Sterk TV’de yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, işgal saldırılarına karşı Zap merkezli direnişi değerlendirdi. Gerilla savaşının aktif savunma yöntemiyle yürütüldüğünü dile getiren Karayılan, Türk devletinin kayıplarını gizlediğini söyledi.
Bakurê Kurdistan’da da ciddi bir direnişin yaşandığını ve Türk devletinin bu direniş konusunda büyük bir sansür uyguladığını belirten Karayılan, “Son yıllarda Zap, Metîna ve Avaşîn savaşları öne çıktı. Daha öncesinde Rojava da öyleydi. Ama esas olarak son 8 yıldır, Bakurê Kurdistan’da savaş hiç ara vermeden devam ediyor. Kamuoyu çok fazla takip edemiyor çünkü Türk devleti çok katı bir şekilde sansür uyguluyor. Sadece kayıplarımız olduğunda veriyorlar, kayıp olmasa hiç vermiyorlar” şeklinde konuştu.
Zap’taki savaşın dengesiz olduğunu, gerillanın imkanların azlığına rağmen iradesinin büyük olduğunu ifade eden Karayılan, “Fakat imkanları az olanın iradesi büyüktür, aklı vardır, fedailiği vardır, davasında haklıdır. Bu yönden de bizim tarafımız ağır basmaktadır. Dolayısıyla biz ‘sonunda kazanacak olan biz olacağız’ diyoruz. Şimdi durum böyledir ve başarıya doğru gidiyor. Halkımız bilmeli; çok büyük direniş kaleleri vardır ve oralarda gösterilen savaş ve direniş, Kürt tarihinde altın harflerle yerini alacaktır. Çünkü sıradan bir şey değildir; olağanüstü bir şeydir, önemlidir ve tarihidir. Bu şimdi böyle devam ediyor ve kazanacaktır” ifadelerini kullandı.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan’la yapılan röportaj şöyle:
Önder Apo 29 aydır ağırlaştırılmış mutlak tecrit altında tutuluyor. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?
Bilindiği gibi 15 Ağustos’un yıl dönümü yaklaşıyor. 15 Ağustos’un gerçekleştirilmesinde en büyük emeğin sahibi olanlar Önder Apo ve tutsak arkadaşlardır. Diriliş Bayramı’nı başta Önder Apo olmak üzere düşmanın elinde esir olan tüm yoldaşlara kutluyorum. Umut ediyorum ki 15 Ağustos çizgisi temelinde özgürlük mücadelesi başarıya ulaşacaktır. Ve bütün esirler için de özgürlük ve demokrasiye vesile olmasını diliyorum.
Türkiye’de bir zindandan 29 aydır hiç kimsenin haberi yok. Telekomünikasyonun geliştiği, dünyanın neredeyse küçük bir köy haline geldiği ve herkesin birbirinden haberi olduğu bu dönemde, Türkiye’de bir zindandan hiç kimsenin haberi yoktur. Bu normal değil olağanüstü bir durumdur. Kanun ve hukuku bir tarafa bırakalım; insani, ahlaki, toplumsal ölçülerin hepsi çiğneniyor. Ailesi, akrabalarının, hiç kimsenin ondan haberi yoktur.
TECRİT KÜRT HALKINI SOYKIRIMDAN GEÇİRME KARARIDIR
Önder Apo sıradan biri değildir. Kürt halkının önderidir. Bunu Türk devleti daha önce kendisi de kabul etmiş ve bu temelde görüşme gerçekleştirmiştir. Halkımız kaç defa imza kampanyası gerçekleştirdi. Daha önce 10 milyonlarca toplandı ve Brüksel’de noter gözetiminde uluslararası güçlere teslim edildi. En son Rojava Kurdistanı’nda, yanlış değilsem yaklaşık 3 milyon imza toplanarak uluslararası kurumlara teslim edildi. Yani Kürt halkının önderidir; Demokratik Modernite’nin önderidir. Kürt halkından çok bölge halkları, sorunlarının çözümünü Önder Apo’da görüyor. Filozof düzeyinde görüşleri olan, paradigma sahibi olan bir kişidir. Yani sıradan bir kişi değildir. Ama Türk devleti ısrarla tecrit, izolasyon ve psikolojik işkence yürütüyor. Bu planlıdır, planlı yürütülüyor. Bir karardır. Ne kararıdır? Kürt halkının iradesini yok etme ve Kürt halkını soykırımdan geçirme kararıdır.
Devletin böyle bir kararı olmasaydı ve eğer devlet Kürtlerle bir arada barışçıl bir şekilde yaşamak isteseydi, onlar için de en iyi seçenek Önder Apo’dur. Bunu onlar da iyi biliyor. Önder Apo bu konuda çözüm gücü olabilir. Peki neden böyle bir yönteme başvurmuyorlar da olağanüstü bir şekilde bütün hukuk, kanun ve ahlak ölçülerini ayaklar altına alıyorlar ve bu şekilde İmralı üzerinden, Önder Apo ve yanındaki üç arkadaşa dönük bir siyaset yürütüyorlar. Çünkü bu devlet Kürt halkının iradeleşmesini yok etme konseptini izliyor. Türk devleti Kürt adına hiçbir şeyin kalmasını istemiyor. Bu yüzden, kimlikli Kürtlerle yaşamak istemiyor. Ancak köleliği kabul edenlerle yaşamak istiyor. Kürt’ün adını bile duymak istemiyor. AKP-MHP-Ergenekon’un izlediği konsept budur.
Bu tutum, Kürt halkına, Kürt halkının varlığına karşıdır. Halkımızın bunu bilmesi ve buna göre bu tutuma karşı mücadele geliştirmesi gerekmektedir. Yani halkımızın her bir ferdi, Türk devletinin İmralı’da yürüttüğü bu siyasetin kendisine dönük olduğunu bilmelidir. Bu siyaset tehlikelidir ve yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu siyaset olduğu müddetçe Kürt halkının yok edilme tehlikesi de gündemde olacaktır. Halkımızın bunu görmesi ve buna göre hareket etmesi gerekir.
SERHILDAN SÜRECİ BAŞLATMALIYIZ
Elbette bunun aşılması mümkündür. Geniş katılımlı bir halk mücadelesini daha fazla yürütmeli ve bu siyaseti kırmalıyız. Bu siyasetin sonuç almayacağını onlara göstermeliyiz. Onlar kazanamazlar; Kürt halkını iradesizleştiremezler; Kürt halkını yok edemezler; Kurdistan’da soykırım siyasetini hakim kılamazlar. Bunu her türlü yolla göstermeliyiz. Bunun için de örgütlenmeli, eylemlere başlamalı, serhildan süreci başlatmalıyız. Bu gereklidir. Halkımız kitlesel bir biçimde ortaya çıkarsa, sadece imzalarla değil tutumuyla da iradesini ortaya koyarsa, o zaman düşman geri adım atabilir, bu tecrit siyaseti kırılabilir.
