Karayılan: Hepsinin hesabı sorulacak

Türk devletinin, açık savaşın yanında tecavüzden cinayete kadar ırkçı siyasetiyle özel savaş yürüttüğünü belirten PKK Yürütmek Komitesi Üyesi Karayılan, Gercüş’te yaşananlara da dikkat çekerek, “Hepsinin hesabı sorulacak” dedi.

 “Herkes bilmeli ki Türk sömürgeciliğinin hiçbir temsilcisi, hiçbir şekilde bir Kürt gencine dürüst yaklaşmaz” diyen Karayılan, gençleri ve toplumu uyardı. Karayılan, ailelerin de çocuklarını düşmana karşı uyarmalarını ve bilinçlendirmelerini istedi. 

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Dengê Welat radyosunun sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:

Türk devletinin İmralı’da uyguladığı tecrit devam ediyor. Türk cezaevlerindeki PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar da hamle kapsamında tecride karşı açlık grevine başladı. Tecride karşı mücadele neden önemlidir ve tutsakların eylemiyle ilgili durum nedir?

Özgürlüğü Sağlama Zamanı Hamlesi önemli bir hamledir. Artık Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü zamanı gelmiştir. Şüphesiz bu kendiliğinden gelişmez, bunun için önemli ve ciddi bir mücadele gereklidir. Bu dönemin şartları da kapsamlı bir mücadele için uygundur.

Şimdi tecride karşı durmak, faşizme karşı mücadele etmektir. İmralı’da gelişen tecritle faşist sistem kendisini Türkiye’de hakim kılmıştır. Yani İmralı politikasını tüm Türkiye’ye yayan rejim, bu şekilde rejim kendisini sürdürüyor. Bunun için Önder Apo’nun özgürlüğüne sahip çıkmak, Kürt halkının özgürlüğüne ve Türkiye demokrasisine sahip çıkmaktır. Önder Apo özgür olmayana kadar ne savaşlar biter, ne Kürt halkı özgürleşir, ne de Türkiye’ye demokrasi gelir. Bundan dolayı Önder Apo’nun özgürlüğü sorunu, bir demokrasi ve halkların özgürlüğü ile barışı sorunudur. Bunun için herkes, Önder Apo’nun özgürlüğü ekseninde hareket etmelidir. Türkiye’de özgürlük, demokrasi ve insan haklarının önünün açılması için, kördüğüm haline gelmiş İmralı İşkence Sistemi’nin kaldırılması lazım.

Bu çerçevede gelişen hamlesel süreç ve kampanyalar önemlidir. İşte zindanlardaki arkadaşlar da başlamış durumdalar. Faşizm, bugün İmralı İşkence Sistemi’ni tüm zindanlara yaymış durumda. Özellikle de bu korona salgını sürecinde tüm yandaşlarını dışarıya salarken, Türkiyeli ve Kürdistanlı yurtseverleri ve devrimcileri ise zindanlarda katliamla yüz yüze bıraktılar. Yani bu biçimde bir vahşet yürütülmektedir. Buna karşı zindanlarda direnişi yükseltmek şüphesiz önemlidir. Elbette zindan direnişlerinin birinci hedefi Önder Apo’nun özgürlüğüdür. Ancak Önder Apo’nun özgürlüğü, düşmanın elinde olan bütün esirlerin ve tüm Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi demektir. Bunun için Önder Apo’nun özgürlüğü, bunların hepsini de kapsamaktadır. Bu konuda zindanlardaki yoldaşların eylemleri çok anlamlı ve değerlidir.

Dışarıdaki arkadaşlar olarak bu konuda sorumluluğumuz var. Hem Önder Apo’nun hem de tüm esir yoldaşların durumunda bizim sorumluluklarımız vardır. Bizlerin mücadele ve devrimin koşullarını yaratmamız ve kurtuluşu geliştirmemiz gerekirdi. Yani sürecin bu biçimde devam etmesinde ve hatta düşmanın tecrit ve işkence yürütebilmesinde bizler de sorumluluklarımızı görüyoruz. Bu bizim için bir özeleştiri konusudur. Bu durum, bugüne kadar bu şekilde gelmemeliydi. Kısacası arkadaşların yürüttüğü direniş çok anlamlıdır ve herkes bulunduğu yerin koşulları ve görevlerine göre bu hamlesel sürece katılmalıdır.

