Mirav: Suyun efendisi

Mirav bir meslekten çok bir hizmettir. Gönüllülük esastır. Adanmışlık gerektirir. Hizmet etmeyi sevmek gerekiyor.

Tanyerinin ağarmasıyla yola koyuluyoruz. Yeni bir günün doğumunu haber veren asi bir kızıllık yolumuzu aydınlatıyor.  Bizi gözlerimizden kendine bağlayan kızıllık göğün yüzünü kırmızıdan maviye dönüştürürken, aracımızın penceresinden ufak ufak sızmaya başlayan sıcaklık önce yüzümüzü yalıyor, sonra usul usul içimize sızarak yüreğimizi de kendine bağlıyor.  Kandil'in eteklerine doğru kıvrıla kıvrıla giden yol, her kıvrımında saklı bir cennet armağan ediyor, bir renk ziyafeti veriyor gözlerimize. Bizi adeta göğe ulaştıran bir tepeyi aşarken karşıda göğü delip geçen uçsuz bucaksız dağ silsilesi karşılıyor bizi. Gözlerimiz, bu çırılçıplak dağ doruklarından aşağıya doğru indikçe yeşilin ayrı bir tonuyla kucaklaşıyor. O yeşil denize doğru, yolculuğumuz. Oraya gidiyoruz.

Bu yeşil denize bedenimiz gözlerimizin rehberliğinde daldığında ilk onu görüyoruz: Diline doladığı bir ezgiyi dere boyunca süren yolculuğuna katık eden, derenin sabah serinliğini dilindeki ezgiye yoldaş kılan yaşlı adamı. Mırıldandığı ezginin yüzündeki hüznü, bedenindeki coşkuya tezat. Beline doladığı 'şutik'a rağmen hafif kamburlaşmış, ayağında hayli yıpranmış bir ayakkabı ile hızlı adımlarla su akışının tersine ilerliyor. Asma, incir, nar ve ceviz bolluğundaki türlü türlü meyve ağaçlarının altından geçiyor. Akan suyun sesi biraz önce duyduğumuz ezginin sesini bastırıyor.

Bu hızlı adımların dingin sahibi ihtiyar, Kandil'in eteklerinde yeşillikler içinde kurulmuş köylerin birinde, toprak ve taştan yapılmış iki katlı bir evde yaşıyor. Burası, Güney Kürdistan'da Zagros sıradağlarının içinde bulunan bir bölge. Bu yüksek dağlar, akarsular tarafından derinlemesine yarılmış faylardan oluşmuş adeta. Bu fayların ortaya çıkardığı vadilerde yol almak ise bir labirentte ilerlemeyi andırıyor.

YÜZLERCE HİKAYEDEN BİRİ MIRAV

Yaşananların ve yaşanmışlıkların gizemini koruduğu bu yüksek dağlar, derin vadiler, yüzlerce hikâyeyi bağrında gizliyor. Mirav, saklı tutulan hikayelerden sadece bir tanesi.

Güney Kürdistan'ın Doğu Kürdistan'dan ayrılan Irak-İran sınırında, Dokan Gölü'nün yaklaşık 25 kilometre kuzeydoğusuna düşen Kandil zirvelerinin hemen yamacındaki Sinemoke, Surede, Aşgulkey ve Sergenilye köyleri bulunuyor. Asma, incir, nar, dut, ceviz ve şeftali ağaçlarlarının rayihasının insanın damağında unutulmaz etkiler bıraktığı bahçeler içerisinde saklı yaklaşık 50 hanelik bu ufak, sakin köyler, eski Mezopotamya söylenceleri gibi. Her an bir bahçenin bir köşesinden, bir ağacın kovuğundan, altına güneş ışığı geçirmeyen karanlık gölgelerden bir masal kahramanı fırlayacak hissi uyandırıyor insanda.

