PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, İmralı'dan 21 aydır haber alınamamasına, CPT'nin açıklamalarının muğlaklığının eklenmesiyle olağanüstü bir durumun yaşandığının görüldüğünü belirterek, şüphelerinin arttığını söyledi. Kürt Özgürlük Hareketi ve halkı için Kürt Halk Önderi'nin durumunun stratejik öneminin altını çizen Karayılan, Türk devlet yetkililerinin her şeyden önce şu gerçeği göz önünde bulundurması ve ona göre daha ciddi yaklaşması gerektiğini vurguladı: "Eğer Kürt halkının Türkiye ile ortak bir yaşamı olacaksa bunun tek köprüsü Önder Apo’dur. Bu konuda küçük hesaplar temelinde oynamamalı, politika yapmamalı; bu büyük bir tehlikedir. Bu, uyarımızdır. Kimse bunu tehdit olarak ele almamalı. Herkes de biliyor ki; en üst düzeyde, ölümüne yöntemlerle Önder Apo’ya ve felsefesine bağlı olan binlerce insan vardır. Herkes dikkatli yaklaşmalıdır ve kimse bu konuda yanlış yapmamalıdır. Halk ve Hareket olarak 21 aydır İmralı Adası’nda ne yaşandığını bilmemeyi kabullenemeyiz."
PKK Yürütme Komitesi Murat Karayılan, Stêrk TV'nin 'Özel Programı'nda soruları yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:
Geçen süreçte CPT heyeti İmralı’ya gittiğini ve orada görüşme yaptığını duyurmuştu. Fakat Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları, İmralı’da hiç görüşme olmadığını belirten bir açıklama yaptı. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Bu bir haftadır gelen bilgiler, yapılan açıklamalar ve açığa çıkan konular, İmralı’da normal-sıradan olmayan bir durum olduğuna işaret ediyor. Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki; tecrit ve psikolojik işkence 24 yıldır devam etmektedir. Son 21 ayda bunlar çok daha katılaştırılmıştır ve Önderliğimizden hiçbir haber alamamaktayız. Var olan bilgiler ise doyurucu değildir. Resmi bilgi yoktur. Bizden taraf hiç kimse, Önderliğe ve oradaki diğer üç arkadaşa ulaşmamıştır. Bunun için de yayılan bilgiler, inanabileceğimiz nitelikte değildir. Zaten çok resmi olmadıkları gibi muğlaktırlar. Bu durum şüphelerimizi arttırmaktadır.
KUŞKULARIMIZI ARTTIRDI
Sizin de belirttiğiniz gibi CPT, önce “Türkiye’ye gittik, zindanları dolaştık; İmralı’ya da gittik ve görüşme yaptık” dedi. Şimdi bu konuda bilinen birinci husus, Türkiye’ye olan bu ziyaretlerinin programında İmralı yoktu. Niye aniden programlarını değiştiriyor ve İmralı’yı ziyaret ediyor?
Diğer bir husus ise dönüşte "biz görüşme yaptık" dediler. Bu, Önder Apo’yla görüşme yapmışlar gibi anlaşıldı. Sonrasında ise Önder Apo’nun CPT ile görüşmeyi kabul etmediği yönünde bilgiler ortaya çıktı. Peki eğer böyle bir durum varsa niye CPT, doğru konuşmuyor ve skandal gibi yalanlar söylüyor? CPT, bu skandalı ne için yapıyor? Kısacası bunların hepsi insandaki şüphe ve kuşkuları arttırıyor. Kaygılarımız fazlaca vardır.
AĞIR BİR DURUM OLDUĞU BELLİ
Biz, orada Önderliğimize dönük olan baskının arttığını biliyoruz. Geliş-gidişler oluyor; bunlar duyuluyor. Yine sağlık heyetlerinin de gidiş-gelişleri oluyor. Bu durum da Önder Apo’nun sağlığına dönük olan kaygılarımızı daha da arttırıyor. Sıradan bir durum olmadığı, aksine ağır bir durum olduğu belli oluyor. Bu çok önemli bir konudur. Herkes biliyor; Önder Apo konusu halkımız, hareketimiz ve birçok dostumuz ile fikirdaşımız için en önemli ve stratejik konudur. Her şeyden önce bu konu, yani Önder Apo’nun durumu katiyen seçim gibi küçük hesapların malzemesi olamaz. Kimse böyle yaklaşmamalıdır. Önder Apo’ya ve Kürt sorununa böyle bir yaklaşım, ucuz bir yaklaşım olduğu gibi, kim böyle yaklaşıyorsa kendisine ters döner.
ARAMIZDAKİ TEK KÖPRÜDÜR
Eğer Kürt halkının Türkiye ile ortak bir yaşamı olacaksa, bunun tek köprüsü Önder Apo’dur. Bunu herkes bilmeli. Türkiye sınırları içerisinde ortak, eşit, özgür ve barışçıl bir yaşamın nasıl olacağının mimarı da yine Önder Apo’dur. Türk devlet yetkilileri her şeyden önce bu gerçekliği göz önünde bulundurmalı ve ona göre daha ciddi yaklaşmalı. Bu, ciddi bir konudur. Kimse bu konuda küçük hesaplar temelinde oynamamalı, politika yapmamalı; bu büyük bir tehlikedir. Bu, bizim bir uyarımızdır. Kimse bunu tehdit olarak ele almamalı ama herkes de biliyor ki; en üst düzeyde, ölümüne yöntemlerle Önder Apo’ya ve felsefesine bağlı olan binlerce insan vardır. Bu yaşamsal bir şeydir ve çok önemli bir konudur. Bunun için herkes dikkatli yaklaşmalıdır ve kimse bu konuda yanlış yapmamalıdır.
