İran rejimi bir süre önce Pexşan Ezîzî’nin idam edilmesine karar verdi. İran rejiminin bu kararına karşı birçok kesimden tepkiler geldi. Tepki gösteren kişiler ve kurumlar, idam kararının bir an önce durdurulması için çağrıda bulundu. İnsanlık dışı bu kararın geri çekilmesi için demokratik kesimler, kadınlar ve özgürlükten yana olan herkes, tepkisinde ısrarcı. Karar geri çekilene kadar tepkiler de devam edecek.
Pexşan Ezîzî, “jin, jiyan, azadî" felsefesinin savunucusu olduğu için bir yıldan uzun süredir İran rejimi tarafından rehin tutuluyor. Fiziki ve psikolojik işkenceyle maruz kaldı. İşkence ve baskılarından Evin Cezaevi’ne konuldu ve hakkında idam cezası kararı verildi. Yeterince sesimizi yükseltmezsek, İran rejimi bu kararı uygulayacak. Bu nedenle, aralıksız ve kararlı eylemler hayata geçirilmelidir.
Kadınların ve tüm halkların bu konuda İran rejimine karşı önemli bir karşı çıkışı ve radikal bir duruşu oldu. Başta, Barış ve Adalet Anneleri olmak üzere tüm kadınlar ve toplum, Rojhilat ve İran’da radikal bir duruş ortaya koyarak örgütlendi. Sine kentinde ortaya çıkan direniş, rejimin hiçbir saldırı ve baskıyla halkı sindiremeyeceğini ve bu mücadeleyi durduramayacağını tüm dünyaya gösterdi. Halk, kaybedecek bir şeyi olmadığının bilinciyle direnişte ısrar ediyor. Bu bilinç ve inançla öncülerine sahip çıkıyor. Pexşan Ezîzî de özgürlük ve barış mücadelesi yürüten kadınlardan biriydi ve bugün bu mücadelesinden dolayı Evin Cezaevi’nde tutsak tutuluyor.
ASIL KORKUYU DEVLET YAŞIYOR
Pexşan Ezîzî, mücadelesi ve duruşuyla tüm kadınlara örnek ve öncü oldu. İran rejimi, Pexşan, Werîşe ve Gulruxan gibi nice mücadeleci kadını tutsak ederek halkı öncüsüz bırakabileceğini ve mücadeleyi bitirebileceğini sanıyor. Ancak hükümetin bu politikası hiçbir zaman karşılık bulmadı ve başarıya ulaşmadı. Pexşan Ezîzî, cezaevinde de dinlenmeden, nefes almadan tutsak kadınlarla birlikte devletin politikalarına karşı direnişini sürdürüp mücadelesini büyütüyor. Devletin kalbine büyük bir korku salıp sistemin ayaklarını sarstılar. Devlet, gözaltı ve tutuklamalarla amacına ulaşamayacağını anlayınca tehdit, işkence ve korku politikalarını hayata geçirmeye başladı. Asıl korkuyu devlet yaşıyor. Kadınların özgürlük ve barış mücadelesinden, direnişinden korkuyor.
Pexşan Ezîzî, genç yaşlarından itibaren özgür yaşam arayışına girdi ve kadına yönelik baskılara karşı mücadele etmeye başladı. Duruşu ve mücadelesi nedeniyle rejim tarafından gözaltına alındı, günlerce işkenceye maruz kaldı, tehdit edildi ve sorgulandı; ardından serbest bırakıldı. Özgür yaşam arayışı ve mücadeleci duruşu nedeniyle İran’da kalamayan Pexşan, önünde birçok seçenek olmasına Kürdistan’a giderek mücadelesini sürdürdü. Pexşan’ın mektuplarında da belirttiği gibi, ona herkes, “Neden Avrupa’ya gitmedin? Neden Kürdistan?” diye soruyor. Ancak o, Avrupa’nın sistemi ve yaşamındansa, bir genç kadın olarak Kürdistan’da olmayı ve mücadele etmeyi seçtiğini söylüyor.
Kürdistan’da, özellikle Rojhilat’tan Avrupa’ya yoğun bir göç yaşanıyor. Aslında bu, İran rejiminin bir politikasıdır. Maalesef, bunun farkına varamayan gençler yönünü yabancı topraklara çeviriyor. Pexşan’ın da dediği gibi onların güvenlik sorunu dediği şey, bizim için kimlik sorunudur, kimlik arayışıdır.
