Gazi Agir Çiya mücadelesini sürdürüyor
Şêxmeqsûd direnişinde 2011’de başlattığı mücadelesini Efrîn’e taşıdı. Gazi oldu, mücadeleyi bırakmadı. Şehit Karker Erîş’i örnek alan Agir Çiya, gücüne güç katarak mücadelesini sürdürüyor.
Şêxmeqsûd direnişinde 2011’de başlattığı mücadelesini Efrîn’e taşıdı. Gazi oldu, mücadeleyi bırakmadı. Şehit Karker Erîş’i örnek alan Agir Çiya, gücüne güç katarak mücadelesini sürdürüyor.
Agir Çiya, hikayêsi pek bilinmeyen binlerce savaşçıdan biri. Halep’te 14 Şubat 1988’de dünyaya geldi. Aslında Efrîn’in Şera ilçesine bağlı Omer Simo (Nebî Hurî) köyünden. Agir, 2016’da yaralandı ve bir kolu fonksiyonunu yitirdi ama bunu kendisine engel görmedi; devrimin farklı alanlarında mücadelesini sürdürdü.
‘SURİYE’DE İÇ SAVAŞ’ DİKKATİNİ ÇEKTİ
Agir, şafak vaktine dek sokakları, gökyüzünde serpilmiş yıldızları saydı. Gözü kuzeyden gelen buluta takıldı, bulut karaydı. Yağmurun geldiğini düşündü. Uyumak için odaya geçerken açık kalan televizyonun sesini duyunca gözü de ilişti. Dumanların arasında gözyaşları döken bir çocuk ekrandaydı. Yanındaki büyük ihtimalle annesi olarak düşündüğü bir kadın ve ‘Suriye’de iç savaş’ alt yazısını da gördü. Ne, nasıl yani, diye durakladı, yazıyı tekrar tekrar okudu. Kanalları değiştirdi, devletin resmi haber kanalındaki görüntüler de benzerdi. Annesinin cansız bedeni önünde hıçkırarak ağlayan çocuklar, yıkılmış evler, harabeye dönen sokaklar, yerde kanlar içerisinde yatan insanlar…
SIYABEND’LE ADIM ATTI
Yıllarının geçtiği Halep sokaklarına baktı öylece ve uyuya kaldı. Rahatsız eden yüksek zilin sesi üst üste çalınca Agir uykudan uyandı. Gelen kimse, acelesi vardı. Gelen, mahalleden arkadaşı Siyabend idi. Agir, Siyabend’i bu kadar bitkin görmemişti uzun süre. Agir’ın şaşkın şaşkın baktığı Siyabend, “Bir iş var. Senin de yer almanı istiyoruz” dedi. Sesi telaşlı Siyabend ile dışarı çıktı. Mahallenin aşağısındaki gençlik yeri olarak kullanılan eve vardılar. Siyabend kapıyı çalarken, savaş hakkında ne düşündüğünü sordu Agir’a. “Herhangi bir güvencemiz yok. Düşman olan, bizi insan yerine koymayan devletten de bizi korumasını bekleyemeyiz” diye yanıt verdi.
Ayakkabılar fazlaydı. Biraz duraksayarak Siyabend’e “Neler oluyor?” dercesine baktı. Biri çatışmaların hangi bölgelerde olduğunu sordu. “Bildiğim kadarıyla şu an İdlib ile Halep arasında. Bu tarafa doğru geliyor. Başka bir yer var mı bilmiyorum” dedi. İsmini bilmediği biri, “Kobanê ve Cizîrê’de arkadaşlar, Yekîtiya Xwendekarên Kurdistanê (YXK) adı altında topraklarını savunmak için silahlandı” diye ekledi.
SAVAŞ, ŞÊXMAQSÛD’A ULAŞTI
Şehrin sokakları boşalmıştı. Yaşam durmuş, kimse kalmamıştı etrafta. Kuşlar, kediler, köpekler, insanlar anlaşılmaz bir suskunluk içerisindeydi. Eskisi gibi ağaç dalları, rüzgârla titreşmiyordu. Evlerin yıkılmasını, insanların katledilmesini düşünmek bile istemiyordu Agir. Titrek bir sesle “Binlerce yıldır yıkılmamış her dil ve dinden insanlarla dolu bir yüreğin var senin. Türkülere destan olmuş ismin. Tufanlara dayanacak gücün var senin. Sana inancımız var Halep” diye mırıldandı.
SİLAHIYLA SIYABEND’E KOŞTU
Ertesi gün çok yakından gelen silah seslerini duyan Agir, “Rüyamda mı görmüştüm, yoksa gerçekten mi duymuştum kestiremedim. Sokaktaki kalabalık sesi normal değildi. Bunu fark ettiğimde silah sesleri yeniden başladı. Yataktan fırladım. Elbiselerimi giydim. Çeteler doğrudan bize mi saldırmışlardı? Şêxmeqsûd Mahallesi, şehir merkezine göre tepelik sayıldığından Halep için stratejik bir öneme sahipti. Bunun için hedef haline geleceği kesindi” diye anlatıyor o günleri. Babasının yatakların arasında sakladığı bir silaha vardı Agir’in eli. Mermileri de alarak Siyabend’in yanına koştu.
