Karayılan: Savaşta ısrar ederseniz kaybedersiniz

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Önder Apo’nun Kürt halkının tercihini ortaya koyduğunu vurgulayarak, “Bunu sıradan ele alıp özel savaş taktikleriyle savaşta ısrar ederseniz siz kaybedersiniz” dedi.

MURAT KARAYILAN

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Önder Apo’nun gösterdiği çabalar ve ortaya koyduğu çözüm çerçevesinin, büyük önem taşıdığını; bölgenin yeniden dizayn arifesinde herkese büyük bir seçenek sunduğunu; hem Türkiye halklarının hem bölge halklarının yararına olacak olan en doğru çözüm tarzı olduğunu belirterek, böyle yaklaşılması gerektiğini söyledi. Şu ana kadar devlet ve iktidar katında yeni bir sürecin sinyallerinin gözükmediğini, tersine her gün tehdit ve imha etmekten, şiddetten bahsedildiğini hatırlatan Karayılan, şunları kaydetti: “İmralı’da devlet yetkililerinin Önder Apo ile bazı görüşmeleri yaptığını anlıyoruz ama resmen iktidarın buna sahip çıkma durumu henüz açığa çıkmış değildir. Bilinmeli ki, tarihin bu önemli aşamasında Önder Apo’nun Türk-Kürt kardeşliği ekseninde geliştirdiği çabalar sıradan değil, tarihidir. Bu, tüm Türkiye toplumunun çıkarı ve geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Bu önemli çabaların karşılık bulması lazım. Olumlu karşılık vermek bir yana, ciddi kaygılara yol açan davranış ve sözler vardır.” 

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, ANF’nin sorularını yanıtladı. 

Ocak ayındayız. Ocak, mücadeleniz açısından önemli şehadetlerin yaşandığı bir ay. Bu ay vesilesiyle neler belirtmek istersiniz?

Öncelikle tüm Ocak ayı şehitlerimizi Sakine Cansız, Leyla Sorxwîn ve Rûbar Dicle yoldaşlar şahsında anıyorum. Tabii ki, diğer aylarda olduğu gibi Ocak’ta da çok önemli ve değerli şehitlerimiz vardır. 4 Ocak’ta öz yönetim direnişleri sürecinde Sêvê Demir, Fatma Uyar, Pakize Nayır ve İslam Atak arkadaşların hunharca şehit edilmeleri olayı vardır. 6 Ocak, Medya Savunma Alanları’nda korkakça bir saldırı sonucu çok değerli bir komutan ve öncü yoldaşımız olan Rûbar Dicle (Hüseyin Poyraz) ile birlikte Xelîl (Nihat Ayaz) ve Murat (Ahmet Kılıç) yoldaşlarımızın şehit düştüğü gündür. 

Yine bu ayın en önemli şehadet halkası olan 9 Ocak 2013 günü Paris’te Partimizin kurucusu ve özgür kadın hareketinin öncüsü Sakine Cansız yoldaş ile Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez arkadaşların MİT’in düzenlediği kalleşçe ve hunharca bir terörist faaliyet sonucu şehit edilmeleri olayı vardır. Bir çözüm sürecinin geliştiği günlerde yaşanan bu cani saldırının bir benzeri, yıllar sonra KCK Yürütme Konseyi Üyesi Evîn Goyî ile beraberindeki Abdurrahman Kızıl ve Mîr Perwer yoldaşların da şehit edilmesiyle devam etmiştir. Bu şehadetlerin Paris’te yaşanması dikkat çekicidir. Fransa hükümetinin bu katliamları açığa çıkarmaması halinde kendisinin de töhmet altında kalacağı açıktır. 

Yine 2023’te Gabar ve Besta şehitlerimiz vardır. 9 Ocak 2023’te Evrim, Hogir, Şervan ve Rênas yoldaşlarımız kahramanca direnerek şehadete ulaşmıştır. Aynı biçimde 23 Ocak 2023 günü Partimizin Merkez Komite Üyesi ve HPG Komuta Konseyi Üyesi Leyla Sorxwîn (Hamiyet Yalçınkaya) ile Rojbîn Dersim (Raife Kutlak) yoldaşların da içinde bulunduğu 6 kadın yoldaşın üç gün boyunca Besta’da çatışarak şehadete ulaştıkları olay vardır. Hakeza 14 Ocak 2020’de Sabri Bagok yoldaşın şehadeti; yine geçtiğimiz yıl geliştirilen Devrimci Hamle sürecinde 12 Ocak günü Serxwebûn Serhat ve Rizgar Çavreş gibi yoldaşların şehadeti var. Tabii ki bu saydığım şehadetler dışında da önemli birçok şehadet söz konusudur. 

Bütün bu yoldaşlar şahsında Ocak ayında sonsuzluğa uğurladığımız bütün şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, onların anılarını Özgür Kürdistan Özgür Önderlik yürüyüşünde yaşatacağımızın sözünü bir kez daha yineliyorum.

Riha Milletvekili Ömer Öcalan’ın İmralı’yı ziyaretinden sonra DEM Parti heyeti de gidip Önder Apo ile görüştü. Şimdi siyasetin gündeminde bu eksende gelişen çeşitli tartışmalar var. Yeni bir sürecin başladığını belirtenler olduğu gibi, yapılan tartışmaların tonajına bakıldığında hiçbir şeyin değişmediğini savunanlar da var. Bu konuda neler dersiniz?