KÜRT OLMAK, DEVLET İÇİN GÜVENLİK SORUNUDUR
Kadın olmak, Kürt olmak, kendin olmak; Kürt kadınları için kimliktir ama devlet için ülkenin güvenlik sorunudur. Çünkü devlet, ülkeyi sadece kendisine ait görür ve diğerlerini vatandaşı olarak görmez. Pexşan da bu nedenle yönünü Başûr’a çevirdi ve basın çalışmalarını yürüttü. DAİŞ’in Rojava’ya dönük saldırılarının başlamasının ardından, Kuzey ve Doğu Suriye’ye giderek burada çalışmalarını sürdürdü. Burada da gazeteci olarak çalışmalarda yer alıp, yüzlerce kadının hikayesini topladı. DAİŞ’in katlettiği, esir aldığı binlerce kadının hikayesini kamuoyuyla paylaşarak, onların sesi olmaya çalıştı. Bu süreçte DAİŞ’e karşı bir kadın olarak savaştı. Rojhilat ve İran’da “jin, jiyan, azadî” devrimi başlayınca da toprağına geri döndü. Bu kez de buradaki kadın mücadelesinin sesi olmak ve içerisinde yer almak istedi Pexşan. Çalışmalarını yürütürken tutuklandı ve ağır işkencelere maruz kaldı. Hakkında hüküm verilene kadar bir yıl boyunca tek kişilik hücrede tutuldu ve ölümle tehdit edildi. Hakkında idam kararı verildikten sonra ise insani olmayan koşullar ve baskılarla karşı karşıya bırakıldı. Hala tek kişilik hücrede tutuluyor. Hücresinde bir sabah, idama götürülmeyi bekliyor.
Pexşan, daha küçük yaşlarda İran devletinin bütün kirlilikleriyle yüz yüze kaldı. Ama buna rağmen İran rejiminin işkence ve baskı politikaları, gözünü korkutamadı, amacından uzaklaştıramadı. Bir manifesto niteliğindeki mektubu, geleneksel olarak kadınlar ve Kürtler üzerinde dayatılan inkârı fark ettiğini ve buna baş kaldırdığını gösteriyor.
Pexşan, zindanda karşılaştığı her çeşit fiziksel ve psikolojik işkenceye rağmen, mücadelesi ve başkaldırısıyla sesini tüm dünyaya duyurdu. O, soruşturmalarda kendini savunamayan, ifade edemeyen, yargılanmadan idam edilen, yakılan ve öldürülen bütün kadınların temsilcisi ve sesi oldu. Pexşan, hepsini hissetti, hepsinin ruhunu ve fikirlerini görüp bilince çıkardı. Bu nedenle de baş eğmiyor ve rejime karşı duruşunda ısrarlı ve kararlı oluyor. Zindanda ve zindan dışındaki mücadelesi, direnişi, duruşuna denk bir sahiplenme, yaşamın tüm alanlarında öne çıkmalıdır. Mücadele öyle bir aşamadadır ki, hükmü bozabilir ve onu özgürleştirebilir.
BU RUH HİÇBİR ZAMAN BOYUN EĞMEZ
Jin, jiyan, azadî devriminde verilen bedeller, İran rejimini mücadeleye karşı daha da hırslandırdı ve öfkelendirdi. Toplum, verilen bedelleri unutmayacaktır ve amacına ulaştırmak için daha ağır bedeller ödemeyi de göze almıştır. Bu bedel, bir değere dönüştü ve İran’da her kültürden, her inançtan halkları bir araya topladı. Bu, değerler halkların ortak mücadelesi oldu. Bu ruh hiçbir zaman boyun eğmeyecek ve bu toplumun hafızasında her zaman canlı kalacak. Pexşan ve Werîşe şahsında bu ruh, zindanda ve alanlarda mücadeleyi büyütmenin gerekçesi olmaya devam edecek.
Bu ruh ve duruş karşısında rejim, idam cezasını bir korku ve tehdit yöntemi olarak kullanıyor. İran devletinin, idam kararları vermediği gün yok. Ancak bugüne kadar idam cezaları, mücadelenin önünü kesememiş ve direnişi kıramamıştır.
1980-1988 (1360-67) yılları arasında, İran hükümetine karşı direnen ve özgürlük ile demokrasi mücadelesi veren binlerce kişi idam cezasına çarptırıldı. Ancak o zamandan bugüne kadar, devletin baskılarına karşı direnenlerin mücadelesi ve özgürlük ile demokrasiye olan talepleri her geçen gün büyüdü ve güçlendi.
