GÖRÜNTÜLÜ

Tülay Hatimoğulları: Şubat ayı sonunda İmralı'dan açıklama bekliyoruz

Türkiye ve Kürdistan, Önder Apo’nun mesajını bekliyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, mesajın Şubat Ayı sonunda gelebileceğine işaret ederek, bu mesajla birlikte mücadelelerinin yepyeni bir aşamaya evrileceğini söyledi.

TÜLAY HATİMOĞULLARI

Kürt sorununun demokratik yollarla barışçıl çözümüne dair Önder Apo’nun yapacağı açıklama bekleniyor. Yasal ve anayasal düzenlemelere ve meclisin göreve davet edildiği bu süreçte, toplumsal muhalefetin meclisteki temsilcisi DEM Parti kilit bir rol oynuyor.

ANF'nin sorularını yanıtlayan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları Şubat ayı sonunda heyetin İmralı'ya gidebileceğini ve Önder Apo’dan mesaj gelebileceğini söyledi.

 

Kürt sorununda çözüme dair önemli tartışmaların yürütüldüğü bir süreçten geçiyoruz. Tüm bu tartışmalara bir adım geriden bakarsak, nasıl bir fotoğraf görünüyor?

Türkiye'de gündemlerin de yoğun bir biçimde üst üste geldiği bir evreden geçiyoruz. Özellikle 1 Ekim'den bu yana başlayan çeşitli görüşmeler var. Devlet Bahçeli'nin çağrısından sonra çeşitli biçimlerde Kürt sorununun konuşulduğuna tanıklık ediyoruz. Bu bir yandan gerçekten çok önemli bir süreç. Tarihi bir süreç. Kürt sorunu şu an Türkiye'nin dört bir tarafında ve her kesimde konuşulan bir süreç oldu bu dönemde. Heyetimizin İmralı'ya giderek yaptığı görüşmeler, bunların dışarıya yansımaları oldukça önemli ve tarihi bir anlam taşımaktadır. Bu dönemde Sayın Abdullah Öcalan'ın heyetle dışarıya gönderdiği mesajlar oldukça kapsamlı mesajlar.

Bir yandan Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemle çözülmesine dair önemli mesajlar içermektedir. Bir yandan da Türkiye'nin genel anlamda demokratikleşmesi bağlamında çok önemli mesajlar içermektedir. Ayrıca bu süreçte muhalefetin ve Türkiye'deki bütün toplumsal dinamiklerin Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemle çözülmesine katkı sağlama çağrıları oldu. Muhalefete de çok önemli mesajlar gönderdi. Bunların her biri birbirinden çok kıymetli.

Bir taraftan bu tartışmalar devam ederken diğer taraftan DEM Parti'yi merkezine alan saldırılar tüm toplumsal kesimlere yayılmış ve özellikle AKP'li olmayan her kesim hedef haline gelmiş durumda. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu görüşme ve diyalog süreci devam ederken, heyet İmralı'ya gidiyorken, Sayın Öcalan'ın dışarıya gönderdiği mesajlar sahiplerine ulaştırılırken, böyle bir emek harcanırken, aynı anda kayyum atanması, HDK’ye dönük operasyonlar, yine Rojava'ya yönelik operasyonlar, Türkiye'de belediyelerimize kayyum atamalar, bütün bunlar çok ciddi bir biçimde devam ediyor. Ayrıca kent uzlaşısına dönük operasyonlar var. İstanbul belediyelerine yönelik ciddi operasyonlar var. Bunların hepsi aslında üzerinde çok düşünmemiz gereken bir nokta.

Özellikle HDK operasyonuna ilişkin şunu belirtmek isterim, burada hedeflenen Kürt halkıyla dayanışma içinde olan sosyalist örgütler, hem DEM Parti'nin bileşeni olan, aynı zamanda HDK'nin bileşeni olan bütün kesimlere, bireylere dönük çok ciddi bir operasyon gerçekleşti. Bu operasyonun daha da büyüyeceğine dair söylentiler söz konusu. Yine mesela kayyum atamaları. Şimdi bir yandan barış diyeceğiz, Kürt sorununun çözümü diyeceğiz. Ama Kürtlerin seçme ve seçilme hakkına saygı göstermeyeceğiz.