Evet, uzun bir tecrit ve izolasyon süreci ardından başta Ömer Öcalan’ın, daha sonrasında ise DEM Parti heyetinin Önderliğimizi ziyaret etmesi, bizlerin Önderliğin sağlığı hakkında bilgilenmemiz, selamını almamız, yine sürece ilişkin mesajlarının basına yansıması, tüm halkımızı ve yapımızı sevindirmiştir. Bu, bizler için önemli bir durumdur. Özellikle daha önce de Önder Apo ile çözüm amaçlı birçok görüşme yapan Sayın Sırrı Süreyya Önder ve Sayın Pervin Buldan’ın İmralı’ya giderek Önder Apo ile görüşmüş olmaları önemli bir gelişmedir. Bu süreci biz de dikkatle izliyoruz. 

Önder Apo, son 32 yılda Kürt sorununda siyasi-demokratik bir çözümü geliştirmek için yakaladığı her fırsatı sürekli bir biçimde değerlendirmek istemiştir. Bunun için şimdiye kadar birçok çaba sergilemiştir. Önder Apo, en son MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrıya da dayanarak, Kürt sorununun demokratik çözümü amacıyla bir çıkışı gerçekleştirmek istiyor. Önderliğimiz tarafından bu konuda önemli bir çabanın sergilendiğini görüyoruz.

Şu an DEM Parti heyetinin Türkiye’deki çeşitli partilerle görüşme turları gündemdedir. Bu çok kıymetli ve değerli bir çalışmadır. Hareket olarak Önder Apo’nun geliştireceği sürecin arkasında olacağımızı resmen açıkladık. Hareketimiz ve yapımız, Önder Apo’ya sonuna kadar bağlıdır ve kendisine sonsuz güven duymaktadır. Bu konuda herhangi bir sorun söz konusu değildir. 

İktidar kanadından ise aynı duyarlılık görünmüyor...

Konunun önemi, tarihsel ve toplumsal özelliği göz önüne alındığında, bu sorunun tek taraflı yaklaşımlarla çözülmeyeceği açıktır. Bu konuda şu ana kadar devlet ve iktidar katında yeni bir sürecin sinyalleri gözükmemektedir. Tersine her gün tehdit ve imha etmekten, şiddetten bahsediyorlar. Bu, bir çelişkidir. Yaşanan bu gelişmelerden İmralı’da devlet yetkililerinin Önder Apo ile bazı görüşmeleri yaptığını anlıyoruz ama resmen iktidarın buna sahip çıkma durumu henüz açığa çıkmış değildir. Bilinmeli ki, tarihin bu önemli aşamasında Önder Apo’nun Türk-Kürt kardeşliği ekseninde geliştirdiği çabalar sıradan değil, tarihidir. Bu, tüm Türkiye toplumunun çıkarı ve geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Bu önemli çabaların karşılık bulması lazım. Şimdiye kadar resmi ağızlarda herhangi bir karşılık görülmüyor. Olumlu karşılık vermek bir yana, ciddi kaygılara yol açan davranış ve sözler vardır. 

Basının kullandığı dil de bu konuda belirleyici oluyor. Gerek iktidarın gerekse de medyasının kullandığı dil ve üslup hakkında neler dersiniz? 

Özgür basından bazı yazarlar, Türk basının kullandığı üslup için, ‘zehirli dil’ kavramını kullandı. Mevcut basının dili, özellikle de AKP ekseninde yayın yapan basın organlarının dili sadece zehirli bir dil değil, aynı zamanda provokatif bir dildir. Adeta çözüm çabalarını anlamsızlaştıran, hiçleştiren, çözümü değil savaşı isteyen bir eğilim ve tutum gibi yansıyor. Bu çokça sözü edildiği gibi, Kürt kardeşliği ve iç barışı değil, düşmanlığı tahrik eden şiddet dolu bir dildir. Hala Önderliğimiz için kullandıkları ‘terörist başı, bebek katili’ gibi kavramlar sadece bir tahrik dili değildir; aslında halkımızın iradesine karşı bir saygısızlık sergileniyor. Kürt halkının kendine önder olarak kabul ettiği ve inandığı bir şahsiyete bu tür yakıştırmalarda bulunmak, Kürt halkının iradesini hiçe saymak, hakaret etmektir. Önder Apo bir kişi değil, kadim bir halkı temsil eden bir önderlik gerçeği ise Önder Apo’ya dönük geliştirilen her yaklaşım halkımıza karşı yapılmış bir yaklaşımdır. Dolayısıyla öyle Önderliği ya da Hareketi ve Kürt halkını birbirinden ayırma tutumları bir özel savaş politikasıdır, özel savaş dilidir. 

Bunun doğru olmadığını, Kürt halkının ekseriyetinin Önder Apo’nun arkasında olduğunu herkes biliyor. Bildikleri için şimdi Önder Apo’ya başvuruyorlar. Bir taraftan yürütülen mücadele, geliştirilen direniş ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da yarattığı gelişmeler temelinde Önder Apo’nun kapısını çalmaya mecbur kalmışlar, deyim yerinde ise Önder Apo’nun ayağına gitme zorunluğunu görmüşler ama diğer taraftan da hakaret dolu bir dil de kullanıyorlar. Hakeza muhalif basın da farklı açıdan tırtıklıyor ve çeşitli yakıştırmalarda bulunuyor.