‘BİZ ÖLÜMDEN DAHA BÜYÜĞÜZ’
Cezaevlerinde direnenler, direnişleri ve kararlılıklarıyla idamı boşa çıkardı. Tişrîn’deki kadın direnişçiler, “Biz ölümden daha büyüğüz; Türk işgalci devletinin top ve uçaklarından korkmuyoruz” diyerek, bu mücadelenin tarihsel gerçekliğini ve Kürdistan halkının zulme karşı verdiği direnişi ortaya koydu. Bu sözler, Kürdistan’daki kadın direnişinin ve toplumsal mücadelesinin sembolüdür. Kadın özgürlüğü, tüm Kürdistan kadınları için bir yaşam felsefesi haline geldi ve toplumsal bir miras olarak kabul edildi. Geçmişin ve direnişin amacı birleştiğinde gerçek yaşam, her zaman ölümden önce anlam kazanır. İnsan, ölümden kaçarken bile hayatını anlamlı kılabilir. Şîrîn Elemhulî’nin Evîn Cezaevi’nden yaptığı çağrılar, yüzlerce kadına özgürlük mücadelesini sürdürmeleri için ilham verdi. Zeyneb Celaliyan ise 17 yaşında en ağır koşullarda tutuklandı ve devletin tüm baskılarına rağmen özgürlük mücadelesinden asla vazgeçmedi. Bu nedenle sadece kendisinin değil, milyonlarca Kürt kadınının sesi oldu. Kadınlara uygulanan baskıcı sistem, adeta bir işkencehane gibi çalışıyor ve her gün şeriat yasaları adı altında kadınları katlediyor. Devlet, bu şiddetle sistemini ayakta tutmaya çalışıyor. Bu yüzden de her türlü katliamı ve kadına yönelik şiddeti meşru görüyor.
İran devletinin üzerindeki baskı ve kısıtlamalar artıkça, rejim halka yönelik baskısını da aynı şekilde artırıyor. Ancak halkın direnişi, rejime karşı güçlü bir kırmızı alarm veriyor. İran devleti, en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor ve içinde büyük bir halk ayaklanması potansiyeli barındırıyor. Eğer devlet, kadınların ve toplumun taleplerini görmezden gelip, korku ve tehditlerle karşılık verirse büyük bir isyan dalgası kapıya dayanabilir. Jîna Emînî'nin katledilmesi, kadınların özgürlük mücadelesinin başlangıcını simgeliyor ve cezaevlerindeki direnişler de bu özgürlük mücadelesinin ikinci aşamasını oluşturuyor. Kadınlar ve toplum, bu sefer amacına ulaşana kadar geri adım atmayacaktır.
İRAN TOPLUMUNDA YÜKSELEN DİRENİŞ VE POTANSİYEL
Bölgemiz, savaşın ve siyasi, coğrafi değişimlerin etkisiyle sürekli bir dönüşüm geçiriyor. Bu değişiklikler ve bölgesel yeniden yapılanmalar, tüm bölgeyi etkiliyor. Hiçbir statükocu güç, bu dış müdahalelere karşı koyamayacak durumdadır. Suriye, halkın sorunlarını demokratik zeminde çözemediği için dış müdahalelere maruz kaldı. Halkların sorunları çözülmedikçe, kriz her geçen gün daha da derinleşti. İran, bu karmaşık durum içinde her gün halkın taleplerine karşı tehditkâr bir duruş sergileyerek, toplumun her kesimini baskı altına almaya çalışıyor. Ancak bugün İran toplumunda yükselen direniş ve potansiyel, İran’ın içindeki kadın direnişini susturma çabalarına rağmen büyümeye devam ediyor. Eğer İran, direnen kadınları, Pexşan Ezîzî ve Werîşe Muradî gibi direnişçileri bastırmak için tehdit ve korku yöntemlerine başvurursa, bu sadece halkın öfkesini daha da büyütecek ve geniş bir toplumsal hareketin önünü açacaktır. Bu potansiyel, toplumsal dayanışmayı ve direnişi güçlendirecek ve sonunda hükümet, halkın baskısı karşısında geri adım atmak zorunda kalacaktır.
1979 (1357) yılındaki halk devriminin ardından İran rejimi, sınırlarının ötesine askeri müdahalelerde bulunmaya başladı. Ancak, bu müdahalelerin etkisi giderek azaldı ve korku ile tehditler zamanla daha belirgin hale geldi. Şu anda, diplomatik ilişkiler aracılığıyla bazı ülkelerle anlaşmalar yaparak, bu durumu düzeltmeye çalışıyor. Özellikle Amerika ile yapılan nükleer anlaşma çabaları, İran’ın dış politikasındaki önemli bir adımı temsil ediyor. Ancak çevre ülkelerdeki gelişmeler, İran’ı doğrudan etkileyebilecek potansiyellere sahip. Suriye’deki durum, aynı şekilde İran’a da yansıyan bir kriz hâline gelebilir. Bunlara rağmen İran’daki en büyük ve sürekli gelişen hareket, cezaevlerinde ve toplumun farklı kesimlerinde yükselen kadın direnişi oldu. Kürt, Beluc, Arap, Azeri ve diğer toplumlar, rejim tarafından sürekli olarak hedef alınıyor. En son, Ahvaz’daki Arap halkına yönelik saldırılar, devletin içindeki mevcut durumu gözler önüne serdi.