İNCECİK DAMARDAN DERELERE

Sert ve karlı geçtiği belli olan bir kışın sonunda bol yağmurlu bahar ayına denk geliyor yolculuğumuz. Mevsimsel döngüyü buradaki köylüler bereket olarak tanımlıyor. Bu iki mevsim diliminde sarp kayalar ve dağların içine çektiği kar ve yağmurlar, sonraki aylarda fışkırarak özgürleşip bir pınara dönüşüyor. Öyle soğuk ki, bir avuç suyu doyasıya içemez ve avcunuzda tutamazsınız. Dağın kalbinden süzülerek çıkagelen ve adeta kalpten vücudun diğer uzuvlarına dağılan damarları andıran incecik su akıntıları aşağıya doğru gittikçe daha çok birleşerek çağıltıyla akan bir dereye dönüşüyor. İnce suların bir ninniyi andıran şırıltısı dereye dönüştüğünde bir orkestraya dönüşüyor adeta. Karşılaştığı engeller nedeniyle yönünü değiştirerek ilerlemek zorunda kalan dere, adeta kızgın toprak üzerinde ilerlemek isteyen bir yılanın bedeni gibi canhıraş kıvranmalarla köye doğru hızla akıyor. Köyün üst yamacındaki düzlükte yavaşlayarak biraz soluklanan, taşıdığı suyun bir miktarını buradaki küçük sulama arklarına dağıtan, bir kısmını toprağa süzen dere, kendini yeniden çoğaltmak için düzlüğün bittiği yerden hızla köyün içinden geçerek köyün alt tarafındaki büyük derenin kollarına kendini bırakıyor. İkisi birlikte kısa bir yolculuktan sonra kendilerini Dokan Gölü'nün kucağına bırakıyorlar.

SUYUN KUVVETİ, KUDRETİ

Köylerin üstünden geçen bu dereciğin hangi zaman dilimlerinden geçerek; içine hangi hikâyeleri, acıları, sevinçleri, direnişleri, kıyım ve zaferleri doldurarak bugüne geldiğini bilmiyoruz. Fakat biliyoruz ki burada akan bu berrak su, diğer bütün sular gibi etrafında yerleşen, kenarında konaklayan tüm bitkilere, hayvanlara ve insanlara tıpkı şimdi kenarında duran köylere can suyu olduğu gibi hayat taşımıştır.

Bütün dinlerin, ırkların, toplulukların -bilhassa Ortadoğu'da Kürdi, İrani ve Arabi toplulukların; Afrika, Amerika ve Asya kıtalarındaki yerli birçok halkın- mitolojisinde, yaratılış efsanelerinde su, önemli bir unsur olarak ifade edilir. Dolayısıyla yeryüzünün neresine gidilirse gidilsin, toplumların ortak kanaatinde deniz, göl, ırmak, dere, pınar gibi su kaynaklarına çok önemli kutsiyetler atfedilmiştir. Sümerlerin eski inanışlarında görüldüğü gibi en eski dönemlerden beri Zerdüşt inancının etkin olduğu coğrafyada da su, kutsanan, saygı duyulan, evrende yaratıcı bir rol oynayan, tanrısal özellik taşıdığına inanılan ve kirletilmesi günah sayılan bir öğedir. Bu yüzden Zerdüşt inancının kitabı Avesta'da defalarca suyun kutsallığı ve önemi üzerinde durulur. Örneğin Avesta'nın Yesnâ'sında şöyle geçer: “Ey yüce Ahura katından olan su, överim seni zevr ile ve iyi düşünce ile.” (Avestâ/Yesnâ, Hât: 68, 3.) Hatta öyle ki Zerdüştlük ile bağ içerisinde olan eski Mazdekilik inancına göre suları koruyan 'Apāmnapāt' adlı bir melek olduğuna inanılır.

KANDİL’İN APAMNAPAT’I: MİRAV

Kandil'de karşılaştığımız Mirav da, Apāmnapāt gibi suları koruyan melek yüzlü bir insandır. Diğer Miravları bilmem ama 70 küsur yaşı ile Mam Hasan Mankak, bu çağda gerçek bir melek. En azından suyunu adilce dağıttığı köyler için melekler katında bir yeri var. Kısık ama sorumluk taşıyan bir ses tonu ile “Bu derecikteki su olmazsa, bu köylerde yaşam olmaz. Her şey kurur gider. O zaman insanlar da çeker gider. Buralar kimsesiz kalır. Yani bu derecik, köylerin sadece su değil, aynı zamanda yaşam kaynağıdır da” derken, sanki bir masal anlatıyor bize. Oysa masal değil, köylülerin avuçlaya avuçlaya suyundan içtiği yanı başımızdaki dereyi anlatıyor.

Tarih boyunca nehir ve denizler etrafında medeniyetler oluşmuş, bu sular kullanılarak birçok keşif yapılmış. Dağların kalbinde saklanmışçasına duran bu mekânın keşfinin ne zaman yapıldığını ve su kaynağına yakın bu köylerin hangi zamanda inşa edildiğini bilmediğini söylüyor Mirav. Ama bu geleneğin nasıl sürdürüldüğünü bize anlatıyor.

