Birçok ülkede ekonomik büyümeyle birlikte yoksulluk oranları ciddi biçimde gerilese de, halkın isyan noktasına geldiği Fransa ile son 25 yılda ciddi büyüme gösteren Çin gibi ülkelerde küçük bir azınlığın zenginliklerdeki payının artması örnekleri, var olan adaletsizliğin daha da büyüdüğünü gösteriyor.
YOKSULLUK 25 YILDA 3,5 KAT AZALDI AMA...
Dünya Bankası’nın Eylül ayında yayınladığı ve 2015 verilerini kapsayan bir raporuna göre, dünya üzerindeki 7,5 milyar kişinin yüzde 10’u günlük 1,90 doların altında bir gelirle yetinmek zorundaydı. Yani en az 700 milyon kişi ağır yoksulluk içinde yaşıyordu.
Dünya Bankası’nın dikkat çektiği ve sevindirici olarak görülen nokta ise, açlık sınırındaki bireylerin dünya nüfusuna oranının son on yıllarda giderek azalması. 1990’da dünya nüfusunun yüzde 35,9’u günlük 1,90 dolar sınırının altında yaşarken, bu oran 2000’lere gelindiğinde yüzde 30’un altına gerilemişti.
Her yıl düzenli olarak gerileyen açlık sınırı altındaki bireylerin oranının 2015’ten yana da gerilemeye devam ettiği bildiriliyor. Aynı rapora göre 1,90 dolar sınırının altındaki bireylerin dünya nüfusuna oranı 2018 yılında yüzde 8,6 olarak gerçekleşecek.
Ancak oransal olarak gerileme, dünya üzerinde açlıkla boğuşan bireylerin sayısında bu denli hızlı bir düşüş olduğu anlamına gelmiyor. Artan nüfusla birlikte açlık sınırındaki bireylerin sayısındaki azalma biraz daha yavaş gerçekleşiyor. 1990 yılında açlık sınırındaki bireylerin sayısı 1 milyar 900 milyon iken, 2015’te 736 milyon civarında idi. Yani 25 yıllık süreçte açlık sınırı altındaki bireylerin oranı 3,5 kat azalırken, nüfus artışından kaynaklı olarak rakamsal olarak bu sayı sadece 2,6 kat azalmış oldu.
YÜZDE 3’ÜN ALTINA İNDİRME HEDEFİ MÜMKÜN MÜ?
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından belirlenen Milenyum Kalkınma Hedefleri arasında yoksulluğun sonlandırılması önemli bir yer ediniyor. Eğitimden sağlığa kadar birçok alandaki hedeflerde yeterli ilerleme sağlanmasa da, açlıkla mücadele konusunda kısmi bir başarı söz konusu.
Milenyum Hedefleri kapsamında 2030 yılına gelindiğinde açlık sınırı altındaki ya da diğer deyimle ağır açlık içindeki bireylerin nüfusa oranının yüzde 3’ün altına düşürülmesi amaçlanıyor. 1990 yılından bu yanaki ilerlemeler dikkate alındığında bu hedef mümkün. Ancak bizzat BM ve Dünya Bankası’nın rakamları, özellikle son yıllarda aşırı yoksulluk oranındaki düşüş hızının yavaşladığına dikkat çekiyor.
EN FAZLA YOKSULUN YAŞADIĞI ÜLKE HİNDİSTAN
Yoksulların sayısal olarak en fazla olduğu ülkelerin başında halen Hindistan geliyor. 1,3 milyarlık nüfusu düzenli olarak artmaya devam eden Hindistan’da yüzde 7-10 bandındaki ekonomik büyümeye rağmen halen 170 milyon civarında yoksul yaşıyor.
Yine Dünya Bankası verilerine göre, 2012 yılında Hindistan’da 270 milyon kişi, yani nüfusun beşte birine yakını günlük 1,90 doların altında bir gelirle yaşamak zorundaydı.
YOKSULLUK GÜNEY ASYA VE SAHRA ALTI AFRİKA’DA YOĞUNLAŞIYOR
Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Afganistan’ın yanı sıra Çin dışındaki Güney Asya ülkelerinde yüz milyonlarca yoksul yaşıyor.