Burada halkımızın tutumu önemlidir. Başta tutsak aileleri, yurtsever insanlarımız, demokratik kurumlar olmak üzere herkes bu süreci, özellikle de zindan direnişleri etrafında çok daha güçlü karşılamalıdır. Yani eylemciler ve halkımız birbirine çok daha fazla sahip çıkmalıdır. Dönem böyle bir dönemdir. Eğer böyle olursa biz o zaman hamlede başarıya yöneliriz ve önemli sonuçlar elde ederiz. Zaten direniş de ancak böyle kazanabilir.

Öz yönetim direnişlerinin 5. yıl dönümündeyiz. Bugünden bakınca bu hususta neler söyleyebilirsiniz?

Başta Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Gever, Hezex, Silopi ve daha bir çok şehirde o dönemde kahramanlıklar yaşandı; destanlar yazıldı. Çiyager, Zeryan, Xebatkar, Mehmet Tunç, Rûken, Axîn, Çeko ve İslamlar şahsında bu tarihi sürecin tüm şehitlerini anıyoruz ve bu kahramanlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz. Onların açmış olduğu çizgi ve yükseltmiş oldukları direniş her daim bizim için temel bir perspektif olacaktır; Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni yükselterek onların anılarını yaşatacağız. Tarihi direnişleriyle Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarihinde yeni bir sayfa açtılar. Bu sayfayı doğru okumak önemlidir, çünkü halen bazıları bu sayfayı doğru okumuyor.

Düşman, Çöktürme Planı’yla yurtseverliğin güçlü olduğu ve devrimin kendisini örgütlemiş olduğu şehirleri hedeflemek, teslim almak ve tasfiye etmek istiyordu. Düşmanın bu planına karşı bu şehirlerdeki meclisler ise özerkliklerini ilan etti ve YDG-H öncülüğündeki gençler de mahalleleri savunmak istedi. Bu biçimde mahallelerde bazı barikatlar kurdular. Bunu polis içlerine girmesin ve zulüm uygulamasın diye yaptılar. Bütün dünyada dili ve kültürü farklı olan halkların kendi kendini yönetme hakkı vardır. Bu evrensel bir haktır ve normal bir taleptir. 2015 yılında bu şehirlerde yaşayan halkımız bu talebi geliştirdi. AKP-MHP’nin halen dile getirdiği gibi bir PKK isyanı değildi. Bu bir ayaklanma değildi. Bu, devletten bir talepte bulunmaydı. Bunun için insanlar mahallelerinde kaldı ve ‘kimse üzerimize gelmesin’ dedi. Ne devlete, ne kaymakamlara, valilere saldırdılar. Öyle bir şey yoktu. Türk devleti, bu masumane istekleri bir ayaklanma gibi gösterdi ve en vahşi yöntemlerle üzerine gitti. Tanklarla, toplarla ve her çeşit silahla bu mahallelere saldırdı. Bu Türk devletinin vahşetidir; onlar böyle yapmıştır.

O koşullarda HDP dahil olmak üzere o dönemin demokratik kurumları bu sürece katılmadılar. Hatta katılmamakla da kalmadılar, ‘acaba doğru mu değil mi; zamanı mı değil mi; Önderliğe göre mi değil mi’ diyerek halkın içerisinde tereddüt yaydılar ve bunun için o mahallelerde direnen gençlerin yanında bir tek mahallenin halkı kaldı. Dışarıdan kitlesel sahip çıkışlar ve genel bir katılım olmadı. Eğer olsaydı bugün HDP yönetimi ve HDP eşbaşkanları bu şekilde zindanda olmazlardı. Şimdi Türk devleti onları ‘hendek kazmakla ve destek olmakla’ suçluyor. Öyle değildir. Tersine, eğer onlar destek olsaydılar Türk devleti bugün onları tutuklayamazdı, çünkü tutuklama koşulları olmazdı. Onlar, o zaman tereddüt yaşadı, katılmad, mesafeli yaklaştı. Elbette genel çerçevede bir sahiplenme oldu; ‘direnişe karşı çıktılar’ demiyorum fakat kararlıca da katılmadılar ve destek sunmadılar. Bu da halk içerisinde tereddüt yayılmasına neden olduğu gibi bu biçimde direniş kitleselleşmeyerek, mahalle halkı ve mahalleyi savunan gençler yalnız kalmış oldu.

Düşman ise kuşattı; 3 Aralık’ta Sur’da, 14 Aralık’ta Cizre’de yoğun saldırılarına başladı. Onlar, kar yağdıktan sonra gerillanın hareket edemediğini biliyorlardı ve bunu fırsat bilerek kar düştükten sonra orduyu da savaşa katarak orantısız ve insanlık dışı bir savaş yürüttüler. Mesela öncesinde, şimdi Savunma Bakanı olan dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi açıklama yaptı ve “tankların şehirlerde ne işi var” dedi. Yani ordunun katılmayacağını ima etti fakat 14 Aralık’ta, yani kar düşüp de kış şartlarının tam hakim olduğu dönemde gördük ki ordu da katılmış ve tanklar şehirlere/mahallelere girmiş.

Tamam; belki o dönemde devletin içerisindeki Erdoğancı ve faşist kanat herkese baskı yapmış, ‘eğer katılmazsanız sizi görevden alırız’, vb. şeyler demiş de olabilir. Biz bunu bilemiyoruz ama Türk ordusu o zaman böyle bir numara yaptı. Öncesinde izliyordu, Jandarma, vb. güçler dışında katılımı olmuyordu ama 14 Aralık’tan sonra devlet bütün gücüyle o mahallelerin etrafını kuşattı ve yalnızlaştırarak yöneldi. Ondan önce zaten gerilla oralarda yoktu. Gerilla, yalnızca oradaki gençlere yardımcı olmak, yani yol-yöntem göstermek için her yere birkaç kişilik küçük timler göndermişti. Tabi ordu katıldıktan sonra biz de o gençleri desteklemek ve yalnız bırakmamak istedik fakat kar düşmüştü; çok sıkı bir kuşatma oluşturmuşlardı. Mesela Zagros’taki arkadaşlar ne yaptılar ettiler ama Gever’e ulaşamadılar. Kar çok fazla engeldi. Cizre kuşatmadaydı; arkadaşlar çok uğraştı ama içeri giremedi. Yani kurnazlık yaptılar; oyun oynadılar ve sonra o gençlerin etrafını sardılar. Bunun için Amed’in ortasında 60 kahraman genç, Çiyagerlerin öncülüğünde 103 gün boyunca tarihi bir direniş destanı yazdı. Aynı şey Cizre’de oldu, aynı şey Şırnak’ta oldu; aynı şey Gever’de, Nusaybin’de, Hezex’te oldu. Yani her yerde gerçekten kahramanca bir ruhla bu direnişler geliştirildi.

O zaman bu direniş ne anlama geliyor ve nasıl bir ders çıkarılmalı? 

Her şeyden önce bu direniş düşmanın Çöktürme Planı’na karşıydı. Eğer bu direniş olmasaydı tüm Kürdistan’da halkımıza çok daha ağır şeyler yaşatacaktı. Bu direniş, bu planın önünde engel oldu, boşa çıkardı. Kemallerin, Mazlumların, Egîdlerin ve Zîlanların ruhu bu direnişte kendisini gösterdi. Direnişçiler “size karşı bu ruhla direneceğiz” dedi. Bu çok önemli bir mesajdı. Bu tutum, ne kadar üzerine gitse de düşmanın sonuç almasının önüne geçmiştir. Bugün Cizre’de, Şırnak’ta, Sur’da ve diğer şehirlerde düşman sonuçsuz kalmıştır. Tersine, sonuç almış olan, bu tarihi direniştir. Toplumumuzu oralarda teslim almak istediler ama bu direniş sayesinde planları boşa çıktı. Kimseye diz çöktüremediler. Toplumda direniş ruhu ekildi. O zamandan bu yana geçen 5 yıl boyunca düşman çaba gösteriyor; bütün sokakları askerlerle doldurmuş; hatta Sur’u tamamen düz ettiler ve giriş-çıkışları yasakladılar; halen Nusaybin’de bir çok mahalleye girmek yasaktır ama buralardaki halkımızı teslim alamadılar. Yani şehit verdik, kahramanlık destanları yazıldı ama düşmanın planı da bu direnişle boşa çıktı. Bu çok anlamlıdır. Bu direniş, Kürt halkının şerefi ve onurudur. Kürt halkının geleceğidir. Kürtleri netleştirmiştir. Kürt halkının geleceğinin ancak direnişle kazanılabileceğini ortaya koymuştur. Bu mesajı vermiştir, çünkü bu direniş ruhunda zafer vardır. Kısacası özündeki anlam budur. Büyük bir destandı; büyük bir sonuçtu ve bizler de bugün önemli dersler çıkarmalıyız; bunun üzerinde de duruluyor.