Sürekli bir biçimde Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin zor bir dönemde olduğunu ve bu sürece boyun eğerek silah bırakmaya mecbur olacağını belirtiyorlar. Bu söylemler gerçeği ne kadar yansıtıyor?

Eğer onların belirttiği gibi Kürdistan Özgürlük Hareketi zor bir dönemde yaşıyor olsaydı veya çokça belirtikleri gibi etkisiz kılmış olsalardı zaten böyle bir şeye gerek duymazlardı. O durumda Önder Apo’nun kapısını çalmaya hiçbir biçimde yönelmezlerdi. Açık ki mücadelemizin gücü ile iradesi vardır ve Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir sorunda temel aktör olma durumu söz konusudur. Bunun için bazı gelişmelerin önü açılmak istenmektedir, ancak kullanılan üslup, dil ve gösterilen yaklaşım bunun tersidir. Bu dil ve bu yaklaşımla herhangi bir sürecin gelişmesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla bu üslubu değiştirmeleri gerekiyor. Eğer bu konuda Kürt halkına yaklaşımda bir samimiyet varsa belirttikleri iç barış ve kardeşlik söylemleri bir safsata değilse öncelikle savaş dilini ve tutumunu değiştirmeleri gerekir. Savaşla ve tehditle barışın sağlandığı nerede görülmüş ki!

Bulunduğumuz gün itibarıyla baktığımızda, ne gibi bir değişim öngörülebilir?

Öncelikle Türk devlet yetkililerinin şunu bilmeleri gerekiyor: Kürt halkının Türk devletine karşı bir güven sorunu vardır. Önce güven arttırıcı tedbirlere ihtiyaç vardır. Devletin hem davranış ve dilde bu güveni vermesi gerekiyor hem de pratik adımlar atması lazım. Hala Önder Apo üzerinde tecrit kaldırılmış değil, askeri alanda saldırılar devam ediyor, hava saldırıları günlük olarak sürdürülmektedir, halkımıza karşı baskı, tutuklama devam etmektedir. En son basına yansıdı 65 kişi gözaltına alınmış ve faşizan baskı politikası devam etmektedir. Rojava’da tam bir savaş hali var ve tutum ısrarla sürdürülüyor. Yani şiddetle yok etme ve imha politikasında en ufak bir değişim söz konusu değildir. Örneğin MHP Genel Başkan Yardımcısı’nın birkaç kezdir cezaevlerinde ölümün eşiğine gelmiş hasta tutukluların, yine yaşı çok ileride olmasına rağmen tutsak edilen kişilerin bırakılmasını gündeme koyma durumu oldu. Bu insani ve normal her ülkede olabilen bir şeydir ama AKP cephesinde bir ses yok, buna kapalı duruyorlar. Bu iyi niyet ve çözüm yaklaşımı olabilir mi? Açık ki, AKP cephesinde böyle bir şey yoktur.

Yani MHP’nin çözüm iradesi AKP’den daha mı güçlü?

Şu an itibarıyla sağdan soldan Türkiye siyasetinin ekseriyeti aslında Kürt sorununun Önder Apo’nun belirttiği eksende çözümünden yanadır. Gözlemlediğimiz kadarıyla ürkek yaklaşma ve yetersiz tutumlarla da olsa süreci destekleme beyanları oldu. Buna karşı açıkça tutumunu belli etmeyen, savaş ve şiddet dilini terk etmeyen, savaşın pratik uygulamasını sürdüren Tayyip Erdoğan ve AKP’dir. Mevcut durum böyle görülüyor. Hala gerçekleri değil, özel savaş taktikleri, psikolojik savaşın algı üslubu kullanılıyor. Eğer bir çözüm durumu gelişecekse gerçeğe dönmek gerekiyor. Bu özel savaş dilini, davranış ve uygulama biçimini terk etmeleri şarttır.

Bununla neyi kast ediyorsunuz?

Toplumda algı yaratmak, hatta şimdilerde sadece Türkiye toplumunda değil, uluslararası düzeyde algı yaratma çabaları çerçevesinde dezenformasyon yüklü bir üslup kullanılıyor. Doğru olmayan, gerçekçi olmayan söylemlerle süreci yönlendirme çabaları var. Mesela, “Türkiye’nin iç Kürt sorunu kalmamıştır ama Türkiye’yi parçalamayı hedefleyen dış Kürt sorununu çözmek gerekiyor” demekteler. Bu, toplumda kendi politikaları doğrultusunda algı yaratma amaçlı bir üsluptur. “Kürt sorunu vardı, biz çözdük” diyorlar. Neresini çözdünüz? Şimdi 10 bine yakın Kürt siyasetçi cezaevlerinde. Her gün bombardıman var, her gün uçaklar çalışıyor, her gün savaş var. Bu nasıl çözümdür? Katliamla, şiddetle, öldürmeyle bir toplumsal sorun çözülebilir mi? Çözülemeyeceği açıktır. 

Diğer yandan, işte bizim Hareket olarak zayıfladığımızı, artık askeri açıdan gücümüzün neredeyse tükenmek üzere olduğunu belirtiyorlar. Hatta en son Tayyip Erdoğan da, Dış İşleri sıfatındaki bakanı da, “çember daralıyor, örgütün zamanı az kaldı; yakın zamanda tükenecekler, ortadan kaldırılacaklar” dediler. Oysa gerçek, yüzde yüz bunun tam tersidir. Mücadele tarihimizde en fazla başarıya ve sonuç almaya yakın olduğumuz bir dönemi yaşıyoruz. 