BU SENENİN MİRAV’I

Her bahar Sinemokê, Suredê, Aşgulkê ve Sergenilyê köylerinden yaşlılar bir araya geliyor. Yağmurlar henüz kesilmeden Mirav'ı belirlemeleri gerekiyor. Haziran başından Ekim sonlarına kadar bu köylerin bir Mirav'a ihtiyaçları olacak. Çünkü kış ve bahar aylarında zarar görmüş derenin onarılıp bakımının yapılması gerekiyor. Ancak böyle olursa bu küçük derecikte şırıl şırıl akan su, gidip hayata karışabilir, can verir. Bu yılın ilkbaharında belirlenen Mirav ise bunları anlatan Mam Hasan Mankak.

Yavaşça ellerini daldırıp avuçlarına doldurduğu suyu içerken gözleri gülüyor Mirav'ın. İklimin yaz sıcağına evrilmesiyle toprağın da kuruduğuna ve dolayısıyla daha fazla su emdiğine dikkat çekiyor. Bu durumda su sızıntılarına, su kaçaklarına çok dikkat etmesi gerekiyor.

Yaklaşık altı ay boyunca her gün şafak vaktiyle su kaynağına kadar yürüyor ve gün batımında aynı yolu geri dönerek dere yatağını temizliyor. Su yatağı boyunca akan bir paralel su gibi ilerliyor suların efendisi Mirav Mam Hasan Mankak. Suyun çağıltısını andıran bir ezgi dilinde, suyun akışını andıran bir kıvraklık bedeninde. Dereyi taşlardan, odun veya başka cisimlerden temizliyor. Onun işi, suyu doğaya, bağ-bahçeye, çiçeklere, kelebeklere, yeni fidanlara, arıya, koyun-kuzuya, tavuklara, insanlara ve nice canlıya ulaştırmak. Hiçbirini diğerinden ayırmaksızın su ile buluşturur veya suyu onlarla. Mirav, yani Suyun Efendisi, anlamını da buradan alıyor. Bu, Kürtçe'de bir birleşik kelime: Mir 'bey' veya 'efendi'; av ise 'su' anlamına geliyor.

KOMÜNİST ADALETLE DAĞITIYOR

Mam Hasan Mankak, eskilerden bir komünist. Bu yüzdendir ki yaptığı iş ona daha da yakışıyor. Adilce dağıtıyor suyu. Dört köye sırayla... İki gün arayla bu sırayı değiştiriyor. Bazen kürek kullanıyor fakat çoğu kez kanalın önünü taşlarla kesiyor ve diğer bir yöne akmasını sağlıyor. Bu yöntemle ana dereden küçük kanallar köylerin içine iniyor. Bu kanallardan yine daha küçük kanallar ile evlere, evlerin tarla ve bahçelerine dağıtılıyor. İnsanlar her türlü ihtiyacını bu küçük kanallardan temin ediyor. Hayvanlar buradan su içiyor. İnsanlar çamaşır, banyo gibi ihtiyaçlarını bu sudan temin ediyor. Bu yüzden dağıtımı muhakkak adilce olmalı. Ki Mirav da bu adaleti sağladığından ötürü Mirav'dır. Olur da talep gelirse ve gerçekten bir bahçe sahibi fazla suya ihtiyaç duyuyorsa, tüm diğerlerini gözeterek akşamları istisnalar yapabiliyor. “Sırası olmadan, benden habersiz suyu kesenler de oluyor. Bu durumda beni zorluyorlar ama çare yok. Gidip tartışıyoruz, yapmamaları gerektiğini anlatıyorum. Buna razı olmayanlar da oluyor ama tartışıyoruz ve ikna ediyorum. Çoğu zaman bir özür dileme ile konuyu tatlıya bağlıyoruz” diyor Mirav.

MİRAV GÖNÜLLÜDÜR, DOĞAYA VE SUYA HİZMET EDER

Tatlıya bağlanıyorsa da, bu onun karşı konulmaz naifliğindendir. “Mirav bir meslekten çok bir hizmettir. Gönüllülük esastır. Adanmışlık gerektirir. Hizmet etmeyi sevmek gerekiyor. Belki insanlık tarihinde Mirav'lık başka isimlerle hep vardı. Fakat ben kendimi bildim bileli buralarda bir Mirav doğaya ve suya hep hizmet ederdi” diyor.