Diğer taraftan bu siyaset olduğu müddetçe Türkiye’de hukuk ve demokrasi gelişmez. Türkiye’nin gerçek demokratları bunu görmeliler. Tecrit, hukuksuzluk, bütün ölçülerin ayaklar altına alınması olduğu sürece o devlet demokrasiyi nasıl geliştirecek; demokrasi fırsatını nasıl verecek? Bu hukuksuzluk, bütün hukuksuzlukların önünü açıyor. Yani tecrit, bütün Kürt halkı ve Türkiye demokrasisine dönüktür. Halkların geleceğine dönüktür. Bu yüzden Türkiye’nin gerçek demokratlarının tecride karşı çıkmaları gerekiyor. Türkiye siyasetinde demokrasi isteyenler, Türkiye’nin demokrasi isteyen hakiki aydınları, karşı çıkabilirler. Gördük; Sayın Merdan Yanardağ gerçekten cesaretli bir kişi olarak mesela birkaç kelime dillendirdi; AKP-MHP faşist rejimi derhal derdest edip onu zindana attı. Halbuki tanınan biridir; bir televizyonun genel yayın yönetmenidir; demokrasi isteyen bir Türkiye aydınıdır. Ve herkes bu kişinin Kemalizm çizgisi temelinde mücadele yürüttüğünü biliyor. Ama orada doğru bir şey söyleyince derhal yakasını tuttular. Özcesi Türkiye demokratlarının bu hukuksuzluk karşısında ses çıkarmalarını istemiyorlar. Mesela aynı şeyi Kürtler söylüyor, onları hemen tutuklamıyorlar. Çünkü Kurdistan’da, Kürtler, Kürt siyasetçiler, Kürt aydınlar, avukatlar her gün bu şeyleri zaten söylüyorlar. Hepsi “Önder Apo Kürt halkının iradesidir, Önder Apo Kürt halkının başkanıdır, Önder Apo siyasi bir tutsaktır, Önder Apo’nun filozofik bir düzeyi vardır, Türkiye’de tecrit vardır, bu tecrit hukuksuzluktur” demişlerdir. Bunları herkes, her gün dile getiriyor. Türkiye Parlamentosu’nda bile söyleniyor. Ama bakın; Merdan Yanardağ’ı tutukladılar. Çünkü o çevrelerin böyle bir şeyi dillendirmelerini istemiyorlar. Türkiye aydınlarına bir mesaj olsun diye bunu yaptılar.
HUKUKSUZLUKLARA KARŞI DURMAK İSTEYENLER TECRİDE SESSİZ KALMAMALI
Yani bu bir özgürlük ve demokrasi konusudur; insanlık konusudur. İnsanlığa sahip çıkmak isteyen, her türlü hukuksuzluğa karşı durmak isteyen hiç kimse tecride karşı sessiz kalmamalıdır. Halkımız eğer var olmak istiyorsa, var olma davasını mutlak kılmak ve yürütmek istiyorsa tecride karşı sesini yükseltmelidir. Çünkü her şeyden önce bu tecrit Kürt halkına karşıdır; bir kişiye değil, bir topluma karşıdır. Bu yüzden de bu bir mücadele konusudur. Çağrım, tecrit ve soykırım siyasetine karşı mücadele etmeye dönüktür. Ancak bununla biz tecridi kırabiliriz. Kitlesel, geniş bir mücadele ile tecrit olarak İmralı’da uygulanan ve Kurdistan üzerinde de kendini devam ettiren soykırım siyasetini kırabiliriz.
15 Ağustos Atılımı’nın 39’uncu yıl dönümündeyiz. Diriliş Bayramı öncesi Kurdistan’da karanlık bir dönem yaşanıyordu ve adeta gericiliğin merkezi haline gelmişti. 15 Ağustos, Kurdistan’da ne gibi değişimler yarattı?
Öncelikle Diriliş Bayramı’nı bütün izleyicilere, halkımıza, halkımızın dostlarına ve arkadaşlara kutluyorum. Kurdistan devriminin bütün şehitlerini ölümsüz komutan Egîd (Mahsum Korkmaz) ve fedai Zîlan (Zeynep Kınacı) şahsında anıyorum, onlara verdiğimiz sözü yineliyorum.
İçinden geçtiğimiz günler Lozan’ın yüzüncü yıl dönümüdür. Çok tartışıldı. Lozan, Kurdistan üzerinde soykırım anlaşmasıdır. Böyle dile getirildi. Doğrudur. Lozan çerçevesinde Kurdistan’da, özellikle de Bakur Kurdistan’ında sistemli bir soykırım siyaseti yürütüldü. Lozan’ın 50’inci yılında, yani 1973 yıllarında Kürt toplumu ölümün eşiğine gelmişti. Ölüm döşeğinde inleyen bir hasta gibiydi. Bu dönemde Önder Apo’nun çıkışı, gerçekten tarihi bir çıkıştı. Önce ideolojik grup ve sonrasındaki partileşmenin gelişmesi süreçleriyle birlikte yürütülen çalışmaları düşman fark etti, genel devrimci harekette de gelişmeler yaşandı ve buna karşılık askeri müdahale yapıldı. 12 Eylül 1980 Cuntası Türkiye’de iktidara geldi. Yine soykırım siyasetini daha da sertleştirdi.
ZİNDAN DİRENİŞİ 15 AĞUSTOS ATILIMIYLA PRATİKLEŞTİ
Buna karşı önce zindanlarda tarihi bir direniş oldu ve daha sonra da Egîd yoldaş öncülüğünde 15 Ağustos Atılımı pratikleşti. Bu tabii ki kolay olmadı. O zamanlar Filistin’den ülkeye dönüş kolay değildi. Çünkü Türk devleti adeta Kurdistanı üstü açık cezaevine çevirmişti, çok zordu. Bir de o zaman hareketimizin kadroları Kurdistan coğrafyasını tanımıyorlardı. Örneğin Botan, Garzan, vb. birçok bölgeyi ve halkı harita ve pusula ile grupların gidip tanıması gerekiyordu. Zorluklar çoktu fakat inanç ve kararlılık güçlüydü. Gruplar küçüktü fakat inançları büyüktü. Böyle emek ve mücadele ile bu temel yaratıldı. Bu atılım gerçekleşti ve birçok kişi birçok şekilde ele aldı tabii. Fakat Kürt halkı için birçok anlama geliyordu. Sadece sıradan bir silahlı savaş ilanı, sıradan-normal bir isyan değildi. Birçok anlamı vardı. Uykuda olan bir toplum için bir ışık oldu, bir çıkış oldu.
