Kayyum bir sömürge yönetimidir

Söz konusu olan Kürt halkının varlığı ve iradesidir. Bunun için halkın gücünü ortaya koyması gerekir. Bu sömürgeci yaklaşımlara ve emeklerini, iradelerini yok saymaya isyan etmeyecek de neye edecek? Kesinlikle serhildanlarla sürece cevap olmak gerekir.

AKP-MHP hükümetinin kayyum atamaları açık bir sömürge yönetimidir. Halkın tercihlerine ve iradesine karşı işgali ve devletin zorunu koymaktır. Halka "Sen istediğim partiye ve adaya oy vermedin. Ben de senin adayını kabul etmiyorum. Gücüm var, onu görevden alıyor ve bir memurumu atıyorum’’ diyor. Burada hukuk ve adalet, yasalar işlemiyor. Bu konuda söylenen her şey saptırma ve zorbalıklarına kılıf uydurmadır.

Kayyım sisteminin nasıl gündeme geldiği ve uygulamaya sokulduğunun unutulmaması ve doğru değerlendirilmesi önemlidir. Kayyum sistemini Erdoğan hükümetleri 2015’e kadar gündeme getirememiştir. 2016 darbe girişimine karşı darbeyle karşılık verme ile uygulamaya sokulmuştur. Ortaya çıktığı siyasi ortam olağanüstü ve darbe koşullardır. Bilindiği gibi daha sonra Sur, Nusaybin ve Şırnak gibi şehirler tank topla yerle bir edildi. Binlerce insan halkın gözü önünde katledildi. Halkı sindirme, yerinden etme stratejisi uygulandı. Halkın toparlanmasına ve örgütlenmesine olanak tanınmadı. Ajanlaştırma, fuhuş, baskılar ve tutuklamalar yaşamın olağan parçası oldu. Yalnız siyasi baskı değil, Kürt halkını daha ağır biçimde sindirme ve cezalandırma yoluna gidildi. Açık bir toplum kırım uygulandı. Bu politikalar halen de devam ediyor ve halkın nefes almasına olanak tanınmıyor.

Kürdistan’da yaşanan bu katliamlar ve ağır travma ortamında kayyım stratejisi uygulamaya konuldu. Erdoğan ve şürekası fazla gerekçe uydurma ihtiyacı da duymadı. "Bunlar Kandil’e bağlıdırlar, belediyelerin paraları Kandil’e aktarılıyor’’ biçimde kaba bir propagandaya başvurdu. Bunun gerçekle ilgisi olmadığı ve akıldışı bir iddia olduğu açıktı. Çünkü belediyeler istihbarat ve bürokrasinin açık bir denetimi altındaydı. Bu alanda büyük bir gözaltı vardı. Sürekli müfettişler gönderiliyor ve taciz ediliyorlardı. Müfettiş denetimleri yüzünden günlük işlerini neredeyse yapamaz hale gelmişlerdi.

Belediyeler konusunda Erdoğan çok atıp tuttu. Anayasa ve yasaları çiğnemede rekorlar kırdı. Mahkemeleri yönlendirmeye ve talimatlar yağdırmaya başladı. Kanıtlanmış bir suç yokken belediye başkanları ve partileri sürekli suçlandı ve hedef gösterildi. Bu Erdoğan’ın yönetim biçimi oldu, açık bir faşist yönetim modeline geçildi. Anayasa Mahkemesi’nin ve AİHM’in aldığı kararları bile takmadı, uygulamadı. Hukuk ortadan kaldırıldı. Partilerin ittifak yapmasını suç olarak ilan etti. Kendisi istediği gibi ittifaklar yaptı ama CHP veya HDP-DEM’in dayanışmasını ve ilişkilenmesini şer ittifakı, bölücü ve terör ortaklığı olarak gösterdi.

Erdoğan 2016-17’deki terör ve katliam uygulamalarından sonra HDP’nin belediyelerine el koyup kayyım atadı. Katliam ve yıkımlardan dolayı halk şoke olmuş bir durumdaydı. Muhalefetin diğer partileri de büyük oranda seyirci kaldı. Halkın normalde ayağa kalkması ve serhildana durması gerekirdi. Bu sıradan bir baskı ve hukuksuzluk değildi. Açıktan halkın kendi iradesine ve seçimine el koymaydı. İkinci kayyum dalgası da 2019 seçiminden hemen sonra geldi. Belediye başkanları daha göreve başlamamışken saldırı ve işgal başladı. Devlet açıktan "Bu ülkede benim seçeneğim dışında bir seçeneğe yol vermem. Kürtler irade ortaya koyamazlar. Yasalar ve seçim hakkı onlar için geçerli değildir. Güç bendedir. Bu devletin sahibi veya bir parçası değilsiniz’’ dedi.

Özünde Kürdistan’da Türkiye’nin yasaları ve anayasası askıya alınmıştı. Yasal formaliteleri bile dikkate almaya ihtiyaç duymuyorlardı. Bizler sıkıyönetim deneyinin tanıklarıyız, askeri mahkemeleri de gördük. Ama o dönem bile savcılar ve yargıçlar koydukları kuralları ve yasaları daha ciddiye alıyorlardı. Erdoğan kadar bayağı ve pervasız davranmıyorlardı.

Erdoğan çok atıp tuttu. Belediyeler Kandil’e para gönderiyor, diyordu. Şimdi de aynı demagojiye başvuruyor. İstihbarat, polis ve yargı kurumları emrinde. Bugüne kadar hiçbir mahkemenin hiçbir belediye hakkında Kandil’e para vb. gönderildiğine dair bir kararı yoktur. Kobanî olayları içinde aynı tantanayı yaptı. Ama S. Demirtaş onlar Kobanê olaylarından ceza almadılar. Erdoğan’ın iktidar için bütün yolları mubah saydığı ve hiçbir ahlaki kural tanımadığı biliniyor.

Yerel yönetimler demokrasi açısından halkın nefes alabildiği alanlardır. Ve demokrasinin gelişmesi için yerel yönetimlerin mutlaka güçlendirilmesi gerekir. Bu açıdan da Türkiye halklarının, parti ve aydınların yerel yönetimlerin tasfiyesine ve siyasi ortamın oksijensiz bırakılmasına izin vermemesi gerekir. Bilinmeli ki, Kürtlere katliam ve baskılar Türkiye’ye diktatörlük ve faşizm olarak yansır.

Demokrasi veya kayyım sistemi sadece Kürtlerin, DEM gibi partilerin sorunu değildir. Kürt halkı için tabii ki, ayrı bir önemi var. Onların açıktan varlıkları ve iradeleri hedef alınmıştır. Kürt halkının şu an gösterdiği tepki gücünün çok çok altındadır. Sıradan oturma eylemleri ve protestolarla demokratik mevziler korunamaz. Söz konusu olan Kürt halkının varlığı ve iradesidir. Bunun için halkın gücünü ortaya koyması gerekir. Bu sömürgeci yaklaşımlara ve emeklerini, iradelerini yok saymaya isyan etmeyecek de neye edecek? Kesinlikle serhildanlarla sürece cevap olmak gerekir. Belediyelerin olanaklarını yağmalayarak, halkı hiçe sayarak gözlerimizin içine bakmaları kabul edilemez. Belediyelerin olanakları, maddi ve manevi açıdan halkındır ve onun hizmetinde olmalıdır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika