Büyük filozof Adorno, “Yanlış hayat, doğru yaşanmaz” belirlemesiyle aslında insanlığın düşünce ve zihin dünyasına muazzam bir katkı sağlamıştır. Bu önermesiyle, yanlış kafa, yanlış siyaset, yanlış düşünce ve yanlış temsiller, halklar adına hiçbir surette doğru iş, eylem ve çözüm üretemeyeceklerdir. Özellikle 1 Kasım 2024’ten itibaren İmralı Ada Hapishanesi'nde mutlak tecrit altında tutulan Önder Abdullah Öcalan üzerinden oldukça tehlikeli ve özel savaş politikalarının en inceltilmişi uygulanmaktadır. Önder Öcalan üzerinden adeta siyaset, toplum, Kürt Özgürlük Hareketi ve tüm bölge yeniden dizayn edilmek istenmekte; bu hedeflerine ulaşmak için kirli bir savaş bombardımanı ile kara haberler ve manipülatif bilgiler ortalığa saçılmaktadır. Bu olayın yapılış ve oluşturuluş tarzı bile başlı başına bir özel savaş uygulaması olmaktadır. Kürt Hareketi ve Önderliği, 1993 yılından bu yana ateşkes çağrıları yaparak çözüme yönelik duruşunu ve yaklaşımını çok net ortaya koymuş ve samimiyetini en üst düzeyde açığa çıkarmıştır.
Bu temelde, dönemin başbakanı Turgut Özal ve bir grup devlet erkanı, çözüm sürecine ilişkin ciddi bir pozisyon ortaya koydular: “Turgut Özal, Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı dönemde Kürt sorununun askeri yöntemlerle çözülemeyeceği yönünde bir inanca sahipti. Kendisi, Kürt meselesine yönelik barışçıl çözümler arayışındaydı ve bu konuda bazı reformlar yapılması gerektiğini savunuyordu. Özal, Kürt meselesine dair yeni bir bakış açısı geliştirerek, kültürel ve siyasi hakların tanınması gerektiğini vurguladı. Özellikle Kürt dilinin kullanımı konusunda bazı açılımlar yapılması gerektiğini savunuyordu.” Bu politik tutuma YNK lideri Rêzdar Celal Talabani aracılık etmiş ve sürecin başarıyla sonuçlanması için yoğun bir pratik ortaya koymuştur. Önder Öcalan, 17 Mart 1993 günü tek taraflı bir ateşkes ile sürece yanıt olmuştur. Sürecin sabote edilmesi, Turgut Özal’ın Türkmenistan dönüşü ani ve şaibeli bir ‘kalp krizi’ ile ölmesiyle başlamış; Şemdin Sakık unsuru da gerilla adına yeni askerleri öldürerek süreci sabote etmiştir. Sonrası tufan olarak hepimizce bilinmektedir.
1 Eylül 1998 ateşkesine TC komplo ile yanıt vermiş ve sonucunda 15 Şubat 1999’da Önder Öcalan uluslararası bir komplo ile esir alınmıştır. Lakin buna rağmen, hep ateşkes, barış ve çözüm politikalarında ısrar etmiştir. Bu çözüm ve barış arayışları, 2009 Oslo Görüşmeleri olarak hem devlet üst düzey yetkililerince hem de PKK üst düzey yetkililerince katılım sağlanarak, üçüncü bir gücün hakemliğinde yürütülmüştür. Devlet, yine bu süreci hem iç hem de dış siyaset için bir tasfiye stratejisine dönüştürerek Bakurê Kurdistan’da tarihin en büyük siyasi operasyonu ile tasfiyeyi esas almıştır. FETÖ ile ortak hareket eden AKP iktidarı, KCK Operasyonu adı altında Bakur'u adeta teslim almak istemiştir.
Arap Baharı ile Ortadoğu ülkeleri derin bir altüst oluş yaşarken, İslamofaşist terör örgütlerine sponsorluk yapan TC-AKP-MHP iktidarı, Suriye zemininde ve Rojava’da gelişen 3’üncü çizgi paradigmasını tasfiye etmek ve bölgesel hegemonyasını Halep-Kerkuk hattında Neo-Osmanlı emellerine ulaştırmak için DAİŞ, ÖSO ve El Nusra başta olmak üzere tüm terör örgütlerini besleyip büyütmüş ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin üzerine saldırtmıştır. Oysa tam da bu süreçte İmralı’da, Önder Öcalan ile hem devletten hem de HDP’li vekillerden oluşan bir heyet, “İmralı Çözüm Süreci ve Müzakereleri” adı altında bir süreç yönetmekteydiler. Lakin sonradan anlaşıldı ki, AKP-MHP iktidarı Kürt hareketinin, başta Bakurê Kurdistan’da olmak üzere, dört parça ve yurt dışında mutlak tasfiyesini hedefleyen “Çöktürme Planı”nı hazırlamış ve çözüm sürecini araçsallaştırarak entrikalara yönelmiştir.