21 AYDIR NE YAŞANDIĞINI BİLMİYORUZ
Mevcut olan durum tek başına tecrit kelimesiyle de dile getirilemez. Ağır esaret koşulunda tutulma gibi bir durum var. Bu durum, hiçbir devletin kanununda olmadığı gibi bu uygulamanın bir benzeri de yoktur. Bugün dünya küçülmüş, telekomünikasyon gelişmiş, dünyanın bir ucundaki insan diğer ucunda ne olduğunu hemen duyuyor ama biz halk ve Hareket olarak 21 aydır İmralı Adası’nda ne yaşandığını bilmiyoruz. Bu kadar sert ve mutlak bir tecrit vardır. Devlet veya hükümet orada kendisine göre bir politika yürütüyor. Bu kabul edilemez. Biz kimseden bir şey istemiyoruz. Biz, evrensel yasalar olduğu gibi bir de Türkiye’nin yasalarının olduğunu, buna göre hareket edilmesini istiyoruz. Halkımız şu an bunu istiyor. Mesela halkımız 9-10 gündür sokaklardadır. Haklılar, çünkü bu konu çok kaygı vericidir. Her şeyin bir ölçüsü, hukuku ve ahlakı olmalı. Böyle ölçüsüz, hukuksuz, kanunsuz ve ahlaksız yaklaşım kabul edilemez.
ULUSLARARASI BOYUTU DA VAR
İmralı’nın bir de uluslararası yanı var. Bu zindanın, Uluslararası Komplo’nun uygulanması sürecinde kurulduğunu biliyoruz. Zaten Önder Apo da İmralı’ya ayak bastığı zaman Avrupa Konseyi’nin bir temsilcisinin karşısına çıktığını, kendisine orada kalacağını ve kendilerinin de gözlem yapacağını belirttiğini söylüyor. Peki gözlemi kim yapıyor? Kendilerine bağlı olan CPT’yi gönderiyorlar. CPT, yani İşkenceyi Önleme Komitesi. Şu anda öyle bir rol oynuyor mu? Hayır. Oynadığı rol, adının tersinedir. İşkenceyi önlemiyor, işkencenin önünü açıyor. İşkenceyi normalleştiriyor. Birçok insan hakları kurumu ve hukuka göre tecrit, işkencedir ve CPT’nin kendi kayıtlarında da bu böyledir. Tecrit işkencedir. CPT geliyor, 21 aydır burada mutlak bir tecrit olduğunu görüyor ve tecrit işkencedir. O zaman niye önünü almıyor? Bir tutum olarak önünü alacağına normalleştiriyor, yanlış bilgiler veriyor. “6 ay sonra bilgi vereceğiz” diyor. Neymiş; yasaları böyleymiş. Yalan söylüyorlar. Araştırdık; bazen devletlere rağmen de açıklama yapmışlar. Birçok böyle örnek de vardır. Mesele şudur; Türkiye, bu zindanı onlarla birlikte yapmıştır. Dolayısıyla burada sorumlu Avrupa Konseyi ve komplocu güçlerdir. Onlar siyasetlerinde ısrar ediyorlar. Siyasetleri nedir? Komplo çizgisidir. Zaten eğer Önder Apo onlarla görüşme yapmak istememişse demek ki Önder Apo, ‘siz komplo çizgisindesiniz ve komploda ısrar ediyorsunuz’ dediği için görüşmemiştir. Eğer gerçekten Önder Apo onlarla oturmamışsa, yani bu bilgi doğruysa orada ciddi bir durumun olduğunu gösteriyor.
KÜRT SİYASETİNİZİ DEĞİŞTİRİN
Hangi açıdan yaklaşırsak orada ciddi bir durum vardır ve bu kaygı vericidir. Bu konuyu Türkiye’ye havale eden ilgili uluslararası güçler, bizi akılsız sanıyor. Halbuki onların bu siyasetleri İmralı’da tecridin bu hale gelmesine neden oluyor; savaşın yaşanmasına, Kurdistan’da katliamların gelişmesine; bu devletin bu şekilde inkarcı yaklaşmasına neden oluyor. Şu an Rojavayê Kurdistan'da o kadar terör estiriyorlar. Bunun temelinde İmralı’da yürütülen siyaset vardır. Bu, soykırım siyasetidir; Kürt'ü inkar siyasetidir. Uluslararası güçlerin bu siyasete ortak olmaması gerekir. Artık yeter! Onlara çağrımız budur. Bu vicdansızlığı, bu merhametsizliği ve bu hukuksuzluğu yapmayın. Yine kendinizi de bu durumdan uzakmış gibi göstermeyin. Anlamıyoruz sanmayın. Sizin de sorumluluğunuz var. Eğer sorumluluğunuz yoksa CPT orada ne arıyor! Ne diye oraya gidiyor? Hem bu ismi alıyor, hem de tersine rol oynuyor! Kuşkusuz CPT, Avrupa Konseyi’nin bir kurumudur. Kısacası Avrupa Konseyi’ne, ABD’ye çağrımız vardır; Kürtler üzerinde olan komplo siyasetinizin çizgisini değiştirin. Artık yeter! Artık sınır aşılmıştır. Bir de bu geçen 24 yılda Kürt halkının ve Önder Apo’nun hakikati ispatlanmıştır. Kurdistan Özgürlük Hareketi haklıdır ve bu da bir hakikattir. Ne kadar üzerine gelseniz de tasfiye edemediniz. Bu hakikati kabul etmeniz gerekir. Onlara çağrımız da budur.