Söyleşimizin başlangıcında Gabar ve Besta’da yaşanan şehadetleri andım. Eğer Besta’da üç gün boyunca bir çatışma oluyor, orada bir Merkez Komite Üyemiz şehit düşüyorsa ve hala Merkez Komite üyelerimizin yanı sıra Komuta Konseyi üyelerimiz Türkiye’nin resmi sınırları içerisindeki alanlarda bulunuyor ve bu kadar gerilla gücümüz tüm ülke sınırlarında mevzilenmiş ise siz bu hareketi bitirdiğinizi söyleyemezsiniz. Kaldı ki her yıl yaşanan çok sayıda eylem ve çatışma vardır. Dolayısıyla Kuzey Kürdistan’da, yani Türkiye sınırları içerisinde bir savaş durumu vardır. Yıllık sayısı 10 binleri aşan askeri operasyon yapılmaktadır.

Göz ardı edilemeyecek en çarpıcı durum ise; dört yıldan bu yana Medya Savunma Alanları’nda, yani Güney Kürdistan topraklarında NATO’nun, KDP’nin ve Irak devletinin destekleriyle bir işgal projesi vardır. Bu projenin amacı bizi 2-3 ayda bitirmek, Medya Savunma Alanları’nı ortadan kaldırmaktı ama dört yıldır hala Zap Vadisi’ne girebilmiş değiller. Görülmedik düzeyde hava saldırıları, teknik kullanma, uluslararası yasalar tarafından yasaklanmış silahları kullanma, korucuları, Suriye’deki o çeteleri, işte KDP ve yine Irak güçlerini, bunların hepsini değerlendirerek gerillaya karşı Zap’ta ve Metîna’da sonuç almak istediler. Peki ne sonuç ortaya çıktı; neyi aldılar? 

Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler, Kasım ayının sonunda kilidi kapattıklarını açıkladı...

Bunlar gerçeklerin çarpıtılmasıdır. Bilemiyorum; belki bu şahıslar kendi üstlerine de benzer raporlar sunuyor ve sonra da kamuoyuna açıklamalar yapıyorlardır ama bunların hiçbirisi gerçeği yansıtmıyor. Kilidin kapatıldığını belirtenlere o kilidin nasıl kapandığını sormak gerekiyor. Onlar, Amediyê ile Dêralok arasında KDP ve Irak’ın desteğiyle Bahar Tepesi’nin eteğinde bir yol hattı çizmek ve bunun için yeni bir yol yapmak istediler ama bunu başaramadılar. Gerillanın müthiş direnişi, yine hem havadan hem karadan vuruşları sonucunda bütün çabalarına rağmen bu amaçlarına ulaşamadılar. 

Her gün yaptıkları paylaşımlar, basına verdikleri görüntüler var...

Bütün kamuoyu ve halkımız şunu bilmeli: Türk ordusu dört yıldır her türlü imkanı kullanmasına rağmen henüz Zap Vadisi’nde denetim sağlamış değildir. Hiçbir Türk devlet gücü, Zap Suyu’nun üzerine gelememiş, eli ayağı Zap Suyu’na değmemiştir. Esas kamplarımızın bulunduğu Parlamento Şikefti ve civarında yine Zap Vadisi’ne tamamen hakim olan Cudi Tepesi gerillanın hakimiyetindedir. Doğru; Zap Suyu’nun doğu yakasında bazı yüksek tepeleri Türk ordusu tutmuş ama vadi bizim elimizdedir ve güçlerimiz bu bölgenin içerisindedir. Dört yıldır Türk ordusu buralarda güçlerimizi sökemedi ve vadiye giremedi. Mevcut durumda Türk devletinin koca Zap Suyu’yla sadece iki yerde teması vardır. Biri Kuzey’de sınır hattında, Çelê’nin (Çukurca) alt tarafındadır; diğeri ise KDP’nin yardımıyla Dêralok’un arkasındaki o barajın yanına kurdukları üs sayesinde suyla temas edebilmeleri durumudur. Bizim esas olarak Zap Vadisi dediğimiz merkezi alanda herhangi bir denetimleri yoktur. Oraya kimse ulaşamamıştır. Gerilla orada direniyor. Oralar gerillanın denetimi altındadır. Madem tersini iddia ediyorsunuz; o zaman o her yere götürdüğünüz gazeteci kılığındaki özel savaş elemanlarınızı Zap Suyu’nun üzerine getirin de görelim. Getiremezler, çünkü oralar Türk ordusunun denetiminde değildir. Güneyden KDP’nin yardımıyla yolun üstünde güya kilidi tamamlamak istediler; onu da yapamadılar, açıklamada ‘kilit kapandı’ diye sözler sarf ettiler. Bu gerçeği yansıtmıyor. Bu, kamuoyunu yanıltmanın yanı sıra aynı zamanda kariyer edinme ve rant sağlama çabasıdır. 

