Rêdûr özgürlük yeminiyle 26 gün direndi
Bir ay boyunca direndi Rêdûr. Peş peşe yoldaşlarına, bağlı olduğu özgürlük değerlerine ettiği yemini tekrarladı. Alnından terler, vücudundan kanlar akarak çatışmaya devam etti.
Bir ay boyunca direndi Rêdûr. Peş peşe yoldaşlarına, bağlı olduğu özgürlük değerlerine ettiği yemini tekrarladı. Alnından terler, vücudundan kanlar akarak çatışmaya devam etti.
Kendini direnişe adak eyleyerek, Apocu ruhun temsilciliğini yaptı gerilla Rêdûr. İnanmanın bereketiyle yol almanın nasıl bir irade ve kudret doğurduğu, uzak yolun yolcusu Rêdûr’la çıkıyor aydınlığa. Gösterdiği direniş, önceden belirlenmiş bir yeminin pratiğidir.
O, kendi düşmanlarını yendiğini bildiği halde yerinden ayrılmadan çatışıyor düşmanlarıyla. Sömürgeciliğe karşı kılıç kuşanan bir halkın evladı gerilla Rêdûr. Temmuz’un sıcağında haberlere yansıyor bir iki görüntü ve ses. Kulaklar ve gözler, Bakur dağlarında savaşan gerillanın sesine gidiyor, duruşuna gidiyor. Birkaç Kobra üst üste geziyor Bedlîs/Xîzan’ın semalarında. Başarısız olacağını bile bile sarmış etrafı Türk askerleri. Bir yiğit yeşillikler içinde bir ağacın arkasında, kızıllaşan toprağın üstünde, bir yüzü Sîpan'a, bir yüzü Nemrut dağlarına dönmüş. Fikrinde ettiği yeminin tüm detayları, yüreğinde zalime direnmenin yemin hissi. Bir ses yükseliyor, askerlerin hepsi etrafa göz gezdiriyor, kimse sesin nereden geldiğini bilmiyor. Dalgalanıyor ağaçlar, ses yapraklara dağıla dağıla kimsesizleştirilen bir ülkenin halkının kulağına gidiyor. Bir nidayla çınlıyor kulaklar; “Ey halkım, sizlere bir ülke bırakıyor.”
Peki ama bu direnişi Rêdûr şahsında Bakur dağlarına taşıyan neydi? Tek olduğunu bile bile ordulaşan ruhuyla ona bu cesareti veren neydi?
Güven Özcan (Rêdûr Sîser), yeni bir doğumun, yeşilliğin, mekanın anlamına gelen Bedlîs’in Norşîn kazasında Zirne Çur köyünde, mevsimlerin en soğuğunda doğaya zindelik vererek doğdu. Şubatın kendini dengesine yatıran, kendine çekilen evrenin, dinlenen ağaçların, sessizleşen doğanın kucağına doğarak ses verdi oluşumuna. Bir sıcaklığın, kışa denk düşen bir doğum sancısıydı. Sîpan, kendi karlarının birazını boşaltarak yere seriyor, Nemrut yeniden güneşi karşılıyor. Yerin altına çekilen tüm dualar, heyecan tutuyor. Münezzeh olan bir doğum onunkisi, kendi ülkesinin rengini taşıyor gözleri. Bir ses yükseliyor üç kez kulağına. Güven ismini alıyor. Toprağına bağlı olan bir anne ve babanın el emeğiyle, göz nuruyla büyüdü.
DOĞASINI ÖĞRENDİKÇE KENDİNİ TANIDI
Çocukluğunu doğayı tanıyarak geçirdi. İlk arkadaşları çobanlığını yaptığı koyunları, keçileri oldu. Peygamberlerin ilk işi olan çobanlığın nasıl bilgelikler yetiştirdiyse Güven de öyle büyüyordu. Fazla konuşmadan, daha çok dinleyerek, hep gülümseyerek ve mütevazi bir şekilde çocukluğunu geçirdi. Doğadan öğrendi, doğasını öğrendikçe kendini de öğrendi, tanıdı.
SORGULADIKÇA TOPRAĞINA GERİ DÖNDÜ
Büyüyüp daha fazla iş yapma çağına geldiğinde ailesine destek olmak için inşaatlarda çalıştı. Birçok Kürt genci gibi hiç tanımadığı, ilk defa gittiği bir ülkenin şehirlerinde inşaatçılık yaptı. Çalıştıkça elleri nasırlaştı, kuvvetlendi, emeği öğrendi. Şehirlerde duyduğu ses ona yabancıydı, kendi dili yasaktı, rengi benzemiyordu bulunduğu toprağa. Garipsediği bu ses, kendi halkının sesi değildi. Yabancıydı. Sorguladıkça köyüne, toprağına geri döndü Güven.
