türkiye, Kürtlerin yasal çalışmalarını yasaklayın, diyor. Kendisinin Türkiye’de yaptığını Avrupa devletleri de yapsın istiyor. Kendisi on binden fazla siyasetçiyi tutuklamış. Üç kişi sokağa çıkınca saldırıyor, siyasi nedenlerle gözaltına alıyor, tutukluyor. Zindanlarda tutuyor. Şimdi Türkiye’nin bu yaptıklarını o devletler yapabilir mi? Yaparlarsa mevcut AKP-MHP iktidarının Türkiye’si olurlar. Dolayısıyla Türkiye’nin tüm dediğini yapamazlar. Zaten İsveç dahil Avrupa devletleri, Türkiye’yi memnun etmek için Kürtlere ve demokratik kurumlarına baskı yapıyor. Bu baskıları biraz daha artırabilirler ama Türkiye’nin tüm dediklerini yapamazlar.
Türkiye, bu konuda da bazı sonuçlar almak istiyor. Esas sonuç almak istediği konu, İsveç dahil bazı Avrupa devletlerinin Türkiye’ye koydukları silah ambargosudur. Bazı askeri malzemeleri Türkiye’ye satmıyorlar, çünkü saldırgan politikası ve halklara baskı için kullanıyor. Öte yandan çok övündükleri İHA’ları için daha kaliteli kameralar ve diğer hassas malzemeler almak istiyorlar. İsveç ve Finlandiya’yı pazarlık konusu yapmalarının önemli nedeni budur. Sadece İsveç’in, Finlandiya’nın değil, Avrupa devletlerinin, ABD ve Kanada’nın da silah ambargosunu kaldırmasını dayatıyor. Bu dayatmalardan biri de F-16’lardır. Anlaşılıyor ki, bu konuda taviz vermeye yatkındırlar. Nitekim kirli pazarlıklar yapıyorlar. Bu, çağın en kirli pazarlığıdır. Bu gerçeğin deşifre edilmesi, Avrupa, ABD ve diğer ülkelerdeki demokrasi güçlerinin harekete geçirilmesi gerekir. Avrupa ülkeleri ve diğer ülkeler Türkiye’ye istedikleri silahı vererek AKP-MHP iktidarının demokrasi düşmanlığına ve Kürt soykırımına destek verip ortak olmamalıdır.
Bizim açımızdan NATO halklara karşı, demokrasi ve demokratik devrim güçlerine karşı, kapitalist moderniteyle mücadele eden sosyalist güçlere karşı bir savaş gücüdür. Zaten kuruluşu sosyalizme karşıdır. Reel sosyalizmi eleştirebiliriz ama NATO’nun esas olarak gerçek sosyalist güçlere, sosyalizm fikrine ve projesine karşı olduğu açıktır. Şimdi reel sosyalizm diye bir güç yoktur. Kuruluş gerekçesi ortadan kalkmış ama NATO varlığını sürdürmektedir. Biz NATO’nun varlığına karşıyız, ancak Türk devletinin mevcut şantajının da hiçbir siyasi güç tarafından kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye aslında tüm Avrupa devletlerini kendine suç ortağı yapmaya çalışıyor. Bu açıdan Kürt halkı, bu devletlere ve NATO’ya Türkiye’nin suç ortağı olmayın, demektedir.
Türk devleti hem içerde hem dışarıda büyük bir savaş yürütüyor, bunun sonucunda siyasi, toplumsal, ekonomik alanda ciddi krizler yaşanıyor. Bunun karşısında Türkiye muhalefetinin tutumunu nasıl görüyorsunuz, sorunların esas kaynağı ortaya konulabiliyor mu?
