Direnmek zorundaydım…
“Koluma bakınca, omuzum ve dirseğimi birbirine bağlayan ince bir derinin sallandığını gördüm. Kolumu o halde görünce kesileceğini anladım. Çok kan kaybediyor, yavaş yavaş kendimden geçiyordum. Direnmek zorundaydım.”
“Koluma bakınca, omuzum ve dirseğimi birbirine bağlayan ince bir derinin sallandığını gördüm. Kolumu o halde görünce kesileceğini anladım. Çok kan kaybediyor, yavaş yavaş kendimden geçiyordum. Direnmek zorundaydım.”
“O an ölüme teslim olup düşmana hayat veremezdim” diyen Sosin, Şam’dan Dêrik’e oradan Rûgoba’ya kadar uzanan yolculuğunu unutmuyor ama devrim heyecanını da hiçbir zaman yitirmiyor.
Rojava Devrimi’nin temelleri atıldığında Sosin Amed, ailesiyle Şam’dadır. Kurdistan Öğrenciler Birliği’nin (YXK) oluşumuyla Sosin da bu süreci büyük bir heyecanla takip eder. Rojava Devrimi’nin başlamasıyla Şam’daki ortam artık Kürtler için çekilmez bir hal alınca, ailesiyle beraber Rojava’ya döner. Dêrik’e ulaşan Sosin ve ailesi, savaş ve direnişin ortasında kalır. Sosin’in ailesi Başûrê Kurdistan’a geçme kararı alır. Sosin, bu karara anlam vermez. Ailesine, toprağını terk etmenin yanlış bir karar olduğunu genç yaşta kavratmaya çalışır fakat aile ikna olmaz. Yavaş yavaş özgürleştirilen toprakları ısrarla kucaklayan Sosin, bir anda Başûrê Kurdistan’a geçmenin hazırlığını yapan ailenin ve devrimin arasında kalır. Ailesini ikna edemeyen Sosin için Başûrê Kurdistan yolu çıkmaz ve karanlık bir yoldur. Dêrik’ten harekete geçerler ve Başûr yoluna koyulurlar. Umudunu yitirmek üzere olan Sosin, bir çıkış yolu ararken mecbur kalarak ailesini bir şekilde oyalar ve daha Dêrik’ten uzaklaşmamışken geri dönüp YPJ’ye katılır.
ARTIK ROJAVA’NIN SAVAŞÇISIDIR
Temel eğitim devresi ardından artık YPJ savaşçısı olan Sosin, artık yıllardır tanımadığı, görmediği Rojava topraklarının savaşçısıdır. Çilaxa ve Til Hemîs hamlelerine katılan Sosin, şunları anlatıyor: “Til Hemis hamlesiyle ilerleyecek olan Til Temir hamlesi de başlamıştı. Çatışmasız bir gün yoktu. Her gün onlarca çete elemanı öldürülürken, onlarca insan da kurtarılıyordu. Bir defasında düşman, Rûgoba tepesine ve Til Nasir köyüne saldırmak istedi. Çatışma çıktı. Tepedeki arkadaş sayısı çok azdı, tepeye ulaşmamız gerekiyordu. Kısa sürede düşman tepelere çıkan tüm yolları kontrol altına aldı. Ne olursa olsun tepeye ulaşmalı ve arkadaşlarımızı kuşatmadan çıkarmalıydık. Sonunda bir sonraki köye giden bir su kanalı bulduk. Su kanalı tepenin yamacı boyunca uzanıyordu. O kanaldan ilerleyerek Rûgoba tepesine, arkadaşlarımıza ulaşmıştık.
BİR ŞEYLER OLACAĞINI HİSSEDER
Tepeye vardığımızda yerimizi aldık. Çatışma uzun süre devam etti. Sonunda düşman geri çekilmek zorunda kaldı. Düşmanın geri çekilmesiyle tepe tank ve toplarla bombalandı. Hava git gide soğumaya başlamıştı, elimde sadece bir çift eldivenin teki vardı, eldivenimin diğer tekini kaybetmiştim. Bir sağ elime bir sol elime takıyordum eldiveni. Bir şeyler olacağını hissediyordum ama anlamlandıramadım. Tam derin bir düşünceye dalmışken havan sesleriyle yerimden doğrulmam ve kolumdaki sızıyı hissetmem arasında pek bir zaman farkı olmadı. Koluma bakınca, omzum ve dirseğimi birbirine bağlayan ince bir derinin sallandığını gördüm.
DÜŞMANA TESLİM OLAMAZDIM
Kolumu o halde görünce kesileceğini anladım. Bir daha nasıl savaşacaktım, silahımı kaldıracak mekanizmayı çekecektim. Bunları düşünürken kendi kendime “Sosin, ne olursa olsun güçlü olmalısın ve asla pes etmemelisin” dedim. Çok kan kaybediyor, yavaş yavaş kendimden geçiyordum. Daha başarmam gereken birçok hedefim vardı. Bu yüzden direnmek zorundaydım. O an ölüme teslim olup düşmana hayat veremezdim.”