Her şeyden önce bu atılımın ideolojik, siyasi, toplumsal yanı öndeydi. Doğrudur, askeri yanı da vardı; askeri olarak da fedai bir ruhla yürütüldü. Bir buçuk dakikada Eruh Jandarma Komutanlık Üssü fethedildi. Erdal ve Bedranların öncülüğünde bu kadar güçlü ve fedai bir saldırı ruhu gerçekleşti. Yine Şemzînan’da Gözlüklü Ali ve Zekilerle (Emin Taştan) böyle yaşandı. Yani askeri yanı vardı fakat esas öne çıkan siyasi yönüydü, verdiği mesajdı. Kürt köleliğine karşı bir kalkıştı ve böyle kölelik zincirini kırdı. Böylece ölüm döşeğinde sancı çeken Kürt ayağa kalktı, güçlendi ve sokaklara çıktı. Serhildan buydu işte. ‘90’lı yıllarda serhildanlar böyle gelişti. Biz buna Diriliş Devrimi diyoruz. Yani yeniden yaşam oldu. Bu da kendisiyle düşünce devrimi yarattı, toplumsal devrim yarattı, kadın devriminin zeminini yarattı ve yürüttü. Yani ulusallık yarattı. Bakur’da böyle tarihi bir rol oynadı. ‘88 yılında Halepçe katliamı olduğunda Başûrê Kurdistan’da pêşmerge çekildi, savaş durdu. Rojhilat Kurdistanı’nda Kürt özgürlük mücadelesi gerileme aşamasına girmişti. Yani bir sessizlik vardı. Tam da öyle bir dönemde; yani ‘88-‘89-‘90-‘91 yıllarında Bakurê Kurdistan’da gerillanın yükselişi, tüm Kurdistan için bir ışık, bir aydınlık, bir umut oldu. O etkiyle Başûrê Kurdistan halkımız ‘91 ayaklanmasını başlattı. Yani ulusal düzeyde de böyle çok güçlü bir etkisi oldu. Bu tabii Önder Apo’nun emekleri ve şehitlerin emek ile fedakarlıkları ile gelişti.
Bugün de 15 Ağustos ruhu ve çizgisi Kurdistan Özgürlük Gerillası şahsında Kurdistan’ın bütün eyaletlerinde, Bakur ve Zap’ta, Medya Savunma Alanları direnişinde yaşanıyor ve yürütülüyor. Şu ana kadar düşman birçok saldırı yaptı. 15 Ağustos Atılımı olduğunda Kenan Evren, “Bunu kim yapmışsa 72 saat içinde askerlerimiz gidecek, hangi taşın altına saklandılarsa da kulaklarından tutup mahkemenin önüne getireceklerdir” dedi. O 72 saat hala da devam ediyor ve Türk yetkilileri her yıl, ‘biz bu yıl bitireceğiz’ diyorlar. Yani gittikçe büyüdü ve bugün gösterdiği gelişme Kurdistan ve dünya düzeyinde fikir yarattı. Yarattığı fikir Kurdistan’da devrimci ruh, değişim, dönüşüm ve yeniliğin temeli oldu. Bugün gelinen düzeye bu atılım sayesinde ulaşıldı. Bu yüzden bir kez daha bütün halkımıza, halkımızın dostlarına ve herkese kutluyoruz.
TÜRKİYE BAKURÊ KURDİSTAN’DAKİ SAVAŞA YOĞUN SANSÜR UYGULUYOR
Bakurê Kurdistan’da son dönemde çetin çatışmalar yaşandı. Dersim, Xîzan ve en son Nisêbîn’de yaşanan çatışmalar oldu. Genel olarak Bakur’daki mücadele hakkında neler dersiniz?
Son yıllarda Zap, Metîna ve Avaşîn savaşları öne çıktı. Daha öncesinde Rojava da öyleydi. Ama esas olarak son 8 yıldır, Bakurê Kurdistan’da savaş hiç ara vermeden devam ediyor. Kamuoyu çok fazla takip edemiyor; çünkü Türk devleti çok katı bir şekilde sansür uyguluyor. Sadece kayıplarımız olduğu zaman veriyorlar; kayıp olmasa hiç vermiyorlar. Örneğin şimdi Agirî/Glîdax’da tam 2 aydır tıpkı 1930’lu yıllarda nasıl ki ordu her zaman bir operasyon halindeyse, şimdi de aralıksız bir şekilde Glîdax’da operasyon var ve birçok defa temas yaşanıyor. Oradaki arkadaşlarla bağlantımız her zaman olmuyor tabii, ara ara oluyor. Sesli bazı şeyleri gönderiyorlar. Kıyamettir. Düşman saldırılarına karşı bir direniş var. Ama hiç kaybımız olmadığı için Türk devleti bahsetmiyor. Mesela bu yıl, yılbaşından bu yana Dêrsîm’in komutanı Yaşar Botan, Şevger ve Arjîn arkadaşların şehadeti oldu, o haberi verdiler. Bu sonda yine Heval Şoreş Dîlok ve Heval Têkoşer Dêrsîm’de şehit oldular, 15 gün önce verdiler. Yani iki sefer şehadet yaşanınca verdiler ama Dêrsîm’de daimi operasyon vardır. Birçok kez temas da oluyor. Yine Amed de aynı şekilde. En son Xemgîn Serhed yoldaş ve bir arkadaş şehit oldular; onu verdiler. Ondan önce yine bazı arkadaşları verdiler. Yine Mêrdîn’de değerli komutan Canşêr Rojhilat iki arkadaşla birlikte şehit oldu, öyle verdiler. Botan’da Leyla Sorxwîn ve bir grup kadın arkadaş günlerce savaştı. Heval Leyla ve Heval Rojbîn Gever öncülüğünde Besta’da yaşanan savaşta düşmana birçok darbe vuruldu. Düşman daha sonra sadece arkadaşların şehadet haberini verdi. Cîlo’da yine öyle; Heval Elîşêr onlar şehit oldular, daha sonra verdiler. Serhat’ın farklı bir bölgesinde Heval Hêjar Zozan ve Heval Bager şehit oldu; onu verdiler.
