'14 Temmuz’da birkaç kişi düşman ordularını yenmeyi başarmıştır'

Eğer Kürdistan'da ulusal direniş bilincinin önü alınamıyorsa, dalga dalga tüm topluma yayılıyorsa, savaşımız önünde durulmaz bir sel haline geliyorsa, bunun büyük kaynağı direniş şehitleridir. Mücadele, artık bu kaynaktan gelişecek ve zafere gidecektir.

12 Eylül faşizmine karşı, zindan direnişçiliğinde bir Mazlum'un, daha sonra Hayri'nin, Kemal'in direnişçiliğini gerçekten ölümle yaşam arasında kurulan en sağlam bir köprü; yani faşizmin dayattığı ölümle, direnişçiliğin ulaşmak istediği yaşam arasında sağlam bir köprü olduğunu belirledik. Ve bu köprüde yürümenin gerekirse faşizme karşı ard arda şehitler vermenin, başarı kazanmanın yolu olduğunu da söyledik. Köprünün sonuna kadar açılmış olduğunu da belirttik. Faşizmin alabildiğine karanlık uçurumlu ve "yaklaşırsanız yerle bir olursunuz" diye bizi korkuttuğu yola doğru giderken bize bir köprü gerekliydi. İşte, zindan direnişçiliğinin ve şehitlerinin anlamı bu kadar büyüktür ve bu büyüklük tam da siyasi bir değerdir. Bu aynı zamanda mücadelemize büyük bir siyasal destektir de. Daha da ötesinde mücadelemizin kazandığı siyasi bir zaferdir. Birkaç kişi, düşmanın ordularıyla fiziksel olarak savaşarak onları yenmeyi başarmıştır. 

‘DİRENMEK YAŞAMAKTIR’ SLOGANININ İFADESİNİ BULDUĞU YERDİR

Zindan direnişçiliği, uzun tanıklıkların peş peşe ancak izah edebilecekleri hatta izah etmekte epey zorlanacakları bir durumdur. O koşullarda verilen bu savaşın, belki de insanlık soyunda çok az insana nasip olan bir dayanma gücü ile, gerçekten çok az kişinin başarabileceği bir savaşımdır. Bu savaşım verilmiş ve başlatılmıştır. Dolayısıyla bu şehitlerimizin PKK'lileşmede, PKK'yi direnişçi bir güç haline getirmede, daha sonraki direnişi belirlemedeki yerleri, her türlü değerlendirmenin üstündedir. Ve burada gerçekten yenilen, gerçekten ölümcül darbe alan faşizmin kendisidir derken, yine daha sonraki direnişimizin de yükselişinde tanık olduğumuz yaşama bakarak bunları belirtirken, tamı tamına hakikati söylüyoruz. Buradaki gerçek "direnmek yaşamaktır" sloganında ifadesini buluyor. Faşizm her şeyi ile bazı insanları, bunların şahsında da bir halkı teslim almak istiyordu. Partiyi ve giderek halkı yenilgiye götürüp bunun yerine yeniden kendi kör, karanlık ve haksızlıklarla örülü geleneğini kesintisiz devam ettirmeye çalışıyordu. Böylesi bir anda, faşizmin bu biçimindeki hakimiyetini, kendine son derece güvenen ve yüzyıllardan beri de hep böyle getirdiği geleneğini, zindanlardan da kendi adına zircirleme bir gelişme ile tamamlamak istediği en kritik bir anda bu direnişler gelişti. 

Eğer büyük bir başarıya ulaşılmak isteniliyorsa, bu durumun parçalanması gerekiyordu. Zindan direnişçilerinin anlamı işte burada ortaya çıkıyor. Bunlar gerektiği anda, TC'nin bu yapısını parçaladılar. Dolayısıyla burada yenilen, sadece TC tarihi değildir, TC'nin şahsında en son kertesine kadar yetkinleştirilmiş olan bir despotizmde can alıcı bir darbe yemesi ve bunun en temel halkasının da kopmasıdır. Tabii ki zincir en temel halkasından koptu mu, onun artık fazla bir iş görmesi, tarihte sürekliliğini sağlaması mümkün değildir. 