5 yıldır düşman, çaba gösteriyor, özel savaş birçok yöntemle toplumumuzu hedefinden uzaklaştırmak, teslim almak ve ezmek için uğraşıyor ama bunu başaramıyor, çünkü bu direnişin ektiği tohumlar ve attığı temelleri hiç kimse aşamaz. Artık hiç kimse halkımız karşısında kirli planlarını hayata geçiremeyecektir.

Irak, KDP ve TC arasında Şengal’e dönük yapılan anlaşmanın ardından bir yandan Şengal halkının tepkileri devam ederken, diğer yandan ise Irak devleti tarafından on bin civarındaki askerin bölgeye sevk edildiği haberleri geliyor. Bu konuda da halk rahatsızlığını dile getiriyor. Siz yaşanan bu gelişmeler ve Irak’ın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devletinin Kürtlerin özerkliğine yaklaşımı her yerde aynıdır. Şengal’de de aynı şekildedir. Êzîdî Kürt halkı orada özerklik istiyor. Özerkliğin Irak federal yasalarında bir yeri vardır. Yani Êzîdîlerin istediği şey, Irak yasalarının çok dışında bir şey değildir. Türk devleti, Kürt özerkliğinin olduğu her yere karşıdır. Nerede karşı çıkıyorsa da ‘bunlar PKK’lidir; bundan dolayı karşıyım’ diyor. Halbuki böyle değildir. Kürt halkı statü istiyor; özerk olmak istiyor. Mesela diyelim Êzîdî halkı her daim İslam tarafından ezilmiştir; sahip çıkılmamıştır. Kendisine ait bir güçle kendisini savunmak, kendi kendini yönetmek Êzîdî halkının meşru bir hakkıdır. Hatta bu konuda Êzîdî halkının sadece siyasi öncülerinin değil, dini ve toplumsal öncülerinin de mücadele etmesi gereklidir. Şimdi sessizdirler. Halbuki Şengal halkı, Irak ve Federe Kürdistan Hükümeti yasaları ekseninde özerk olmak, artık kendi kendini yönetmek ve savunmak istiyor. Bu meşru bir şeydir. Türk devleti karşı olduğu ve bu konuda baskı kurduğu için Bağdat ve Hewlêr arasında anlaşma yapılarak Şengal halkının üzerine gidiliyor.

Şimdi burada Kazimi öncülüğündeki Irak Hükümeti iradeli bir duruş gösteremedi. Eğer iradeli bir duruş göstermiş olsaydı Türkiye’ye, “senin benim ülkemle ne işin var; bunu ben kendim, yasalarıma göre değerlendiririm” derdi. Doğrusu iradesiz yaklaştı. Önünde çözmesi gereken birçok sorun vardır. Ancak bunlar üzerinde duracağına Şengal üzerinden başarı elde etmek istemektedirler. Zaten Kazimi bir başarıya ihtiyacı olduğunu söylüyor ve bu temelde 10 bin askeri Şengal’e gönderiyor. Yani  fermandan kurtulan mazlum Êzîdî halkı üzerinden başarısını gerçekleştirecek.

Bunun bir de Kürt tarafı vardır. Mesela o yapılan anlaşmada Kürt halkının nasıl bir çıkarı vardır? Yani bu anlaşmanın hangi maddesi Kürtlük mücadelesinin gelişmesini sağlıyor! Tersine, orada Êzîdî Kürtlerin özerkliğini ellerinden almak istiyorlar. Anlaşmanın amacı budur. Yani o anlaşmadan Kürt halkının hiçbir çıkarı yoktur. Bunun için de PDK’nin katılımından, “eğer bir şeyde ben yoksam, o şey ne olursa olsun tümden yok olmalıdır” yönünde bir tutumun sahibi olduğu anlamı çıkmaktadır. Başka da ne amaçla katılmıştır! Orada Kürtlerin hiçbir çıkarı olmadığı gibi, tersine Kürtlerin olan tüm kazanımlarını da federal hükümete vermesini söylüyor. Yani Êzîdî halkının özerkliğine karşı orada bir anlaşma yapılmıştır. Bu biçimde bir çaba vardır. Bu yerinde ve doğru bir şey değildir. Bunun için de zaten Irak siyaseti ve Irak devletinin bir çok kurumu da bu anlaşmayı onaylamamıştır, karşı çıkmıştır.