Demokratik kamuoyu ve Kürt halkının nasıl bir tutum alması gerekir ve üzerlerine düşen görevler nelerdir?
Her şeyden önce şu belirtilmeli; gerçekten önemli bir dönemdeyiz. Bakın; İmralı’da böyle olağanüstü bir durum var. İşkencenin dozajı artmış ve ciddi kuşku taşıyoruz. Gerillalarımıza karşı her gün kimyasal silah kullanıyorlar. Bu silah uluslararası olarak yasaklanmıştır. Dolayısıyla kullanılması, uluslararası hukukun çiğnenmesidir. Yine bakıyoruz; şu an Rojava’ya dönük olarak 21 gündür sınırsız bir saldırı vardır. Alt yapıya saldırıyorlar. Bu insan haklarının çiğnenmesi değil midir? Orada bir toplum yaşıyor; fırını var, fırınına vuruyor; suyu var, suyuna vuruyor. Bu kabul edilebilir bir şey midir? Türk devleti bunu yapıyor ve herkes de izliyor.
Halkımız ve herkes bilmeli; bu, ciddi bir durumdur. Biz önemli bir dönemden geçiyoruz ve aynı zamanda bir imtihanla yüz yüzeyiz. Bu bir sınavdır. Önderliğimize sahip çıkmalıyız; kendi kendimize sahip çıkmalıyız; değerlerimize sahip çıkmalıyız; bu hukukun çiğnenmesine her yöntemle karşı çıkmalıyız. Bu konuda yükü kaldırmalı ve sorumlu yaklaşmalıyız; risk almalıyız. Yurtseverler olarak ülkemize, Önderimize, gerçeğimize her meydanda sahip çıkmalıyız. Bunun için gerekli şeyleri yapmalı. Kürt halkı bir hakikattir. Önder Apo bir hakikattir. Özgürlük istemek bir hakikattir. Kadın özgürlüğü temelinde gelişen felsefe bir hakikattir; bakın bugün bütün dünyaya yayılıyor.
DAHA FAZLA ÇALIŞMA GEREKLİ
Bu hakikati sahtelik, ikiyüzlülük ve haksızlığa karşı korumak için de çok daha fazla örgütlülük, çok daha fazla çalışma ve çok daha fazla irade gereklidir. Şimdi biz Hareket ve halk olarak bunu çok daha fazla göstermeliyiz. Önder Apo’ya karşı gerçekten görevlerimize sahip çıkmalıyız. Madem ‘bizim başkanımızsın’ diyoruz ve ‘Bijî Serok’ diye slogan atıyoruz, o zaman Serok’a karşı görevlerimize de sahip çıkmalıyız. Şimdiye kadar görevlerimize sahip çıktık mı? Bu konuda yetersiz kaldık. Biz özeleştirisel bir durumdayız. Bunu halkımız bilmeli. Halkımız için de aynı durum geçerlidir.
DAYATMALARA KARŞI DİRENİYOR
Mesela şimdi Önder Apo’ya dönük olan baskılar ne içindir? Kürtler içindir. Orada bire bir Önder Apo’dan ne istiyorlar? Geri adım atmasını istiyorlar. Mesela herhalde bireysel haklar çerçevesinde bir çözümü kabul etmesini istiyorlar, ancak biz bir kişi değiliz; kişisel haklar çerçevesindeki bir çözüm, inkardır. Yani biz tek tek Kürt değiliz; toplum olarak Kürt'üz. Toplumsal-kolektif haklarımız olması gerekir. Eğitim hakkı, kimliğimizin tanınması hakkı, kendi kendini yönetme hakkı vardır. İşte Önder Apo, bunu savunuyor ve bunu savunduğu için 24 yıldır üzerine gidiyorlar. Şimdi Önder Apo’nun savunduğu için işkencelerle karşı karşıya kaldığı şeyler, benim, senin, bir köylünün, çiftçinin, esnafın, herkesin istediği şeylerdir. Önderlik orada herkesin davasını savunuyor. Onlar, bunu kabul etmesini dayatıyorlar. ‘Bireysel haklar sizin için yeterlidir; kabul et ve bizi destekle’ diyorlar. Biz bunu kabul edersek AKP de ‘ben zaten sorunu çözdüm’ der. İşte bunun için Hareketimiz direniyor, Önderliğimiz direniyor, bunun için bu kadar işkence yapılıyor, bunun için bu kadar saldırı yapılıyor ve kimyasal kullanılıyor.
KENDİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ
Halkımızın da bu konuda sahip çıkması gerekiyor. Önder Apo’ya bu çerçevede sahip çıkmalılar. “Önder Apo’ya sahip çıkılmalı” dediğimizi Önderlik duysa muhtemelen eleştirir. Önder Apo’ya sahip çıkmak kendine sahip çıkmaktır; kendi mücadelene, kendi kimliğine sahip çıkmaktır. Biz kendimize sahip çıkmalıyız. Halkımız kendisine sahip çıkmalıdır. Bunu kabul etmemeli. Sanki sahipsizmiş gibi getirmiş, kendine göre tecrit oluşturmuş, tüm basın da AKP’nin elindedir, hangi bilgiyi isterse kendisi dağıtıyor, heyetlerini gönderiyor ve kimsenin haberi olmadan baskı yapıyor. Belli ki orada tehlikeli bir şeyler var. Bunun için halkımız gerçekten sorumluluğu üstlenmeli, sokaklara çıkmalı ve gücünü göstermeli. Biz halkın gücüne inanıyoruz. Kendimize ve halkımıza güveniyoruz. Dostlarımızın gücüne inanıyoruz. Halkımız iradelidir. Halkımız sokaklara çıksa çok şey yapabilir.
HALKIMIZ FEDAKARLIK YAPMALI
Bu konuda halkımıza çağrımız vardır. Başta Avrupa halkımız olmak üzere tüm halkımızı çağırıyoruz. Avrupa’da yaşayan halkımız gerçekten çok emek veriyor. Her gün sokaklardadır. Yalnız halkımız bilmeli ki; biz olağanüstü şartlardayız. İşte bu 8 aydır birçok gerilla arkadaşlar daha banyo yapmamış, yüzünü yıkamamış, gece gündüz kimyasal saldırı ve bombardıman altındadır. Yani böyle bir dönemdeyiz. Eğer buna kanaat getirmezsek, inanmazsak ve bu temelde fedakarlık yapmazsak kimse buna dayanamaz. Kolay değildir. Halkımız bilmeli; bugün gençlerimiz, devrimcilerimiz ve Önderliğimiz ağır bir yükün altındadır. Önderliğin yükünü hafifletmeliyiz. Herkes bunu böyle düşünmeli. 100 yıllık Kürt sorununun tüm yükü Önderliğin sırtındadır. Düşman da bu temelde Önderliğin üzerine gidiyor ve ona geri adım attırmak istiyor. Önderlik de büyük bir irade, sabır ve inançla direniyor. O atmosferde her gün gelişen psikolojik işkenceye karşı tek başına direnmek çok anlamlı ve tarihi bir duruştur. Bunun için halkımız da fedakarlık yapmalı, sokaklara çıkmalıdır. Evet; Avrupa kitlesi her ne kadar şimdiye kadar belli düzeyde fedakarlık yapıyorsa da bu dönemde daha fazla yapmalıdır.
KUZEY'DE SOKAĞA ÇIKILMALI
Rojava halkı da önemli düzeyde sokaktadır; yine Doğu halkımız da her gün sokaklardadır ve belli bir yükün altındadır. Orada halkımız, İran’ın diğer halklarıyla kendine özgü bir çizgi yürütüyor. Kuzey’de de halkımız sokaklara çıkmalı. Mesela şimdi Kuzey’de siyasi ve resmi kurumlar tarih vererek halkımızı toplanmaya çağırıyor. Bu iyi bir şeydir. Gerçekten değerli bir şey ve saygımız var. Buna inanıyorlar ve onu yapıyorlar. Zaten herkes inandığı şeyi yapmalı. Peki bunu yapan herkes PKK’li mi? Hayır ama devlet böyle görüyor. Yani Rojava için de Kuzey için de HDP, vb. partiler için de böyle bir anlayışa sahip. Hayır. Önder Apo bir toplumun önderidir. Bir davayı temsil ediyor. Önder Apo için yola çıkan herkes PKK’li değildir. Biz zaten çağrımızı sadece PKK taraftarlarına yapmıyoruz; herkese yapıyoruz. Her Kürt bu davaya sahip çıkmalı. Önder Apo’nun duruşu, ulusun hak ve çıkarları içindir. Toplum olarak kimliğimizin dayatılması, kabul ettirilmesi ve halkımızın haklarını istemek, ulusal bir duruştur ve çok önemlidir. Ulusal ve tarihi bir konudur. Bunun için biz herkesi çağırıyoruz. Tüm dini kesimler, siyaset dışında yer alan çevreler, köylüler, şehirliler, özellikle de bu mücadelede misyon sahibi olan gençler, kadınlar ve emekçiler görevlerine sahip çıkmalıdır.