ŞEHİTLERİMİZE YAKINLAŞMALIYIZ

Eğer zindan direnişçiliğinin anlamı üzerinde daha çok düşünülürse, bu direnişin geleceğe yansıtılma işinin büyük bir örgütlülük olayı olduğu da kavranır. Biz bu gelişmeyi, siyasal ve silahlı faaliyet başta olmak üzere, her türlü araçla temsil etmeyi başarırsak, göreceğiz ki bu halkanın parçalanması, aslında bin yılı aşkın bir despotizmin ölümcül darbe almasıdır. Bu, en büyük savaşlardan birisinin, halklar ve özgürlük adına Partimiz tarafından kazanılması da demektir. Bu konuda daha önce de belirttiğimiz gibi onların sözcüleri olan bizler, bu görevi böyle anlar ve yaparsak bu böyledir. 

Dönemin koşulları içinde yapmamız gereken en doğru şeyin, direnişi biraz daha yakıcı kılmak ve şehitlerle aramızı fazla açmamak olduğu, bunun için de daha fazla gücümüzü ülkeye taşırmak, silahlı savaşımı daha da geliştirmek olduğu açıktır. Nitekim atılımımız, her türlü engellemelere rağmen gerçekleşmektedir. Bu atılımımız başlangıçtaki şehitlerimiz kadar, bu zindan şehitlerinin anılarına bağlılığın da ertenelemez bir görevi, borcu olduğu biçiminde bir anlayışın ürünüdür. Diğer bütün faaliyetlerimiz bir hazırlıktan ibarettir. Yani silahlı donanımın, eğitim ve diğer örgütsel görevlerin tümü, bu anıları canlı ve somut yaşatmak için yerine getirilen görevlerdir. Yeni dönemin kendi başına bile ulusal kurtuluş için en temel öneme haiz bir aşama olduğunu görmek ve tabii ki bunu da şehitlerin anılarına temelde bağlılıkla izah etmek en doğrusudur. Zaten yapılan da budur. 

Bazıları bunu çok değişik hazırlamak, yorumlamak ve uygulamak istedi. Fakat bizim olanca gücümüzle bu olayın üzerine böyle yürümemiz, bağlılığın yine doğru bir örneğini verirken, gelişmelerinde önünü bir kez daha açmıştır. Eğer bu şehitlerimizi zindan karanlığında bırakıp yitirmek istemiyorsak, gerçekten çok anlamlı işlerin yapılması gerekiyordu. Yapılan anlamlı işlerden birisi de budur. Hatta zindan şehitlerinin direnişinin büyük anlamına değer biçmeleri ve dışarıdaki direniş hakkında içinde bulunanların bile yapamadıkları değerlendirmeleri yapmaları, bundan sonuç çıkarmaları, görevleri tespit etmeleri, yerinde eleştiriler yöneltmeleri vb. bütün bunlar ne anlama gelir? Direnişçilerin kendi eylemlerini canlı canlı yaşadıklarını ve bunu yansıtmada ne kadar gerçeğe yakın olduklarını gösterir. 

‘DİRENMEYİ EGEMEN KILMAK İSTİYORUZ’