Bilinmeli ki, Türk devletine karşı bu biçimde tavizler vermek, Türk devletini durdurmaz. Türk devletinin istekleri bitmez. Türk devleti, Irak topraklarına göz koymuştur. Onlar Irak’ı ve Kürdistan’ı Osmanlı atalarının mirası olarak görüyorlar. Şimdi de tekrardan miraslarını ele geçirmek istiyorlar. Bunun için de ne kadar taviz verirlerse Türk devleti o kadar üzerlerine gelecektir. Irak Hükümeti, Türk devletine karşı irade olmak istiyorsa veya bir başarı elde etmek istiyorsa öncelikle Türk devletini Başika’dan çıkarmalıdır. Mustafa Kazimi, Şengal’e asker göndereceğine, Türk devletini Başika’dan çıkarmak için tutum alsaydı, Irak halkı büyük çoğunlukla arkasında saf tutardı ve bu biçimde kendisini bir irade haline getirirdi. Irak, Türk devletine taviz vererek değil, ancak ona karşı çıkarak irade olabilir.

Aynı biçimde, mesela Türk devleti son dönemde sürekli bir biçimde Eyn îsa’ya saldırıyor. Basından duyduğumuz kadarıyla Rusya hükümeti QSD’ye, “siz burayı Suriye hükümetine teslim edin, o zaman belki Türkiye’nin saldırılarının önü alınabilir” demiş. Böyle bir öneri yapmışlar. Bilinmeli ki bu biçimde Türkiye’ye taviz vererek hiç kimse sonuç alamaz. Bu yanlış bir şeydir, doğru bir politika değildir. Türk devleti bunlarla durmaz. Zaten Rusya’nın bu siyasetinin bir sonucu olarak Türk devleti Suriye topraklarına girdi ve işgal etti. Hatta bu siyasetten faydalanarak kendisini güçlendirmek istiyor. Siyasi olarak karşılıklı taviz vererek veya alarak Erdoğan’ı bu ortalıktan alarak kudurmuş bir güç haline getirdiler. Yani bu siyasetle kimse AKP-MHP faşist rejimini durduramaz. Dikkat edin; mesela Avrupa Birliği şimdi bunu anlamış ve tutum alıyor; yine bir çok Arap devleti artık anlamış; Suudi ve Mısır tutum almışlar. Bakın Libya’dan ve Akdeniz’den geri çekiliyorlar. Kısacası Türk devletine taviz vererek değil, ancak ona karşı tutum alarak ona geri adım attırabilirsiniz. Bunun için de Irak’ın bu konudaki siyaseti doğru değil, yanlıştır.

Kürdistan’ın çeşitli yerlerinden her gün tecavüz, katliam ve hak ihlalleri haberleri geliyor. Bu konuda yapılan tartışmalarda daha çok bunun bir özel savaş yöntemi olduğunun altı çiziliyor. Kürt halkı bu özel savaş politikalarına karşı neler yapmalıdır?

Kürdistan’da düşman yalnızca gerilla ve siyasi eylemcilere yönelmiyor. Aynı zamanda özel savaş yöntemleriyle Kürdistan toplumuna da yöneliyor. Özellikle de toplum içerisinde kadınlar ve gençler birincil hedeftirler. Düşman, toplumumuzu düşürmek; direnişçi bir toplum değil, teslim olmuş ve erimeye açık bir toplum olmasını istiyor. Bunun için düşmanın özel psikolojik savaş planları çok kapsamlıdır.

Bu politikaya karşı Özgür Kadın Hareketi’nin “kendimizi savunuyoruz” şiarıyla geliştirdiği öz savunma tutumu şüphesiz anlamlı ve önemlidir. Düşmanın geliştirdiği bu yönelimlere karşı eğer ciddi bir savunma olmazsa düşman çok daha kötü şeyler yapabilir. Bunun için bütün Kürt halkı ve Kürdistani kurumlar, yurtsever partiler ve Türkiyeli sol sosyalist demokratik kesimler, Türk sömürgeciliğinin geliştirmiş olduğu özel savaşa karşı durmalı ve mücadele etmelidir. Onlar toplumu insanlıktan uzaklaştırmak istiyorlar; tecavüz ediyorlar, fuhuşu geliştiriyorlar, ajanlaştırıyorlar, kendi adamı yapıyorlar ve bu biçimde yoldan çıkarıyorlar. Parça parça da öldürüyorlar. Bunların hepsini yapıyorlar.

