Dêrazor’da bozulan hesaplar

Dêrazor'da tetikçi-katil Hakan Fidan da kirli işler bakanı olarak ilk yenilgisini almış oldu. Ne Barzani Ailesi ne de Lavrov’un tavsiyeleri onu kurtaramadı. Hewlêr ve Moskova’daki hesaplar Dêrazor’da bozuldu.

Son dönemlerde özellikle de faşist diktatör Recep Tayyip Erdoğan ve onun tetikçisi Hakan Fidan’ın gezilerine paralel olarak Kurdistan’ın tüm parçalarında önemli gelişmeler yaşanıyor. Elbette bu gelişmeleri sadece faşist Türk devlet yöneticilerinin gezilerine indirgemek de yeterli olmaz. Bölgesel ve küresel gelişmeler de Kurdistan’daki her olayın tetiklenmesinde önemli bir faktör.

Faşist şef Erdoğan ve onun tetikçisi Hakan Fidan hem son gezilerinde hem de son açıklamalarında ortak bir noktaya vurgu yaptı: PKK’ye karşı tavır ve Araplara-Türkmenlere karşı yapılan demografik değişim konuları. O nedenle hem faşist havuz medya hem de ulus-devletçi sosyal şoven basın, var olan sorun ya da çatışmaları Kürt-Arap ya da Kürt-Türkmen çatışmaları şeklinde yorumlamaya başladı. Dêrazor, Minbic ve Kerkûk, bunun somut örnekleri olarak da öne çıktı.

Özellikle Dêrazor’da Suriye Demokratik Güçleri (QSD) tarafından başlatılan “Güvenliği Güçlendirme Operasyonu” ile birlikte özel savaş basını adeta faşist Türk devletinin borazanı olmak için yarışa girdi. KDP basını da ondan geri kalmadı.

QSD, operasyonu DAİŞ ve suç örgütlerine karşı başlattığını açıkladı. Ama başta faşist AKP-MHP sözcüleri olmak üzere ona koltuk değnekliği yapan çevreler, operasyonu Kürtlerle Arap aşiretleri arasındaki çatışma gibi göstermeye veya "YPG Araplara saldırıyor" şeklinde ifade etmeye başladı. Bu ifade tarzının etkisi altında kalan bazı çevreler de konuyu bu şekilde ele aldı.

Dêrazor’da DAİŞ ve suç örgütlerine karşı başlatılan operasyonla birlikte faşist Türk devleti ve başta El Nusra olmak üzere diğer çete grupları Minbic, Eyn Îsa ve Til Temir’e saldırmaya başladı. Bu arada TC’nin işgal saldırıları Kuzey ve Doğu Suriye’nin her tarafında yoğun bir şekilde devam etti. Aynı sürece denk gelecek şekilde Kerkûk olayları patlak verdi. Özellikle Kürt katili Hakan Fidan’ın Bağdat-Hewlêr ziyaretinden sonra patlak veren bu olayların KDP’ye iade edilmek istenen yerle ilişkilendirilmeye çalışılması bir manipülasyondan başka bir şey değildir. Nasıl ki “bağımsızlık referandumu” adı altında Kerkûk yeniden işgale açıldıysa bugün yaşananlar da bu durumdan sadece konu olarak faklıdır. Ama KDP/İTC/BAAS artıkları­=TC yoluyla yeniden dizayn etme planlarına başta Kürtler olmak üzere Kerkûk halkı müsaade etmedi.

Dêrazor’da, Minbic’de ve Til Temir ya da Eyn Îsa’da da başta QSD güçleri olmak üzere Kuzey ve  Doğu Suriye halkları işgale ve bozgunculuğa geçit vermedi.

Dêrazor topraklarının operasyon yapılan alanlarında Arap aşiretlerinden başka bir halk yaşamıyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, özerk yerel yapılardan oluştuğu için güvenlikten sorumlu askeri ve asayiş güçleri esas olarak yerel halkın çocuklarından oluşuyor. Dêrazor’da da Asayiş ve QSD güçleri, Dêrazorlu Araplardan oluşıyor. O nedenle de güvenliği güçlendirmek ve huzuru sağlamak için DAİŞ ve suç örgütlerine karşı mücadele etmek Dêrazorluların görevidir.  Yani Arap aşiretlerine saldıran Kürtler yoktur. Sadece Araplardan oluşan yerel güçler güvenliği güçlendirmek ve halkın yaşamına huzur getirmek için suçlulara ve bozgunculara karşı operasyon yapılıyor. 