Kürdistan'da direnişin doruk noktalarından biri, Türk sömürgeciliğinin eşine ender rastlanan bir gaddarlıkla saldırdığı savaş esirlerinin Türk mahkemelerindeki direnişleridir. Böyle azgın bir düşmanla özgür iradeyle dönüşmek şerefli bir görevdir. Ama onurda, olanaklardan yoksun ve eşit olmayan koşullarda yüz yüze gelmek, en kahredici randevulardan biridir. Fakat, Kürdistan'da tarihin böyle bir randevu yaratacağı kesindi. Türk sömürgecileri tarihten sildikleri halklara ek olarak, bugün de en vahşi baskı ve sömürü yöntemiyle Kürt halkını imha etmek istemektedir. Dolayısıyla da bu halk adına, çok güçsüz bir dönemde de olsa düşmandan yaptıklarının hesabını sorma gücünü kendinde bulanlar, düşmanın eline düştüklerinde en alçakça baskılara maruz kaldılar. Belki de insanlık tarihinde ender görülecek bir olgu olan bu talihsiz randevulaşma, tarihin daha sonraki gelişmesi açısından gerçekten de ya var olmak, ya yok olmak, ya direnmek, ya da teslim olmakla özdeştir. Bu soylu değerler adına yola koyulan her örgüt, eğer bu değerlere ihanet etmek istemiyorsa, mutlaka böyle bir randevu saatinde düşmanla karşılaşacaktır. Ve o düşman ki; tarihte ve günümüzde en hunhar özellikler gösteren Türk sömürgecileridir. Bu karşılaşmanın gerçekleştiği alan ise, soylu değerler için sonuna kadar savaşılıp savaşılmayacağının belli olacağı bir çatışma, alanıdır. Bu çatışma, kim yenerse onun zaferinin kesinleştiği bir çatışmadır. Ve eğer, bütün donanımsızlığa rağmen direnişçiler, bu zeminde böylesine bir düşmanla çatışmayı göze alır ve teslim olmazlarsa, açık ki artık ulusal kurtuluş için yaşamak ve mücadele etmek son derece kolaylaşmış olacaktı. Bu anlamda da, gerçekten kimsenin beklemediği Kürdistan'daki ulusal uyanış ve kurtuluş mücadelesi sadece birtakım teorik belirlemelerle ve birtakım örgütlerin iddialarla öne sürülen bir dava değil, bir daha geri dönülmemecesine dostun da düşmanın da kabul ettiği bir olgu haline gelecektir. Nitekim, bu çarpışma saatinin direnişçileri, yaşamın bu biçimde yaratılmasının o büyük insanları oldular. Direnişin yüce önderi Hayri yoldaş, bu tarihi hesaplaşmadaki kesin kararlarını açıklayan sözlerinde şöyle diyordu:

"Uygulanan işkencelere ve yasaklara karşılık direniyoruz. Parça parça da olsak faşist uygulamalara karşı çıkıyor, söylediklerini yapmıyoruz. Direnmeyi egemen kılmak istiyoruz. Politikamız direnmektir.

Nereden bakılırsa haklı. Kürdistan'da ihanet ve teslimiyet o kadar boldur ki, tarihte ve kısmen de günümüzde sürekli işleyen bir kural haline gelmiştir. Ama Türk sömürgeciliği öyle bir sömürgeciliktir ki, kurbanlarının teslim olmasıyla yetinmez, onları en alçak uşaklar haline getirir. Türkiye Komünist Partisi'nin tarihine bakıldığında, bir yandan komünizmin temsilcileri katliamdan geçirilirken, kalanlarının da kemalizmin uşakları haline getirildiği görülecektir. Türk sömürgecileri, kendisine karşı savaşan örgütlerin en değerli evlatlarını katlederken, kalanlarını en kötü bir tarzda uşaklığa ve teslimiyete çekmeye çalışmış, bazen de başarılı olmuştur. Kürdistan halkının geçmiş tarihinde de, bunu büyük oranda başarmıştır. Ağrı isyanında, Şey Saîd ve Seyîd Rıza’nın önderlik ettiği isyanlarda bunun örneklerine rastlanır.