En son basına da yansıyan Gerçüş’teki tecavüz olayı bir vahşettir. Öncekilerden de bu olaydan da anlaşılmaktadır ki; bu olaylarda başrolü uzman çavuşlar oynamaktadır. Devletin bu uzman çavuşlara, yalnızca savaşmak için maaş vermediği açığa çıkmıştır. Bunlar aynı zamanda bir bütün olarak Kürt halkının şerefi, onuru ve namusuyla oynama, onu lekelemek ve bu biçimde toplumda bozulmayı derinleştirmek için de görevlendirilmişlerdir. Bunun için bütün Kürt halkına, Kürt gençlerine, Kürt kızlarına çağrıda bulunuyorum: Bu uzman çavuşlara karşı uyanık olun; bunlar normal insan değildirler; alçaktırlar. Eğer Kürtseler haindirler; eğer Türkseler sömürgeciliğin temsilcileridirler. Bunları toplumda teşhir etmek ve tecrit etmek gerekiyor. Paragözdürler. Kan dökmek ve Kürt toplumunun izzeti nefsiyle oynamak için para almaktadırlar. Halkımız buna karşı durmalıdır.

Bu tür uygulamalar karşısında son dönemde toplumumuz sessiz kalıyor. Sessizleşmemeliler. Kadın Hareketi belli düzeyde mücadele yürütüyor ama bir bütün olarak toplum bu mücadeleyi yürütmeli ve gerekli tepkiyi göstermelidir. Herkes bilmeli ki Türk sömürgeciliğinin hiçbir temsilcisi, hiçbir şekilde bir Kürt gencine dürüst yaklaşmaz. Onlar her daim, ister erkek olsun ister kadın, gençleri düşürmek istemektedir. Onları alıp ajanlaştırmaya çalışmaktadır. Tecavüz ederek toplumsal ahlaktan, doğru yoldan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. İşte eroine, esrara veya fuhuşa alıştırıp bir şekilde yoldan çıkarmaya çalışıyorlar. Aileler de çocuklarını düşmana karşı uyarmalı ve bilinçlendirmelidir. Analar, daha küçüklükten itibaren çocuklarını bu biçimde yetiştirmelidirler. Yani düşman, Kürt insanının kişiliğiyle oynamak istemektedir. En kötü, alçakça ve insanlık dışı olan şey kişilik üzerinde oynamaktır. Bugün Türk sömürgeciliğinin yaptığı da budur.

Şimdi Türkiye’de gizli bir biçimde Apartheid rejiminden daha fazla ırkçılık vardır. Ne zaman bir Kürt öldürülse, bir bakıyorsun, önce bir açıklama yapıp gerçekleri çarpıtıyorlar, sonrasında ise üzerini örtüyorlar. İnsanlarımızı helikopterden atıyorlar ama bir bakıyorsun Bakan sıfatında olan kişiler bunu bile Meclis’te savunabiliyorlar. Yani insanları helikopterden atıyorlar, vahşet uyguluyorlar ve bu vahşiliklerini de meşru gösteriyorlar. Mesela Esendere Avyan Köyü’nde Şerali Dereli isimli insanımızı evinin önünde vurdular ma sonrasında bir yandan aile üzerine baskı kurdular ve diğer yandan da üzerini örttüler. En son Rûbarok’ta 16 yaşındaki bir gencimizi katlettiler ama bunun için de ‘havaya yapılan ateş sonucu vurulmuş’ dediler. Kısacası her zaman bir yol buluyorlar. Bunlar için Kürtleri öldürmek haktır ve mutlaka öldürmenin bir gerekçesi vardır. Üzerini örtüyorlar. Mesela öncelikle basınları böyle bir şeyi hiç yayınlamıyor. Eğer ki tepki gösterilirse ve üzerinde durulursa, belki bir soruşturma davası açıyorlar; o kadar.