Yani onların özel savaş propagandasına hizmet eden bir şey olursa veriyorlar. Propagandaları nedir? Her zaman ‘biz vuruyoruz, öldürüyoruz ve bitiriyoruz’ diyorlar. Kaç yıldır Süleyman Soylu; “Bu yıl bitiriyoruz, bu yıl bitiriyoruz” dedi. Peki bu yıl bu kadar savaş oldu, Bakurê Kurdistan’ın bütün eyaletlerinde çatışmalar yaşandı; kaç defa düşmanın kendisi de şehitlerimiz vesilesiyle bu çatışmaları verdi. En son, Garzan’da 26 gün boyunca Hîzan etrafında adeta kıyamet kopardılar. Binlerce asker, onlarca helikopter, uçak, keşif uçağı, ajan, çete hepsi devreye girdi. Onlar kuşatmaya alıp yakalamak istiyordu ama o egîdlerin (kahraman) nasıl savaştığını gördük. Orada gerçekten Rêdur Sîser ve Ardem Ararat yoldaşların geliştirdikleri direniş ve gösterdikleri fedakarlığın dünyada belki benzeri azdır. Yani o kadar zorluğun karşısında davaya bağlılık sergileniyor. En son Heval Rêdur’un etrafını sarıp ‘teslim ol’ dediler. Ancak heval Rêdur son mermisine kadar fedaice savaştı ve şehadete ulaştı. Kuşkusuz bu çok onurlu ve değerli bir şeydir. Egîdliktir. Fedakarlıkta bir yükseliştir. Zaten bütün Bakur gerillaları fedakarlık ve fedailik temelinde yürüyorlar.
BAKUR’DA KAHRAMANCA BİR SAVAŞ VAR
Örneğin şimdi savaşın en yoğun yaşandığı yer Bakur’dur. En son Nisêbîn’de bir arkadaş bir görev için gidiyor oraya ve düşman da bir şekilde fark edip üzerine gidiyor. Düşman kendine göre haberleri verdi fakat biz sonra bilgi aldık. Aslında o arkadaş sonuna kadar savaşıyor ve en sonunda devrimcilik onuru düşman karşısında ellerini havaya kaldırmasına elvermiyor ve böylece fedaice kendi kendini şehit ediyor. Bu olaylar son iki haftada oldu. Hem Heval Rêdur Sîser’in duruşu, hem Nisêbîn’de değerli yoldaş Destan Botan’ın duruşu, dönemin çizgisidir. Destan Botan’ın, Rêdur Sîser’in ve Ardem Ararat’ın duruşu, geçen sene Mêrdîn’de direnen, sonuna kadar savaşarak şehadete ulaşan Xebat ve Zana arkadaşların duruşunun bir devamıdır; ölçüdür.
Kısacası Bakur’da böyle savaş var. Son günlerde Qaşura hattında çatışmaların olduğuna dair haberler var. Görünüşe göre devam da ediyor. Çünkü bugün de bahsettiler. Öyle görünüyor ki orada belki şehadetlerimiz olabilir, fakat net bir bilgi almış değiliz.
Özcesi Bakur’da kahramanca bir savaş ve direniş var. Adını söylediğim ve söylemediğim arkadaşlar; başta Leyla Sorxwîn, Canşêr Rojhilat, Xemgîn Serhat, Hêjar Zozan, Yaşar Botan ve Elîşer yoldaş şahsında bütün şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Onlar öncülerimizdir, dönemin fedaileridir. Onlar gösterdikleri cesaret ve kahramanlıkları ile her zaman yolumuzu aydınlatacaktır.
Burada bir şey daha söylemek istiyorum: Özellikle bu dönemde hem Bakur’da hem de diğer savaş alanlarında, Kürt kadınının rol ve misyonu, özgürlük isteyen Kürt kadınlarında güç ve iradenin nasıl oluştuğunun, militanlığın nasıl geliştiğinin tarihi örnekleridirler. Leyla yoldaş sadece YJA Star komutanı değildi; bütün Botan Sahası’nın komutanıydı. Öyle bir rolü vardı. Destan Botan, Ardem Ararat ve Hêjar Zozan yoldaşların gösterdikleri fedakarlıklar, sergiledikleri militanlıkları asla unutmayacağız. Onlar fedaidir. Her biri bir aslandır. Onların gösterdiği öncülük ve cesaret gerçekten değerlidir. Halkımız için gurur kaynağıdır, bütün Kürt kadınları için büyük bir gurur kaynağıdır. Onları da özellikle anıyorum.
İŞGAL SALDIRILARININ MERKEZİ ZAP’TIR
Şu an Zap merkezli olarak yürüyen savaşta genel olarak son durum nedir?
Bilindiği gibi sömürgeci-soykırımcı Türk devleti daha 2021’de Garê’ye yaptığı saldırıyla, kısa bir zamanda Başurê Kurdistan hattını -ki biz Medya Savunma Alanları diyoruz-, işgal etmek istiyordu. Olmadı; sonraki yıl işgal etmek istediler, kapsamlı geldiler ve bu sene de öyle. Yani bu üç yıldır Türk devleti Zap’ı işgal etmek ve oraya yerleşmek istiyor, bunun için çabalıyor. Hala da bu devam ediyor, şiddetli bir savaş var orada. Şüphesiz sadece Doğu ve Batı Zap’ta değil. Evet, oralarda da var ama Metîna’da, Heftanîn’de, Xakurkê’de de savaş vardır. Başûr hattında böyle birçok yerde direniş vardır. Fakat bugün merkez Zap’tır.
Zap’ta bu 3 yıldır süren savaş sadece hareketimizin tarihinse değil, Kürt halkının tarihinde de yeni bir sayfadır. Kurdistan’daki direniş tarihini araştırıyoruz. Hiçbir direniş, Zap’taki gibi 3 yıl, aynı mevziide sürmemiştir. Hem de şimdi düşmanın elinde dönemin tüm silahları olmasına rağmen bu böyle gelişmektedir. Üstelik karşımızdaki düşman modern silahların hepsini kullanıyor. Yani insana karşı insan savaşı değildir, ondan daha fazla teknoloji savaşı, hava tekniği savaşıdır. 3 yıldır sürekli bir şekilde kullanılıyor. Zap hattının her bir metrekaresine kim bilir kaç ton patlayıcı değmiştir.
ZAP DİRENİŞİNİN BAŞARISI BAŞÛR HÜKÜMETİNİN ELİNİ GÜÇLENDİRECEKTİR
Ancak kalleş ve korkak Türk devleti bununla durmadı, bize karşı yasaklı silahlar, kimyasal ve taktik nükleer bombalar kullanıyor. Yasaklı silah kullanmasına, bütün modern silahları kullanmasına ve on binlerce asker ve korucuyu devreye koymasına ve Başûr gücü KDP’nin de desteğini almasına rağmen şimdiye kadar başaramamıştır. Yani bu direniş, halkımız için önemli bir düzeye ulaşmıştır. Tüm Kürt halkı için ise bir gurur kaynağıdır. Yani bugün Kürt kız ve erkekleri dönemin teknolojisine karşı 3 yıldır bir irade savaşı yürütüyor. Bu savaşı ferdi silahlarla yürütüyorlar. Ve düşman girip işgal edemiyor. Belki bazı yerlere girmiş olabilir fakat her yere girememiştir. Birçok yere giremiyor. Bu, halkımız için gerçekten bir kazanımdır.