ARTIK SAVAŞIN İÇİNDEYDİ
“Mahalle çıkışına doğru çatışmalar devam ediyordu. Başta oraya gideceğimizi çarpışmaya katılacağımızı düşündüm. Ancak gitmedik. Çatışmanın yaşandığı sokakta arkadaşların sayısı fazlaydı. Ve bizlerin gitmesi kalabalığa neden olacaktı. Köşe başında durup nöbet tuttuk. Arkadaşlara takviye lazım olur diyerekten hazır bekliyorduk. Bu bekleyiş karanlık çökene dek sürdü” diyen Agir, Mahir adında birinin çatışmanın bittiğini, ancak hala ne olacağının belli olmadığını anlattığını söylüyor.
Çoğu evde delikler vardı. Neden ve nasıl açıldığını merak etse de bilmediğini anlaşılmasın diye sustu Agir. Sustu ama savaşçı sayılırdı artık, öğrenmeliydi. Sordu ve şu yanıtı aldı: “Bu delikler, birer mevzidir. Şehir savaşlarında görünmeden hareket kolaylığı sağlıyorlar. Arkadaşlar savunma için böyle bir taktik geliştirdi.”
Mevzi ve çatışma yabancı olduğu şeylerdi. Savaş sadece kan ve göz yaşı değil, bir de ölmemek için savunmaydı. Kaderi de bu deliklerden mi geçecekti. Anlamak için yaşamak gerekti belki de. Anlaşılan silah kuşanmak ile asker olmak başkaydı.
İLK ÇATIŞMASI
Daha önce silah kullanmışlığı vardı, ancak ilk kez çatışmaya katıldı. Agir, o çatışma anını şöyle anlatıyor: “Duvar eşiklerinde, art arda dizili fazlaca çete elemanı vardı. Hepsi çapraz tuttukları silahlarıyla bize doğru geliyordu. Nişan almış vaziyette biraz daha yaklaşmalarını bekledik. Kalbim hızla göğsümü dövüyordu. Bir ara titrer gibi oldum. Neyse ki fark edilmedi, erkenden sakinleştim. Silahın arpacığını önümdeki karartının tam üstüne sabitledim. Heyecandan kesik kesik olan nefesimi tuttum, bekledim. Parmağım tetiği okşuyor, atış için en iyi zamanı kolluyordu. O an gelince ‘Bijî Serok Apo’ sloganıyla eller tetiğe değdi. Çete elemanları paniğe kapıldı. Kendilerine siper yapacak yerler aramaya çalışırken, birkaçı vurulup düştü.
ÇETE ELAMANLARINA YÖNELDİLER
Çatışma daha ilk andan itibaren şiddetliydi. İlk atışı biz yaptığımız için hakimiyet bizdeydi. Bir süre sonra saldırının şiddeti azaldı. Çete elemanları seyrek atışlarla çatışmayı sürdürüyordu. Arkadaşlar direnişe dahil olan her mevziden ilerleme kaydetmeye başlamıştı. Benim bulunduğum mevzide de durum aynıydı. Saldırıya geçtik. İlk girdiğimiz evde üç çete elemanı vardı, yan mevzideki arkadaşlar onları vuruyordu. Biz ise önümüzde konumlananlarla uğraşıyorduk. Evdeki çatışma fazla sürmeden sona erdi. Geldikleri yöne doğru kaçmaya başladılar. Birkaç dakikada bulundukları yerleri boşaltmışlardı. Girdiğimiz bu noktalarda yeni mevziler inşa etmeye başladık. Akşamüzeri tüm işimiz bitince, grubumuz noktaya geri gönderildi. Tedbirli olacak, gerçekleştirilecek herhangi saldırıda hemen mevzilerde yerlerimizi alacaktık. İki saatte bir değişecek şekilde nöbetçiler çıkardık.”
ŞÊXMEQSÛD’DAN EFRÎN’E
Cebhet El Nusra çetesinin saldırılarının Efrîn’e sıçraması ardından toprağını savunma bilincine varan Agir, yönünü Efrîn kentine çevirdi. Uzun bir yıl bitmek bilmeyen çatışmalar ardından Efrîn’e geçişini şöyle dile getiriyor: “Yıllarımın geçtiği Halep’ten giderek uzaklaşıyordum. Efrîn şehir merkezine doğru yolculuğumuz başladığında, gözlerimi kentten alamadım. Efrîn de memleketimdi, bölgenin en güzel kentlerinden biriydi. Kobanê ve Cizîrê’deki ayaklanmaların ardından arkadaşlar burada da öz savunma güçlerini kurmuştu. Üçüncü günün sabahında kahvaltı yaparken, karargâh sorumlusu olan arkadaşla yeni grubumun yanına gittik.”