Burada dikkat çeken diğer bir şey ise bu tür olayları ortaya çıkaran gazetecileri tutuklamalarıdır. Mesela Çatak’ta helikopterden atma olayını açığa çıkaran gazeteciler şu an zindandadırlar. Yine Gerçüş’teki tecavüz olayını açığa çıkaran gazeteciler hakkında da soruşturma açıldığı yönünde haberler vardır. Türk devleti, aslında Kürdistan’da ırkçılık siyaseti yürütüyor ve bunun üzerini de çeşitli yöntemlerle örtüyor.

Bunların hesabı sorulacaktır. PKK bunun için tarih sahnesine çıkmıştır. PKK bu şeylerin intikamını almak için vardır. Halkımız bunu bilmelidir. Biz, düşmanın halkımıza reva gördüğü bu uygulamalara karşı sessiz kalmayacağız; hesabını soruyoruz ve sormaya devam edeceğiz. En son olay Rûbarok Şemzînan’da oldu; Şemzînan halkımız bilmeli ki bu düşman işte bu tür uygulamalarda bulunuyor. Şemzînan ve Gever’in öz evladı, değerli komutan Têkoşer (Müslih İke) yoldaş, ne için Şemzînan’da öğretmenlik yaparken dağa çıktı? İşte bunların hesabını sormak için çıktı. Türk devletinden bu katliamların hesabını sormak için dağlara çıktı ve yıllarca mücadele yürüttü. Özellikle bölge halkı, yani Şemzînan ve Gever halkı bilmeli ki, yapılan bu uygulamalar ve insanlarımızın dökülen kanı yerde kalmayacak. Bunun hesabı soruluyor, sorulacak. PKK bunun için vardır. PKK, Türk sömürgeciliğinden tarihi hesabı sormak için ortaya çıkmıştır ve bu mücadele, bir hesap sorma, adalet ve özgürlüğü sağlama mücadelesidir.

2020, gerilla açısından önemli bir direniş yılı oldu. Önemli şehitler de verildi. Genel olarak yıl açısından gerilla direnişinin düzeyi neydi?

Öncelikle Kasım Engin, Yılmaz Dersim, Egîd Civyan ve Amara Ronahî yoldaşlar şahsında tüm 2020 şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Onlara verdiğimiz sözü tekrar ediyorum. Biz, onların mücadelesini başarıya taşımak için bugün yaşıyoruz. Sözümüze bağlı olacağız ve şehitlerimize layık olacağız. Onların kanını yerde bırakmayacağız.

Sizin de belirttiğiniz gibi yıl içerisinde kapsamlı bir savaş yaşandı. Heftanîn’den Dersim’e kadar gerilla büyük bir direniş gerçekleştirdi. Tabii ileride yıl mücadelesi üzerine daha kapsamlı değerlendirmeler olacaktır, ancak şu an da bazı konular üzerinde durulabilir. Özellikle şimdi başta Kuzey gerillası olmak üzere tüm birimlerimiz de bu yılın muhasebesini yapıyor, değerlendiriyor ve yeni pratiklere hazırlanıyor. Genel olarak baktığımızda 2020 yılı şehitlerimizin sayısı fazla değildir ancak nitelik olarak ağır kayıplar verdik. Özellikle de Botan ve Dersim saha komutanlarımızı koruyamadık. Bu bizim için büyük bir eksikliktir. Halen tarzda zayıflıklarımızın olduğunu da göstermektedir.

Tm eksikliklerimize rağmen, gerillanın bu yıl içerisinde göstermiş olduğu direniş AKP rejimini yıkılmanın eşiğine getirmiştir. Unutmayalım; bu rejim işe ilk başladığında ‘PKK’yi bitireceğiz’ demiştir. Mesela 2016 sonbaharında “2017 Nisanı’nda kimse PKK’nin adını ağzına almayacak, çünkü PKK diye bir şey kalmayacak” diyorlardı. Şimdi de hiç utanmadan arlanmadan aynı şeyi tekrar ediyorlar. Tabi kimse de çıkıp karşısına, ‘sen her yıl aynı şeyi söylüyorsun’ demiyor.

Türk devleti farklı bir düşmandır; başka devletlere benzemez. Normal bir devlet değildir. Bu devlet yeni kurulduğunda Kürtlerin yardımıyla kurulmuştur ama sonrasında Lozan Anlaşması’nda uluslararası emperyal güçlerin, çıkarları doğrultusunda Kürtlere hiçbir hak vermediğini görünce, bunlar da Kürtleri inkar etmişlerdir. Yani Kürtlere ihanet etmişlerdir. Atatürk o güne kadar Kürt önderlerinin ellerini öperken, anlaşmadan sonra aynı önderleri idam etmeye yönelmiştir. Yani bu devlet Kürt halkının inkarı ve onlara yapılan ihanet temelinde inşa edilmiştir. Bu yüzden de normal bir devlet değildir.