HESAPLAŞMA SAATİNDE BÜYÜK BİR DİRENİŞ YARATILDI

Türk sömürgecileri tarihi tecrübelerine dayanarak, bugün de PKK üzerinde aynı uygulamayı yapmak istemektedirler. Mahkemelerdeki duruşmalarda, Kürdistan'ın birçok yöresinde sergilenen o büyük direniş ve hesaplaşma saatinde, düşman adeta "tarihte o kadar güce diz çöktüren bana karşı, siz yeni güçler mi dövüşeceksiniz!" diyerek, direnişçileri teslim almaya, bu temelde bir ihanet ortamı yaratmaya çalışmış, daha önce birçok güce karşı başardığı bu işi, PKK'ye karşı da başarmak istemiştir. Açıktır ki, tarihin karar anlarından birisi de budur. Ya sonuna kadar direnilecek ya da teslim olunacaktır.

O zeminde önce önder devrimciler üzerinde oyun oynanacağı ve onların şahsında Kürdistan'ın yeniden teslim alınmak isteneceği açıktı. PKK, tarihsel gelişimin ana doğrultusunu tayin etmek ve direnişe önderlik edecek çizginin hakim olması için rolünü oynamak zorundaydı. Eğer büyük bir yara alınmak ve daha sonraki gelişmelerin çarpık bir biçime bürünmesine yol açılmak istenmiyorsa, bu zeminde mutlaka direnmeliydi. Bu direnmeden başarıyla çıkıldığında, gelecek sağlama alınmış olacaktı. İşte bu bilinç ve inançla PKK'nin yiğit önder ve militanları, ulusal kurtuluş savaşının en zorlu mücadelesini burada verdiler. Taraflar arasında büyük dengesizlikler olmasına rağmen, gösterilen büyük direnmenin, sağlanan başarının daha sonraki gelişmelerin yönünü ve hızını etkilediği gibi, saçılan zafer tohumunun kendisi olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu savaş, yalnız PKK'nin değil, tüm Kürdistan ulusal kurtuluş sürecinin gelişme yolunu ve hızını belirleyecek ve salt kahramanlık olgusu olarak değerlendirilmeyerek direniş çizgisinin kurumlaşması ve direnişin önderliğinin pekişmesi anlamında bir savaş olacaktır.

Bu hesaplaşma saatinde, başta PKK'nin önderleri olmak üzere büyük kayıplar verilmesine rağmen, yaman bir direniş yaratıldı ve büyük bir sonuç alındı. Ulusal direniş çizgisi ülkenin somutunda temel mücadele çizgisi haline getirildiği gibi, buna önderlik eden ideolojik-politik-örgütsel önderlik de geliştirildi. Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat ve onlarca şehidin, güçler arasındaki büyük dengesizliğe rağmen verdikleri ve başardıkları savaş, böylesine anlamla yüklü bir savaştır. Artık önü durdurulamayacak ve mutlaka zafere gidecek olan bu savaşta, direnişçiler bu durumu ve geleceğe inançlarını şöyle ifade ediyorlardı:

TARİHİN BİZİM İÇİN HÜKMÜ BERAATTİR

"Kürdistan'da Türk burjuvazisinin sömürgeci egemenliği vardır. Bu egemenlik Kürdistan toplumuna yabancıdır, çağdışıdır ve zorla ayakta tutulmaktadır. Bu egemenliğe karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermek, her bilinçli ve dürüst Kürdistan insaninin görevidir. Kürdistan 'da böyle bir mücadele başlamış, Kürdistan halkı proletarya önderliğinde kurtuluş sürecine girmiştir. Bu süreci durdurmaya hiçbir zor kuvvetinin gücü yetmeyecek, zafer mutlaka Kürdistan balkının olacaktır. Böyle bir mücadeleye katılmış olmakla pişman değiliz, davamız haklıdır. Bu davanın neferi olmaktan şeref duyuyoruz. Tarih karşısında görevimizi ifa ediyoruz. Tarihin bizim için hükmü beraattır..."