Erdoğan, AKP kongresinde 'sivil siyaset' vurgusu yaptı ancak HDK sivil siyasetin tam merkezinde durmasına rağmen hedef oldu, bu bir çelişki değil mi?

Aynen, yani sivil siyaseti ifade etti. 'Ya sivil siyaset' diyerek bir koşul olarak ifade ettiği şeyi zaten HDK yapmaktadır. Zaten o sivil siyaseti DEM Parti yapmaktadır. Biz demokratik siyasete, sivillerin yapmış olduğu demokratik zemindeki siyasete bir saldırı olarak görüyoruz. Bunun samimiyetini tabii ki insanlar dönüp bakacak ve ölçecektir. Aynı zamanda biliyorsunuz Rojava'ya dönük sınır ötesi operasyonlar devam ediyor. Kayyumlar Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını elinden alan bir anlayış. Bu ne demektir? Seçme ve seçilme hakkın yoksa senin vatandaş olma hakkını da elinden alıyorum demektir. Vatandaş olarak tanımıyorum demektir. Bu anlama geliyor. Bütün bu sürecin içinde sadece bahsettiğim halkalar yani DEM Parti, DEM Parti dostları ve HDK değil, bu baskı rejimi kendini diğer alanlarda da çok ciddi hissettirmektedir.

Bugün TÜSİAD'a yani sermayeye kadar dayanan bir baskı zincirinin olduğunu görüyoruz. Mevcut olan iktidar yargı yoluyla artık sermayenin de kapısına dayanmış görünüyor. Herkes susmalı diyor, hiç kimse konuşmamalı diyor. Askeri vesayet rejiminden kurtaracağız diye geldiler ama şu anda çok ciddi başka vesayetlerin kapıları açılmıştır, sarayın vesayeti vardır. Yargı bir kılıç gibi toplumun ve sivil siyasetin üzerinde sallanıyor. Şimdi bütün bu tablo içinde biraz önce de bahsettiğim halka gittikçe genişledi. İşte CHP belediyelerine sıçradı, şimdi Ekrem İmamoğlu'na kadar sıçradı. Bu baskı rejimi baskılarını hem çok yoğunlaştırdı hem de daha fazla kesime yaydı.

Peki, böyle bir ortamda çözüm ve demokrasiden bahsetmek mümkün mü?

Şimdi hal böyleyken bir demokrasiden bahsetmek durumu zorlaştırır. Bir çözümden bahsetmek gerçekten durumu zorlaştırır. DEM Parti olarak demokratik siyaset zemininde mücadelenin yürütülmesine çok önem verdiğimizin altını yeniden çizmek isterim. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemle çözülmesinin Türkiye'nin demokratikleşmesine büyük bir katkı sağlayacağını zaten ifade etmeye bile gerek yok. Gerçekten bu kapılar açılacaktır. Ayrıca değinmek istediğim bir konu var; Türkiye çok derin bir yoksullukla karşı karşıya. 50 milyona yakın insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ve bugün sendikalı bir işçi grev hakkını kullanamıyor. Bugün herhangi bir emekçi ben açım dediği için 'terörist' ilan ediliyor ya da ‘terör’le iltisaklı ilan ediliyor. Bu dönemin bitmesi lazım.

Bunun için siz neler yaptınız, yapıyorsunuz?