Ancak yoksulluğun en fazla vurduğu bölge, özellikle 2010 yılından bu yana Afrika kıtasının Sahra Çölü’nün güneyindeki ülkeler oldu. Dünya üzerinde yoksulluk oranı en yüksek 27 ülkeden 26’sı Sahra Altı Afrika’da yer alıyor.
1,3 milyarlık nüfusu hızla artmaya devam eden ve 2050’ye kadar iki katına çıkacağı öngörülen Afrika’da yoksulların sayısı da artmaya devam edecek. Sahra Altı Afrika ülkelerinde 1990 yılında yüzde 54,3 olan yoksulluk oranı, 2015’e gelindiğinde ancak yüzde 41’e gerileyebilmişti. Bu da, dünyanın diğer bölgelerine oranla oldukça yavaş bir düşüş hızı olduğunu gösteriyor.
Örneğin 190 milyonu aşkın nüfusuyla Nijerya’nın 2050’ye gelindiğinde dünyada en fazla yoksulun olduğu ülke olacağı ve Hindistan’ı geride bırakcağı öngörülüyor.
ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA SAVAŞLAR YOKSULLUĞU ARTTIRDI
Aşırı yoksulluğun petrol ve diğer yeraltı zenginlikleri ile tarım gelirleri sayesinde yüzde 3’lere kadar gerilediği Ortaoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ise son yıllardaki savaşlar yoksulluğu katladı.
Suriye, Yemen, Libya gibi ülkelerdeki iç savaşlar nedeniyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 2013 yılından 2015’e kadar yoksulluk oranı iki kat artarak nüfusun yüzde 5’ine ulaştı.
EKONOMİK BÜYÜMENİN GETİRDİĞİ ZENGİNLİK ADİL PAYLAŞILMIYOR
Çin Halk Cumhuriyeti ise, hem yoksulların sayısındaki ciddi düşüş hem de artan zenginliğin paylaşımındaki adaletsizlikle öne çıkan örneklerden. 2010 yılında Çin’deki 1 milyar 340 milyon civarındaki nüfus içerisinde en az 166 milyon kişinin yıllık 2 bin 300 yuanın altında, yani aşırı yoksulluk içerisinde yaşadığı tahmin ediliyordu.
2016 yılına gelindiğinde ise 1 milyar 380 milyona yakın nüfus içerisinde aşırı yoksulluk içinde yaşayan bireylerin sayısı 45 milyona kadar gerilemişti. Bunda ülkede yüzde 7’lerin altına düşmeyen ekonomik büyümenin payı oldukça büyüktü.
Ancak Çin’deki büyümenin sağladığı zenginlik artışının çok da adil bir paylaşıma yol açmadığı görülüyor. Ülkedeki en zengin yüzde 1’lik kesimin toplam zenginliklerin yüzde 44 kadarını elinde bulundurması, bu adaletsizli gözler önüne seriyor. Her ne kadar Rusya’da bu oran yüzde 75, Hindistan’da ise yüzde 58 civarında ise de, yüzde 42 gibi bir oranla Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) dahi Çin’den iyi bir konumda olması dikkat çekiyor.
Buna dair bir başka veri ise, Çin’de yatırım amacıyla elde bulundurulan zenginliklerin nasıl bir avuç insanın elinde toplandığına dair. 2006 yılında en az 100 milyon Yuan, yani en az 13 milyon Euro sahibi olan bireylerin sayısı sadece 10 bin iken, bu sayı 2016 yılına gelindiğinde 120 bine ulaştı.
LİBERAL POLİTİKALAR: GELİRLERİN BEŞTE DÖRDÜ 42 AİLEYE GİDİYOR
Dünya üzerindeki yoksulların oranı ve sayısı azalsa da, gelir dağılımındaki eşitsizlik bugüne dek olmadığı kadar yüksek bir düzeyde. Onlarca uluslararası dev şirketin giderek dünya ticaretini ve nimetlerini eline geçirdiği görülürken, sadece 42 ‘mülti-milyarderlerin’ dünyanın en yoksul yarısını oluşturan 3,7 milyar insandan daha çok kazandığı anlaşılıyor.