Diğer yandan Kürtler Dêrazor’da olduğu gibi hiçbir yerde Arap alanlarını işgal edip demografisi ile oynamamıştır. Aksine DAİŞ zulmü ve bölge rejimlerinin izledikleri politikalar sonucu yerlerinden göçen halkın topraklarına güvenli ve huzurlu bir şekilde dönmesini sağlıyor. Bu nedenle de demografi ile oynamak demokratik-özgür yaşamı savunanların değil sömürgecilerin işidir.  Demografi ile oynama, ancak soykırım politikalarından kendilerine çıkar sağlayanların eylemi olabilir.

Tepkilere baktığımızda soykırımcıların ve demografi ile oynamak isteyenlerin kim olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bunların başında faşist işgalci TC geliyor. Şam Yönetimi de mevcut durumu bir fırsata dönüştürme politikası izlemektedir. Başta ABD olmak üzere Koalisyon Güçleri ve Rusya’nın da yaklaşımları başından beri bölge üzerindeki etkinliklerini artırma politikasıdır. Yani Suriye halklarının çıkarları değil kendi çıkarlarını esas almaktır. Gerek Lavrov’un Adana Mutabakatını dile getirmesi gerekse Koalisyon Güçlerinin ve ABD’nin operasyona ilişkin değerlendirmelerinde bu görülmektedir. Suriye’yi yeniden içine kabul eden Arap Birliği’nin sessizliği de “bekle gör” siyasetini öne çıkardığını göstermektedir.

Dêrazor’da böylesi bir operasyona neden gerek duyuldu? Bu soruya doğru yanıt verebilmek için Dêrazor gerçekliğine ve operasyon öncesi yaşanan bazı gelişmelere bakmak gerekiyor. Dêrazor, hem petrol-gaz yatakları açısından zengin bir bölge hem de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi ile Şam yönetimi arasında Fırat nehri sınır olmak üzere ikiye bölündü. Sınırın Şam hükümeti tarafındaki bölgelerde DAİŞ başta olmak üzere çeşitli güçlere bağlı çete grupları cirit atıyor. Irak’a da sınırı olan bölge geniş çöllük alanlardan oluşuyor. Bölgenin toplumsal yapılanması esas olarak aşiret sistemi üzerine kuruludur. Ve bu aşiretler şu an var olan sınırlar nedeniyle üçe bölünmüş durumdadır. Yani Kürtlerin yaşadığı bölünmüşlük gerçeğini Dêrazor aşiretleri de yaşıyor.

Dêrazor aşiretlerinin petrol zengini bölge üzerinde olmaları, kontrol edilemez geniş çöllük alanlarda bulunmaları ve sınırların diğer tarafındaki akrabalarının varlığı nedeniyle yaşamlarını önemli oranda kaçakçılık üzerine kurdu. Bu parçalanmışlık durumu sadece kaçakçılığa değil çetelerin de bölge içine girişine olanak sunuyordu.

Dêrazor’un bu yapısı, güvenlik birimlerinde ve sisteminde de önemli zaaflara neden oluyordu. Bu zaaflar bölge üzerinde egemen olmak isteyen güçler için de güçlü bir zemin sunuyordu. Tüm bu zaaflarına rağmen Özerk Yönetim son dönemlere kadar bölgenin hakimiyetinde ciddi sıkıntılar yaşamıyordu. Özellikle DAİŞ yargılamalarının Kuzey ve Doğu Suriye’de yapılması kararının açıklanmasından sonra bölgede farklı gelişmeler ortaya yaşandı. DAİŞ hareketliliği özellikle Arapların yoğun olduğu bölgelerde arttı. Ve DAİŞ’lilerin tutulduğu hapishanelere yönelik baskınların yapılacağı bilgileri yayılmaya başlandı. Zaten Hakan Fidan da bölge turuna çıkmış ve sadece PKK’ye karşı değil Özerk Yönetim'e karşı da çetelerini harekete geçirme mesajı vermeye başladı. 6 Eylül’de Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi ile ortak basın açıklamasında konuşan Fidan, “Amerikan destekli YPG'nin Arap topraklarını işgal ederek, özellikle onları boyunduruk altına alması neticesinde, yani uzun zaman önce biz bu türden girişimlerin başlayacağını öngörüyorduk….” derken aslında ne tür hazırlık içinde olduklarını da ortaya koyuyordu.

İşte bu koşullarda Dêrazor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed Ebu Hewla (Ahmed El Xebil) basına da yansıyan açıklamalarında da görüldüğü gibi farklı çıkışlar yapmaya başladı. Konunun araştırılmasında Ebu Hewla’nın görevini kötüye kullanma temelinde kaçakçılık ve uyuşturucu şebekesi kurmanın dışında farklı güçlerle kurduğu ilişki üzerinden kısa bir zaman içinde Dêrazor’da ayaklanma planı yaptığı ortaya çıkarıldı ve 27 Ağustos’ta Ebu Hewla tutuklanarak bilinen operasyon başlatıldı. Kürt katili Fidan’ın da belirttiği gibi basın üzerinden "YPG, Arap aşiretlerine saldırıyor" ya da "YPG ile Arap aşiretleri arasında çatışmalar yaşanıyor" şeklinde bir propaganda ile Özerk Yönetim ve QSD teşhir edilmek istendi.