GERİLLADA BULDU GELECEĞİNİ
Baharın, 2011’de dağlarda savaşan gerillalarla tanıştı. Aradığı sesti bu ses, dinlemek istediği sözlerdi bunlar, kendini var edeceği zemindi sözü geçen yaşam. Tanıştığı gerillanın gözlerinde buldu geleceğini, taşıdığı silahın savaşında, duruşunda taşıdığı ahlakta. Peşine takıldı özgürlük diyerek yürüyüp nefes alan bir gerillanın ardına. Öğrendikçe sevdi, sevdikçe bağlandı, bağlandıkça daha da yetkinleşmesi gerektiğine inandı.
DAĞLAR ONA YABANCI DEĞİLDİ
Güven Özcan gerillaya, gerillanın yeni yaşamına, işgale karşı verdiği haklı savaşa inanıp 2015’te dağlara gitti. Dağlar ona yabancı değildi. Bulunduğu, doğduğu şehrin dağlarında, Garzan‘da halkını koruyan gerillanın yaşamına dahil oldu. Savaşçılığı burada öğrendi. Soylu olan damarı kuvvetlendi. Ve yaşama sadık kalacağına, özgürlüğün ışıklı yolunda, geleceğinde zafer olan PKK’nin mekanında kendini var kılacağına dair yemin etti. İsmini, yürüyeceği yolun gerçeğinden alarak aldı omuzuna. Rêdûr Sîser.
SAVAŞÇI OLMANIN GEREĞİNİ ÖĞRENMİŞTİ
Elinde keleşi, belinde rexti (palaska) vardı. Hayal ettiği soylu kıyafetlerin gerçeğini bilerek yaşama başladı Rêdûr. Gerillanın, dağları dinleyerek hareket eden tarzını öğrendi. Direnişine hazırlanmak için düşmanlarını iyi tanıması gerektiğini biliyordu Rêdûr. Uzun soluklu olmak için ülkesinin bağrında yatan ihanet ve direniş gerçeğini iyi tanıması gerekiyordu. Dinlediği gerilla hikayelerinin ne kadar canlı olduğunu bilerek yürümesi gerektiğini biliyordu. Bir savaşçı olmanın gereklerini öğrenmişti Rêdûr. O, hem doğasında koşturarak büyüyeceğini bilen bir çocuk edası hem de özgürce büyüyemeyeceğini bilen bir olgunlukla eğitti kendini. O, yaşamın ustalarından olan şehit Hêlîn Murat’ın kaybedilen yaşamı yeniden tanımlayan mektubuyla karşılaştığında yüreğinden dökülenleri sıralamıştı:
YAŞAMA DAHA FAZLA SAHİP ÇIKMAK
“PKK kadrosu demek, yaşamın sıcaklığını, güzelliğini, rengini yaşama veren ve bu çerçevede kendini her yönden, hakikat yolunda savaş içerisine giren, bunlara karşı mücadele edendir. Hêlîn Murat arkadaşın mektubunu okuduğumda onun yaşama olan tutkusu, heyecanı, kadro olarak kendimi gözden geçirmemi sağladı. Ve yaşam daha fazla sahip çıkmam gerektiğini anladım. Önder Apo, 7 yaşında başladı sistemi çözümlemeye; ben de şimdi 23 yaşımda bizim şahsımda halkımızı yok etmek isteyen düşmanlarımıza karşı Önder Apo gibi yaşama tutunarak mücadele edeceğimi söyleyebilirim.”
ÇARMIHINI SIRTINA ALIP YOLA ÇIKTI
Rêdûr Sîser, halkını ve ülkesini imha etmek isteyen, tarihten silmek isteyen düşmanlarına karşı direniş şekline karar vermişti. Verdiği yeminle, çarmıhını sırtına alıp 2021’de toprağına, doğayı öğrendiği, eşitliğe şahitlik etti, gülüşünün esmer rengini aldığı Garzan toprağına geri döndü. Bu sefer bir çocuk değildi Rêdûr. Tarihinin bilincinde, yiğitliğine şahitlik ettiği yüzlerce yoldaşının vasiyeti ve hayaliyle, alnında fetih işareti taşıyan bir Önderliğin felsefesiyle doldurdu yüreğini.
Kuzey dağlarına gitmeden önce kendisiyle konuşan başka bir gerilla soru soruyor. Gülümseyen, durmadan gülümseyen ve hasretle beklediği bir sevdaya kavuşur gibi bekleyen bir inananın duruşuyla duruyor karşıda.