HALK İNİSİYATİFİYLE HAREKET ETMELİ
Yalnızca resmi çerçevedeki bir yaklaşımla bunlar yapılmamalı. İşte resmi kurumlar ‘filan yerde toplanma’ çağrısı yapıyorlar; devlet de bunu duyuyor; zaten özel savaş şefi olan bir deccal var. O, daha halk o yere gitmeden tüm yolları tutuyor ve eylemcilerden fazla polisi oraya topluyor. Bu da saygı gösterilmesi gereken fedakar bir duruştur. Tabii ki bu yöntemlerle de mücadele edilmeli, ancak yurtseverler, kadınlar, gençler ve serhildan çalışması yürüttüğünü belirten kesimler, bu işe sokaklardan başlamalılar. Şimdi Rojhilat’ta kimse sokağa çıkmak için izin almış mı? Halk her gün sokaklardadır. Bugün Amed sokaklarında birbirini savunabilecek yurtseverler yok mu? Unutulmamalı ki; bu çıkış, şehirlerin merkezlerinde insanları resmi olarak toplayarak değil, sokaklardan başlayacaktır. Tabii diğeri de bir yöntemdir ve saygımız vardır ama esas yöntem halkçı yöntemler olmalı. Halk, inisiyatifiyle ve iradesiyle sokaklara dökülmeli ve meydanlara çıkmalı. Bu biçimde serhildan hareketleri gerekmektedir. Yurtseverler ve gençler, bunu hedeflemeli ve bunun üzerinde durmalılar. Herkese olan çağrımız bu çerçevededir.
YALNIZCA KÜRTLERİN MESELESİ DEĞİLDİR
Diğer bir konu da; Türk devletinin İmralı’ya yaklaşımı ve Önder Apo’ya dönük tecridin, yalnızca Kürtlerin meselesi olmadığı gerçeğidir. Bu mesele, aynı zamanda Türkiye’nin de meselesidir. Tecrit olduğu sürece savaş da olacaktır. Savaş olduğu sürece açlık da olacaktır. Ekonominin hepsi savaşa akıyor. Şu an ekonomiyi tartışıyorlar. Türkiye, ekonomisinin hepsini savaşa harcıyor. Bunun için Türkiye halkları bugün yoksulluk içerisindedir. İşte kendileri belirtiyorlar; her bomba 1,2 milyon dolar, diyorlar. Peki bu bombalardan günde kaç tane atıyorlar? Her biri 5 bin dolar dedikleri obüslerden günde binlerce atıyorlar. Yağmur gibi sürekli yağıyor. İşte bunların hepsi masraftır. Kısacası İmralı sorunu, Türkiyeli bir işçiyi de bir esnafı da çok alakadar ediyor. Hatta burjuvaları da alakadar ediyor. Bu bir yanı.
AYNI ZAMANDA DEMOKRASİ MESELESİDİR
Diğer yanı ise İmralı’da bu hukuksuz ve kanunsuz siyaset olduğu müddetçe Türkiye’de de hukuk ve kanun oturmaz. Yani Türkiye’ye demokrasi gelmez. O zaman bu mesele aynı zamanda demokrasi meselesidir; özgürlük meselesidir; Türkiye’nin demokratikleştirilmesi meselesidir. O zaman başta sol-sosyalist ve demokratik kesimler olmak üzere bütün Türkiyeli gerçek muhalifler buna karşı çıkmalıdır. Doğrudur; bu sorun Kürtlerin özgürlüğü sorunudur ama aynı zamanda Türkiye halklarının özgürlüğü ve demokrasisi sorunudur. Bununla bağlantılı olarak, aynı zamanda bölge halklarının meselesidir. Önderliğin bugün bölgede yürüttüğü proje, tüm bölge halklarını ilgilendiriyor. Yine Türkiye’yi demokratize etmek istiyor. Türkiye demokratize edilir, bu faşist dalga kırılırsa Arap halkı da baskıdan kurtulacak, Asuri-Süryani halkımız da kurtulacak, herkes de kurtulacak. Bunun için herkese çağrımız vardır. Halkımız, Kurdistan yurtseverleri, demokratik güçler, taraftar olsun olmasın tüm Kurdistanî çevreler ve Türkiyeli demokratlar ile işçileri, yine demokrasi ve barış yanlısı olan tüm ilerici insanlığı bu soykırımcı siyasete, komplocu siyasete ve İmralı’da bu işkencenin devam etmesini sağlayan siyasete karşı çıkmaya çağırıyoruz. Artık insanın kaldıramayacağı bir noktaya gelmiş olan bu uygulamalar, bu dönemde aşılmalı. Özellikle de şu an orada ne olduğuna dair ciddi kuşku ve kaygılar vardır. Avukatlar veya aile gidip de Önderlik'ten direkt bilgi getirmediği sürece halkımız da sokaklardan çıkmamalıdır. Yurt içinde olsun yurt dışında olsun daimi olarak eylemlerimizi devam ettirmeli, kitlesel mücadelemizi yürütmeliyiz.
Hareket'in militanları ve Önder Apo’nun öğrencileri olarak kuşkusuz yükümüzün çok daha ağır olduğunu biliyoruz. Burada detaylı açmama gerek yok ama bizler de görevlerimizi yerine getirmeli, Önder Apo üzerindeki yükü hafifletmeliyiz. Yoldaşlık görevimiz budur. Kısacası bu konuda biz de çaba sahibi olmalı ve Önder Apo ile şehitlerimizin gerçekliği karşısında görevlerimize sahip çıkmalıyız. Hepimizin görevidir; yurtseverlerin de tüm demokratik kesimlerin de görevidir. Tüm Kurdistanlı yurtseverlere ve Türkiyeli demokratlara çağrımız budur; bu olağanüstü konuya el atılmalı ve herkes bu konuda tutum sahibi olmalı. Özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltmeli; Önder Apo’nun özgürlüğünü hedeflemeliyiz. Çözüm sadece tecridin kaldırılmasından değil, Önderliğin özgürlüğünden geçmektedir. Bu temelde bizler mücadeleyi yükseltme çağrısı yapıyoruz.