Oxfam adlı kuruluş tarafından Ocak ayında yayınlanan yıllık rapora göre, 2017’de dünya üzerindeki gelirlerin yüzde 82’si, 42 büyük şirketin sahibine akmıştı. Bu 42 ‘mülti milyarderin’ toplam servetleri, dünyadaki 3,7 milyar en yoksul kesim ile aynı düzeydeydi. 2010 yılında en zengin 388 milyarderin toplam servetleri dünya nüfusunun en yoksul yarısınınkine eşitti.
Örneğin on milyonlarca kişinin yoksulluk içinde olduğu Endonezya’daki en zengin 4 kişinin, ülkedeki 100 milyon kişi kadar bir mal varlığına sahip olduğu tahmin ediliyor. Son yıllarda Çin gibi yoksulluğu henüz tam olarak yok edememiş; ve yine Hindistan gibi dünyanın en fazla yoksul barındıran ülkelerinden çıkan yeni milyarderlerin sayısının artması da dikkat çeken bir diğer nokta.
Oxfam’ın raporuna göre, her iki günde bir yeni bir dolar milyarderi peydahlanırken, bu kişilerin sayısı 2 bin 43’e ulaşmış durumda. Wealth-X tarafından yayınlanan bir rapora göre ise, 2017 itibariyle dünya üzerindeki milyarderlerin sayısı 2 bin 754’ü buluyordu. Ve bu kesimlerin toplam zenginlikleri 2016’ya oranla 762 milyar dolar artışla 9 trilyon 200 milyar dolar gibi bir rakama ulaşmıştı.
BATIDAKİ ADALETSİZLİĞİN EN BARİZ ÖRNEĞİ: FRANSA
Komünizmin son kalelerinden Çin’de dahi son on yıllarda kapitalizmi tolere eden ekonomik politikaların sonucu yeni gelir adaletsizlikleri iken, Sanayi Devrimi’nden bu yana liberal kapitalist politikaları baz alan batılı ülkelerde de durum aynı.
Bu adaletsizliklerin toplumsal bir isyan halini almaya başladığını gösteren en bariz örnek ise Fransa olmuştu. Kasım ayında başlayan Sarı Yelekliler eylemleriyle sarsılan Fransa’da, son 20 yıla dair veriler bu eylemlerin aslında toplumda giderek hissedilen gelir adaletsizliğinin patlama noktası olduğunu gösteriyor.
Oxfam’ın 2017’deki gelir eşitsizliklerini konu aldığı Ocak ayındaki raporunda Fransa özel olarak işaret edilmişti. Rapora göre, Fransa’daki en zengin yüzde 1’lik kesim ülkenin 2017’deki milli gelirinin yüzde 22’sini almıştı. 2007’de ise bu oran henüz yüzde 17’deydi.
2007’den sonra 5 yıllık sağcı Nicolas Sarkozy ve 5 yıllık ‘sosyalist’ François Hollande yönetimlerinin politikalarının adaletsizlikleri daha da arttırdığı anlaşılıyor.
YOKSUL SAYISI ARTARKEN ZENGİNLER 12 KAT ZENGİNLEŞTİ
Aynı rapora göre, 1997-2017 arası dönemde en zengin yüzde 1’lik kesimin mal varlığındaki ciddi artış da, Fransa’daki isyan halini daha iyi anlatıyor. Buna göre, en zengin yüzde 1’lik kesimin mal varlığı son 20 yılda 12 kat artarken, aynı dönemde yoksul sayısı 1,2 milyon artış gösterdi.
Yoksul sayısına ek olarak dar ve orta gelirli kesimlerin yaşam standartlarının neredeyse değişmediği veya kötüye gittiği biliniyor.
Oxfam’a göre, 2017 yılında seçildikten sonra ilk iş olarak 1,3 milyon Euro’dan fazla servet sahibi olanların ödediği Varlık Vergisi’ni (ISF) kaldırmasıyla birlikte yüzde 1’lik kesimin tüm zenginliklerdeki payı da katlanacak. Zira 350 bin kadar ailenin ödediği ISF’nin kaldırılmasıyla devlet her yıl 5 milyar Euro’luk vergi indirimi sağlamıştı.