Kanaatimize göre buradaki direnişin başarısı ve Türk devletinin yenilmesi, başta Kurdistan Bölgesel Hükümeti olmak üzere Başûrê Kurdistan siyasetinin elini güçlendirecektir. Burada Türk devletinin yenilmesi bütün Kürtler için çok önemli bir kazanım olacaktır. Bu, tarihte ilk defa oluyor. Bundan önce Osmanlı’da da öyle olmuş, Türklerde de öyle olmuş. Kürt hareketlerinin üzerine gittikleri zaman kısa zamanda sonuç almışlar. Fakat şimdi bakın, 8 yıldır bize karşı savaşıyor. O kadar arkadaşımız zindandadır, o kadar siyasetçi tutuklamış, o kadar belediye başkanı görevden alınmış ve tutukludur, Önderimiz üzerinde psikolojik işkence var ve gerilla üzerinde de böyle geniş çaplı bir savaş var. Son 3 yıldır da bu saldırılar herkesin gözleri önünde oluyor.
BİZİM KALELERİMİZ YERALTI TÜNELLERİDİR
Tabii burada bazı faktörler de vardır. Hem gerilladaki inanç ve kararlılık, hem yaptığı taktik açılım, geliştirdiği taktik zenginlik ve kendisinde yarattığı yenilik, bunun zeminini oluşturmuştur. Bugün yer üstünde hareketli ve yarı hareketli timlerle uzman tim savaş tarzı yürütülüyor. Yine yeraltı savaşı yürütülüyor. Geçmişte nasıl ki insanların aylarca ve yıllarca direndiği kaleler varsa, şimdi de bizim kalelerimiz yeraltı tünelleridir. Her bir tünelimiz, bir kaledir. Düşman bütün imkanlarını seferber etmesine rağmen bazılarını bir buçuk yıldır uğraşmasına rağmen düşüremiyor.
Tabii ki bu savaş sadece tünellerde kendini koruma savaşı değildir. Hayır! Arazide çetin bir savaş var; aktif savunma yöntemi ile yürütülen bir savaştır. Yani içerisinde savunma da var ve saldırı da var. Mesela düşman Zap’ta kendisi 5 askerinin öldüğünü bazılarının da yaralandığını itiraf etti. Düşman itiraf etmiyor ama her gün ölüleri vardır. Ancak Türk devleti bunları kendi halkından da herkesten de saklıyor. Bu bir hakikattir. Kuşkusuz bu savaş çok önemlidir ve şimdi devam ediyor. Biz orada strateji geliştiriyoruz, taktik yöntemler geliştiriyoruz. Biz ‘orada kazanacağız’ diyoruz. Hem de imkanlar dengesiz olmasına rağmen kazanacağımızı belirtiyoruz. Evet; bir tarafın silahı ve sayısı çok fazla, diğer tarafın ise silahları ve sayısı azdır. Fakat imkanları az olanın iradesi büyüktür; aklı vardır, fedailiği vardır; yine davasında haklıdır. Bu yönden de bizim tarafımız ağır basmaktadır. Dolayısıyla biz ‘sonunda kazanacak olan biz olacağız’ diyoruz. Şimdi durum böyledir ve başarıya doğru gidiyor. Halkımız bilmeli; çok büyük direniş kaleleri vardır ve oralarda gösterilen sanat ve direniş, Kürt tarihinde altın harflerle yerini alacaktır. Çünkü sıradan bir şey değildir; olağanüstü bir şeydir, önemlidir ve tarihidir. Bu şimdi böyle devam ediyor ve kazanacaktır.
Zap’ta fedaice bir savaş yürütülüyor ama işbirlikçi-ihanetçi çizgi maalesef yine devrede. KDP Batı Zap Eyaleti’nde harekete geçmiş durumda. Türk ordusuna birçok anlamda yardımcı oluyor ve onlara yer açıyor. KDP’nin bu yaklaşımlarının nedeni nedir? KDP bunlarla neyi hedeflemektedir?
Bu konuda bazı şeyler söylemek gerektiğine inanıyorum. Tarihe bakıldığı zaman Kürt halkının Osmanlı’ya karşı ilk serhildanı 1806’da Köysancak’ta Abdullah Babanzade’nin kalkışıyla gerçekleşmiştir. Üzerinden 217 yıl geçmiş. O zamandan bugüne kadar, yani hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde Kürt halkının tüm serhildanlarına karşı Türk devleti her daim iki yöntem kullanmıştır. Nedir bunlar?
Birincisi; her daim batılı güçler ve Rusya arasında oynamışlar, Türkiye’nin jeo-stratejik durumunu pazarlık konusu yapmışlar ve her iki taraftan da Kürt Özgürlük Hareketi’nin bastırılması için destek almaya çalışmışlar ve çoğu zaman da almışlardır.
İkincisi ise; Kürtler arasındaki çelişkileri derinleştirmişler ve aynı zamanda sürekli olarak Kürtlerin bir tarafını kendi yanına alarak direnenlerin üzerine gitmişler ve direnişçileri bu biçimde kırmışlardır.
SAVAŞ PKK İLE TÜRKİYE ARASINDA DEĞİL, KÜRT HALKI İLE TÜRK DEVLETİ ARASINDADIR
Türk devleti bugün de aynı şeyi yapmak istemektedir. Çabaları bu yönlüdür. Günümüzün tarihte gizli olduğu söylenir. Eğer bugünü iyi anlamak istiyorsanız, tarihi iyi bilmeniz gerekir. Türkiye’de günler boyunca bir toplantı yapıldı. Türkiye’nin farklı ülkelerdeki büyükelçilerinin toplantısıydı. Orada stratejilerini tartıştılar. “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı, Türkiye’nin büyüme dönemi, Türkiye yüzyılı olacaktır” diyorlar. Stratejilerinde önlerine dört hedef koymuşlar ve bunu o toplantıda da dile getirdiler. Bunlardan birincisi, Kürt davasıdır. “Türkiye’nin bölgede ultra büyük bir devlet olması ve gelişmesi için, Kürt sorunundan kurtulması gerekiyor. Bunun için de istihbaratla, teknikle ve ilişkilerle bu sorunu ortadan kaldıracağız” diyorlar. Sorun dedikleri herhalde yalnızca biz, yani PKK değil. Onlar, Ortadoğu bölgesinde Kürtlerin devletleşmesine, yine statü sahibi olmasına karşılar. Böyle hareket ediyorlar. Yani stratejilerini bu temelde oluşturmuş durumdalar. Erdoğan, Bahçeli, Perinçek ve Ergenekon bu temelde ittifak yapmışlar ve böyle yürütüyorlar. Onların esas buluştukları zemin Kürt karşıtlığıdır. Zaten Erdoğan dün yaptığı toplantıda açıkça, “Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta operasyonlarımızı sürdüreceğiz” dedi. Resmen tehdit etti. Bunu uluslararası siyasetlerinde de temel haline getirmek istiyorlar. Yani zeminini hazırlıyorlar. NATO’ya, “eğer NATO’da kalmamızı ve Rusya tarafına geçmemizi istemiyorsanız bu sorunu çözmelisiniz. Yani Lozan Anlaşması’na bağlılığınızı bir kez daha yinelemelisiniz” diyorlar. Şu an diplomasilerini bu temelde yürütüyorlar.
