Yaralarını intikam duygusuyla sardı

Çağın Direnişi’nin 34. gününde ağır yaralanan Roşîn Efrîn, aynı mevzide savaştığı yoldaşlarını kaybeder, oğlu ve eşinin şehadet haberini alır. Yaralarını intikam duygusuyla sarar ve mücadelesini ara vermeden sürdürür.

İşgalci Türk devletinin 20 Ocak 2018’de Efrîn’e dönük işgal saldırıları ardından 58 günlük Çağın Direnişi’nde yaralandığı sürece kadar direniş sergileyen 45 yaşındaki Roşîn Efrîn, iki çocuk annesi. Toprağını ve halkını korumak için direnişin her anında yer alan Roşîn, Şiyê’nin Xelîl köyünden. Çağın Direnişi’nde 24 Şubat 2018’de gazi olan Roşîn, direnişte hem 14 yaşındaki oğlu Şakir İdris’i ve hem de eşi İdris Mihemed’i kaybeder. Roşîn, yoldaşlarının ve ailesinin intikamını, halkı ve toprağına olan bağlılığı ve direnişiyle alıyor.

Türk devletinin Efrîn’e dönük başlattığı işgal saldırısında Çağın Direnişi’nde yer alan Roşîn, işgal saldırılarının sürdüğü günleri şöyle anlatıyor: “Düşmanın Efrîn’e dönük işgal saldırısıyla başlayan çatışmalar sürüyordu. İlk günden bu yana doğru dürüst uyumamıştım. Uyursam ve herhangi bir saldırı olursa hiç iyi olmazdı. Kuru soğuk, rüzgârın da etkisiyle dondurucu bir his yayıyordu. Soğuk, iliklerime kadar işlemiş, titriyordum. Keşif sesi geldi. Çirkin çirkin vızıldıyordu. Ses bazen yükseliyor, bazen alçalıyordu. Nerede olsa tanırdım bu sesi. Çünkü keşif demek, düşman gözetimi demekti. Düşmana görüntü vermemek, ilk kuraldı.”

BEN VURULDUM, YA YOLDAŞLAR?

Roşîn, 34 günlük direnişi ardından yaralanır ve o anı şöyle dile getiriyor: “Keşif sesi duyar duymaz, bir refleks ile geri döndüm ve ağaçların arasına doğru koşmaya başladım. Daha birkaç adım olmuştu ki, Ziyat’ın bağırarak: “Roşîn, at kendini. Atla… Atla…sesi ilişti kulağıma.Öne doğru bir hamle yaptım. Tam kendimi fırlatacakken ayaklarım yerden kesildi. Yandaki ağacın dallarına sertçe çarptığımı hissettim. Her yerimde acı vardı. Derin açılan yaralarımı hissediyordum. Düştüğüm yerden kalkmaya çalıştım. Doğrulamadım. Etrafı izlemeye, durumu anlamaya çalıştım ama olmuyordu. İyi göremiyordum, hafif doğrulur gibi oldum ama bütün bunlar birkaç saniye sürdü. Halsiz düşüp olduğum yere yığıldım. Ben vuruldum, peki yoldaşlara ne olmuştu? Seslenmek, bağırmak istedim; Ali, Heyam, Ziyat. Bir şeyiniz var mı? diye ama sesim çıkmıyordu. Bütün bunlar ne kadar sürdü bilmiyorum. Çok uzun olmasa gerek. Gözlerim bir açılıyor, bir kapanıyor, bilincim gidip geliyordu.

YOLDAŞLARIMIN YANINDAYDIM

Arkadaşlar gelmiş, yaralarıma bakmış, beni kaldırmış ve hastaneye doğru yola çıkmıştık bile. Neler olduğunu, ne kadar zaman geçtiğini hatırlayamıyordum. Birkaç kez gözlerim kapandı. Bayıldım, tekrar kendime geldim ama yaşıyordum. Yoldaşlarımın yanındaydım. Arabayı süren çok acele ediyordu. Belli ki hayati durumum söz konusuydu. Benim için endişe ediyordu. O an birilerinin senin için tüm içtenliği ile endişelendiğini bilmen, bu zor durumda bile ne çok güç katıyordu bana.

Avrîn Hastanesi’ne gelmiştik. Gürültülü koridor, koşuşturan insanlarla doluydu. İçeri girerken, gözüm hala diğer arabadaydı. Tam görememiştim. Aslında hala iyi göremiyordum, neler olduğunu da tam anlayamıyordum. Bilincim gidip geliyordu. Uyandığımda saat kaçtı? Vurulduğumdan bu yana ne kadar zaman geçmişti, kestiremiyordum. Neler olduğunu yanımdaki arkadaşlardan öğrenmek istiyordum, ama soramıyordum da.

