Mahsum Korkmaz’ın çorabı…

Kürdistan’da bir çığır açan 15 Ağustos 1984 Atılımı’nın komutanı Mahsum Korkmaz’a çeyiz sandığında sakladığı yün çorabı veren genç bir kadının hikayesi…

Gazetecilik mesleğinin en zor anı; bir söyleşi sırasında karşısında oturduğunuz kişi, olağan seyrinde giden hikayeler anlatırken gözyaşlarını tutamayarak aniden ağlamasıdır. Ne yapacağınızı bilemezsiniz, söyleşiyi kesmek veya devam etmek arasında gidip gelirsiniz. İşte böyle bir söyleşi sırasında kayıtta olan kamaraya konuşan orta yaşlı bir kadın “Hele ne zaman o meşhur fotoğrafı görsem…” diyerek ağlamaya başladı.

Gözyaşlarıyla kayıtta olan kameranın kapatılması şartıyla konuşmaya devam edeceğini söyledi. İstediğini yaptık, sonra devam etti…

Kürdistan coğrafyası 1980’lerin ortasında, son yılların en soğuk kışına tanıklık ediyordu. Taşrada metrelerce karın altında evlerin damları kaybolmuş, hayat durma noktasına gelmişti. Kürdistan’ın o kara kışında Sason ilçesine bağlı bir köyün penceresinden silahlı bir grubun silueti belirdi. Onlar Mahsum Korkmaz (Agit) komutasındaki 12 gerillaydı. Elleri buz kesilmiş, çorapları sırılsıklam olmuş, ayakları soğuktan, yorgunluktan şişmişti. Karın altına gömülen evlerin kapısı zar zor açılarak gerilla grubu içeriye alındı.

O yıllarda henüz genç bir kadındı T.S., kameranın kaydetmediğinden emin olduktan sonra gerillayla karşılaşmasının devamını şöyle anlattı:

“Üstlerindeki elbiseleri ve ıslanmış çorapları çıkardılar, tek odalı evimizin ortasında yanan sobanın kenarına, ıslak elbiselerin yanında oturdular. Çorapların tabanları delinmişti, hele heval Agit’in çorabına çorap demeye bin şahit isterdi. Hemen bir köşede duran çeyiz sandığımı açtım, yün örülü çorabı ona uzattım. Gülümseyerek, ‘ayaklarım küçük, bana uyar mı?’ diye sordu. Dediği gibi çıktı, çorap biraz bol gelmişti, sonra o meşhur fotoğraftaki gibi üstüne başka kahverengi bir çorap daha çekti.

Agit’in çorabı tamamdı artık, ama diğer arkadaşlara çorap temin etmeliydik. Zaten heval Agit ‘sadece bana olmaz ya hepimize böyle çoraplar verirsiniz ya da ben bunu çıkartırım’ dedi. Sonra evlerin kapısını teker teker çaldık, benim gibi diğer genç kızlar da çeyizlerini açtılar, 11 yün çorabı köyden toplayıp getirdik. Gerillalar çorapları görünce sevinçten uçacak gibi oldular. Elimizden kaptılar, tıpkı bayram sabahına hazırlanan çocuklar gibi hemen orada, ayakta, o çorapları giydiler.”

Sason’un karlı kaplı, 3 bin rakımlı Mereto dağına bakan 40-50 hanelik o köyde, bir akşam üstü genç kadınlar geleneği bozmuş, adeta mühürlenmişçesine düğüne kadar açılmaması gereken çeyiz sandıklarının kapaklarını açmışlardı. Adettendi, genç kadınlar evlenmeden önce oyalı yazmalar, yün çoraplar, nakışlı küçük küçük havlular ve en değerli eşyalarını koyarlardı bu sandıklara. Düğün günü gelip çattığında, sadece bu sandık çıkardı genç kadının doğup büyüdüğü evden. İşte o yıl 12 çeyiz sandığından, 12 genç kadının eliyle örülmüş, ışıltılara gömülmüş 12 yün çorap Mahsum Korkmaz ve 11 gerillaya nasip olmuştu.