Şu anda Metîna’da da, Zap’ta da, Avaşîn’de de, Xakurkê’de de gerilla güçleri direniyor, buralarda savaş sürüyor. Sözüm ona NATO’nun ikinci büyük ordusudur; çağın en modern tekniğini kullanmaktadırlar ama dört yıldır buradan PKK gerillasını sökemediler. Durum buyken PKK’nin askeri olarak zayıflatıldığı nasıl iddia edilebilir. 

Gerçek şu: Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın ulaştığı yüksek kararlılık, fedailik, geliştirdiği taktik açılım ve sergilediği askeri performans ile sürprizler yaratan, az bir güçle ve az bir kayıpla NATO’nun ikinci ordusunu dört yıldır durduran mucizevi bir zafer durumu vardır. Gerilla böyle bir süreci yaşarken ‘PKK zayıftır’ demek, akıl tutulmasıdır. Savaşın sonuçları ortadadır. 

Bu konuyla ilgili olarak sürekli gündemde tuttukları bir faktör ise savaş tekniği. Diğer yandan gerillanın da bu tekniğe karşı nasıl başarılı sonuçlar elde ettiğini görüyoruz. Bu durum bilançolara da yansıyor. Bu konu nasıl yorumlanabilir?

Evet, Türk devlet yetkilileri, İHA ve SİHA’ları elde ettikten sonra bu silahlara dayanarak artık gerillayı bitireceklerini, tüketeceklerini iddia etti. Hatta ismini anmaya gerek olmayan o bilinen içişleri bakanı daha 2016’da, “2017 Nisan’ında kimse artık PKK’nin adından söz etmeyecek; çünkü bitecek” dedi. Böyle tarih vererek ısrarlı açıklamalar yaptılar. Peki ne oldu? Savaş bu zamana kadar da sürdü, sürüyor. Şimdi PKK sizin bu kadar güvendiğiniz İHA ve SİHA’larınıza karşı da bir çare buldu. Ona karşı gerekli hava savunma sistemini elde etme düzeyine erişti. Şimdiye kadar o kadar Aksungur, Akıncı, Bayraktar TB-2, ANKA tipleri düşürüldü. O savunma bakanı niye bunlardan birisini itiraf etmiyor? Geç kamuoyunun karşısına, “bu kadar İHA’mız, SİHA’mız düşürüldü” de! Cesaretin varsa bunu açıkla! Bu gerçek değil mi? Görüntüleri ortadadır. Üstünü örtmek, gerçekleri değiştirmiyor. 

PKK’nin askeri güçleri, savaş meydanında kazandığı tecrübe, yetkinlik ve başarı ile birlikte bugün Türk devletinin teknik saldırılarını dengeleyecek bir teknolojik gelişmeyi de elde etmeyi başarmıştır ve bunu daha da geliştirecektir. Şu anda biz Kuzey Kürdistan’ın tümünü, hatta Akdeniz ile İç Anadolu’nun kimi kesimlerini de kapsayacak biçimde Türk devletinin ilgili bölgedeki tüm hedeflerini teknolojik olarak vuracak güce sahibiz. Şayet şimdiye kadar bunu yapmamışsak bunun nedenleri vardır ama gerekirse bunu da yaparız. Çok çeşitli rafinerilerden tutalım, geniş bir yelpazedeki ekonomik ve askeri hedefleri vuracak düzeye sahibiz. Onun teknik imkanları elimizde mevcuttur. Dolayısıyla hiçbir biçimde bir zayıflama durumundan söz edilemeyeceği çok açıktır. Biz verilerle konuşuyoruz. Kuru propaganda yapmıyoruz. Somut verilere dayalı olarak bunları belirtiyorum. Eğer gücümüz öyle belirtildiği gibi zayıf olsaydı, zaten şimdiye kadar burada yaşamamız söz konusu olamazdı. 

Onlar, bizi Medya Savunma Alanları’nda üç ayda bitirmek istedi. Bu amaçla NATO, Irak ve KDP’den destek almak için çok çabalar sergilediler. Her çeşit diplomatik faaliyeti yürütmenin yanı sıra askeri açıdan da yoğun çabalar ortaya koydular ama sonuç ortadadır. Açık ki, sonuç almak için Türkiye’nin jeostratejik konumunu pazarlama dahil ellerindeki askeri, diplomatik, ekonomik vb. tüm imkanları kullanmalarına rağmen başaramadılar. Ortada bir yenilme veya yenme durumu yoktur ama kamuoyuna yansıttıkları, sanki karşılarında yenilmiş bir örgüt var da dolayısıyla örgüt gelip teslim olmak zorundaymış gibi yansıtma ve buna dayalı yaklaşım çok tehlikeli, vahim sonuçlara yol açacak bir yaklaşımdır. Tayyip Erdoğan “ya silahlarını bırakacaklar ya da silahlarıyla birlikte gömülecekler” diyor. Peki ‘madem ki silahlarıyla birlikte gömebilme gücün varsa neden şimdiye kadar yapmadın’ diye sormazlar mı? Evvela Recep Tayyip Erdoğan kendisine iletilen abartılı raporlara güvenmemeli ve şunu bilmeli ki, bizler inandığımız dava uğruna gözünü kırpmadan her türlü fedakarlığı yapabilecek şerefli ve onurlu insanlar topluluğuyuz. Biz Apocular olarak asla ve asla hiçbir tehdit karşısında boyun eğmedik ve eğmeyeceğiz ama Başkan Apo’nun tarihi değerdeki çabalarının karşılık bulması halinde, sürecin ruhuna uygun hareket etmeye de hazır olacağız. 