Aynı dönemde bu açığı kapatmak için öğrenciler ve milyonlarca dar gelirlinin faydalandığı kira, geçim yardımı gibi sosyal yardımlar kesintilere uğrarken, milyonlarca emekliden ek prim kesilmesi kanunlaştırılmıştı. Ayrıca asgari ücretlerde artışlar enflasyon oranlarıyla bile baş edemeyecek düzeyde idi. Dar gelirli çalışanların bazı prim ödemeleri kaldırılırken, bazı primlerin arttırılmasıyla da, bir elle verilen diğer elle geri alınıyordu.
DÜNYA TİCARETİ HALEN ADİL DEĞİL
Dünyadaki yoksulluğun ezici bir çoğunluğunun Güney Yarımküre’deki ülkelerde olmasının nedenleri arasında Kuzey ülkelerinin yüz yıllar öncesinden başlattıkları sömürgecilik pratiğinin olduğu biliniyor. Bunun yanı sıra biriken kapitalle birlikte Kuzey’in Güney üzerinde siyasi hegemonyasını arttırması ve Güney ülkelerinde rejim değişiklikleri, iç savaşları vs tetikleyecek güçte olması da bir diğer neden.
Ayrıca günümüz uluslararası ticaretinde halen hammaddelerin önemli bir kısmı Güney Yarımküre’deki ülkelerde bulunuyor. Ancak hammaddeler Kuzey’de ürüne dönüştürülden sonraki nihai satış fiyatının yüzde 15’i ile en fazla yüzde 65’i bir maliyetle satın alınıyor.
Örneğin 2014 yılında petrol ihracatından 60 milyar dolar gelir elde eden Afrika ülkesi Angola’nın bu gelirleri, 2015 yılında 33 milyar dolara kadar geriledi. Ancak petrolden üretilen ve bu ülkeye geri satılan ürünlerin fiyatlarında bir düşüş meydana gelmemişti.
HAMMADDE İHRACATINA DAYANAN BÜYÜME İSTİHDAM YARATMIYOR
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (CNUCED) tarafından yayınlanan verilere göre de, yoksulluk oranının yüzde 40’larda olduğu Afrika ülkeleri halen ciddi oranda hammadde ihracatına bağımlı ekonomilere sahipler. CNUCED’e göre, Güney Afrika, Tunus, Swaziland, Lesotho ve Fas dışındaki Afrika ülkelerinin milli gelirlerinin yüzde 60’ından fazlası hammadde ihracatına dayanıyordu.
2010 yılında Afrika kıtasındaki 54 ülkeden 41’inin milli gelirlerinin yüzde 60’ından fazlası hammadde ihracatına dayanırken, 2015’te bu ülkelerin sayısı 48’e ulaştı. Örneğin 190 milyon nüfuslu Nijerya’nın 2018 yılındaki ihracatının yüzde 87’sini petrol oluşturuyor. Ancak petrol gelirlerinin Nijerya’nın Ocak-Haziran 2018 dilimindeki milli gelirindeki payı ise sadece yüzde 8,55 idi.
Dünya Bankası ekonomistlerinden Carolina Sanchez-Paramo’ya göre, yoksul ülkelerde daha ziyade hammadde ihracatının artmasıyla birlikte görülen ekonomik büyüme gerçekte gelir adaletsizliğini daha da arttırıyor. Petrol, yeraltı madenleri veya tarımsal hammadde ihracatının ekonomide ciddi yer aldığı Afrika ülkelerine dikkat çeken Sanchez-Paramo, bu tür ekonomik aktivitelerin istihdam yaratmada üretim sektörü kadar belirleyici olmadığının altını çiziyor.
Dünya ticaretindeki bu dengesizliğin devam etmesi halinde, Sahra Altı Afrika ve Güney Asya ülkelerindeki yoksulluk oranlarının 2030’a gelindiğinde de en az iki haneli rakamlarda olacağı tahmin ediliyor.