AYAKLARINI HİSSETMEZ

Kendime gelir gibi olduğumda ameliyat odasında olduğumuzu fark ettim. Ortalık dağınıktı. Bugünün ilk ameliyatı değildi anlaşılan. Vücudumun büyük kısmı hasar almış olmalıydı. Ayaklarımı hissetmiyordum. Kendime geldiğimde gözlerim bandajla kapatılmıştı, göremiyordum. Ayaklarımı hissetmiyordum ama beni en çok endişeye düşüren buydu, artık göremeyecek miydim?

Nerede olduğumu sordum. ‘Minbic Hastanesi’ dedi bir hemşire. Şaşkınlık içindeydim. En son Efrîn’de bir ameliyat odasındaydım. Ne zaman gelmiştim, kaç gün geçmişti, neler olmuştu. Minbic’de dün getirildiğimi söyleyince, hatırladığım tek şey, Avrîn Hastanesi’nde hemşireden olup bitenleri öğrenmek isteğim oldu. İki bacağımda da şişler vardı. Kırıklar ve bu bölgedeki sinir kaybı nedeniyleydi, hissetmiyor oluşum. Gözlerimde görme yetisi azalmıştı. Zaman gerekiyordu iyileşmek için…”

AKLI EFRÎN’DEYDİ

“Bu yaralar düzelirdi de Efrîn’de neler olduğu belirsizdi hala” diyen Roşîn, şöyle devam ediyor: “Çocuklarım, eşim, ailem, yoldaşlar oradaydı hala. Türklerin işgaline karşı direniş sürüyordu. Minbic Hastanesi’nde biraz istirahat ettikten sonra yeniden yola çıkacağımızı söylediler. Doktor ve oda sıkıntısı olduğu için Kobanê’ye nakledilecektim.

Her iki ayağımda şiş bulunması, yürümeme engel oluyordu. Bu yüzden beni ambulanstan indirirken sedye ile içeri götürdüler. Hazırlanan odaya alındığımda, doktorlar etrafıma doluştu. Ayağımı, gözlerimi bir kez de onlar muayene etti. Gerekli müdahalenin yapıldığını söyleyen doktorlar, fazla da bir şey demeden odadan çıktı. Üç gün boyunca kâh kapının önünde kâh oda içerisinde tekerlekli sandalye ile daracık odayı turlayarak bekledim. O üç gün boyunca televizyon başına gidemiyor, haber dinleyemiyordum. Buradan çıkmam, arkadaşların yanında olmam gerekiyordu. Beni Efrîn’e gönderirler mi? diye kendi kendime sormadan edemedim. Tabii ki göndermezlerdi.

Kobanê’ye gelişimizin üstünden bir hafta geçmişti. Bu süre içinde Efrîn’deki tanıdıklarıma telefon ile ulaşabiliyordum artık. Kent sık sık bombalanıyordu. Türkler, Kürt soykırımı gerçekleştirmeye çalışıyordu. Efrîn’den gelen haberler netti. Uçaklar eksik olmuyordu, patlama sesleri kesilmiyordu. Düşman, halkı bombalıyordu. Zaten, Efrîn’den önce Raco ve Cindirês ilçelerini savaş uçaklarıyla yıkmışlar, neredeyse vurulmadık ev kalmamıştı.

ŞEHADET HABERİNİ ALIR

O gün, öyle bir haber aldım ki, çığlığım bir ayaklanmaya neden oldu. Boğazımı tıkayan bir şey oldu, elim ayağım titremeye başladı. Telefondaki ses, bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama zorlanıyordu. Bense duyduklarıma inanamıyordum. Belki de inanmak istemediğimdendi. Barbar Türkler ve kan emici çeteleri, eşimi ve oğlumu katletmişti. Gözlerim bir noktada kilitlenmiş, hareket etmiyordu. Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Gözyaşlarım dışarı dökülmüyor, içime akıyordu. Sesim gitmiş, vücudumda kan akmıyor gibiydi. Bir an oğlum ve eşimin sesini işittim. Etrafımda toplanmış, kimisi sarılmış, kimisi dizlerimde durmuş arkadaşlarımın arasından yer açıp bana sesleniyorlardı. Gülüşlerini gördüm.

İNTİKAM SÖZÜ

Tepeden tırnağa düşmandan nefret ediyordum. İntikamlarını alacaktım. İntikam duygusuyla yüreğimde yanan ateşin kıvılcımları gözlerime vurmuş gibiydi. Uzun düşlerin ardından az da olsa kendime gelmiştim. Oğlum, eşim, can yoldaşlarım yoktu artık. Ben onların yanında olamamıştım son anlarında. Beni zorluyordu bu düşünce. Aklımı kemiriyordu. Yaşayıp yaşamadığını bilmediğim daha pek çok kişi vardı.

58 günlük direniş ardından Efrîn işgal altındaydı. Yaralarım toparlanmıştı az da olsa. Artık Şehba’ya gitme vakti gelmişti. Araç hareket ettikten hemen sonra, hatta neredeyse tüm yol boyunca aynı düşünceler geçiyordu aklımdan. Düşmanla ne zaman ve nasıl karşılaşacaktım? İntikamlarını nasıl alacaktım? İntikam sözümü mücadeleyle alacağım, dedim kendi kendime.”