Bakın, herkesin gözünün içine baka baka, “sizi nasıl hendeklere gömdüysek şimdi de öyle gömeriz” diyor. Burada, açıkça Cizre’de yaşanan mezalime, tarihin en büyük zalimliğine sahip çıkma tutumu var. Cizre’de ne oldu? Kimse hendeğe filan gömülmedi. O bodrumlarda yaralı insanların üstüne benzin dökülerek yakılma olayları yaşandı. 21. yüzyılın vahşetlerinden biri sergilendi Evet, şimdi Gazze’de de katliamlar var ama hiçbir yerde benzin dökülüp insanların canlı canlı yakıldığını duymadık fakat bunlar, bunu yaptılar. Tek suçu dilini, kimliğini ve onurunu sahiplenmek olan masum sivil savunmasız insanlarımızı kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden bodrumlarda katlettiler. Şimdi bir de bunu sahipleniyorlar. Devlet bu tür vahşetleri yapınca her türlü öldürme ve katletme pratiği iyi oluyor ama biz halk olarak meşru savunma çerçevesinde direndiğimizde bunu terör sayıyorlar. 

Özcesi, eğer bir samimiyet varsa bu tür özel savaş yöntemleriyle kimse bir yere varamaz. Yenemediği halde ‘yendik’ demek, “artık yolun sonuna gelinmiştir; örgütün varlığına son verilecektir” vb. gerçek dışı bir özel savaş propaganda üslubuyla hiçbir yere varılamayacağı açıktır. İşte bazı özel savaş kalemşorları bu abartılı bilgilendirmeler temelinde “rüzgar Türkiye’den yana esiyor” diyorlar. Halbuki bölgede yaşanan gelişmeler, gerçeğin bu belirtilenlerin tam tersi olduğunu ortaya koyuyor. İşte en son 61 yıllık BAAS rejiminin yıkılışı ile birlikte Suriye’de yeni bir süreç başladı. Aslında sadece Suriye’de yeni bir süreç başlamadı; BAAS rejiminin yıkılışı bütün bölgede yeni bir dönemi beraberinde başlattı. Önce Filistin sahası, sonra Lübnan ve en son Suriye’deki gelişmeler, bölgenin yeniden dizayn edilme sürecini bu biçimde daha fazla somutlaştırdı. 

Bu yeniden dizayn sürecinde Kürtler de yer alacak mı?

Bu yeniden dizaynda Kürtlerin de yer alması artık kaçınılmazdır Esas gelişme bu noktada yaşanıyor. Nasıl ki bölgede bilinen temel halklar varsa, bölgenin en kadim halklarından biri olan Kürt halkının da son yıllarda sağladığı gelişme, ulusal ve uluslararası düzeyde yarattığı ve yakaladığı düzey temelinde bölgenin yeniden dizaynında yer alacağı kesin gibi görülüyor. 

Türk devletinin esas korktuğu şey bu mu? 

Türk devleti bundan büyük bir endişe duyuyor. Esas korku nedeni budur ama bu konuda Önder Apo’nun, üzerinde süreci geliştirmek istediği bir eksen de vardır. Önderlik, Kürt ve Türk halklarının kardeşliği ve birliği ekseninde bir çözüm sürecini geliştirmek istiyor. Bu, Türkiye’deki her kesimin korkularını ve endişelerini giderecek bir projedir. Buna karşılık verileceğine kalkıp tehditlere, sabote edici yöntemlere başvurmanın ne anlama geldiğini kendileri düşünmelidir. 

Bu sözlerinizden PKK olarak farklı seçeneklerinizin de olduğunu anlıyoruz...

Elbette PKK olarak bizim şu an seçeneklerimiz çok fazladır. Önümüzde muazzam seçenekler bulunmaktadır. Bunu  Türk devleti de biliyor ama kamuoyundan gizliyor. Bunu bildikleri için İmralı’da dört yıldan beri sürdürdükleri kesintisiz izolasyonu bir ölçüde aşmayı gerekli gördüler. Önder Apo hem Türkiye’nin hem de bölgenin sorunlarının çözümünde kilit bir konumda yer almaktadır. Bu bir gerçek. Türkiye ya bu çözüme gelecek ya da kendisi dışında yaşanan ve yaşanacak gelişmeleri kerhen de olsa kabul etmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla üstün akıl safsatalarını bir tarafa bırakıp, hep şiddetle bir yerlere varacağını düşünen, “elimizde imkanımız var, her yeri vururuz, kırarız” biçimindeki tehditlerle sonuç alınamayacağını görmeleri gerekiyor. 

27 Kasım günü Suriye’de yaşanan gelişmelerle paralel bir biçimde Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de de çeşitli gelişmeler yaşanıyor. Türk devleti, her yere dönük olduğu gibi Suriye’ye dönük olan politikasının merkezine de Hareketinizi koyuyor ve tehdit dili ile saldırılardan vazgeçmiyor. Bu konuya ilişkin neler belirtebilirsiniz?