Türkiye, her alanda kriz yaşıyor. Bunun nedeni, Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen savaştır. Hangi kriz ve sorun araştırılırsa araştırılsın neden olarak Kürt sorunu ve Kürtlere karşı yürütülen kirli özel savaş çıkar. Bu gerçeği görmeden, ortaya koymadan doğru muhalefet yapılamaz. Nitekim ekonomik kriz ve pahalılık gündeme gelince faşist şef, siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz, diye sordu. Ekonomik krizle ilgili bundan daha açık ve net izahat olabilir mi? Krizin ve sorunların nedeni ortaya konulmazsa yapılan muhalefet de tam etkili olmaz. Söz konusu muhalefet bu krizlerin nedenlerini ortadan kaldırmaya değil, sadece mevcut iktidarın koltuklarına oturmaya aday muhalefet olur. Muhalefet, iktidarın yaptığı kötülüklerin bir kısmını ortaya koyuyor, ancak bunun nedenleri ortaya konulmayınca halka güven vermiyor. Bu muhalefete sormak gerekir; siz iktidara gelince Kürt sorununda hangi politikayı izleyeceksiniz? Eğer Kürt sorununda demokratik bir çözüm zihniyeti ve yaklaşımı olmazsa iktidara yeni gelenler de benzer politika izler. Kuşkusuz AKP-MHP iktidarı yıkıldığında iktidara yeni gelenlerin eski politikaları tümden yürütmeleri zordur. Çünkü bu iktidarı yıkanlar resmi muhalefet, 6’lı masa değildir. Bu iktidarı halkın ve devrimci demokratik güçlerin mücadelesi yıkmıştır; bunda en büyük rolü de Kürt Özgürlük Hareketi ve radikal demokratik siyasal alan oynamıştır.
Sadece ekonomik sorunları dile getirmek ve bunu esas almak da doğru bir muhalefet yapma tarzı değildir. Elbette ekonomik kriz derindir, halk bundan etkileniyor. Bu açıdan iktidarı teşhir için ekonomik sorunlar ortaya konulabilir, ancak Türkiye demokratikleşmeden, Kürt sorunu, Alevilerin sorunu ve diğer sorunlar demokratikleşme temelinde çözülmeden ekonomik sorunların çözülemeyeceğinin ortaya konulması gerekir. Esas olarak demokratikleşme ve demokrasi programını ortaya koymak önemlidir. Bunun dışında bir yaklaşımla muhalefet yapmak olmaz. Sadece ekonomik sorunları çözeceğim, yolsuzlukları önleyeceğim, demek halkı kandırmaktır, başka anlam taşımaz. Demokrasi olmadan ekonomik sorunlar çözülemez, yolsuzluklar önlenemez. Kuşkusuz siyasal ve toplumsal yaşam gibi ekonomik yaşam da demokratikleşmelidir. Bunlar birbirinden koparılamaz. Esas olan siyasal ve toplumsal alanda demokratikleşmeyi sağlamaktır. Zaten bunu sağlayanlar, ekonomik alanı demokratikleştirebilir.
Özcesi siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel, eğitim, spor ve diğer alanlarda sorun çözülmek isteniyorsa en başta da siyasal ve toplumsal alanı demokratik kılmak gerekir. Örgütlü demokratik topluma dayalı bir demokratik sistem yaratmadan hiçbir sorun çözülemez. Demokrasi halkın yönetimi ise gerçek anlamda halkın söz ve karar sahibi olduğu bir demokratik toplumcu halk yönetimi yaratmak hedeflenmelidir.
Uluslararası güçlerin, Ortadoğu’da işgalciliği ilerletmesi ve Kürt soykırımını tamamlaması ile PKK’ye yönelik saldırılar arasında nasıl bir bağ var; PKK ve Kürt Halk Önderi’nin ideolojisinin hedef alınması, bu planlara engel olmasından mı ileri geliyor?
İlk önce şunu vurgulamamız gerekir; PKK’nin tasfiyesi ile Kürt soykırımı arasında doğrudan bağ var. Düşman gerçeğini, Kürt gerçeğini ve PKK gerçeğini anlamayanlar, bunu bizim subjektif düşüncemiz ve abartı olarak görebilir. Şu anki düşmanın karakteri, yürüttüğü saldırılar ve buna karşı gösterdiğimiz direniş, bu gerçeğin en büyük kanıtıdır. Türk devletinin bu düzeyde PKK düşmanlığı yapması, tüm politikalarını buna endekslemesi, PKK’yi tasfiye etmek için her güce taviz vermesi, Türkiye’yi pazarlaması bu nedenledir. Kürt’ün ismine ve varlığına bile tahammül edemezken Kürt işbirlikçiliğinin en temel ilişkisi haline getirmesi bu nedenledir. Eğer Rêber Apo gibi hem düşman gerçeğini hem Kürt gerçeğini hem de Ortadoğu ve dünya gerçeğini iyi gören bir önderlik olmasaydı Kürt’ü soykırımdan kurtaracak bir mücadele geliştirilemezdi. Rêber Apo’nun ve PKK’nin en güçlü yanı, düşmanı çok iyi tanımasıdır. PKK’nin tüm Kürt örgütlerinden temel farkı budur. Daha ilk günden Türk devleti Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor, tespitinde bulunması düşman gerçeğini derinden tanımakla ilgilidir.