Araplar, bölgedeki diğer Araplarla bağlantılar kurdukları gerekçesiyle tutuklanıyor ve baskılara maruz kalıyor. Her türlü zulme rağmen İran halkları, giderek artan bir şekilde rejime karşı sesini yükseltiyor ve bunu cezaevlerinde ya da sokaklarda direnerek gösteriyor. Bu durum, İran’daki tüm halkların, devletin baskıcı politikalarına karşı birleşme çabalarının bir göstergesidir.
ZEYNEP CELALIYAN, WERÎŞE MURADÎ VE PEXŞAN EZÎZÎ
Toplum, artık dini baskılar ve milliyetçi söylemlerle yönetilmektense, demokratik haklar ve özgürlükler için direniyor. İran toplumunun bölünmüş yapısı, devletin baskıcı politikalarına karşı halkın birleşme isteğiyle karşı karşıya geliyor. Bugün İran’daki kadın direnişi, Zeyneb Celaliyan, Werîşe Muradî ve Pexşan Ezîzî gibi isimlerle daha da güçlenmiş durumda. Ayrıca, Kürdistan’dan Gulroxê İrayî ve Nergiz Muhammedî gibi kadın direnişçiler de bu harekete önemli katkılar sağladı. Devlet, halkların demokratik taleplerine karşı koymakta zorlanıyor ve dış dünyadan gelen baskılar da arttı. Ortadoğu’daki gelişmeler, özellikle Esad rejimi ile ilişkiler, İran’ı uluslararası alanda daha fazla izole edebilir. Esad rejimi, buna örnektir; Esad rejimi, kendi içindeki demokratik hareketleri bastırırken, dışarıdaki müttefiklerinin de desteğini kaybetti. İran, bu durumu göz önünde bulundurarak, halk hareketlerine karşı daha sert bir tutum sergileyebilir, fakat bu tutumu da toplumsal isyanların önünü alamayacaktır. Bu noktada, demokratik bir çözüm için halkların birleşik mücadelesi ön plana çıkıyor. İran halkı, rejimin dayattığı zorbalığa karşı kendi özgürlükleri ve hakları için mücadele etmeye devam edecektir.
Son yıllarda İran, Suriye’deki iç savaşa müdahil olurken, aynı zamanda Kürt meselesine dair çözüm önerilerinden de uzak duruyor. İran, Kürt sorununu çözmek için hiçbir adım atmazken, bu konuda başka ülkelerin de çözüm yollarını devreye sokmasına engel oluyor. Suriye’deki durum da benzer şekilde, İran’ın Kürt meselesine yaklaşımını etkiliyor. Ancak İran, şu anda öncelikli olarak iç politikasını gözden geçirerek, Kürt halkı ve tüm toplum için demokratik çözüm yolları geliştirmelidir. Kadınlar, her gün ağır bedeller ödeyerek direnişlerini sürdürüyor ve zorluklarla yüz yüze kalıyor. Göç, ölüm, savaşın acımasızlıkları, tutuklanmalar ve zorla gözaltına alınmalar gibi sorunlar, kadınların hayatlarının bir parçası haline gelmiş durumda. Kadınların öldürülmesi ve hapsedilmesi, temel insan hakları ihlallerinin başında yer alıyor. İran’da, kadınların hakları şeriat yasaları ve cinsiyetçi yasalarla sınırlandırılıyor. Her geçen gün daha fazla kadın bu yasalara karşı direnişe geçiyor ve mücadele ediyor.