Türk devleti, 19 Kasım’dan itibaren Kuzey-Doğu Suriye’ye saldırmaktadır. Bu saldırıların amacı nedir ve buna karşı halklar nasıl bir tutum içinde olmalıdır?
Türk devletinin konsepti, Kürt halkının tüm kazanımlarını ortadan kaldırmak ve Kurdistan’da soykırım siyasetini hakim kılmaktır. Bu çerçevede Rojava Kürtlerinin ve Kuzey-Doğu Suriye’nin özerk bir idareye kavuşmasını istemiyor. Bunu kendisi için bir tehlike olarak görüyor ve ortadan kaldırmak istiyor. Bu çerçevede bir yaklaşımları var. Bir yanı böyledir. Diğer yanı ise seçimlerle ilgilidir. Devlet Misak-ı Milli sınırlarını işgal etmek istiyor. Bu konuda bir projesi var fakat AKP-MHP hükümeti ise bir yandan bu konsepti yürütmek istiyorken, diğer yandan da seçimlerde oy alabilmek için faşizmi, milliyetçiliği gürleştirmek istiyor. Yani her iki hesap da vardır. Bunun için öncelikle Medya Savunma Alanları’na, yani Güney Kurdistan’a gelerek sonuç almak istediler. Ancak onların Zap’ta bir zafer ve başarı hikayesi yazamayacakları belli oldu. Onun için de kesin bir biçimde yönlerini Rojavayê Kurdistan’a ve Kuzey-Doğu Suriye’ye döndüler.
KÜRTLERİ ROJAVA'DAN ÇIKARMAK İSTİYOR
Kuşkusuz bir tek seçim hesapları yok. Bir de ortadan kaldırma hesapları vardır. Türk devleti, bu konuda da bir tek Özerk Yönetim'i ortadan kaldırmak istemiyor. Doğrudur; bu da vardır ama bir de Rojavayê Kurdistan’dan Kürtleri çıkarmak istiyor. Özcesi Rojava’yı tümden Kürtlerin elinden almak, hepsini Efrîn gibi yapmak istiyor. Mesela şu an Efrîn’de Kürt var mıdır? Yüzde 20 civarında vardır ama onları da köleleştirmişler, her gün fidye için kaçırıyorlar, baskı altına alıyorlar ve mal-mülklerine el koyuyorlar. Artık orayı Kürtlerin elinden almış olarak sayıyorlar. Hakeza Serêkaniyê ve Girê Spî de öyledir.
YURTSEVER ARAPLAR VE SÜRYANİLERİ DE
Bir tek Kürtler değil; aynı zamanda Arap ve Asuri-Süryaniler de hedeftir. Kendi ajanları olan Arapları oralara yerleştirmek istiyorlar. Buralara El Nusra, DAİŞ gibi örgütler ve ailelerini yerleştiriyorlar. Mesela şimdi Girê Spî’den demokratik ve yurtsever Arapları da çıkardılar. Evet Kürtlere karşılar ve Rojavayê Kurdistan'ı Kürtlerin elinden çıkarmak istiyorlar ama onların yerine iş birlikçileri olan Arap ve Türkmenleri yerleştiriyorlar. Yoksa yurtsever olan ve onlarla iş birliği içinde bulunmayan Arapları da zaten hedefliyorlar. Bunun için tüm Kuzey-Doğu Suriye halklarına dönük bir saldırı söz konusudur ve bu konudaki planları köklüdür. Mesela Erdoğan, 30 km’lik bir alanda tampon bölge oluşturmak istediklerini belirtiyor. 30 km’ye kadar girerlerse zaten Rojava ortadan kalkıyor. Yani Rojava’nın sınırı ancak oraya kadardır. Böyle bir politika, soykırımdır.
BU SİYASET, TÜM KÜRTLEREDİR
Bu konuda şunun da bilinmesi gerekiyor; doğru, bu saldırı Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’ye dönüktür fakat bu siyaset, tüm Kürtlere yöneliktir. Eğer orada başarılı olurlarsa artık diğer yerlerde de Kürt bırakmazlar. Bu bir hedeftir. Yani artık hiçbir yerde özerklik bırakmazlar; Kürt kimliğini artık hiç tanımazlar. Bunun için Rojavayê Kurdistan'a dönük olan saldırıları, yalnızca Rojava’ya dönük olarak görmemeliyiz; tüm Kurdistan gerçekliğine karşı saldırılardır. Böyle görmek ve Rojavayê Kurdistan'ı yalnız bırakmamamız gerekiyor. Her yöntemle Rojava’ya destek olmalıyız. Belki kendisine Kürt partisiyim deyip Türkiye’yle birlikte hareket edenler olabilir. Onlar Türkiye’yle birlikte olsunlar. Onlara hayırlı olsun ama her dört parçadaki yurtseverler, bir olmalı ve Rojava ile Kuzey-Doğru Suriye direnişinin arkasında durmalılar.