“ÇÖKTÜRME PLANI” EMSALSİZ BİR DİRENİŞLE BOŞA ÇIKARILDI
2013 sürecinde başlatılan süreç, her iki tarafın onayı ile “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak adlandırılırken, faşist şef Erdoğan, mutabakatı inkâr etmiş ve soykırımın startını vermiştir. Başta legal siyasi alan olmak üzere, 2015 yılı 24 Temmuz Lozan Anlaşması'nın yıl dönümünde, başta Kandil olmak üzere Medya Savunma Alanlarına hava saldırıları ile beraber Sur, Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin ve daha birçok alanda saldırılarını tarihte benzeri görülmemiş düzeye çıkarmış ve tasfiye etmek istemiştir. Oysa çözüm süreci, Türkiye tarihinde devlet ve PKK arasındaki en uzun soluklu barış girişimi olarak dikkat çekti. Toplumda barış ve demokratik hakların artırılması konusunda beklentiler yükseldi; fakat sürecin sona ermesiyle bu umutlar da büyük ölçüde sarsıldı. Çözüm sürecinin başarısız olmasının ardından Türkiye’de çatışmalar yeniden başladı ve soykırım politikaları daha da derinleşti.
Çözüm süreci, şiddetin azaltılması, demokratik hakların geliştirilmesi ve Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülmesi adına atılmış önemli bir adımdı. Ancak sürecin sekteye uğraması, çatışmanın barışçıl çözümünün zorluklarını ve bölgedeki siyasi dengelerin önemini ortaya koydu. 10 yıla yakın aralıksız yürütülen çöktürme harekâtı ve hamlesi, başta İmralı’da Önder Öcalan’ın emsalsiz direnişi ile boşa çıkarılmış; gerilla, halk ve hareket olarak tersine çevrilmiş ve AKP-MHP faşizmi çöküşün eşiğine getirilmiştir. Tam da böylesi bir süreçte, faşist lider Devlet Bahçeli’nin ağzından Önder Öcalan’ın şahsına yönelik çağrılarla yeni bir gündem yaratılmak istenmiş; tüm siyasetin bu gündem etrafında kenetlenerek özel savaş politikalarına eklemlenmesi hedeflenmiştir. Burada amaç, Önder Öcalan’ı çözümün bir tarafı olarak muhatap almak yerine gayet süfli, kaba ve faşizan bir üslup ile herkesi baskı altına alarak sözde çözüm sürecini dayatmak istemiştir.
30 yılı aşkın bir süreden beri çözüm ve barış odaklı kapsamlı bir deneyim ve pratiğe sahip olan Önder Öcalan, 44 ay sonra yeğeni ve DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan ile 23 Ekim 20242’te İmralı’da yaptığı görüşmede, 'Tecrit devam etmektedir, devlet ile aramızda herhangi bir müzakere ve görüşme söz konusu değildir ama ben teorik ve pratik olarak Kürt sorununun çözümü için gerekli güce ve iradeye sahibim' diyerek pozisyonunu yinelemiştir.
EGEMENLERİN GÜNDEMLERİYLE UMUTLANMAMALIYIZ
Yukarıda hasbelkader izah etmeye çalıştığımız 30 yılı aşkın deneyimlerde de görüldüğü gibi, her barış ve çözüm söylemi ile devlet ve siyaset erkanı sahaya indiğinde Kürtlerin başına daha büyük belalar ve felaketler getirmişlerdir. Bundan dolayı, barış ve çözüm öyle sanıldığı gibi kolay olmayacağı gibi, faşist TC ve onun AKP-MHP iktidar kliği öyle kolay kolay çözüme yanaşmayacak; hile ve oyunlarla süreci manipüle ederek yaşadığı derin ve tarihsel yıkımı bertaraf etmek isteyecektir. İşte tam da böylesi dönemlerde, tüm toplum, halk ve siyaset olarak kendi siyasal ve politik gündemimizde ısrarlı, kararlı ve tutarlı olmak durumundayız. Dünyanın geleceğinin şekillendirildiği Ortadoğu gerçekliğinde Kürtler ve Kürdistan kilit bir rolde iken, yaşanan kriz ve kaosun çözüm gücünü de yine biz Kürtler temsil etmekteyiz. Bunun için özel savaş oyunlarına karşı uyanık olmak kadar, ulusal, bölgesel ve evrensel anlamda demokrasi, kadın hakları ve özgürlükler noktasında her zaman kendi farkındalığımızı ortaya koymak ve bunda ısrarcı olmak durumundayız. Yanılgılı ve beklentili yaklaşımlar, egemenlerin gündemleri ile süreci ele alıp umutlananlar olmamalıyız. Önder Öcalan’ın çözüm gücü ve iradesini mutlak başarıya taşımak, biz dışardakilerin dağ, kır, ova, köy ve kentlerde yürüteceği doğru, kararlı ve ısrarlı mücadelesi ile taçlanacaktır.
"Barış Hemen Şimdi" derken, her şeyden önce Önder Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için mücadele ederken şunu ısrarla öncelik olarak esas almalıyız.
ÖZGÜRLÜK HEMEN ŞİMDİ
A NİHA AZADİ Jİ BO RÊBER APO!