AHU DERYAYÎ’NİN ÖZGÜRLÜK TALEBİ
Özellikle kadınların başörtü zorunluluğuna karşı gösterdiği direniş, toplumdaki özgürlük taleplerinin sembolü haline geldi. Başörtüsü, sadece bir kıyafet meselesi değil, aynı zamanda kadınların özgürlüklerini kısıtlayan bir ideolojinin aracı oldu. Ahu Deryayî’nin Tahran’daki üniversitede devletin cinsiyetçi politikalarına karşı yaptığı çıkış, bu durumu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ahu Deryayî, devletin kadınlar üzerindeki baskılarını reddederek, özgürlük ve eşitlik taleplerini dile getirdi. Ancak rejimin yaklaşımı ne olursa olsun, kadınlar direnişlerini sürdürmeye devam ediyor. Her gün onlarca genç kadın, devletin baskılarına karşı sokaklara çıkarak başörtüsü zorunluluğuna karşı özgürlüklerini savunuyor. Bu direniş, devletin ideolojisine karşı kadınların bağımsızlık ve eşitlik taleplerinin somut bir örneğidir. Kadınlar, sadece kendi haklarını savunmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm toplumun özgürlük mücadelesine katkıda bulunuyor.
Rejimin dayattığı bu baskıcı politikalar karşısında kadınlar, daha örgütlü bir şekilde karşı koymaya devam ediyor ve bu direniş giderek daha yaygın hale geliyor. Geçmişte ve günümüzde birçok genç kadın, rejimin dayattığı baskıcı politikalara karşı durarak, devletin zulmüne karşı çıkmış ve bu mücadelenin bir parçası olmuştur. Kadınların bu direnişi, sadece birer birey olarak değil, tüm toplumu etkileyen büyük bir harekete dönüşmüş durumda. Bu hareket, toplumun tüm kesimlerinden destek buluyor ve her geçen gün daha geniş bir kitleye ulaşıyor. Kadınlar, çoğu zaman toplumsal ve politik alanda radikal eylemlerle seslerini duyurmaya çalışıyor. Ancak, örgütlenme yetersiz kalırsa, direnen kadınlar istediklerini elde edemez. Her şehirde, her parkta ve meydanda kadınların bir araya gelerek, baskılara karşı seslerini yükseltmeleri gerekiyor. Devletin dayattığı yaşam biçimi kadınların hayatını nasıl şekillendiriyorsa, Ahu Deryayî’nin yaşadığı yaşam da tam olarak bu mücadelenin bir örneğidir. Ahu Deryayî, şu anda ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya ve bu tehlike, sadece Ahu Deryayî için değil, tüm kadın öğrenciler ve evlerdeki kadınlar için de geçerli. İran’daki her kadının bir gün ışığa çıkıp özgürlük talep etmesi gerekiyor. Her bir kadın, İran’da özgürlük mücadelesinin bir parçası olmalı ve bu direnişi sürdürmelidir.
PATRİYARKAL VE CİNSİYETÇİ SİSTEME KARŞI DİRENİŞ
Kadınlar, Ortadoğu’da özgürlük mücadelesinin temel aktörleridir ve bu mücadelenin felsefesi, her alanda, her adımda özgürlüğü savunma üzerine inşa edilmiştir. Ancak kadınların bu mücadelede ilerlemesi, tüm toplumların özgürlük ve eşitlik taleplerine bağlıdır. Kürt kadınları, sadece kendi toplumları için değil, tüm dünyadaki kadınlar için bir örnek teşkil etmekte ve özgürlük mücadelesinin önemli bir parçası haline gelmektedir. Kürt kadınları, hem Kürdistan’da yaşadıkları işgale ve baskılara karşı direnmekte, hem de patriyarkal ve cinsiyetçi sisteme karşı güçlü bir direniş sergilemekteler. Bu direniş, tüm kadınların özgürlük mücadelesine katkı sağlıyor. Bu mücadelenin sadece Kürtler için değil, tüm insanlık için önemli bir anlamı var. Kürt kadınları ve tüm kadınlar, tüm bu baskılara ve zorluklara rağmen özgürlük ve eşitlik talepleriyle direnişlerini sürdürüyor.
Pexşan Ezîzî’nin mücadelesi, sadece bir kadının değil, tüm bir halkın mücadelesidir. Pexşan, İran’daki kadınların direnişinin simgesi haline geldi ve tüm kadınlar için bir mücadele kaynağı oldu. Devletin Pexşan Ezîzî’ye uyguladığı baskılar, sadece onun değil, tüm kadınların özgürlük mücadelesine duyduğu korkunun bir yansımasıdır. Bu baskılar ne kadar artarsa artsın, kadınların direnişi de her geçen gün büyümekte ve güçlenmektedir. Özgürlük mücadelesi, sadece kadınlar için değil, tüm toplumlar için geçerlidir. Rojhilat Kürdistanı ve İran’daki kadınlar, bu mücadeleyi sadece kendileri için değil, tüm halklar ve insanlık için sürdürüyor. Bu direniş, bir gün tüm toplumları özgürlüğe kavuşturacak, çünkü kadınların özgürlüğü, toplumsal özgürlüğün teminatıdır.