Kısacası, bugün bizimle Türk devleti arasında yaşanan savaş sadece PKK ile Türk devletinin savaşı değil, esasında Türk devleti ile Kürt halkının savaşıdır. Şayet Türk devleti bu savaşta kaybederse, bütün Kürtler kazanmış olacaktır. Her parçadaki tüm Kürt siyasetinin eli güçlenecektir. Evet, şimdi onlar önce Zap’ı sonrasında da Garê’yi almak istiyorlar. Esas olarak Güney’deki stratejik yerlere gözlerini dikmiş durumdalar. Bu biçimde bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar: Birincisi, PKK’ye bir darbe vurmak istiyorlar; ikincisi, Başûrê Kurdistan’ın kalbini ellerine almak istiyorlar. Yani ne zaman sıksalar hemen düşecek hale getirmek istiyorlar. Bunu görmemiz gerekiyor.
Öbür taraftan, bölgedeki kendi yandaşları olan Türkmenler kesimi ve diğer işbirlikçilerinin Kerkük’te, Til Afer’de, Hewlêr’de kendilerine haritalar yaptıklarını, MİT’in buralarda örgütlenmeler oluşturduğunu ve buraları Türkmenistan olarak adlandırdıklarını biliyoruz. Çok açık ki Türk iktidarının şu an yürütmekte oldukları siyaset Kürt halkının yok edilmesi üzerine kurulmuştur. Yani Kürt halkının iradeleşmesinin yok edilmesi. Kürt halkına düşmanlık onlar için esastır ve onları bir araya getiren şey de budur. Yaptıkları kimi politik konuşmalar dışında bunların tüm konuşmalarına ve çabalarına bakıldığında bunların esas niyeti okunabiliyor.
KDP HAKKINDA ÖYLE ŞEYLER VAR Kİ…
Böyle net bir duruma rağmen, KDP niye Türk devletinin bu siyasetine karşı çıkmıyor da tam tersine ona yardımcı oluyor; bu bizim açımızdan anlaşılmıyor. İnanıyorum ki siyaseti bilen hiç kimse de anlam veremiyordur. Gerçekten bu ne için? Çünkü KDP de Kürt ve Kurdistan adına hareket ettiğini söylüyor. Ancak Türk devleti ise Kürt’ü ve Kurdistan’ı ortadan kaldırmak istiyor. Ne için Rojava Kurdistan’a bu kadar karşılar. Çünkü orada statü oluşmasını istemiyorlar. “Güney’deki statü bizler açısından yanlıştı” diyorlar. Eğer ki birisi bir konuda yanlış yaptığını söylüyorsa, sonra bunun telafisi içerisine girmez mi? İşte bunlar da şimdi bunu yapmak istiyorlar. Ama KDP yönetimi bunların hiçbirini neden görmüyor, niye göz önünde bulundurmuyor ve ne için onlara yardımcı oluyor, gerçekten bunu izah etmeleri gerekiyor. Bunu sadece biz değil, halkımızın tümü anlam vermemiş durumda. Yani tüm Kurdistan Özgürlük Davası’nı bir tarafa bırakalım; sadece Bakur, Kurdistan’ın yarısıdır ve Türk devleti ile boğaz boğazayız. Onlar bizi boğmak istiyor; biz de onların soykırımcı siyasetini boğmak istiyoruz. Biz Bakurê Kurdistan’da zindanlarda, dağlarda ve her yerde direniyoruz. Bizim elimizde bir tek ferdi silahlarımız var; onların elinde ise bütün teknoloji var.
Mesela şimdi Zap’ta arkadaşlarımız iradeleriyle, ferdi silahlarıyla üç yıldır direniyor. Bu bütün Kürtler için bir şereftir ve gurur kaynağıdır. Tüm Kürtler bununla gurur duyabilir. Ama bakıyoruz; Türk devleti oradaki direnişi kırmak ve oraya yerleşmek istiyor; KDP de onlar için çabalıyor. Şimdi kimileri öyle olmadığını söyleyebilir ama bunlar ispatlıdır ve göz önündedir. Biz her şeyi de söylemiyoruz. KDP yetkilileri PKK olarak bizim, bildiğimiz her şeyi şu an söylemediğimizi iyi bilmeliler. Eğer söylersek daha çok şey var. Çünkü öyle şeyler var ki, biz şu an açılmasını istemiyoruz. Şimdi Türk devletinin Zap’ta daralmış durumda olduğunu görüyorlar. Her türlü silahı kullanmasına rağmen sorunu çözemiyor, başaramıyor ve Zap’ı kuşatmak istiyorlar. Ama bir bakıyoruz KDP de bu kuşatmanın bir parçası olmuş! Bu, askeri bir yardımdır. Zaten istihbarı yardım yapıyor her türlü bilgiyi paylaşıyorlar. Yine yapılanlar karşısında sessiz kalıyor. İşte bundan önce Çemankê’de Türklerin bir saldırısında Alan İsmail isimli insanımız şehit düştü (kendisini saygıyla anıyor, ailesine başsağlığı diliyoruz) ama KDP buna hiçbir tepki göstermiyor. Sivil de yaşamını yitiriyor, gerilla da şehit düşüyor ama bir tepki yok. Tepkinin olmaması ise onaylamak demektir. Bu siyasi destek anlamına gelmektedir. Yani Türk devletinin siyasi stratejisi, Kürtlerin güç olmasını, iradeleşmesini ve statü kazanmasını yok etmektir. Dolayısıyla onlara yardımcı olunmaması gerekir. Tersine karşı çıkılmalı. Çünkü tüm Kürtler açısından tehlikelidir. Biz bu yaklaşıma anlam veremiyoruz. Mesela; gerilla bir yeri kullanıyor, oradan gidip geliyor, yaralılarını götürüp getiriyor; bakıyorsunuz hemen oraya pêşmergeyi yerleştirmişler. Bir yer boş mu; hemen birkaç pêşmergeyi oraya yerleştiriyorlar. Türk askeri orada, biz burada; bir bakmışsın hemen ortada ara yerde bir üs kurmuşlar.