Kürt sorununda Rojava daha farklı bir penceredir. Uluslararası kamuoyuna daha fazla mal olmuş bir düzeyi bulunan devrimsel bir durum orada vardır. Sürekli PKK-PYD-YPG diyorlar ama bu da bir yakıştırmadır, bir özel savaş dilidir. Orada PKK öyle belirttikleri gibi bir sorun durumunda değildir. Orada “PKK’yi sorun yapma sorunu” vardır. Yoksa PKK oraya gitmiş, katkı sunmuş, savaşmış, 2 bine yakın şehit vermiş, aynı sayıda yaralı vermiş, sonra oradan çekilmiş. Mevcut durumda bazı yaralı, gazi ve kimi insanları orada bulunuyor ise bu, PKK’nin orada olduğu anlamına gelmiyor. Hiç kuşku yok ki bu tür söylemler, Türk devletinin orayı hedeflemek için yaptığı yakıştırmalardır. Orada Kürtler var, Araplar var, Asuri-Süryaniler var, Ermeniler var. Onların ortak oluşturduğu orduları var; ortak yönetimleri var; demokratik bir sistem var. Kadın özgürlüğüne dayalı, ekolojik anlayışa sahip bir sistemin orada inşa süreci vardır. Türk devleti bundan çok rahatsızdır ve yok etmek istiyor. Zaten yok edeceğini açıkça ilan da ediyor. 

Yok edebilir mi?

Kesinlikle yok edemez. 

Neden? 

Her şeyden önce, gözlemlediğimiz kadarıyla Kuzey-Doğu Suriye öncüleri, geçmiş tecrübelerden bir ölçüde ders çıkarmışlardır. Tekrar bir Efrîn, Serêkaniyê veya Til Ebyad süreci yaşanmaz; yaşanması hiç kolay değildir. Ancak bu konuda da özel savaş yöntemleri, psikolojik propaganda üslubu ile yaklaştıkları için gerçeğin yansımasının önüne geçildiğinden söz etmek gerekiyor. 

Bizim de izlediğimiz kadarıyla Til Rifet-Şehba’daki askeri güçler kendi iradeleriyle oradan çekilmeye karar verdi. Orada bir yenme veya yenilme yoktur. Bir günlük bir çatışma var; ardından çatışmanın durdurulup çekilme sürecinin gerçekleşmesi başlatılıyor. Minbic’de de çok anlam verilemeyen, bizim bilemediğimiz bazı durumlar yaşandı. Hem askeri olarak hem de siyasi olarak bazı durumlar söz konusu olmuş. Bizim anladığımız uluslararası güçlerce Fırat’ın batısına dönük yürütülen politikaların da etkisiyle Minbic Askeri Meclisi’nin çekilme durumu yaşanıyor. Duyduğum kadarıyla sözüm ona bazı anlaşmalar yapılıyor ama anlaşmaların gerekleri Türk devleti ve ona bağlı çeteler tarafından pratikte uygulanmadığı belirtiliyor. 

Kısacası QSD’nin kendi gücünü oradan savaştırmayıp çekme durumu var ama oradaki çete grupları ve Türk basını bundan bir askeri zafer yaratmaya çalıştılar; “biz kazandık; desteklediğimiz SMO yapıları Minbic’den QSD’yi süpürdü” biçiminde propaganda etme durumları oldu. Fakat görüldüğü kadarıyla öyle bir şey yok. Çünkü bu SMO denilen yapı aslında paramiliter bir güçtür. Daha çok talancı, hırsız, gittikleri yerde halkın malına el koyan, talancı anlayışa sahip bir yapıdır. Onun QSD’yi yenebilmesi söz konusu olamaz. Bir kere klası buna uygun değil. 

QSD, tecrübesi olan, DAİŞ’e karşı çetin bir mücadele içinde savaş yeteneği açısından kendisini ispatlamış olan bir güçtür. Mevcut durumda Suriye’de hiçbir güç QSD’yi yenecek kapasitede değildir. Geçmişte de aralarında savaşlar oldu ve bu gerçek bu biçimde açığa çıktı. Son bir ayda Qeroqozax, Tişrîn ve Der Hafir’da yaşanan çatışmalar da bu durumu ortaya koydu. Defalarca Türk devlet yetkililerinin örgütlediği çeteler Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu civarı almaya yöneldi. Yine oradaki bir barajı ele geçirmek için ha bire saldırılar düzenlediler, ancak bunu hiçbir şekilde başaramadılar. Bilinen cihadist-selefi örgütlerden Çeçen, Kırgız, Türkistani denen çete güçlerini de getirip orada saldırıya koyuyorlar. Sözüm ona ‘Kafkaslılar daha savaşkandır, onlar alırlar’ diye düşünüyorlar. Onları da getirip savaştırdılar; o yapıların hepsini oraya yönelttiler. Türk devletinin tekniği, zırhlı araçları, İHA’ları, SİHA’ları en aktif bir biçimde devrededir. Aslında orada Türk devleti savaşıyor. Sözüm ona bir vekalet savaşı biçiminde yürütüyor ama kendisi içindedir. Koordine eden, yürüten, planlayan kendileridir fakat başarısız oldular. Halen bölgede QSD’nin hakimiyeti vardır. Hatta saldıranları geriye doğru püskürtüyorlar. Peki bu süreçte bu bölgelerin QSD’nin elinden alındığına ve SMO’nun oraya yerleştiğine dair kaç haber yayınlandı? Sayısız haber yaptılar; insanların algılarını değiştirmeye çalıştılar. 