Bu görüşmelerin onurlu bir barışla taçlanmasını sağlayabilmek için mutlaka önemli adımlar atılmalı. Türkiye'nin ve Kürdistan coğrafyasının dört bir yanında toplantılar gerçekleştirdik, halk buluşmaları gerçekleştirdik. Türkiye'de demokrasi güçleriyle, sivil toplum örgütleriyle buluşmalar gerçekleştirdik. Alevi canlarımızla buluştuk, mütedeyyin kardeşlerimizle buluşacağız. Ve feminist hareketle, Türkiye Kadın Hareketi ile çok önemli buluşmalar, çok önemli toplantılar yaptık yapmaya devam edeceğiz. Ve barışı konuşuyoruz bütün bu kesimlerle. Bu çok önemli, çok kıymetli bir şey. Muhalefetle görüşmeler yapıldı, muhalefet partileriyle ve oradan da çok pozitif bir sonuç çıktı barışa dair.

Bu meselenin bir diğer muhatabı iktidar ne yapıyor sizce?

Burada iktidar ne yapmak istiyor sorusunun yanıtını bulamıyoruz şu an. Mevcut iktidarın, barış dair toplumda bu kadar büyük bir rızalık oluşmuşken bunu görmeyen bir yerden davranması zaten Türkiye'yi son derece antidemokratik bir iklime mahkum etmek anlamına gelir. Bunu kabul etmek mümkün değil. Halihazırda toplumda bu kadar barışın toplumsallaştığı bir evrede, bu kadar kabul gördüğü bir evrede bugün AKP iktidarı ne yapmak istemektedir? Yürütme mercii ne yapmak istemektedir? Çözüme dair bir planı ve projesi var mıdır? Varsa bu plan ve projesi nedir? Bütün bunlar kocaman soru işaretleriyle duruyor. Henüz buna dair bizim de verebileceğimiz bir yanıtımız yok. Bunları gerçekten bilmiyoruz ve biz her fırsatta şu çağrıyı yapıyoruz. İktidar konuşmalı, Erdoğan konuşmalı. Bu sürece dair, bu diyalog zeminine dair ne demektedirler? Ne düşünmektedirler ve ne yapmak istemektedirler? Bütün bu sorular elbette bir kafa karışıklığı ve ayrıca da güvenle ilgili sıkıntılar yaratmaya eğilimli durumlar. Bu saldırı dalgası, diyalog sürecine büyük zarar veriyor. O yüzden de bu saldırıların mutlaka ve mutlaka derhal, acil bir biçimde bitirilmesi lazım.

Kürt Halk Önderi Öcalan'ın yapacağı açıklama merakla bekleniyor. Fakat gelecek mesaj içeriğine dair nasıl bir politik mücadele hattı örülecek? Bunun mücadelesi nasıl verilecek?

Bu mesajın tarihi bir anlamı olacağına yürekten inanıyoruz. Sayın Öcalan'ın Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgili çok ciddi kafa yorduğunu biliyoruz. Bununla ilgili çok ciddi derin çalışmalar yürüttüğünü de biliyoruz ve bu anlamıyla vereceği mesajın aslında dört parça Kürdistan'daki Kürt halkının barış ve çözüm mesajlarıyla da dolu olacağını beklemekteyiz. Kürt sorununun şiddet ve çatışma zemininden hukuki ve siyasi zemine taşınması konusundaki yaklaşımını, ısrarını, bu konuda yol alınması gerektiğine dair mesaj geleceğini tahmin etmekteyiz. İki görüşmede de heyetimizle yaptığı görüşmelerden çıkarsamamız bunlar. Bu tarihi çağrının elbette Kürt halkında çok büyük bir karşılığı olacak. Türkiye halklarında çok çok büyük bir karşılığı olacak. Kürt Özgürlük Hareketi'nde bir karşılığı olacak. Bizde, DEM Parti'de bir karşılığı olacak. O yüzden bütün toplum olarak sadece DEM Parti, sadece Kürtler değil, hakikaten yaptığımız görüşmelerde bir kez daha gördük ki; bu çağrıyı herkes büyük bir merakla bekliyor.

Peki, bu çağrı geldikten sonra ne olacak?

Burada DEM Parti olarak üzerimize düşen bütün görev ve sorumlulukları fazlasıyla yapmaya hazırız. Bu dönemde sorumluluk almaya, bu dönemin yürütücüsü olmaya sonuna kadar da hazır olduğumuzu her fırsatta belirttik. Biz şimdiye kadar biraz önce bahsettiğim Türkiye'de ve Kürdistan coğrafyasında birçok siyasi ve toplumsal dinamiklerle görüşmeler yaptık. Barışı konuştuk. Türkiye'ye barışın gelmesi halinde işçinin, emekçinin, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının, demokratik siyasetin neler kazanabileceğini konuştuk. Türkiye halklarının ortak yaşamda nasıl birlikte beraber ve kardeşçe yaşayabileceği, eşit yaşayabileceği zemini konuştuk. Alevi canlarımızın sorunlarını konuştuk.

Bunlar çok kıymetli tartışmalar. Bu dinamiklerle yapılmış olan toplantılar, bunlardan çıkan sonuçlar gerçekten tatbik edilmesi halinde Türkiye'nin hızlı bir biçimde bir demokratikleşme sürecine girebileceğini çok iyi biliyoruz. Birinci evresinde yani 1 Ekim'den şu ana kadarki çalışmalarımız bu yönde oldu. Açıklama geldikten sonra yepyeni bir aşamaya girecektir çalışmalarımız. Ve açıklamanın Türkiye'deki bütün halklar ve inançlar tarafından, bütün siyasi ve toplumsal dinamikler tarafından nasıl okunduğuna bakmak, geri dönüp bu tartışmayı yapmak konusunda kararlıyız. Halkla geniş yelpazeli buluşmalar, geniş çaplı buluşmalar bunları yapacağız ve barışı toplumsallaştırmak için elimizden gelen her türlü çabayı dün olduğu gibi bugün de sergileyeceğiz.

Bu tabloda iktidara düşen nedir sizce?

Bu açıklamanın gelmesiyle birlikte kendi cenahımız üzerinden demokratik siyaset olarak elimizden gelen her türlü çabayı gösterirken aynı şeyi iktidardan, hükümetten ve Cumhurbaşkanından beklemekteyiz. Zaten süreç böyle gelişmezse bunun bir barışa evrilme ihtimali gerçekten zorlaşır. O nedenle adımlar atılmalı. Yani şu anda iktidarın gerçekten bu konuda ne düşündüğünü bilmediğimiz için sürekli konuştuklarımızın bu karesi hep eksik kalıyor ve bu çok önemli. Çünkü şunu iyi biliyoruz ki çatışanlar aralarında çözüm bulacaktır. Yani dünya deneyimlerine dönüp baktığımızda çözüm süreçlerinde çatışan kesimlerin yapacağı görüşmeler, pozitif yönde alacağı yol barışa hizmet etmiştir. Bu çağrıyla birlikte demokratik siyaset yürüten, müzakere ve diyalog partisi olarak barışın toplumsallaşması bakımından, iktidara çağrılarımız bakımından bugüne kadar harcadığımız emeğin daha fazlasını harcayacağımız yeni bir evreye girmiş olacağız.

İngiltere programında da kısmen değindiniz, heyetin İmralı görüşmelerinde henüz kamuoyuna yansımayan boyutları itibariyle neler konuşulmuş?

Yaptığımız röportajlarda, konuşmalarda bu görüşmelerin özetini aslında paylaştık parti eş başkanları, parti sözcüleri olarak. Konuşulan en temel başlık Kürt sorununun şiddet ve çatışma zemininden hukuki ve siyasi bir zemine taşınması vurgusu. İkinci olarak hakikaten bu sürecin çözümle ve barışla taçlanabilmesinin ayrıca Ortadoğu'ya sağlayacağı katkılar. Çünkü Sayın Öcalan şunun üstünde detaylı durmuştur; Ortadoğu'da yeni gelişmeler olmaktadır, küresel sistem kendini yapılandırıyor, Suriye'de yeni gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerin Türkiye'ye ve özellikle İran'a da yansımalarının altını çizmiş. İran'ın ve Türkiye'nin demokratikleşmesi ile ilgili somut, ciddi ve hızlı adım atmalarının kendilerinin lehine olacağına dair de vurgular yapmış ve Türkiye'de ortak yaşamı, iç barışı tesis etmek bakımından da üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getireceğini ifade etmiş.