Operasyon gücü olan Cindirês’teki Başak Taburu olarak tanınan askeri güce dahil oldu Agir. İdlib kenti ile Cindirês arasındaki Dewa Tepesi’ne çetelerin saldırdığını ve kendisinin de yakından takip ettiğini belirten Agir, şöyle devam ediyor: “Biz yakınındaki köye gelmiştik. 7 kişilik grup, savaşı koordine eden arkadaşların yanına fazladan cephane ve lojistik alarak harekete geçtiler. Güneş batmış, hava kararmıştı. Çatışma bölgesini gören bir noktada haber beklerken, bir başka saldırı haberi ulaştı koordineye. Bölge Dewa Tepesi’ne yakındı. İdlib sınırına cephe hattı olan Şehîd Adnan ve Şehîd Ruksen tepelerinin olduğu bölgeyi hedef almışlardı. Dikkatleri dağıtıp alan tutmak istiyorlardı.
ZILGITLAR YANKILANIYORDU
Köyün sonundaki evin önünden tepeyi takip ederken, bir arkadaş hızla gelerek ‘Tabur komutanı hazırlanmanızı istiyor’ dedi. Oturduğumuz yerden fırladık resmen. Yedek cephanelerimizi ceplerimize ve çantalara yerleştirdik. Çatışma bölgesine son 100 metre kalmıştı. Yakın bir mesafeye havan atıldı. Uzandık. Birbirimizi sorduk, herkes sağlamdı. Heval Welat, öndeki mevzilere doğru koşmamızı istedi. O önde biz arkasında tek sıra koşarak, tepenin eteğindeki arkadaşların yanına ulaştık. Bu grup, tepedeki arkadaşların arka hattını savunmak için konumlanmış durumdaydı. İkişerli gruplar halinde mevzilere dağıldık. Kadın arkadaşların zılgıtları yankılanıyordu tepede. Çatışmaların 16. günü bizim lehimize işliyordu. Daha ilk dakikalardan önümüzdeki mevzileri tek tek almıştık. Zılgıtlar eşliğinde sloganlar doldurmuştu tepeyi. Düşmanın direnci kırılıyordu. Bizim saldırılarımız hız kesmeden devam ediyordu. Ağır darbelerle yenilginin farkına varan son birkaç çete elemanı da bir süre sonra mevzilerini bırakarak, kaçmaya başladı.
Takviye olarak gelen tabur gücünün sayının artması nedeniyle bir kısmı geri gönderildi. O grup içerisinde ben de vardım. Başak Taburu’na ulaştığımızda cepheden ayrılmış olmanın kızgınlığı vardı üzerimde fakat birkaç saate kızgınlığım geçmişti. Sonuç olarak uygun görülen ne ise uymak gerekiyordu. Bir devrimciye de bu yakışırdı.”
KOLUNDAN BEYNİNE ACI
Bir kaza sonucu kolunun fonksiyonunu kaybeden Agir, o anları şöyle paylaşıyor: “Çığlık attım. Kolumdan beynime doğru dayanılmaz bir acı yükseliyordu. Ter içinde kaldım. Dişlerim kenetlendi. Araba ne ara hazır oldu, nasıl bindim anlayamadım. Gözlerimi açtığımda doktor baş ucumdaydı. Damarlar dahil elimin çok zarar gördüğünü, kesin bir şey diyemeyeceğini söyledi. Operasyon gücüydüm, nerede karmaşa varsa oradaydım. Çatışmadan çatışmaya gidiyor, hareketsiz hiç kalmıyordum. Şimdi hastane odasında sakin bir hayat yaşıyordum. Bu bana göre değildi. Canım sıkılıyor, içim içimi kemiriyordu. Kısa süre sonra da artık günleri saymamaya başladım. Ne kadar kaldığımı hiç bilmiyordum.
YERİNDE DURAMAZDI
Hamle halen devam ediyor, ağır çatışmalar yaşanıyordu. Burada böyle gün geçirmek işkence gibi geliyordu. Nihayet o gün geldi ama tekrardan cepheye dönemedim. O süreçte her iki ayağı olmayan Heval Karker’i (18 Mart 2018’de Çağın Direnişi’nde şehit düştü) tanımıştım. Buna rağmen sokak sokak dolaşıp halkı örgütlüyordu. İki ayağı olmayan biri, bu kadar çalışıyorsa evde oturmuş halde devrimciyim, diyemezdim. Bir devrimci kan döktükten sonra yükü iki kat artar, deyince Heval Karker, o an her şeyin askerlik olmadığının farkına vardım ve gençlik faaliyetlerine dahil oldum.”