Esasen 27 Kasım’da geliştirilen planlamaya göre HTŞ güçleri Halep’i alacak ve Hama’ya doğru gidecek; bu Türk devletinin örgütlediği SMO güçleri de Til Rifet, Minbic ve ardından Kobanê, Tebqa, Reqa, Dêrazor, Qamişlo; yani Kuzey ve Doğu Suriye’de bulunan Demokratik Özerk Yönetim alanlarını tasfiye etmeye yönelecekti. HTŞ gitti Şam’a kadar ulaştı ama bu SMO denilen güç de geldi Qereqozax ve Tişrîn’de takıldı. 

Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi bu durum için ‘frene basıldı’ diyor...

Frene basan yok. Bakın, uluslararası güçler resmi Türk ordusunun saldırısına onay vermedi ama örgütlenen paravan ordu gücüyle savaş yürütülüp oradaki Özerk Yönetim alanları tasfiye edilmek istendi. Bu konuda Türk devletinin planı, aslında Qereqozax ve Tişrîn’de tıkandı ama HTŞ’ninki Şam’ın alınmasıyla başarıya ulaştı. Şimdi bunu da bir şekilde kamuoyundan gizliyorlar. Kısacası Türk devletinin projesi orada tutmadı. Kuzey ve Doğu Suriye güçleri kendini korudu. 

Kuzey ve Doğu Suriye için de ilk günlerde sıkça Arap aşiretlerinin ayaklandığı ve çeşitli şehirleri ele geçirdiği yönünde haberler yapmışlardı, ancak şu an bu tür haberlere ara vermiş durumdalar...

Tabii bu konuda da yalan söylediler. Küçük bazı çıkışlar olmuşsa da bir şekilde hepsi çözülmüştür. Mevcut durumda Suriye’nin en sakin ve en güvenilir bölgesi yine de Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim’in denetimindeki alanlardır. 

Siz az önce Minbic ve Til Rifet’ten QSD’nin bir karar dahilinde çıktığını belirttiniz. Bu durum farklı yerler açısından da söz konusu olabilir mi?

Evet, Minbic ve Til Rifet’ten karar alarak çıktılar ama başka yerden çıkacaklarını hiç sanmam. Bir kez daha şunu söyleyelim: Bu SMO çeteleri, QSD’nin klası değil; onlar bir şey yapamaz. Diyelim ki Türk ordusu kendisi müdahil olabilir ama Türk ordusunun Kobanê’ye yapacağı bir saldırı savaşı en az üç yıl sürer. Bakınız Zap’ta 300 metrelik tünellerde 3 yıl boyunca savaş sürüyor.

Şunun bilinmesi lazım: Kürtler artık savaş tarzını geliştirdiler. Bir yer altı savaşı bir de hava savunma savaşını geliştirme kapasitesine ulaştılar. Dolayısıyla öyle, “demir yumruğu vururuz, alırız” demenin bir anlamı da yoktur. Senin demir yumruğun orada parçalanır. Geçti o kervan; artık sadece siz teknikten anlamıyorsunuz, başkaları da anlıyor. Kürtler de anlıyor ve geliştiriyorlar. Kürtler artık siyasetten de anlıyor, diplomasiden de anlıyor; askerlik sanatından da anlayanlar var. Bunun bilinmesi lazım. Dolayısıyla öyle “her yeri vurup kırar geçeriz” söylemlerinin dönemi geçmiştir. 

Son olarak Önder Apo’nun geliştirdiği süreç ekseninde belirtecekleriniz nelerdir?

Önder Apo’nun gösterdiği çabalar ve ortaya koyduğu çözüm çerçevesi büyük bir önem taşımaktadır. Bu, hem Türkiye halklarının hem bölge halklarının yararına olacak olan en doğru çözüm tarzıdır. Buna böyle yaklaşılması gerekir. Lakin mevcut AKP iktidarı buna doğru yaklaşmazsa her şeyden önce kendisi kaybeder. Bu kadar gerçeklik karşısında ters bir yaklaşımın onlara da kaybettireceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu süreçte bir tek Kürt halkının değil, Türk devletinin ve Türkiye halklarının da çözüme ihtiyacı vardır. Her şeye rağmen savaşta tercih kılarsanız bu farklı bir şey olur. Kürt halkının tercihini Önder Apo ortaya koydu ama siz bunu kaale almayıp, bunu küçümseyip, bunu sıradan ele alıp aldatma, yanıltma özel savaş taktikleriyle savaşta ısrar ederseniz siz kaybedersiniz. Bizim bu konudaki iddiamız kesin ve nettir. Bizim askeri olarak kazanma iddiamız, bugün her zamankinden daha güçlüdür ve 40 yıllık tecrübeye dayanarak ulaştığımız taktik derinlik, askeri performans ve teknik düzey, güçlerimizdeki fedai ruh ile meşru savunma savaşını başarılı kılacak güçteyiz. Bunun strateji ve taktiğini geliştirebilecek kabiliyet vardır, ancak bölgenin yeniden dizayn arifesinde Önderliğimizin koyduğu çözüm süreci de herkese büyük bir seçenek sunuyor. Bunun değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Aksi durumda bölgede savaş yoğunlaşarak devam eder ve öyle Türk devletinin bu savaşı kazanması da söz konusu değildir. Dengeler değişmiştir. Kürt halkının ve bölgedeki devrim güçlerinin kazanma şansı ve imkanı her zamankinden daha fazla artmıştır.