Büyük bir önemle altını çizdiği noktalardan biri kadın mücadelesi ve kadın mücadelesinin bugüne kadar geldiği boyut ve bunu daha da ileriye taşımak. Aynı zamanda Narin Güran cinayetinden bahsetmiş ve Narin Güran cinayeti üzerinden toplumun, mevcut sistemin toplumu ne kadar çürüttüğünü, çürümenin geldiği boyutu analiz ediyor ve bununla ilgili de aslında burada toplumsal örgütlenmenin ne kadar önemli, hayati bir öneme sahip olduğu mesajını veriyor. Hakikaten de bu çok önemli. Toplumun örgütlülüğü, toplumun demokratikleşmesi, toplumun kendi örgütlülüğünü sağladıkça, başta kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, kadınların ve çocukların istismarı, çocuk katliamları bütün bunların önüne nasıl geçilebileceğine dair toplumun örgütlülüğünün ne kadar önemli olduğunun vurgusu yapılmış.

Bu çok kıymetli, çok değerli bir şey. Kürt, Türk, Arap, Çerkes, Laz, burada sayamadığım bütün halkların ve inançların tamamını ilgilendiren bir konu. Çünkü çocuk istismarı, çocuk cinayetleri, kadına yönelik şiddet Türkiye sathının tamamında mevcuttur. Tavşantepe önemli bir örnektir ama aynı zamanda Türkiye'nin genelinde benzer şeylerin yaşandığını biliyoruz ve bununla mücadele etmenin tek yolu toplumsal örgütlenmeyi sağlayabilmektedir. Bunların üzerinde durulmuş, başlık itibariyle böyle ifade edebilirim.

Kürt Halk Önderi Öcalan'ın yapacağı açıklamanın Şubat ayının ortasına denk geleceği partinizin yetkilileri tarafından ifade edilmişti. Bu açıklama neden gecikti? Bu gecikmenin sebebi nedir?

Hazırlıklar yetişmedi. Hazırlıklar derken neyi kastediyoruz? Heyetimiz biliyorsunuz Kürdistan Bölgesel Yönetimini ziyaret etti. Hem Hewlêr, hem Süleymaniye merkezli görüşmeler gerçekleştirdiler ve daha yeni döndüler. Oradan gelen değerlendirmeleri aynı zamanda Sayın Öcalan'a ulaştırma gibi bir durum söz konusu. Henüz heyetin yaptığı görüşmeler Sayın Öcalan'a ulaşmış değil, bunlar ulaşacak. Akabinde de hem kendisinin hem de muhataplarının artık bir diyalog kuracağını tahmin ederek söylüyorum, bir gün belirlenecek. Bizdeki bilgi bu ay sonuna doğru, 15 Şubat'a yetişmediği için bu ay sonuna doğru ya da önümüzdeki ayın başında böyle bir açıklamanın gelebileceği yönünde.

Yani Şubat sonu veya Mart başı öyle mi?

Evet, aynen.

Yani henüz netleşmiş bir takvim yok?

Yok, netleşmiş bir takvim yok. Beklenti Şubat sonu Mart başı gibi bu görüşmenin olması, tabi bizim gönlümüzden geçen bir an önce tecridin tamamen kalkması, Sayın Öcalan'ın fiziken özgürce çalışabileceği alanların sağlanması. İstediği her kesimle görüşmeler yapabileceği bir sağlıklı zeminin oluşması ve yine kendisi de ifade etmiştir bu görüşmelerin ve bu yaşanan diyalog sürecinin hukuki bir zemine kavuşturulması. Bütün bunlar çok önemli.