Soru yöneliyor Rêdûr’a;
- Bakur'a gideceksin Heval Rêdûr. Ailen için bir şeyler demek ister misin?
- Daha çok erkendir.
Cevabı sadece gülümsemek oluyor. Savaşçılığın özünde mayasında gülüş her şeyin en öncesidir. Ezelin, ebede gidişini ören bir eylemdir gülüş savaşçılarda. Sakin bir edası vardı, mütevazilik ve atiklik onda bir karaktere dönüşmüştü. Öğrenmek ve öğrendiği kadar pratikleştirmeyi esas aldı. Emekle nasırlaşan ellerine, Apocu ilhamın gücüyle biledi ve kuvvetlendirdi. Garzan’da nasıl yaşayacağına karar vererek, vereceği savaşın keskinliğinin farkında olarak yürüdü. O yüzden cevap vermedi kendisine yöneltilen birçok soruya, tebessüm etmekle yetindi. O tebessümde direnişi saklı tuttu, ettiği yemini bir giz gibi sakladı.
BAŞINDAKİ KEFİYE KIZILA BOYANDI
Yüreğinde coşku gittikçe artan bir yürüyüşle, her nefesinde intikam yemini ederek Bakurê Kurdistan dağlarına yürüdü ve özenle yaşadı. Düşmanı gözünde büyüten hiçbir sese kulak vermeden kendi amacına kilitlenerek gülüşünü sürdürdü. Temmuz ayında, onurlu Kürt’ün düşmanı olan Türk ordusu işgalci operasyonla Bêdlîs/Xîzan’a yöneldi. Bir işgal operasyonu ettiği tüm yeminleri yeniden hatırlattı Rêdûr’a. Boynunda ona eşlik eden kahverengi kefiyesini başına başlayarak, yüreğini bulunduğu mekanın doğasına bırakıp, gözlerini düşmanlarına dikti. İşgalci Türk ordusu, peşine takıldı Rêdûr’un. Yiğitlikten bihaber olan Türk ordusunun faşist askerleri araziye yayıldı. Nereden geldiğini bilmedikleri mermi yağmuruna tutuldu askerler. Kolay değildi şimdi çatışmak, basit değildi Rêdûr’u karşılarına almak. Kendini ölümsüzlüğe yatıran gerilla Rêdûr, kendisine yaklaşan her işgalciyi toprağın karanlık dehlizlerine yolladı. Yaralandı Rêdûr, başındaki kefiye şimdi kızıl renginde doğayla buluşuyor ve ona yoldaşlık yapıyordu.
ETTİĞİ YEMİNİ TEKRARLADI
Bir ay boyunca direndi Rêdûr, 26 gün boyunca direndi, bin beş yüz altmış dakika direndi. Binlerce saniye peş peşe yoldaşlarına, bağlı olduğu özgürlük değerlerine ettiği yemini tekrarladı. Alnından terler, vücudundan kanlar akarak çatışmaya devam etti. Tek tek saydı mermilerini. Kana bulanan rext'ini çıkarıp bir nefes aldıktan sonra boşalttı şarjörlerini hain ve işgalcilerin üzerine.
Yalnız olmadığını hissetti gerilla Rêdûr; yanında yoldaşları, yanında bağlı olduğu değerler, yanında İmralı hakikati, yanında bağlı olduğu örgütün mesafeyi bitiren ruh gerçekliği vardı. Şahsında, direnişinde, savaşında özgür bir gelecek taşıdığını biliyordu. Onu yetiştiren ailesini çağırdı değerden yoksun, maneviyattan nasibini almayan işgalciler. PKK’yi tanıdığını sanan işgalciler, derinlere inmeyen bir yüzeyde seyretmenin gafilliğiyle, Rêdûr’un verdiği cevapla yanaklarındaki tokadı hissettiler. “Gel, teslim ol” diyen tüm seslere şimdi son sözünü söyleme zamanıydı. Yol sürecinde son söz yerine sadece gülümseyerek cevap veren Rêdûr, şimdi son sözlerini kendisini ihanete çağıran sese, tüm gücüyle bağırıp cevap vererek hain yüzlere döndü. Sesinde binlerce nidayla “Bijî Serok Apo” diyerek gülüşünde taşıdığı bir yaz sıcağında, tutkuyla bağlı olduğu PKK yaşamının gerçek tanımıyla buluştu. Ve 30 Temmuz’da şehadet mertebesine erişerek, özgürlüğü hak eden halkının devrim tarihinde bir çizgi olarak yerini aldı.