En yüce değerler olan bağımsızlık ve özgürlüğün kazanılması doğrultusunda atılan adımların anlamını bilmek gerekir. Direnişler, bu değerlere ulaşabilmede paha biçilmez katkılar sağlamıştır. Eğer Kürdistan'da ulusal direniş eyleminin, bilincin ve savaşın önü alınamıyorsa, dalga dalga tüm topluma yayılıyorsa, savaşımız gittikçe önünde durulmaz bir sel haline geliyorsa, bunun tek büyük kaynağı direniş şehitleridir. Mücadele, artık bu kaynaktan gelişecek ve zafere gidecektir. Bu noktada, artık işler bir anlamda kolaylaşmış; çalışmalar buradan alınan güçle başarılı sonuçlar yaratmıştır. Birçok dağılma, çürüme, çökme alametleri ortalığı kaplarken, Kürdistan'da mücadele umudunun taptaze tutulması, zafere gidecek kavganın ön hazırlığının derinliğine yapılması, direniş şehitlerinin anılarının gereğini yerine getirmenin sonucudur.

Anılara kötü bir bağlılık, nasıl ki bizi en soysuz bir uçuruma götürürse; anılara layıklı ile bağlı olmak da onların düşündüklerini gerçekleştirmekle gösterilebilir. Mazlum Doğan yoldaş; "Hazırlık ve toparlanma taktiği doğrudur. Acelecilik ve gözü dönmüş atılganlıktan çekinmek gerekir. Bizce örgütlenme, propaganda ve askeri hazırlık bir-iki yıl sürmelidir" derken bize yapmamız gerekenleri belirtiyordu.

"Bu halk mutlaka kurtulacak, belki on yıl veya yirmi yıl alır ama mutlaka bir halk savaşı verilecek" derken Kemal Pîr, kurtuluşa kesin inancı ve ona ulaşmak için izlenmesi gereken yolu gösteriyordu.

Hayri yoldaş; "Mezar taşıma borçlu yazın" dediği o yüce düşüncesinde, sömürgeci esareti parçalayıp bağımsız ve özgür bir Kürdistan ülkesi yaratılıncaya kadar savaşmanın zorunluluğunu ve bu uğurda yapmamız gerekenleri anlatıyordu.

ŞEHİTLERE SÖZÜMÜZ VAR

Zulümden, işkenceden ve en gelişmiş savaş araçlarından başka bir şey olmayan 12 Eylül faşizmi, kendini bir kabus gibi dayattığında, direniş ve kahramanlık yine PKK'nin kuşandığı iki güçlü silahtı. O, ülkenin her yanında bu silahlarla savaştı ve görkemli gelişmeler yarattı. Tarihimizin tanık olduğu en büyük direnme olaylarının önemli bir kısmı bu dönemde yaşandı. Delillerin, Azimelerin, Ahmetlerin ve diğerlerinin Dersim'de, Mardin'de ve diğer alanlardaki büyük direnişleri bu dönemde boy verdi. On binlerin direnişinde, Ortadoğu'nun bağrında düşen şehitlerimizin destanı yaşandı. Ülkeye dönüşün soylu kurbanları ve kaçınılmaz can bedelleri Şahin yoldaş ve komutasındaki kahramanlardı.

Direnişi yeniden yükseltmek ve bu bayrağı her ne pahasına olursa olsun doruklarda tutmak için girişilen 15 Ağustos Atılımı, tarihimize daha derin anlamlara sahip yeni direniş sayfaları ekledi. Bundan sonra dile gelen, artık Kürdistan'ın gündemine bütün heybetiyle girmiş olan uzun süreli halk savaşının kendisi ve onun kahramanlarıdır. Bu ülkenin topraklarında artık her gün ve her saat yaşanan, ulusal kurtuluş savaşımızın ve onun kahramanlarının destanıdır. Şiirlere, romanlara, resimlere ve türkülere konu olan, gelecekte de devam edecek büyük gerçekliğimiz artık budur. Evet, adına çok şey yapılması, örgütler kurulması, savaşlar verilmesi ve zaferler kazanılması gereken şehitler verdik. And içtik, onlara sözümüz var. Geçmişte şehitlerimizin anıları için yapılanlar, bu şehitlerimizin anıları karşısında da fazlasıyla yapılacaktır. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözümlemelerinden derlenmiştir.