“Benzerleri yoktu, çok asildiler, makuldüler, oturup kalkışları çok farklıydı. Alçakgönüllü ve boğazlarına düşkün değillerdi. Yemek yediklerini bile fark edemezdiniz. Sanki hepsi peygamberin sahabeleri gibi seçilmiş insanlardı. O yıllarda hayat zordu, ama elimizdekinin kıymetini de biliyorduk. İnsanlar ellerinde artık ne varsa paylaşınca mutlu oluyordu. En çok sevdiği şeyi paylaşman daha fazla mutluluk demekti. Biz de heval Agit ve gerilla arkadaşlara çeyiz sandıklarımızda sakladıklarımızı paylaştık.

Sonra bir sabah askerler köyü bastı, herkesi tekme tokat evlerinden çıkardılar. Bizim evden beni ve abimi aldılar. Önce Siirt’te askeri tugaya, ardından da Diyarbakır’a götürüldük. Yara bere içinde, saçım-başım dağılmış, komutanın odasına götürüldüğümüzde bir de karşımda kimi göreyim? Ali Ozansoy ayak ayak üstüne atmış, sigarasını içiyordu. O pis bakışlarıyla ‘Beni tanıdın mı?’ diye sordu. O şokla dişlerim dişlerime değerek ‘evet’ sesini çıkartmaya çalıştım.

Amed zindanına kadınlar koğuşuna attılar beni. 9-10 kadın arkadaştık, en küçükleri bendim. İşkence ve zulmün haddi hesabı yoktu. Üstelik annemi, ailemi çok özlüyordum. Heval Sakine Cansız gelip hep bana moral verirdi, ‘geçecek bugünler, hepimiz özgür olacağız bir gün’ diyordu. İnan, yaşadığım hayat çok zor, o yaşadıklarımı anlatamıyorum. Şu anda bunları anlatırken bir dünyadan başka dünyaya gitmiş gibiyim.

O yıllarda bir Kürt genç kadının bir Türk askeri tarafından yakalanması kadar ayıplanan bir şey yoktu. Ailem çok zorlandı, 3,5 yıl hapis yattım, çıktıktan sonra da birkaç günde bir karakola gidip imza atmam gerekiyordu. Kardeşim cezaevindeydi, babam yaşlıydı, ben tek başına genç bir kadın olarak şehre gidip gelmek zorundaydım. Sonra da mecbur kaldım evlendim ve şehre yerleştik.”

T.S. sözlerini bitirince çantasından 9 Ocak 2013 günü iki kadın arkadaşıyla Paris’te katledilen PKK kurucularından Sakine Cansız’ın “Hep Kavgaydı Yaşamım” kitabını çıkardı. Hızlı hızlı kitabın sayfalarını karıştırdı ve arka bölümde Cansız’ın fotoğraflarının yer aldığı sayfaları çevirdi. Bir sayfada durdu, parmağıyla Cansız’ın yanında duran kısa boylu, esmer genç kadını göstererek ve gülümseyerek “Bu bana benziyor mu?” diye sordu…

1985 yılının ilk günlerinde Sason’un Kelhasan köyünde Türk askerlerine teslim olan Ali Ozansoy, Sason ve çevresinde genç, kadın, yaşlı demeden gerillaya evinin kapısını açan hemen hemen herkesi ihbar etti. 1990’lı yılların JİTEM tetikçisi olarak hafızlarda yer alan Ali Ozansoy’un ihbarıyla da 9 Mart 1985 günü Ahmet İbin (Cahit) komutasındaki 8 gerilla şehit edildi.

Xelil Xemgin’in “Çiyayê Sason” ezgisiyle Kürt direniş sanatına kaydedilen Sason’daki o direnişte yaşamını yitirenler arasında tek bir kadın gerilla vardır, Adife Sakık (Berivan). İşte bu yüzden olacak ki Mahsum Korkmaz’a çeyiz sandığını açarak yün çorap veren o genç kadın, Amed zindanındaki vahşetten kurtulup yıllar sonra çeyizsiz evlendiğinde, dünyaya getirdiği ilk çocuğuna Berivan ismini verecektir…

https://firatnews.com/guncel/15-agustos-1984-saat-21-00-in-oykusu-1-24458