BİZ SONUNA KADAR DESTEKLEYECEĞİZ
Şimdi mesela bizler bu tür çağrılar yaptığımızda hemen ‘bakın ilişkileri var; bunlar aynıdır’ diyorlar. Sanki organik bağ varmış ve oradakiler de PKK’liymiş gibi yaklaşıyorlar. Bu doğru değildir. Orası Rojava’dır. Önder Apo’nun görüşlerini kabul eden herkesi PKK’liymiş gibi görmek doğru değildir. Bu bir hakikattir. Önder Apo, ulusal bir önderdir; halkların önderidir, paradigma sahibidir, demokratik modernitenin önderidir. Çok geniş bir yelpazeye hitap etmektedir. Bunun için Önder Apo’yu seven herkesi direkt bir şekilde organik bir sistem içerisinde saymak doğru değildir. Öyle bir şey yoktur ama Kurdistan’ın her parçasının birbiriyle ilişkisi olmalıdır ve vardır da. Biz sonuna kadar da destekleyeceğiz. Bunu derken yalnızca bir parti veya kesimi kastetmiyorum; biz ulus olarak ele alıyoruz. Biz kendimize sahip çıkmalıyız; ulusumuza sahip çıkmalıyız. Eğer bugün Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgal edilmişse sadece oranın Kürtleri değil, tüm Kürtler bundan incinmeli ve buraların tekrardan kurtarılması için ellerinden ne geliyorsa yapmalı. Bu, hepsinin tek bir örgüt olduğu anlamına gelmiyor. Tek bir örgüt değiller ama tek bir ulusturlar. Bu çerçevede yaklaşıldığında kuşkusuz Kürt sorunu tektir. Bunun için herkes Türk devletinin bu saldırılarına karşı durmalı. Bu saldırıların kapsamlı olduğunu bilmeli, bu bölgelerin Kürtlerin elinden çıkarılmak istendiğini görmeliyiz. Hiçbir Kürt, bu durumu kabul etmemeli. Kim ki biraz yurtseverlik duygusu taşıyorsa öyle rahat rahat evinde oturmamalı, elinden ne geliyorsa yapmalı. Bu saldırı, tüm Kürtlere dönük bir saldırıdır. Türk devletinin perde arkasından, “ben PKK’ye karşı bunları yapıyorum” söylemlerinin hepsi yalandır. Bunlar gerekçedir. Doğrudur; PKK’ye dönük saldırılar vardır ama tüm Kürt toplumuna dönük de saldırılar vardır. Efrîn’den Türkiye’ye tek mermi atıldı mı? Hayır. Öyle bir şey yoktur ama onlar tehlike görüyorlar. Neyi tehlike görüyorlar? Özerkliği tehlike görüyorlar. Yani Kürt statüsünü kendileri açısından tehlike olarak görüyorlar. Yoksa kimse saldırdığından dolayı değil. Zaten kimse onlara saldırmamıştır; bu bir yalandır.
ROJAVA, GERİLLA TECRÜBESİNDEN İSTİFADE ETSİN
Burada bir şey daha belirtmek istiyorum; düşman, geçen yıl Garê saldırısıyla birlikte öncelikle gerillanın olduğu alanlardan başlayarak sonrasında ise ikinci bir hamle olarak çeşitli alanlara yönelip Güney Kürdistan’ı işgal etmek istiyor, ancak iki yıldır çabalamasına rağmen bunu başaramadı. Her türlü silahı kullanmasına, çağın en modern silahlarından faydalanmasına, yasaklanmış silahlar kullanmasına ve en seçkin güçlerini Avaşîn, Zap, Metîna’ya getirmesine rağmen başaramadı. Bu bir sonuçtur. Tüm Kürt halkı açısından bir iradeleşmedir. Bu savaşta şu görüldü; küçük bir güç, elinde ağır silah olmadan da doğru taktiklerle özgür bir toprağı savunabilir. Son iki yıldır bu sonuç netleşmiş durumdadır. Yani bizim en büyük kazanımımızın bu taktik yöntemin doğruluğunun ispat edilmesi olduğu belirtilebilir. Dönemin taktiğiyle bizler özgür toprakları dönemin en modern silahları karşısında savunabiliriz. Bu büyük bir tecrübedir. Kuşkusuz kahramanların direnişiyle ortaya çıkmıştır. Yüzlerce fedai şehidin kahramanlıklarıyla gelişmiştir. Bu kolay olmamıştır fakat çok önemli bir tecrübedir. Hem daha önceden de belirttiğim gibi Rojava da bundan istifade edebilir hem de tüm dünyada ezilen halklar ve elinde özgürleşmiş topraklar bulunan güçler teknolojiye karşı kendilerini savunabilir. Avaşîn, Zap ve Metîna’da gelişen direniş, buna örnektir. Bizlerin özgür toprakları koruyabileceği görülmüştür. Kuzey-Doğu Suriye halkımız ve tüm bölge halkları eğer kendisini Devrimci Halk Savaşı çerçevesinde, yer altı ve yer üstü savaşında kararlı bir biçimde örgütlerse kazanabilir. Yani Serêkaniyê ve Efrîn’de olanlar bir kez daha tekrar etmeyecektir. Her şeyden önce halkımız kendisine güvenmelidir. Halkın gücü çok fazladır. Halkın savaş alanındaki varlığı çok önemlidir. Sonrasında da örgütüne güvenmelidir. Şüphesiz örgüt kendini iyi hazırlamalıdır. Özellikle de öncüler kararlı olmalı, taktiğe inanmalıdır. Eğer bunda derinleşirlerse kazanabilirler. Şimdi bu konuda önemli olan kendine, gücüne ve yönteme inanmandır. Çünkü halktır ve devletlerin çıkarttığı gürültüler ve teknik karşısında ancak halk sonuç alabilir. Buna inanılmalı.