GERİLLA VE PÊŞMERGE ARASINDA ÇATIŞMA YAŞANMASINI İSTEMİYORUZ
Biz gerilla ile pêşmerge arasında yüz yüze bir savaşın yaşanmasını istemiyoruz. Gerçekten biz bu konuda çok hassas ve sorumlu yaklaşıyoruz. Ancak KDP’li yetkililer ve komutanlar da bunu kullanıyorlar. Açık söyleyeyim; Bİzim onlara karışmayacağımızı biliyorlar; bundan dolayı da bütün yolları kapatıyorlar. İşte bu da Türk devletine en büyük yardım oluyor. İyi de Zap direnişi kazanırsa bundan siz de kazanacaksınız; Türk devleti size çok daha muhtaç olacak! İşte en son Dêrelûk’un arka taraflarında, işte oraların kullanma ihtimali olabileceğini düşünmüşler ve Zap’a doğru yol götürmek istiyorlar.
Tüm halkımıza ve kamuoyuna bir şey söylemek istiyorum: Şimdiye kadar gerilla ile pêşmergeler arasında bir tek yüz yüze resmi savaş yaşanmamıştır. Başka da her şey olmuştur. Eğer şimdi önü alınmazsa, yani KDP’nin yaptığı uygulamalar durdurulmazsa, onun da olması kaçınılmazdır. Biz istemememize rağmen -ki hiçbir Kürt’ün de istemediğine inanıyorum- her yerde araya giriyorlar, önümüze geçiyorlar. Bir yerde rast gelecek elbette. Şayet böyle bir şey olursa gerçekten dünya bize güler. Bu, Kürt siyaseti açısından bir ayıp olur. KDP yetkilileri bunu neden görmüyor?
Kısacası, böyle bir savaş olursa ne kazanacaklar, gerçekten bunu istiyorlar mı, acaba neden böyle yapıyorlar gibi konulara anlam verebilmiş değiliz. Ancak böyle bir tehlike vardır ve bu görülüyor.
ZAP DİRENİŞİ KIRILIRSA KDP NE KAZANACAK?
Bunun için ben bir kez daha halkımıza çağrıda bulunmak istiyorum. Açıkça söylüyorum, bu siyaset anlayışını şikayet ediyorum. Başta tüm aydınlar, tüm sanatçılar, tüm yazarlar, tüm tarafsız yurtseverler, partiler ve siyasetçiler, tüm sivil-demokratik kurumlara çağrıda bulunuyorum: Gelin bakın, kim haklı kim haksız! Eğer biz haksızsak söyleyin kenara çekilelim. Yani bizzat gelip görmeye çağırıyorum. Kendisini Kürt halkının geleceğinden sorumlu gören hiç kimsenin buna karşı sessiz kalmaması gerekiyor. Ses çıkarmalı ve karşısında durmalı. Türk devletinin siyasetinin bu alanda sonuca gitmesi, tüm Kürtler açısından tehlike oluşturmaktadır. Bunun görülmesi gerekiyor. Yani şimdi Zap direnişi kaybederse KDP bundan ne kazanacak! Bunu anlamış değiliz. Ben kendim hiç böyle ummuyordum. Bu düzeyde karşıtlık hiçbirimizi bir yere götürmez. İşte tarihte Kürtler hep böyle kaybetmiş.
Bir de insan vicdani de yaklaşmalı. Mesela ben olsam; savaşan iki taraf var, bunlardan birisinin tankı, topu ve her silahı, yine yüz binlerce askeri var, ajanları var, çeteleri var ve her şeyleri var, yasak silahları da kullanıyor; diğer taraf ise Kürt kızları ve erkekleridir, ülkeleri için kendilerini feda etmişler, ne para peşindeler, ne şahsi çıkarlar peşindedirler ve iradeleriyle savaşıyorlar. Eğer ben olsam bunları, yani imkanı az olanı ve haklı olanı desteklerim. Vicdan var, insan haysiyeti var. Biz diyoruz, ‘tarafsız olun, izleyin; hele biz mi yeniliyoruz yoksa Türk devleti mi?’ Mesela Türk devletinin her şeyi var; size çok mu muhtaçlar ki siz Türk devletini savunuyorsunuz! Bu doğru bir şey değildir ve biz buna hiçbir anlam veremiyoruz. Bunun için de biz bir inisiyatifin ortaya çıkmasını ve bu durumun önünü almasını istiyoruz. Bu çağrıyı ben son defa yapıyorum. Sonuç almasını umuyorum. Eğer sonuç almazsa gerçekten artık önünü alamayız. Çünkü bu kadar da olmaz. Bunun görülmesi ve tanınması gerekiyor.
KDP’NİN ÜZERİNDE DÜŞÜNMESİ GEREKEN TARİHİ BİRKAÇ ÖRNEK
KDP’ye ve KDP Başkanı Kek Mesut’a da çağrım vardır: Unutmayın ki, eğer biz olmasak Türk devleti hem de bu Kürt karşıtlığıyla vallahi size selam bile vermez. Eğer bizi tasfiye ederlerse sıra size gelecek. Bu bir gerçekliktir. Bunu görmelisiniz ve gerilla karşısında Türk devletine destek olan siyasetinizi bırakmalısınız. Gerilla yurtseverdir; gerilla bu ülke için kendini feda ediyor; gerillalar Kurdistan’ın her dört parçasının çocuklarıdır. Dediğim gibi eğer gerilla ve pêşmerge arasında bir savaş yaşanır ve yayılırsa yıllarca bu savaş bitmez. Bu Kürt siyaseti açısından ayıp değil mi? Dünya alem en ağır sorunlarını diyalogla çözmüyor mu? Peki neden Kürtler aynı yöntemi kullanmıyorlar? Herkes bunun üzerine düşünmeli.