Özerk Yönetim bünyesindeki Arap aşiretleri ile farklı ilişkiler geliştiren ABD ve Koalisyon Güçleri de olayı gerçek bağlamından kopararak Hakan Fidan’ın öngörüsü doğrultusunda çağrılar yaptı.

Diğer yandan yıllardır Dêrazor alanında özerk yönetime karşı faaliyet yürüten Şam Yönetimi ve müttefikleri de bu durumu fırsata dönüştürerek, çetelerin Fırat’ı aşarak operasyon alanına geçmesine göz yumdu ya da onları teşvik etti. Son edinilen bilgilere de bakılırsa Hakan Fidan gibi Ali Memluk da bu tür gelişmelere önceden hazırlıklı imiş.

Operasyon önemli oranda sonuca ulaştı. Saldırılarla ve kaçakçılıkla ilgili soruşturmalar ve aramalar devam ediyor. Operasyon boyunca ne faşist Türk devletinin ne de Şam Yönetiminin beklediği olmadı. Arap aşiretleri ile QSD karşı karşıya gelmedi. Aksine Dêrazor aşiretleri hem QSD'ye destek sundu ve hem de Özerk Yönetim'e bağlılığını gösterdi.  

Dêrazor operasyonu sürerken başta El Nusra olmak üzere faşist TC’ye bağlı çeteler, Arapların yoğunlukta olduğu Minbic’e saldırmaya başladı. Hakan Fidan’ın hazırlığını önceden yaptığı Arap/Kürt savaşı burada da çıkarılmak istendi. Ama Minbic Askeri Meclisi, Arap aşiretlerinden de aldığı destekle bu saldırıları önemli oranda püskürttü. 

Minbic sadece Kuzey ve Doğu Suriye’nin değil tüm Suriye’nin en aydınlanmış kentlerinden biri. Zulme boyun eğmemesi ile bilinen bir kent. DAİŞ'in işgali sırasında DAİŞ’i protesto iradesi gösteren tek yer, Minbic’dır. Dört büyük Arap aşireti, kentin nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyor. DAİŞ işgali sırasında QSD’ye ve Minbic Askeri Meclis güçlerine en büyük desteği veren bu aşiretler, şimdi de güvenliklerini tehdit eden, huzurunu bozarak yaşam alanlarını daraltmaya çalışan çetelere ve onun destekçisi TC devletine karşı savunma güçlerinin yanında direniyor. Birkaç köyden oluşan ve şehir merkezinde sayıca çok az olan Türkmen nüfusu da Minbic Özerk Yönetimi ve savunma güçlerinin yanında işgale ve çetelere karşı direniyor.  

Yani propagandası yapıldığı gibi, ortada Arap-Kürt savaşı yok. Ya da demografik değim amaçlı bir faaliyet söz konusu değil. Aksine bu politikaların kime ait olduğu bilinmek isteniyorsa, özellikle faşist TC ve Şam Yönetiminin yakın tarihlerine bakmak yeterlidir. Arap Kemeri politikası Demokratik Özerk Yönetimi'n değil BAAS zihniyetinin bir uygulamasıdır.  Dün Ermenileri, Süryanileri, Rumları, Çerkesleri ve daha birçok farklı kimliği soykırımdan geçirenler bugün de benzeri politikalarını Kürtler ve Aleviler üzerinden sürdürmeye çalışıyorlar. Faşist TC, bugün BAAS’tan öğrendiği Arap Kemeri projesini Bakurê Kurdistan ve Rojava sınır boylarında uygulamaya çalışıyor.

Kerkûk olayları, Türk devletinin Minbic'a saldırıları ve Dêrazor'daki kirli oyunlarda ortaya çıkan sonuçlara ve Türk Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarına bakıldığında şu rahatlıkla belirtebilir.  Türk devleti Dêrazor, Kerkûk ve Minbic’de eşgüdümlü bir saldırı başlatmak istiyordu ama Dêrazor'da Güvenliği Güçlendirme Operasyonu hazırlanan bu planı bozdu. Yani çok hazırlıklı gibi görünen faşist AKP-MHP iktidarının hesapları boşa çıktı. Tetikçi Hakan Fidan da kirli işler bakanı olarak ilk yenilgisini almış oldu. Ne Barzani Ailesi ne de Lavrov’un tavsiyeleri onu kurtaramadı. Hewlêr ve Moskova’daki hesaplar Dêrazor’da bozuldu.