“Tekrar görev verirlerse, gelecek yıl ve ömrüm yeterse sonraki yıllarda da yapabilirim” diye devam ediyor Mam Hasan Mankak. Şimdiye kadar iki defa Mirav'lık ile görevlendirilmiş. Bu hizmeti severek ve gönül rızasıyla yapıyor. İçinde bir kar etme hırsı yok. Yaptığı bu hizmet için köylülerin kendi aralarında topladığı paralar, görevinin tamamlandığı Kasım ayının başında kendisine takdim edilecek. Tebessüm ile, “Zengin olabileceğim bir para değil, zaten bu işin yanı sıra kendi bahçemle uğraşıyorum. Ama Mirav olarak sağladığım su ile büyüyen, hasat veren her bitki, meyve ve ihtiyacını gideren her insan ve canlı ile ben de mutlu oluyorum” diyor.

MUTLULUK BU DEĞİLSE

Su ihtiyacını karşılarken, kendi bahçesini diğerlerinden ayırmıyor. Elindeki kürekle bahçe içerisinde suya akabileceği kanalı açarken, su ile konuşuyor adeta. Parasal bir zenginliği yok. Ama buram buram taze sac ekmeği kokan evinde yemeğe davet ettiğinde samimiyeti ve ısrarından anlıyorum ki, çok zengin bir gönle sahip.

Yedi çocuk yetiştirmiş bu eski taşlı-topraklı evde. Evinin bir bölümünü bir oğlu ve üç torunu ile bölüşüyor. Suya dokunduğu gibi torunlarının saçlarına dokunuyor. Yanaklarından öperken onların, su içtiğindeki mutluluk beliriyor yüzünde. “Mutluluk bu değilse de, nedir?” diye geçiriyorum içimden.

MİRAV’IN ADALETİ DEVLETİN SAVAŞI

Bin yıllardır insanlığın toplum kurma, yaşam kurma mücadelesi su etrafında kurulan; sudan güç, bereket alan bir ilişki ile şekilleniyor. Doğadaki diğer canlıların hakkını gasp etmeden su üzerinde gerçekleştirilen müdahaleler, insan topluluklarının adil ve eşitlikçi uygarlıksal gelişiminin temel dinamiği oluyor. İşte Miravlık bu uygarlık çizgisinin bir devamı olan, gönül rızasıyla yapılan, suyu kutsayan, suyu ihtiyaç sahipleri olan hayvanlar, bitkiler ve insanlar arasında eşitçe dağıtan bir demokratik otorite, bir kutsiyet mercisi.

Aşağılardaki kentlerde ve yerleşim yerlerinde böylesi bir hizmete rastlamak zor. Su ihtiyacını daha çok devlet mekanizması ve devlet hukuku karşılıyor. Ortadoğu, Dicle, Fırat ve Nil nehirleri etrafında oluşmuş değişik uygarlıkların merkezi. Bugün bu coğrafyada birçok yer altı ve yer üstü kaynağı üzerine yürütülen kanlı savaşlara tanıklık ediyoruz. Suların varlığı uygarlıkların kurulmasına neden olmuşken yokluğu da uygarlıkların sonu gösteriyor. Ve gelecek yüzyılın temel çatışma alanının, çıkar savaşlarının kapitalist kar uğruna hızla tüketilen az miktardaki su kaynakları üzerine olacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Anormal nüfus artışı, savaşlar, kapitalist üretim tarzı ve çarpık kentleşme, temiz ve içilebilir su kaynaklarını her geçen gün daha da kirleterek kullanılamaz hale getiriyor. Bu durum doğal yaşamın sürdürülmesinin önünde ciddi tehdit.

Ortadoğu coğrafyasının giderek kuraklaştığı, suların adaletsizce barajlandığı, akanın kirletildiği veya paketlenmiş su pazarının her yıl daha da büyüyüp binlerce damacana ve pet şişe üreticisinin suyu pazar malzemesine dönüştürdüğü bir zamanda; insan ilişkilerinin devlet hukuku ile değil toplumsal ahlak ile form kazandığı bu dağ köylerinde Mirav, yaptığı bu sessiz hizmet ile insanların suya nasıl davranması gerektiğine işaret ediyor.