Ben ayrıca bu konuda iki tarihi örnek de vermek istiyorum:
Lozan döneminde, Türkiye’den giden heyetin hem Kürtleri hem de Türkleri temsil edip etmediği tartışma konusu oluyor. O dönemde Kemal Atatürk Dersim vekili Hasan Hayri’yi çağırıyor. Ona, “sen gel Kürt giysilerini giyin; meclise git; Kürtçe konuş ve ‘İsmet İnönü öncülüğündeki Lozan heyeti biz Kürtleri de temsil ediyor’ biçiminde şeyler söyle, telgraf çek” vb. diyor. Hasan Hayri bunların hepsini yapıyor. Kürt giysileriyle meclise gidip konuşuyor, telgraf çekiyor. Aynı şekilde birçok kişiyi daha böyle yönlendiriyorlar. Ardından Şêx Saîd olayı yaşandıktan sonra Kürt ileri gelenleri tutuklanınca Hasan Hayri’yi de tutukluyorlar. Onu yargılıyorlar; ‘Kürt giysileriyle meclisimize gitmişsin ve Kürtçe konuşmuşsun; bu bir suçtur’ diyorlar ve idam cezası veriyorlar. Hasan Hayri ise Atatürk’ün kendisine bunları yapmasını söylediğini belirtiyor. Belirtilenlere göre Atatürk, ‘kendi milletine hayrı olmayanın bize hiç hayrı olmaz’ diyor, Hasan Hayri’ye sahip çıkmıyor ve bu biçimde Hasan Hayri idam ediliyor.
İkinci örnek ise; Serhed’den Kör Hüseyin Paşa örneğidir. Kör Hüseyin Paşa, Şêx Ehmedê Barzanî’nin bir dostuydu. Zaten onun yanına yaptığı ziyaretten dönerken yolda, o zamanki MİT’in -ki adı MİT değildi- örgütlediği bir ajanın eliyle haince şehit edildi. Sonrasında ise çocuklarının peşine düştüler. 50 yıl boyunca çocuklarına etmedikleri zulüm kalmadı. Şimdi de aynı şeyi torunlarına yapıyorlar. Peki Kör Hüseyin Paşa kimdir? Onlarca yıl Osmanlı’ya ve Türk devletine hizmet eden, 40 bin askeri olan, Kurdistan’ı Rusya’ya karşı savunan, Şêx Saîd kalkışması olunca ona da karşı çıkan, yani sonuna kadar Türk devletine hizmeti olan bir kişiydi ama sonunda bunları getirdiler başına.
Bu her iki örnek, bunların üzerinde düşünmesi gereken örneklerdir ve bu türden daha çok örnek vardır. Bunun için ben diyorum ki, bu tarihi dönemde soykırımcı Türk devletinin gerçekliğini görelim. Kendinizi ondan uzak tutun ve ona destek olmayın. Yani birlik olmuyorsak da en azından düşmana yardımcı olmayın. Beklentimiz budur; çağrımız budur. İnanıyorum ki bu sonuç alacaktır. Eğer öyle olmazsa mevcut durum olumlu bir durum değil ve gerçekten tehlikeler barındırmaktadır.
Son olarak belirtmek istedikleriniz varsa, onları alalım...
Diyeceğim şey şudur: Gerçekten önemli bir dönemdeyiz. Bugün Ortadoğu bölgesinde ve dünya genelinde herkes savaşa hazırlanıyor. Türk devleti de cumhuriyetinin yeni yüzyılını Türkiye’nin yükselişi biçiminde ele alıyor. Yani halkımızın geleceğine yönelik tehlikeler vardır. Fakat 15 Ağustos Atılımı temelinde yürüttüğümüz mücadelemiz ve özellikle de Kurdistan Özgürlük Gerillası tarafından son üç yıldır yapılan taktik açılımlar ve kazanılan derinlik temelinde ortaya çıkan düzey bizler açısından başarının zeminini yaratmıştır. Bir tek halkımızın sorumluluklarına sahip çıkması kalmıştır.
Stratejimiz Devrimci Halk Savaşı’dır. Devrimci Halk Savaşı, her yurtseverin rolüne sahip çıkmasıdır. Kimse, benden hiçbir şey olmaz dememeli; herkes elinden ne geliyorsa onu yapmalı. Yani bugün Kurdistan Özgürlük Gerillası direniyor, savaşıyor. Kürt siyaseti direniyor. Fakat halkımızın katılması da gerekiyor. Katılmalı, sahip çıkmalı. Düşman her yerde ajanlığı, fuhuşu, uyuşturucuyu geliştirmek istiyor. O zaman bunlara karşı mücadele yürütülmeli, kendine sahip çıkmalı, örgütlenmeli. Toplumumuz kendisini örgütlemeli; gençlerimiz mücadeleye katılmalı. Mücadeleye siyasi, toplumsal, serhildan, öz savunma veya gerilla, yani hangi temelde katılabiliyorsalar o temelde katılmalılar.
BİRLİĞİMİZİ KURMALI, ÖRGÜTLÜLÜĞÜMÜZÜ SAĞLAMALIYIZ
Bu önemli dönemde elimizde çok önemli imkanlar varken, özellikle de taktik anlamda yarattığımız derinlik bizi başarıya götürebilir. Bunun örneği üç yıldır devam eden Zap direnişidir. Biz başarabiliriz. Tecrübemiz vardır. İşte 40’ıncı yılımıza giriyoruz. Biz 40’ıncı yılı sıradan bir yıl değil büyük bir yıl yapmak istiyoruz. Bu düzey bizde vardır. Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın iradeleşme, tecrübe, taktik performans ve teknik düzeyde yarattığı tecrübe, aslında büyük başarıların temelini oluşturmuştur. Bunun üzerine bir tek ortak kararlarımızın olması gerekiyor. Birliğimizi kurmalı, örgütlenmemizi sağlamalıyız. Eğer böyle yaparsak 40’ıncı yıl gerçekten büyük bir yıl olacaktır. Herkesin bu konuda görevlerine sahip çıkması gerekmektedir. Yani anlamsız bir biçimde Devrimci Halk Savaşı demiyoruz. Zaten anlam vermeyen birileri zamanının geçtiğini iddia ediyorlar. Öyle değildir. Halk olarak bu dönemde birleşirsek, örgütlenirsek; öncülerimiz taktik performans geliştirmiş, stratejimiz de doğrudur; o zaman kimse bizi yenemez. Bu topraklarda özgür yaşayacağız. Düşman da şunu bilmeli. Onlar bize karşı başaramayacaklar. Kimi Kürtler onların yanında olsa da yine de bize karşı başaramayacaklar. Çünkü bugün atılan temel, artık zaferin olacak zemin olacak düzeydedir. Biz buna inanıyoruz ve bunun üzerinde durarak, derinleşerek mücadelemizi geliştireceğiz. Bu biçimde gerçekten 15 Ağustos’un 40’ıncı yılını büyük bir direniş yılı haline getireceğiz. Yürüyüşümüz bu çerçevede gelişecek, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kurdistan’ın özgürlüğü kesinlikle bu aşamada çok önemli ve büyük mesafeler kat edecek ve düşman yenilecek, halkımız kazanacak, başarı bizim olacaktır. Bu temelde bir kez daha herkesin Diriliş Bayramı’nı kutluyorum.