Bu devletin daimi bir biçimde iki özelliği öne çıkmaktadır: 

* Her zaman iktidarlarının özel savaş yürütmesidir. Yani hükümetlerinin hepsi özel savaş hükümetidir. 

* Yalan ve inkar üzerine kurulu bir devlet olması itibarıyla bu tarz artık bir yöntem halini almıştır. Yani hiçbir şeyi açık bir şekilde topluma açıklamazlar; mutlaka önce gerekli ayarları verirler ve ondan sonra konuşurlar. Dikkat edin; bu korona hastalığında da aynı şekilde yalanlara başvurdular. Ancak en sonunda bu yalancılıkları da ortaya çıktı. Meğerse Sağlık Bakanı her gün televizyona çıkıyormuş ve millete yalan söylüyormuş. Bu hastalığın geldiği düzey konusunda Erdoğan sürekli ‘herkese göre iyi durumdayız’ derken, şimdi ortaya çıktı ki bu hastalığın olumsuz yönde yaygınlığı ve etkileri açısından Türkiye dünyada dördüncü sıradadır. Yani hastalık toplum içerisinde bu kadar yayılmasına rağmen bunlar hastalığı toplumdan gizliyor. Bunlar böyle alışmışlardır; mayalarında doğruyu söylememek vardır. Bunun için de sürekli yalan söylemektedirler.

Gerçeği, gerillanın direnişidir ve Türk devleti bu direnişe karşı başarılı olamamış, sonuçsuz kalmıştır. Tabi bunun karşısında gerilla da kayıplar vermiştir, zorluklar yaşamıştır. Ancak Türk devletini de helak etmiştir. Şimdi herkes bu iktidarın ne kadar ömrünün kaldığını tartışmaktadır. Kimse bizim ömrümüzü tartışmıyor; sadece o ortalıkta dolaşan İçişleri Bakanı halen daha tarihler veriyor, ancak bir yalancı olduğu ve 5 yıldır sürekli aynı şeyi söylediği açıktır. Yani biz varız, kalıcıyız; belki mücadelenin gelmiş olduğu aşama itibarıyla çeşitli zorlanmalar olabilir ama yol ve yöntemlerimiz doğrudur; Önderliğimizin görüş ve düşünceleri gittikçe tüm dünyada daha fazla yayılmakta, kabul görmektedir. Gerçeklik budur.

Bu gerçeklikle yetinmemek, yeniden yapılanma temelinde kat edilmiş mesafeyi daha da büyütmek ve gerillanın yenilmezliğini zafere dönüştürmek gerekmektedir. Şüphesiz gerillada da savaşın gerektirdiği kural ve kaidelerin uygulanmasında yetmezlikler çıkmaktadır. Bu tür durumlar yaşandığında düşman da bu açıklardan istifade edebilmektedir ve hak etmediğimiz şehadetler yaşanabilmektedir. Kural ve kaidelerin kısmi olarak uygulandığı yerlerde gerilla hiç kayıp vermediği gibi düşmana da çok ciddi darbeler vuruyor. Bu durum, zafer gerillasının başarısı yolunda bizlere daha fazla umut aşılıyor. Bu konuda Heftanîn, Serhat ve daha bir çok yer örnek olarak gösterilebilir. Kuşkusuz buralarda da gerillanın yetersizlikleri vardır ama yeni dönem gerilla çizgisinin uygulanması halinde nasıl başarılar elde edilebileceğini ortaya koyan önemli örnekler durumundadır.

Bizler 2021’de her açıdan çağın gerillasını devreye koymak istiyoruz. 2021, Partimizin 43. yılıdır. 43. yıl, mücadelemiz açısından normal bir yıl olmayacaktır. Yaşanan tüm gelişmeler, daha şimdiden önümüzdeki yılın önemli ve olağanüstü bir yıl olacağını ortaya koymaktadır. Şehitlerimizden aldığımız güçle, bu yılı mücadelemizin daha da yükselişi yaşadığı bir yıl haline getirme kararlılığımız tamdır.