AKP-MHP iktidarı, yerel seçimlerden 7 ay sonra Kürtlerin kazandığı belediyelere yönelik irade gaspı yeniden başladı. 31 Ekim’de İstanbul Esenyurt Belediyesi’ne, 4 Kasım’da ise Mêrdin, Êlih ve Xelfeti Belediyeleri gasp edildi. Toplumun birçok kesiminden tepki çeken bu irade gaspının devam edeceği, Erdoğan ve AKP’li yetkililer tarafından defalarca dile getirildi.
AKP-MHP iktidarı, bir yandan toplumsal uzlaşıdan bahsederken diğer yandan Kürtlerin seçme ve seçimle hakkını gasp etmeye devam etti. Defalarca denenen ve bugüne kadar 160 belediyeye yönelik uygulanan irade gaspı sonuçları iktidar için bir yıkım olsa da yeniden devreye sokuldu.
Halkın irade gaspına yönelik tepkilerine de işkenceyle cevap veren iktidar, kayyum politikalarını savundu ve devam edeceğini belirtti.
‘KÜRTLERİN SİYASAL HAKLARININ GENİŞLEMESİNDEN KORKUYORLAR’
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk, ANF’ye yaptığı değerlendirmede, irade gaspı iktidar için bir güç unsuru olduğunu dile getirdi. Türkiye’deki siyasi gelişmelerin uluslararası dinamiklere bağlı olduğuna dikkat çeken Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Son dönemde ortaya çıkan bütün gelişmeler, uluslararası gelişmelere bağlı olarak ortaya çıktı denebilir. Türkiye’deki hükümetler, yıllarca ülkedeki ulusal sorunu yok saymaya ve buna göre bir gidişat yaratmaya yöneldiler. Kürt halkı yok sayılmaya çalışıldı, asimilasyona uğratılmak istendi ve en küçük bir hak arayışına şiddetle karşılık verildi. Bu konuda bütün hükümetler körlemesine ve dümdüz ilerlemek üzere çaba gösterdi sadece. Kürt meselesinin geldiği kritik aşamalarda verdiği tehlike sinyalleri göz ardı edildi. Kürt meselesi hangi aşamaya gelmiş olursa olsun, ilk zamanlardaki basit manevralarla durum devam ettirilmeye çalışıldı. Statüko sürdürülebilir değildi ve her yönden yeni bir olguyla karşılaşılması mümkündü.
Kürt sorunuyla ilgili olguların birikmesi gibi, dünyada ve bölgede de gelişmeler üst üste geldi ve yığıldı. İsrail devletinin, Filistin halkının isyanını bahane ederek yayılmacı siyasetini en aktif bir şekilde hayata geçirmesi, Ortadoğu ve dünyada bir dalgalanma yarattı. Bu etkinin Irak ve Suriye üzerinden bölgeye yansıyacağını net bir şekilde öngörebiliriz. Türkiye’deki egemenler, şimdi bu dalgalanmanın bölgedeki Kürt halkı üzerindeki etkilerini düşünmeye başladı. Siyasi iktidar, ortaya çıkan bu dalgalanmalardan Kürt halkının siyasal haklarının genişlemesi yönünde bir sonuç çıkmasından korkuyor. Ana konu budur.
‘KÜRT HAREKETİNE KABUL EDİLEMEZ BİR EL SIKIŞMA TEKLİF EDİLİYOR’
Ne kadar istemese de ve tarih boyunca ne kadar ayak sürümüş olsa da artık mesele kapıya dayanmış durumda. Yönetenlere göre, ateşin bacayı sarmaması için Kürt meselesine bir yerden el atmak gerekiyor. Hiç dokunmuyorum denilerek devam edilemez. Bu tabloda, Kürt meselesine el atmanın bir şekli, vites yükselterek çözüyormuş gibi yapmaya yönelmek olabilir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yapmaya çalıştığı, buymuş gibi görünüyor. Burada, Kürt hareketi tarafından kabul edilemez koşullara sahip bir el sıkışma teklif ediliyor. Kabulü mümkün olmayan yönler taşısa da yönetenlerin bir kanadı olarak Devlet Bahçeli, bu teklifi yapma zorunluluğunda hissediyor kendisini. Bunu, daha kapsamlı bir “beka” meselesi olarak gördüğü söylenebilir. Ne var ki yönetenlerin ikinci kanadı, durumu bu kadar kapsamlı bir “beka” meselesi olarak görme ve ona göre davranma aşamasında değil. Muhtemelen kayyum uygulaması, yönetenler katındaki ikinci kanadın bir yönelimi. Kürt meselesindeki gelişme seyri her ne olursa olsun, bir üstünlük belirtme ve güç kazanma tutumu olarak kayyum atamaları zorbalığına başvuruyor. Çok bilinen bir kara düzen devam ettiriliyor. İkinci kanat olarak hükümet, yeni ve büyük bir stratejik değişiklik yapmayacaksa, bugüne kadar olduğu gibi devam etmeyi seçebilir. Görünen haliyle durum budur.”
