HDP Ekolojiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Murat Çepni, doğa ve çevre tahribatına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Dünya genelinde doğa üzerindeki tehditlere dikkat çeken Çepni, Türkiye’de de AKP iktidarını yöneten neoliberal aklın “doğa ve emek düşmanı” olduğunu kaydetti.
Açıklama şöyle: “1972’de Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı, 5 Haziran gününü Dünya Çevre Günü olarak kabul etti. İlk kez gelişmiş kapitalist devletler tarafından gündeme alınan çevre toplantısında 113 ülke bir araya geldi ve “sürdürülebilir kalkınma”, insan yaşamının devamı için gereksinim duyulan “doğal kaynakların yenilenebilir kullanımı” kararı alındı. Konferansta kabul edilen bildirinin ilk maddesinde şöyle yazıyordu: “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir.”
Bildirgenin kabul edilmesinin üzerinden geçen 47 yıl, dünya kapitalistlerinin, “sürdürülebilir kalkınma” ve “doğal kaynakların yenilenebilir kullanımı” ile ne demek istediklerini fazlasıyla gösterdi. Dünya, doğanın tahribatı bakımından daha da kritik bir aşamaya geldi. Türkiye’de de, AKP hükümetleri eliyle devreye sokulan politikalar büyük bir çevresel yıkımla sonuçlandı.
Sadece son bir ay içinde kamuoyuna yansıyan haberler bu açıdan çarpıcıdır. BM bünyesinde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change, kısaca IPCC)’nde, atmosferdeki karbondioksit (CO2) seviyesinin 350 ppm'e çekilmesi gerektiği tartışmaları sürerken yeni araştırmalarla ne yazık ki atmosferdeki karbondioksit miktarının 410 ppm civarına ulaştığı açıklandı.
Yine iki hafta önce, Akkuyu Nükleer Santrali’nin temel betonunda çatlak oluştuğu haberi ve toplumun farklı kesimlerinin itirazlarına rağmen yapılan 3. Havaalanında yaşanan krizler, AKP iktidarını yöneten neo-liberal aklın doğa ve emek düşmanı karakterini bir kez daha açığa çıkardı.
Daha önce yaşanan Çernobil felaketinin en büyük zararını dünya ortalamalarının üstünde olan kanser vakalarıyla yaşayan Türkiye’nin nükleer enerji ısrarının daha baştan kazaya uğramış olması, nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. Yine, teknolojide en gelişmiş ülke kabul edilen Japonya’daki Fukushima nükleer santralinde yaşanan kaza, “en ileri teknoloji”nin doğanın ve insanlığın ihtiyaçları karşısında nasıl bir canavara döndüğü konusunda yeterince ders vermektedir.
Fakat yaşananlardan ders çıkarılması için, doğadan ve halktan yana bir bilim, siyaset ve ekonominin geliştirilmesi gerekir. Dünyaya egemen olan şirketler ve onların çıkarlarını savunmaktan başka bir şey yapmayan hükümetler, kendi çıkarları için suyu, toprağı, havayı kirletmeye, kara ve denizlerdeki biyoçeşitliliği yok etmeye, ormanları, meraları işgal etmeye devam ediyorlar. İklim krizi, açlık, susuzluk, canlı türlerinin yok oluşu ile ekolojik kriz, nasıl bir milenyum çağında olduğumuzun da göstergeleri.
Fakat “dünyanın sonunu düşünmek yerine kapitalizmin sonunu düşünmek” zorundayız. Çünkü “sermaye yüzde 10 kar için her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır, yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kar ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılamayacağı tehlike yoktur.”
Milyonlarca yıllık doğa tarihinin son birkaç yüzyılında ortaya çıkan kapitalizmden kurtulmadan dünyanın kurtuluşu mümkün değildir. Biz bir kez daha bütün ezilenleri kapitalizmin sonunu nasıl getireceğimiz üzerine düşünmeye, eylemeye, örgütlenmeye, başka türlü bir yaşamı, ekonomiyi ve dünyayı yaratmaya çağırıyoruz.”