HALKIN YERİNDE KALMASI ÇOK ÖNEMLİ
Halen bir çok kesim, “acaba Rojava’ya yönelik saldırı olacak mı?” biçiminde tartışıyor. Saldırılar zaten 19 Kasım’da başlamış. İlla karadan da saldırması farz mı? Şimdi uçakla vuruyor, topla vuruyor, altyapıyı vuruyor, fırınları vuruyor, suyu vuruyor, petrolü vuruyor, hastaneleri vuruyor, okulları vuruyor, her şeyi vuruyor. Halkı kaçırtmak, oralarda yaşam bırakmamak istiyor. Daha gelmeden soykırım siyasetinin temelini hazırlıyor. Bu da onların niyetini gösteriyor. Oradan tüm halkı çıkarmak ve kendi insanlarını oraya getirmek istiyorlar. DAİŞ’çileri ve aynı zihniyette olanları oraya getirecekler. Sonra da kendilerini Suriye’ye dayatacaklar ve Suriye’de çıkarları doğrultusunda değişim yaparak Suriye üzerinde de hükümranlıklarını kuracaklar. Böyle bir amaçları vardır. Halkımız buna rağmen halen yerinde durmaktadır. Onların bu kadar kopardıkları kıyamete ve saldırılara karşı heyecan yapmayarak göç etmedi. Bu iyi bir şeydir; kuşkusuz halkımızı takdir ediyoruz. Eğer karadan da saldırı gelişirse aynı tutumun gösterilmesi halinde düşmanın sonuç alamayacağına inanıyoruz. Biz onları burada tarttık. Onların kaç kilo olduğunu biliyoruz. Göğüs göğüse savaşacak tek bir askerleri bile yoktur. Bunu uzaklardan belirtmiyoruz; savaş alanlarından belirtiyoruz. Bunlar hava güçleriyle savaşıyorlar ve bir de yasak silahlar kullanıyorlar. Tabii karadan sıfırdır demiyorum ama eğer irade gösterirsen o ilerleyemez. Bu konuda Kürt ve Arap çeteleri kullanma durumları da olabilir ama eğer doğru yöntemler uygulanırsa onlar da yenilebilir.
GÜÇLÜ BİR DİPLOMASI EŞLİK ETMELİ
Bir de güçlü bir diplomasi olmalıdır. Diplomasi, öyle bazı devletlere yaslanma değildir. Hayır. Kamuoyunu ayağa kaldırmaktır. Yani diplomasi kamuoyuna dönük olmalıdır. Tabii ki devletlerle de ilişki geliştirmek iyidir; ne kadar destek sağlansa o kadar iyi olur ama kimseye yaslanma olmamalıdır. Kendi kendine yaslanmalısın. Öz gücüne inanmalı ve halkların dostluğuna güvenmelisin. Halk harekete geçtiği zaman devletleri üzerinde de etki oluşturabilir, saldırganlara karşı büyük bir baskı oluşturabilir. Yani Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye halkımız eğer kendine güvenir ve kendi gücüne inanırsa, askeri çizgiyi doğru yürütür, diplomasiyi de Üçüncü Çizgi çerçevesinde doğru uygularsa başarının halkımızın olacağını biliyoruz.
DİRENDİN Mİ DESTEK DE GELİR
Bir şey daha belirtmek istiyorum; açık ki Özerk Yönetim’in Kuzey-Doğu Suriye’de irade olabilmesi için kendi kendini savunması gerekmektedir. Eğer kendi kendini savunamazsa Suriye ile de çözüme gidemez. Suriye, “sen bana muhtaçsın; işte Türkiye gelip seni vuracak; sana herhangi bir hak vermiyorum” diyecektir. Bunun için yurtsever halkımız ile Arap, Asuri-Süryani ve Kürt halkları bunu anlamalılar. Bu dönemde kendilerini irade haline getirmeleri gerekiyor. Eğer kendilerini irade haline getirirlerse Suriye de mecburen onları kabul edecektir, ABD de onları kabul edecektir, Rusya da onları kabul edecektir; tüm devletler onları kabul edecektir. Bunun yolu ise direniştir. Direnmek yaşamaktır. Mazlum Doğan yoldaşın bu sloganı bugün herkes için geçerlidir. Direnişte özgür yaşam vardır. Bu temelde biz halkımızın orada direneceğine ve kazanacağına inanıyoruz ve şimdiden bu umutla tüm Kuzey-Doğu Suriye halkımıza başarılar diliyoruz.