AKP-MHP ittifakının, iktidarlarını ayakta tutmak için PKK’ye bu kadar saldırmaları, Türk devletinin soykırım politikasının bu tür saldırılara zemin sunmasıyla ilgilidir. Yoksa iktidarını ayakta tutmak için Türkiye’nin tüm imkanlarını bu savaşa süremezdi. Karşısına güçlü bir muhalefet çıkardı, ancak devletin gelenekçi soykırım politikasına dayanarak bu saldırıları yapıyor. Nitekim muhalefet, bu saldırıların güncel nedeninin AKP-MHP’nin iktidarda kalması olduğunu bilmesine rağmen Erdoğan’ın, siz sınır ötesi hareketini destekliyor musunuz, sorusuna ‘destekliyoruz’ cevabını veriyorlar.
Uluslararası güçlerin, Türk devletine destek vermeleri, 20. yüzyılda kurulan dengeler ve buna dayalı statükonun Kürt soykırımına dayalı olmasındandır. Uluslararası güçler, hala Kürt soykırımına dayalı 20. yüzyıl statükosu konusunda köklü bir politika değişikliğine gitmiş değil. İngiltere’nin başını çektiği uluslararası güçler, Musul ve Kerkük’ün Irak’a bırakılması karşılığında Türkiye’nin kendi sınırları içinde Kürtleri soykırıma uğratmasına onay vermiştir. Lozan denilen anlaşmanın esası buna dayanır. Bugün de bu politika değişmemiştir. Bu politikanın yerel türevi ise KDP’ye var olması için Bakur’daki Kürt soykırımına destek olacaksın biçiminde pratikleşmektedir. KDP bir iki şehirde hakim olma karşılığında Türk devletinin soykırım politikasının en büyük destekçisi ve savunucusu olmaktadır.
Uluslararası güçlerin, soykırımcı sömürgeci Türk devletinin saldırılarına destek vermelerinde 20. yüzyıldan beri süren Türkiye ve Ortadoğu politikalarının çok önemli etkisi bulunmaktadır. Bu politikalarını değiştirmemişlerdir, ancak PKK geliştirdiği mücadele ile bu güçlerin bu politikalarını yürütmede engel ve sorunlar çıkarmaktadır. Bu nedenle bizim mücadele yürütmemizden rahatsız olmaktadırlar. Biz mücadeleyi sürdürdükçe başta Türkiye olmak üzere bölge politikalarını istedikleri gibi yürütemiyorlar. Türkiye’yle sorunlar yaşıyorlar. Bu nedenle hiçbir karşılılığı olmayan tek taraflı ateşkes istekleri ve dayatmalarını çeşitli biçimlerde ortaya koyuyorlar. Öyle ki, Türkiye’ye verdikleri destekle bizim zorlanarak mücadeleyi bırakmamızı sağlamaya çalışıyorlar.
Kuşkusuz Rêber Apo’nun ortaya koyduğu ideolojinin de bölge politikaları önünde engel olacağını düşünüyorlar. Onlar Ortadoğu’nun gerçek anlamda demokratikleşmesini istemiyor, çünkü gerçek bir demokraside istedikleri düzeyde işbirlikçiler bulamaz. Demokratikleşen Ortadoğu, daha eşitlikçi bir siyasi ilişki ister. Demokratik ülkelere ve toplumlara istediklerini yaptıramazlar. Bu nedenle Rêber Apo’nun kadın özgürlükçü ekolojik demokratik toplum paradigmasına karşı da bir mücadele yürütüyorlar. Kadın özgürlükçü örgütlü demokratik topluma dayalı Demokratik Konfederalizm, onların siyasi ve toplumsal yaşam sistemlerini sarsan ve alternatif olan demokratik bir sistemdir. Bu açıdan Rêber Apo ve PKK karşısında TC’yi destekliyorlar; Kürtler içinde Rêber Apo’nun düşüncesinin hakim olmaması için de KDP gibi demokratik olmayan bir gücün yanında yer alıyorlar.
Şunu da unutmamak gerekir; artık ne 20. yüzyıl Ortadoğu statükosunu ne mevcut Türkiye rejimini ne de KDP’yi bu biçimde ayakta tutabilirler. Büyük bedeller versek de mücadelemiz bu güçlerin saldırılarını ve planlarını bozacak, Özgür Kürdistan ve Demokratik Ortadoğu’yu gerçekleştirecektir.