Bu açıklama geldikten sonra, sivil siyasete, toplumsal muhalefete nasıl bir sorumluluk yükleyecek? Tüm toplumsal kesimlere dair ne söylemek gerekir?

Barışa hepimizin çok ihtiyacı var. Coğrafyamız gerçekten savaşlardan, kandan, gözyaşından artık çok yoruldu. Türkiye'de öyle, Suriye'de, Irak'ta, İran'da, Ortadoğu coğrafyasının tamamı böyle. Barışa her şeyden çok ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz. Şu an içinde bulunduğumuz Türkiye'deki süreç hakikaten çok karışık. Toplum bize diyor ki kafamız karışıyor. Bir yandan barış diyorlar, öte yandan sopayı tepemizden eksik etmiyorlar, şiddet uygulamaya devam ediyorlar. Bütün bunlar doğru. Bütün bu sürecin karmaşık gittiği de doğru. Anlaşılması zor olan yönlerinin olduğu doğru. Bu sürecin de özelliği bu. Peki, burada asıl olan nedir? Asıl olan bu sürecin barışla, onurlu bir barışla ve demokratik bir değişim ve dönüşümle taçlanması. Bunu başarabilmenin yolu gerçekten tek başına Kürt halkının yürüteceği bir çalışma ya da Kürt halkını bu konuda yalnız bırakacağımız bir dönem değil. Tam tersi Kürt halkıyla çok büyük bir dayanışma içinde olmamız gereken bir dönem.

Aynı zamanda barışın Türkiye'deki demokratik mücadelenin önünü sonuna kadar açacağı bir atmosferin oluşacağını hiçbirimiz unutmamalıyız. Bugün Türkiye'de hayat pahalılığı var, açlık-yoksulluk bu kadar derinleşmiş, sendikalar bir grev yapamıyor, grev hakkını kullanamıyor, işçiler, emekçiler ben açım diyemiyor. Dedikleri zaman ‘terör’le iltisaklı hale getirilmek isteniyor. Barışı inşa etmenin yolu Türkiye'deki işçilerin, emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının, Alevilerin, Hıristiyanların, her halkın ve inancın barışa olan inancı ve barışa dair sözünü güçlendirmesi. Biz barışa inanmalıyız, barışın bu topraklara büyük bir fayda sağlayacağına inanmalıyız. Barışın Türkiye'de ortak yaşamı ve demokratik yaşamı tesis edeceğine inanmalıyız. Bu bağlamda Türkiye'deki bütün emek meslek örgütlerine, bütün demokratik kitle örgütlerine, sivil toplum örgütlerine, muhalefette bulunan bütün siyasi partilere, sol sosyalist demokratik cepheye, tüm kesimlerin birbirine sımsıkı sarılması, bir ve beraber olması gereken bir dönemden geçiyoruz.

Bunu iki açıdan söylüyorum. Bir, mevcut olan bu baskı sistemine karşı kendimizi güçlü bir şekilde koruyabilmek, bu saldırı dalgasının önüne geçebilmek için çok geniş bir demokratik kampı örgütlemeye ihtiyacımız var. İkincisi, bu sürecin barışa evrilmesini, çözüme evrilmesini sağlayabilmek için de barışın sesinin Karadeniz'den Ege'ye, Marmara'ya, Kürdistan’a kadar her yerden yükselmesi lazım. Barışın sesini her yerde yükseltmek, barışın sözünü güçlü söylemek, barışın mücadelesini vermek, barış için daha çok örgütlenmek durumundayız bu dönemde. Ben bunu yapacağımıza da inanıyorum. Türkiye'de öyle bir atmosfer oluşuyor. Yeter ki bu süreçle ilgili kenetlenelim, bir olalım, beraber olalım ve mücadele edelim.