‘HALK BU ZORBA SİYASETİ ÇOK İYİ TANIYOR’
Kürdistan’da gerçekleştirilen protestolara da katılan Öztürk, Mêrdin, Êlih ve Xelfeti’de halkın öfkeli olduğunu gözlemlediğini belirterek şunları söyledi: “Kayyum siyaseti, mevcut hükümetin demokrasiyi ayaklar altına alan, hukuk, anayasa ve yasaları tanımayan hareket tarzının bir devamıdır. 2024 yılında, Tanzimat Fermanı’ndan bu yana seçimleri, yani yurttaşların seçme ve seçilme hakkını, bu ülkede savunmak zorunda kalmış bir haldeyiz. Tarih 2024 iken, Hakkâri, Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti’de kayyum atanmış yerel yönetimleri savunmak için bütün toplumsal mücadele veren güçler olarak omuz omuzaydık. Her bir yerel yönetimin yanındaydık. Kürt halkının seçilmiş temsilcilerini savunduk. Kürt meselesi çok kadim bir mesele. Kayyumların atandığı il ve ilçelerde yaşayan halk, iktidarların hak tanımayan ve zorba siyasetini çok iyi tanıyor. On yıllardır bu siyasete karşı demokrasi ve onur mücadelesi veriyorlar. Buna dayanarak, kayyum atanan bütün il ve ilçelerde halk ısrarla direniyor, protesto ediyor ve tarihe kayıt düşüyor.
Mardin’e, belediye binasının önünde sabaha kadar ateş yakıp oturanların yanına gittik. İnsanlar kararlı ve öfkeliydi. Büyük bir çalışkanlıkla o günün siyasal duruşunu örgütlüyorlardı. Alan düzenlendi, otobüs getirildi ve mecliste yapılan grup toplantısının Mardin Büyükşehir Belediyesi önünde yapılması için bütün hazırlıklar tamamlandı. Sosyalizmi, demokrasiyi ve işçi sınıfını savunan bütün parti, örgüt ve sendikaların temsilcileri oradaydı. DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, seçimle gelen halkın belediye başkanlarını savunan konuşmalarını yaptılar. Batman’a gittiğimizde, sorun üzerine meydanda konuşmalar yaparken dahi halka yapılan müdahaleler devam ediyordu. Birçok genç insan, ciddi bir şekilde şiddet uygulanarak gözaltına alındı. Şiddet uygulamalarının gözaltında da sürdüğü haberlerini aldık. Hükümet, kelimenin tam anlamıyla hem suçlu hem de güçlüydü. Halfeti halkı üzgündü ama her an çığlığını yükseltiyordu. Bütün partilerden ve örgütlerden temsilci arkadaşlarımız konuştular ve Halfeti halkıyla beraber olduklarını belirttiler. Halfeti Belediye Eş Başkanları Saniye Bayram ve Mehmet Karayılan da konuştu. Özellikle Saniye Bayram yoldaşımızın konuşması, kalplere işledi ve herkese mücadele ruhu aşıladı. Orada anladık ki, hukuksuzluk ve zorbalık sürecekse, mücadele de sürecek.”
‘SOSYALİST GÜÇLERİN KÜRT HALKINI SAVUNMASI TEMEL PRENSİPTİR’
Türkiyeli sosyalistlerin irade gaspına karşı Kürt halkının yanında olmaları gerektiğini, Kürt halkını savunmanın temel bir prensip olduğunu vurgulayan Hakan Öztürk, şöyle devam etti: “Sosyalist güçlerin kayyumlara karşı görevleri, çok daha genel olarak Kürt halkını savunmakla başlıyor. Kürt halkını savunmak, haksızlığa uğrayan tarafı savunmak anlamına geliyor. Bu, Ekim Devrimi zamanında da böyleydi şimdi de böyle. Haksızlığa uğrayan halkı savunmak, konjonktürel değildir, duruma göre değildir. Ezilen halkları savunmak, temel bir prensiptir ve ezilen halklar, sosyalizm mücadelesinin birinci dereceden ittifakıdır.
Elbette ki, halkları savunmak ve ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak, kitabın bir köşesinde kalmış bir paragraf olmamalı. Bizim ülkemizde iki büyük mesele var: Biri sınıf meselesi, diğeri Kürt meselesi. Bunu sosyalistler yekten söylemelidir. Bu iki meseleye yekten, doğrudan ve aşamasız girmelidir. Bu iki meseleye konulan bütün aşamalar, bizi hedeften uzaklaştırıyor ve sadede gelmemizi engelliyor.
‘KÜRT SOSYALİSTLER YILLARDIR MESELENİN YÜKÜNÜ TAŞIYOR’
Kürt sosyalistleri yıllardır Kürt meselesini anlatıyor ve bu yükü taşıyor. Bu meseleyi, diğer sosyalistler de ezilen halkın perspektifini dikkate alarak anlatmalıdır. Kürt meselesi, kamuoyu önünde sürekli tartışılırsa ancak anlaşılır hale gelebilir ve çözüm yöntemleri geliştirilebilir. Sosyalistler, bu ülkenin ulusal sorununu, bütün hassas yönlerini hesaba katarak, halkların kardeşliği ve eşitliği temelinde topluma sunabilir. Toplum, bu meseleyi sosyalistlerin dilinden dinlemelidir. Halklar arasındaki ön yargıları ve kırgınlıkları aşacak olan budur.
Kayyum siyasetinin sürdürüldüğü bütün koşullarda sosyalistler, fiili olarak Kürt halkının seçilmiş temsilcilerinin yanında olmalı ve onları sonuna kadar savunmalıdır. Son zamanlarda böyle bir ortak refleks oluşmuş durumda; bu refleks güçlendirilerek sürdürülmeli. Bu ortak tavır alış, doğaldır ki sadece sorun çıkması anına bırakılmamalı. Uzun vadeli mücadeleyi örgütlemek ve güç biriktirmek üzere, Kürt hareketiyle sosyalistler arasındaki kalıcı ittifak bağları ve kurumları yaratılmalıdır. Şimdiyi ve geleceği özgürleştirecek olan budur.”